Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #54
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Müctehid-i Müntesib:
Mezheb reîsinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, edille-i şer'iyyeden (dört ana delîlden) hüküm çıkaran İslâm âlimi Buna, müctehid fil-mezheb (mezhebde müctehid) de denir (Bkz Müctehid fil-Mezheb)
Müctehid-i müntesib, delîl aramakta ve hüküm çıkarmakta, mezhebinin imâmını taklîd etmez Fakat delîlleri, mezheb imâmının kâidelerine göre arar İmâmının yolunda, mezhebinde olduğu için, onun mezhebinde olduğu söylenir (Bedreddîn Zerkeşî)

Müctehid-i Müstekıl:
Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden doğrudan hüküm çıkarabilen ve kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid Buna, mutlak müctehid de denir

MÜD:
Sekiz yüz yetmiş beş gram ağırlığında bir ağırlık birimi
Ümmetimden herhangi biri Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımın bir müd arpa sadakasına verilen sevâba kavuşamaz (Hadîs-i şerîf-Savâik-ül-Muhrika)
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm, bir müd su ile abdest alır, bir sa' (42 litre) su ile gusl ederdi (İbn-i Âbidîn)

MÜDÂHENE:
Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak
Sıkılmadan açıkça harâm işleyen kimseyi gîbet etmek câiz olduğu gibi, şerlerinden korunmak için bunlara müdârâ etmek de câizdir Fakat müdârâ, müdâhene şeklini almamalıdır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Haram işleyene veya yanında bulunanlara olan saygısı, yâhut dîne olan bağlılığının gevşekliği, müdâheneye sebeb olur Dînine veya dünyâsına veya başkalarına zarar olmadığı zaman, haram ve mekrûh işleyene mâni olmak lâzımdırMâni olmamak, susmak harâm olur Müdâhene etmek, haram işlemeğe râzı olmağı gösterir (Muhammed Hâdimî)
Muhabbete müdâhene sığmaz (İmâm-ı Rabbânî)
Müdâhene edenlerin kabirden maymun ve hınzır şeklinde kalkacakları hadîs-i şerîfte bildirildi (Seyyid Alizâde)

MÜDÂRÂ:
Dîni ve dünyâyı zarardan kurtarmak için, dünyâ menfaatinden vermek veya belâyı dünyâ menfaati ile savmak
Allahü teâlâ bana, farzları yerine getirmeyi emrettiği gibi, insanlara müdârâ etmeyi de emretti (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Müdârâ ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lâzımdırTalebeye ders verirken de müdârâ yapılır (Muhammed Hâdimî)
Düşmandan âciz duruma düşersen, müdârâ ederek latîfe yolunu tut Çünkü latîfe kalb kazanır (İmâm-ı Mâverdî)
İnsanlar üç kısımdır: Bir kısmı gıdâ gibidir Herkese, her zaman lâzımdır İkinci kısmı, ilaç gibidirler İhtiyaç zamânında lâzım olur Üçüncü kısmı, hastalık gibidir Bunlara ihtiyâç olmaz Fakat kendileri insanlara musallat olurlar, bulaşırlar Bun lardan kurtulmak için, müdârâ etmek lâzımdır (İmâm-ı Gazâlî) Dostlara mürüvvet (mertlik), Düşmanlara müdârâ etmeli
(Sâ'dî-i Şîrâzî)

MÜDDESSİR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dördüncü sûresi
Müddessir sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Elli iki âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen Müddessir kelimesinden dolayı sûreye, Sûret-ül-Müddessir denilmiştirMüddessir; örtüsüne bürünen, demektir Sûrede, Peygamber efendimize; inkâr yolunda olanları uyarması, Allahü teâlâyı tekbir etmesi, yüceltmesi, sabırlı olması vs emredilip, inkârcıların uğrayacakları cezâlar bildirilmiş, iyilerle kötülerin mukâyesesi yapılmıştır (İbn-i Abbâs, Katâde, Râzî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Müddessir sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey örtüye bürünen (Muhammed) ! Kalk da bildir! Rabbini tekbîr et! Giydiklerini temiz tut! Kötü şeylerden sakın Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin için sabret (Âyet: 1-7)
Kim Müddessir sûresini okursa, Allahü teâlâ, Muhammed'i (aleyhisselâm) tasdîk (inanan) ve tekzîb edenlerin (inanmayanların) adedinin on katı sevâb verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

MÜDEBBER:
Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle Böyle olan kadına müdebbere denir
Şunlara zekât verilmesi câiz değildir: 1)Deliye, 2)Kâfire, 3)Zenginlere, 4)Usûl (Baba-dede) ve furûuna (çocuğuna, çocuğunun çocuklarına), 5)Zevcesine (hanımına), 6)Kölesine, 7)Mukâtebesine, yâni efendisine belirli bir miktâr para vermekle âzâd olacak kölesine, 8)Müdebberine, 9) Kadının kocasına zekât vermesi ihtilâflı olup, esahh olan (en doğrusu) vermemektir 10)Bir kimseyi yabancı sanarak, evlâdı çıksa ve müslüman sanarak kâfir çıksa, bunlara zekât verilmez ise de, bilinmeyerek verilmiş ise, e sahh olan iâde edilmez Meyyitin (ölünün) kefeni için de zekât verilmezBir kimse zekâtını fakirden alacağına da sayamaz (Kudbüddîn İznikî)

MÜDELLES HADÎS:
Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini toplama işinde, baştan yalnız birinci râvisi (rivâyet edeni, nakledeni) bildirilmeyen hadîs (Bkz Hadîs)

MÜDERRİS:
Medreselerde ders veren öğretim üyesi, profesör
Osmanlılarda müderris tâyininde, vücûd, zihin ve karakter özelliklerine bakılır, sempatik, akıllı, kültürlü, anlayışlı, adâletli, iffetli, cömerd ve gözü-gönlü tok olmasına dikkat edilirdi Hâl ve hareketlerinin, huyunun güzel olması her hâli ile tal ebelerine örnek olması arzu edilirdi (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
Selâhaddîn Eyyûbî Fâtımî sapıklarını Mısır'dan temizleyince, İmâm-ı Şâfiî'nin türbesinin yanına bir medrese yaptırıp, Mecmeddîn Hubuşânî'yi müderris tâyin eyledi (İbn-i Hallikân)
Kara Çelebi diye tanınan Muhammed bin Hüsâmeddîn Abdullah, müderrisliği müddetince Muhammed aleyhisselâmın yolunu, dîn-i İslâm'ın yüksek hükümlerini talebelere en güzel bir şekilde anlattı ve öğretti (Mecdî Efendi)

MÜDRİK:
Cemâatle namaz kılarken iftitah (başlama) tekbirini imâmla birlikte alan, namaza imâmla birlikte başlayan ve namazın başından sonuna kadar imâma uyan, birlikte kılan

MÜDRİKE:
İdrak edici, anlayıcı, bilici kuvvet
İnsan rûhu, yalnız insanlarda bulunur Bu rûhun da iki kuvveti vardır İnsan, bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır Bu iki kuvvetten birisi idrâk edici olan Kuvve-i âlime ve müdrike denilen bilici kuvvettir İkincisi, hareket kuvvetidir (Ali bin Emrullah)
Müdrike kuvvetleri üçtür Biri, görünen his organlarındaki kuvvetler olup, bunlar insanda bulunduğu gibi, hayvanlarda da vardır İkincisi, akıl kuvvetleri olup, hiss-i müşterek, hâfıza, vâhime, mütesarrıfa ve hazânet-ül-hayâl denilen görünmeyen beş h is organındaki kuvvetlerdir Bu kuvvetler insanlara mahsûstur Hayvanlarda yoktur Üçüncüsü mânevî kuvvet olup, insanların havâssına, yüksek olan seçilmiş kimselere mahsûstur Mânevî kuvvetle anlaşılan şeyler, akıl ve his kuvvetleriyle anlaşılamaz Akıl kuvvetleriyle anlaşılan şeyleri, insan, hayvanların en üstünü olan ata, senelerce uğraşsa anlatamaz Bunun gibi, mânevî kuvvetle anlaşılanları, meselâ mârifetullahı, Allahü teâlâyı tanımayı, bu seçilmişler, başka insanlara senelerce söylese, onlar anlıyamaz Bunlardan daha yüksek seçilmişlerin seçilmişleri vardır Bunlardan da daha üstün nebîler, nebîlerden daha üstün resûller, bunlardan da üstün ülü'l-azm dereceleri vardırBunların üstünde de kelîmiyyet, rûhiyyet, hullet ve nihâyet mahbûbiy yet mertebeleri vardır ki, bu en üstünü Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem efendimize mahsustur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MÜECCEL:
Te'cil edilen yâni sonraya bırakılmış, ertelenmiş
Ödünç alma karşılığı olan borçlar ve zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan müeccel kul borçları nisâb hesâbına (dînen zekât vermek için lâzım olan miktâra) katılmaz (İbn-i Âbidîn)
Bey', peşin semen (para) ile câiz olduğu gibi müeccel semen ile de câizdir Te'cil ancak semen ile mebi' (mal) aynı cinsten olmadıkları ve ikisi hacm ile veya tartarak ölçülmedikleri ve semen, ayn (belli) olmayıp, deyn (belirsiz) olduğu zaman ve muay yen (belli) bir vakte kadar olmak şartı ile câiz olur (Bkz Semen) (Ali Haydar Efendi)
Nikâhta mehrin hepsi muaccel olabildiği gibi hepsi müeccel de olabilir (M Zihnî)

MÜEKKED SÜNNET:
Kuvvetli sünnet Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri sünnet
Sabah namazının sünneti, öğlenin dört rek'atlik ilk sünneti ve iki rek'at son sünneti akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rek'at sünneti ile ezân okumak, kâmet getirmek, cemâate devâm etmek, abdest alırken misvak kullanmak müekked sünnet lerdendir (İbn-i Âbidîn)
Müekked sünnetlerin en kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir (M Zihni Efendi)
Müekked sünnetler İslâm dîninin şiârıdır, yâni bu dîne mahsustur Başka dinlerde yokturlar (Tahtâvî)
Müekked sünnetleri inkâr eden îmânsız olur Bir özürle terk eden sevâbından mahrûm olur Özürsüz terk eden azarlanır (Enver Şah Keşmîrî)


Mertebe-i Vehm:
Var olmadığı halde, var görünen
Bir ipin ucuna bir taş bağlayıp, öteki ucundan tutup, ipi elimiz etrâfında çevirirsek, dönen taş, karşıdan dâire şeklinde görünür Dönen taş, nokta-i cevâledir (dönen noktadır) Görünen dâire de vehmîdir, hayâlîdir Aslında dâire yoktur Yalnız bir g örünüştür İşte Allahü teâlâ bütün mahlûkları mertebe-i vehmde yaratmıştır Fakat görünüşlerini devâm ettirmektedir Âlem mevhumdur sözünün mânâsı budur (İmâm-ı Rabbânî)
Hâriçte mevcûd olan yalnız Allahü teâlâdır Mehlûkların hepsi mertebe-i vehmde olup, O'nun kudretinin görünüşleridir (İmâm-ı Rabbânî)
Hak teâlâ eşyâyı his ve mertebe-i vehmde yaratmıştır Onları varlıkta durdurmaktadır Ebedî işleri ve sonsuz azâb ve nîmetleri bunlara bağlı kılmıştır (İmâm-ı Rabbânî)

MERVE:
Kâbe-i muazzamanın yakınında bulunan ve hacda, aralarında sa'y denilen ibâdetin yapıldığı iki tepeden biri (Bkz Safâ ve Merve)
Son yapılan asfalt caddelere göre, Mina ile Mekke arası dört buçuk, Mina ile Müzdelife arası 33 ve Müzdelife ile Arafat arası 54 kilometre, Safâ ile Merve arası üç yüz otuz metre, Safâ tepesindeki kemer ile Kâbe arası yetmiş metre oldu (M Sıddîk Gümüş)

MERYEM SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin on dokuzuncu sûresi
Meryem sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Doksan sekiz âyet-i kerîmedir Hazret-i Meryem ve onun Îsâ aleyhisselâmı dünyâya getirmesi anlatıldığından, sûre bu ismi almıştır Sûrede; Îsâ aleyhisselâmın, hazret-i Meryem'den babasız olarak dü nyâya gelmesi kıssası, Mûsâ, İsmâil, İdrîs peygamberlerin aleyhimüsselâm medhi ve bunlardan sonra gelen bâzı kavimlerin kötülükleri, inkârcıların kıyâmet günü uğrayacakları azâb bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Senâullah Dehlevî, Muhammed bin Hamza)
Allahü teâlâ Meryem sûresinde meâlen buyuruyor ki:
(Mü'minler) orada (Cennet'te) boş söz işitmezler, ancak (meleklerden veya birbirlerinden) selâm işitirler Orada, sabah-akşam rızıkları da (ayaklarına) gelecektir (Âyet: 62)

MESÂNÎD:
Meşhûr ve çok kıymetli hadîs kitablarından; İmâm-ı Ahmed bin Hanbel'in "Müsned'i", Ebû Ya'lâ'nın "Müsned'i", Abdullah Dârimî'nin "Müsned'i" ve Ahmed Bezzâr'ın "Müsned'i"nin hepsine birden verilen isim (Bkz Müsned)

MESBÛK:
Cemâatle namaz kılınırken imâma birinci rek'atte yetişemeyen yâni ilk rek'atin rükûundan sonra imâma uyan kimse
İmâm iki tarafa selâm verdikten sonra, mesbûk ayağa kalkarak yetişemediği rek'atleri kazâ eder (kılar) ve kırâatleri (okumayı) birinci, sonra ikinci, sonra üçüncü rek'at kılıyormuş gibi okur Oturmağı ise, dördüncü, üçüncü ve ikinci rek'at sırası ile yâni sondan başlamış olarak yapar (Halebî)

MESCİD:
Müslümanların ibâdet yaptıkları yer
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
De ki: "Rabbim adâleti emr buyurdu Her mescidde yüzünüzü kıble tarafına çevirin ve dinde samîmi olarak O'na ibâdet edin İlkin sizi nasıl O yarattı ise, yine O'na döneceksiniz (A'râf sûresi: 29)
Ey âdemoğulları! Her mescid huzûrunda namaz kılacağınız zaman zînetinizi (avretinizi örten elbisenizi) giyiniz Yiyin-için, ama isrâf etmeyin Çünkü Allahü teâlâ isrâf edenleri sevmez (A'râf sûresi: 31)
Mescidleri yol yapmayınız! Mescidlere zikr ve salât (namaz) için giriniz (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Her kim Allahü teâlânın rızâsını umarak küçük veya büyük bir mescid yaparsa, Allahü teâlâ da ona Cennet'te köşk yapar (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Arz kıtalarının efdali (kıymetlisi) mescidlerdir Câmi ehlinin de en efdali, ilk girip son çıkandır İlk cemâate gelen, ilk müslüman olan gibidir (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Mescidler yeryüzünde Allahü teâlânın evleridir Mescidde namaz kılanlar, Allahü teâlânın misâfirleridir (Hazret-i Ömer-ül-Fârûk)
Mescide giren münâfıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer Kafesin kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar (İmâm-ı Mâlik)
Mescidde oturan kimse, Allahü teâlânın huzûrunda demektir (Hazret-i Ömer-ül-Fârûk)
Ne mutlu evlerini mescid yapanlar Mescidler, takvâ sâhiplerinin (haramlardan ve günâhlardan sakınanların) evleridir (Ka'b-ül-Ahbâr)

Mescid-i Aksâ:
Kudüs'te Süleymân aleyhisselâm tarafından yaptırılan mescid Beyt-i Mukaddes (Makdis)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Her türlü noksanlıktan) münezzeh bulunan (Allah) , kulunu (Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemi) geceleyin (Mekke'deki) Mescid-i Harâm'dan alıp, kendisine âyetlerimizi gösterelim diye; etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götürdü Muhakkak O Semî'dir (işitendir) ve Basîrdir (görendir) (İsrâ sûresi: 1)
Resûlullah efendimiz yatağında iken uyandırılıp, mübârek bedeni ile Mekke şehrinden Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'ya ve oradan göklere ve yedinci gökten sonra Allahü teâlânın dilediği yerlere götürüldü Mîrâca böyle inanmak lâzımdır (M Hâlid-i Bağdâdî)
Resûlullah efendimiz Mîrâc gecesi, Mescid-i Aksâ'da peygamberlere imam olup, yatsı yâhut sabah namazını kıldırdı (M Hâlid-i Bağdâdî)
1099 yılında haçlı ordusu Kudüs'e girdiŞehirdeki halkın hepsini kılınçtan geçirdi Mescid-i Aksâ'ya sığınmış olan yetmiş binden ziyâde müslüman öldürdü Bunlar içinde âlimler, zâhidler, eli silah tutmaz ihtiyarlar çoktu (Ahmed Cevdet Paşa)

Mescid-i Dırâr:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz zamânında münâfıkların (inanmadıkları hâlde, müslüman görünenlerin) fitne, fesâd yuvası ve silah deposu olarak Kubâ'da yaptırdıkları mescid
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Bir de şunlar var ki, küfür için, mü'minlerin arasına tefrika (ayrılık) sokmak için ve bundan evvel Allah ve Resûlü ile harb edeni (râhip Ebû Amr'ın gelmesini) beklemek ve gözetmek için Mescid-i Dırârı yaptılar Bununla berâber, hüsn-i niyetten başka bir murâdımız yoktu diye yemîn de ederler Fakat Allah şâhid ki, bunlar şeksiz şüphesiz yalancıdırlar (Tevbe sûresi: 107)

Mescid-i Harâm:
Ka'be-i muazzamanın etrâfında üstü açık olan câmi
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Namazda) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir Bu emir Rabbinden gelen bir gerçektir Allah sizin yaptıklarınızdan gâfil değildir (Bekara sûresi: 149)
Mescid-i Harâm'da namaz kılmanın fazîleti, benim bu mescidimde (Mescid-i Nebî) yüz namaz kılmaktan daha fazîletlidir (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kâbe ve etrâfındaki Mescid-i Harâm, müslümanların namazda kıblesidir Buraya dönmeleri farzdır Yeryüzünde ilk mescid, Ka'be etrâfındaki Mescid-i Harâmdır Her tavâftan sonra Mescid-i Harâm içinde iki rek'at namaz kılmak sünnettir (Eyyûb Sabri Azrakî, İbn-i Âbidîn)
Hazret-i Ömer zamânından önce Mescid-i Harâmın duvarları yıkıktı Ka'be'nin etrâfında bir meydancık ve sonra evler vardı Halîfe Ömer, Ka'be etrâfına bir metreye yakın yükseklikte duvar çevirerek Mescid-i Harâm meydana geldi Sonra da muhtelif zamanl arda yenilendi Bugünkü şekli on yedinci Osmanlı Pâdişâhı Dördüncü Sultan Murâd Han tarafından yapılmıştır (Eyyûb Sabri)
Mescid-i Harâm, Arabistan'daki Mekke-i mükerreme şehrinde olup, etrâfında üç sıra kubbe vardır Kubbeleri beş yüz adettir Kubbelerinin altında 462 direk vardır Mescid-i Harâm dikdörtgen gibi olup, kuzey duvarı 164, güneyi 146, doğu duvarı 106, batı sı 124 metre uzunluğundadır Mescid-i Harâmın 19 kapısı olup, doğu duvarında dört, batıda üç, kuzeyde beş, güneyde yedidir Yedi minâresi vardır (M Sıddîk Gümüş

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla