gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
Müceddîd-i Elf-i Sânî:
Hicrî ikinci bin yılının yenileyicisi mânâsına İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin lakabı
İmâm-ı Rabbânî hazretlerine ilk defâ, Müceddîd-i elf-i sânî ismini veren, zamânının en büyük âlimlerinden Abdülhakîm-i Siyalkûtî'dir (Muhammed Hâşim-i Keşmî)
Sultanlar içinde Ömer bin Abdülazîz, din bilgilerinde İmâm-ı Şâfiî, tasavvufta (bir müslümanın İslâm ahlâkı ile ahlâklanması için lâzım olan bilgileri ve yolları öğreten ilimde) Ma'rûf-i Kerhî, esrâr (sırlar, gizli) bilgilerinde İmâm-ı Muhammed Gazâl î, feyz vermekte ve kerâmetler göstermekte Abdülkâdir-i Geylânî, hadîs ilminde Celâlüddîn-i Süyûtî, tarîkat, hakîkat ve akâid yâni îmânla ilgili bilgilerin inceliklerini açıklamakta ve kalblere akıtmakta İmâm-ı Ahmed Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî, müceddîd idiler Hepsi, İslâmiyet'in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler (Abdullah-ı Dehlevî)
İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî, derin âlim, büyük velî idi Müctehîd yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim idi İslâm âlimlerinin göz bebeğidir Âlimlerin önderi, velîlerin baş tâcı idi Resûlullah efendimizin güzel ahlâ kını açıklayan bir deryâdır İmâm-ı Rabbânî'yi sevenler, mü'min ve müttekî olanlar yâni Allahü teâlâdan korkup, haramlardan kaçanlardır Sevmeyenler münâfıklar yâni içi dışı başka, iki yüzlü olanlardır İslâm memleketleri, hazret-i Müceddîd'in feyz ve nûrları ile doldu İnsanda bulunacak her üstünlüğü, Allahü teâlâ İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî hazretlerine vermiştir Vermediği yalnız peygamberlik makâmı kalmıştır (Şâh-ı Dehlevî)
İmâm-ı Rabbânî müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin buyurduğu kıymetli sözlerden bâzıları şunlardır:
İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran şey namazdır
Ölmek, felâket değildir Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir
Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak, ahmaklıktır Kur'ândan, hadîslerden sonra gelir eserin Rûhlara şifâ olan, o mübârek sözlerin Başkumandanısın sen velîlerin, erlerin Ve Müceddîd-i elf-i sânî adını alan
(M Sıddîk Gümüş)
MÜCEDDİDİYYE:
Evliyânın büyüklerinden müslümanların gözbebeği İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin tasavvuftaki yolu
Müceddidiyye büyükleri buyurdular ki: "Allahü teâlânın ahlâkı ile huylanmağa, Hakk-ul-yakîn denir Bu hâl, insanın şuûrunu kaplayınca kalb nûrlanır " (Abdullah-ı Dehlevî)
MÜCESSİME:
Kur'ân-ı kerîmdeki müteşâbih (mânâsı kapalı) âyetleri, zâhir (görünen)mânâsına göre açıklayıp, Allahü teâlânın el ve yüz gibi organlarının bulunduğunu, dolayısıyla madde ve cisim olduğunu iddiâ ederek doğru yoldan ayrılan bozuk fırka Bu fırkaya müşe bbihe de denir (Bkz Müşebbihe)
Allahü teâlâya madde diyen mücessime adındaki kâfirler burada çok yanıldılar Allahü teâlâyı insan şeklinde, sûretinde sandılar Ahmak oldukları için insanlarda olduğu gibi, Allahü teâlânın organları, duygu âletleri var dediler Böylece doğru yoldan saptılar Çok kimseleri de saptırdılar (İmâm-ı Rabbânî)
Mücessime ve müşebbihe fırkaları; Allahü teâlâ cisim gibidir; Arş üzerinde oturur, iner yürür şeklinde inandıkları için îmânsız olmaktadırlar (Şehristânî)
MÜCÎB (El-Mücîb):
Kullarının duâlarını kabûl eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından
Dert ve belâlar gelince, Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, O'na yalvarmalıdır Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat ve selâmet isteyenleri sever O mücîbdir (İmâm-ı Rabbânî)
MÜCMEL:
Bir açıklayıcı tarafından, açıklanmadıkça mânâsı anlaşılmayan kapalı lafız (söz)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: İnsan, hırslı ve sabrı az yaratıldı (Meâric sûresi: 19) Âyet-i kerîmede hırslı ve sabrı az mânâsına olan "helû" lafzı mücmel olup, ondan sonra gelen; "Ona bir sıkıntı dokunursa, feryâd eder Ona hayır (mal) isâbet ederse cimrilik eder" (Meâric sûresi: 20,21) âyet-i kerîmeleri ile açıklanmıştır (Serahsî)
Ahkâm (hükümlerle ilgili) âyetlerinin ekserisi, mücmeldir Bunların çoğunu Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem açıklamıştır Meselâ, mücmel olan salât lafzını; "Ben nasıl salât (namaz) kılıyorsam, siz de öyle kılın" buyurarak îzâh etmişlerdir (Serahsî)
Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Eshâb-ı kirâmdan (radıyallahü anhüm) gelen haberlere ve âlimlerin tefsîrlerine ve tefsîr ilminin usûlüne bakmadan ve Kureyş lügatını bilmeden ve hakîkat (sözün hakîki, asıl mânâsı) ile mecâzî (hakîki ol mayan mânâsını) düşünmeden, mücmel, mufassal (geniş mânâsını), umûmî ve husûsî olanları birbirinden ayırmadan ve âyet-i kerîmelerin indirilme sebebleri gibi daha pekçok şeyi araştırmadan verilen mânâyı, Allahü teâlânın murâdı, kasdettiği mânâ diye sö ylemek doğru değildir (Abdülhakîm Arvâsî)
MÜCRİM:
Kâfir Günâhkâr
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
(Ey nîmetleri inkâr eden kâfirler!) Az bir zaman (ölünceye kadar) dünyâda, hayvanlar gibi yiyin, için, zevk edinin Şüphesiz ki siz mücrimlersiniz (Mürselât sûresi: 46)
Kıyâmet günü, yâni insanlar dirilip bir araya geldikleri gün, Allahü teâlânın emriyle, Resûlullah efendimiz, Kur'ân-ı kerîmi gâyet güzel ve tatlı bir şekilde okur, mü'minlerin (Allah'a ve Resûlullah efendimize inanıp îmân edenlerin) yüzleri güler ve sevinirler Kur'ânı kerîme inanmayanların yüzleri gâyet çirkin olur Bu anda bir nidâ (ses) gelir ki: "Ey mücrimler! Şimdi sizler ayrılınız!" denir O zaman, herkesi büyük bir korku alır  (İmâm-ı Gazâlî-Kıyâmet ve Âhiret)
Sırât yâni Cehennem'in üzerine kurulacak köprüden geçemeyip düşen mücrimler, Cehennem hazenesine yâni azâb meleklerine teslim olunurlar Ağlayıp inlemeğe başlarlar (İmâm-ı Gazâlî)
MÜCTEBÂ:
Seçilmiş mânâsına, Resûlullah efendimizin mübârek sıfatlarından Eğer ümmet isen, ol müctebâya, Uymalısın sünnet-i Mustafâ-yı safâya
(M Sıddîk Gümüş)
MÜCTEHİD:
İctihâd makâmına yâni Kur'ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîf ve diğer dînî delillerden hüküm çıkarma derecesine yükselmiş büyük din âlimi Bütün İslâm ilimleri ve zamânın fen bilgilerinde söz sâhibi âlim (Bkz İctihâd)
Yanılan müctehide bir sevâb, doğruyu bulana iki veya on sevâb vardır İki sevâbdan birincisi, ictihâd etmek (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarma) sevâbıdır İkincisi, doğruyu bulmak sevâbıdır (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
İctihâd makâmına varan âlimlerin kendi ictihâdlarına (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkardıkları hükümlere) göre hareket etmeleri lâzımdır Başka müctehide uymaları câiz (uygun) değildir İctihâd, ibâdet yâni Allahü teâlânın emri olduğundan, h içbir müctehid, diğer müctehidin ictihâdına yanlış dememiştir (İbn-i Nüceym)
Müctehid Fil-Mes'ele:
Mezheb reîsinin (imâmının) bildirmediği mes'eleler için mezhebin usûl ve kâidelerine göre hüküm çıkaran İslâm âlimi
Müctehid fil-mes'elenin, çıkan mes'elelere âit çıkardığı hükümlerin, mezheb reisinin koyduğu esaslara uygun olması şarttır Hassâf, Tahâvî, Kerhî, Şems-ül-eimme Hulvânî, Şems-ül-eimme Serahsî, Pezdevî ve benzerleri olan derin âlimler, bu üçüncü tabak adan olan müctehidlerdir (Kemâl Paşazâde, Ahmed bin Süleymân)
Müctehid Fil-Mezheb:
Mezhebde müctehid; mezheb reisinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dört delîlden (Kitâb, yâni Kur'ân-ı kerîm, sünnet, icmâ', kıyâs, (Bkz İlgili maddeler) hüküm çıkaran İslâm âlimi Buna, müctehid-i mukayyed ve müctehid-i müntesib de den ir
Ebû Yûsuf, İmâm-ı Muhammed Şeybânî ve İmâm-ı a'zâm'ın bunların derecesindeki diğer talebeleri, müctehid fil-mezhebdir Bunların çıkardıkları hükümlerden bâzıları, İmâm-ı a'zam'ın çıkarmış olduğu hükümlere uymayabilir İctihâd derecesine yükseldikleri için, kendi çıkardıkları hükümlere uymaları şarttır (Kemâl Paşazâde Ahmed bin Süleymân)
Müctehid fil-mezheb olan İmâm-ı Muhammed Şeybânî, din bilgilerinde bin kadar kitâb yazmıştır Talebesinden olan İmâm-ı Şâfiî'nin annesini nikâh ettiği için, vefât edince, kitâbları İmâm-ı Şâfiî'ye kalarak, onun bilgisinin artmasına vesîle olmuştur Bu nun için İmâm-ı Şâfiî; "Yemin ederim ki, fıkıh (dînî hükümler konusundaki) bilgim, İmâm-ı Muhammed'in kitablarını okumakla arttı Fıkıh bilgisini derinleştirmek isteyen, Ebû Hanîfe'nin talebesi ile berâber bulunsun" buyurdu (Ahmed Zühdü)
Müctehîd fil-mezheb olan âlim, kendi mezheb imâmına uymaz Kendi re'yi ile fetvâ (dînî suâllere cevâb) verir Fakat delîlleri, mezheb imâmının usûl ve kâidelerine göre arar Bu kâidelerin dışına çıkmaz (İmâm-ı Süyûtî)
Müftî, mutlak müctehid değilse (Bkz Müftî) , müctehid fil-mezheb olması lâzımdır Böyle olmayana müftî denilmez, nâkil dînî hükümleri, fetvâları nakleden denir (İbn-i Âbidîn)
Müctehid-i Fiş-Şer':
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden çıkarırken, kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid Buna müctehid-i mutlak da denir (Bkz Müctehid-i Mutlak)
Dört mezhebdeki fukahâ (dînî hükümleri bildiren fıkıh âlimleri), yedi derecedir Birincisi, müctehid-i fiş-şer' olan tabakadır Dört mezhebin imâmları böyledir (Ahmed Cevdet Paşa)
Müctehid-i Mukayyed:
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, delîllerden yeni hükümler çıkaran İslâm âlimi Mukayyed müctehid (Bkz Müctehid fil-Mezheb)
Müslümanlar, ya müctehid (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden mânâ, hüküm çıkaran İslâm âlimi) olur, yâhut ictihâd derecesine yükselmemiştir Müctehid de, ya mutlak müctehid (Bkz Müctehid-i Mutlak) olur, yâhut müctehid-i mukayyed olur Mutlak müct ehidin, başka bir müctehidi taklîd etmesi câiz değildir Kendi ictihâdına uyması lâzımdır Mukayyed müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usûllerine uyması vâcibdir (gereklidir) Bu usûllere uyarak yapacağı kendi ictihâdına (hükmüne) uyar (Abdülganî Nablüsî)
Müctehid-i Mutlak:
Dînî hükümleri, Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve diğer dînî delillerden (kaynaklardan) istinbât ederken, çıkarırken kendine mahsûs kâide ve usûl koyan müctehid Buna, müctehid fiş-şer' ve müctehid-i müstekıl de denir
Dört mezhebin imâmları, müctehid-i mutlaktır Bu dört imâmdan sonra müctehid-i mutlak yetişmedi Hiçbir âlim müctehid-i mutlak olduğunu iddiâ etmedi Yalnız,Muhammed Cerîr-i Taberî bu iddiâda bulundu ise de, hiçbir âlim bu sözünü kabûl etmedi (İmâm-ı Şa'rânî)
Hicretin dört yüz senesi geçtikten sonra müctehid-i mutlak yetişmediği için, bu târihten sonra gelen âlimleri taklîd etmek câiz değildir Bu târihten evvel yetişmiş olan bir müctehidin mezhebini öğrenmek için, âlimlerin sözbirliği ile kabûl ettikleri İslâmî hükümleri bildiren fıkıh kitablarını okumak lâzımdır (İmâm-ı Menâvî)
Nisâ sûresinin, elli sekizinci âyetinde meâlen; "Uyuşamadığınız din işlerinde, Kitâba (Kur'ân-ı kerîme) ve Sünnete (Hadîs-i şerîflere) mürâcaat edin" buyrulmaktadır Bu emir, müctehid-i mutlak olan âlime uymak için emirdir (Mahmûd bin Abdülgayyûr Pişâvûrî)
Müctehid-i Müntesib:
Mezheb reîsinin (imâmının) koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, edille-i şer'iyyeden (dört ana delîlden) hüküm çıkaran İslâm âlimi Buna, müctehid fil-mezheb (mezhebde müctehid) de denir (Bkz Müctehid fil-Mezheb)
Müctehid-i müntesib, delîl aramakta ve hüküm çıkarmakta, mezhebinin imâmını taklîd etmez Fakat delîlleri, mezheb imâmının kâidelerine göre arar İmâmının yolunda, mezhebinde olduğu için, onun mezhebinde olduğu söylenir (Bedreddîn Zerkeşî)
Müctehid-i Müstekıl:
Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden doğrudan hüküm çıkarabilen ve kendine mahsûs kâide ve usûl koyan mezheb sâhibi müctehid Buna, mutlak müctehid de denir
MÜD:
Sekiz yüz yetmiş beş gram ağırlığında bir ağırlık birimi
Ümmetimden herhangi biri Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımın bir müd arpa sadakasına verilen sevâba kavuşamaz (Hadîs-i şerîf-Savâik-ül-Muhrika)
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm, bir müd su ile abdest alır, bir sa' (4 2 litre) su ile gusl ederdi (İbn-i Âbidîn)
MÜDÂHENE:
Aldatmak, iki yüzlülük etmek, hîle ve yağcılık etmek Kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde dindeki gevşekliği sebebiyle haram işleyene mâni olmamak
Sıkılmadan açıkça harâm işleyen kimseyi gîbet etmek câiz olduğu gibi, şerlerinden korunmak için bunlara müdârâ etmek de câizdir Fakat müdârâ, müdâhene şeklini almamalıdır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Haram işleyene veya yanında bulunanlara olan saygısı, yâhut dîne olan bağlılığının gevşekliği, müdâheneye sebeb olur Dînine veya dünyâsına veya başkalarına zarar olmadığı zaman, haram ve mekrûh işleyene mâni olmak lâzımdır Mâni olmamak, susmak harâm olur Müdâhene etmek, haram işlemeğe râzı olmağı gösterir (Muhammed Hâdimî)
Muhabbete müdâhene sığmaz (İmâm-ı Rabbânî)
Müdâhene edenlerin kabirden maymun ve hınzır şeklinde kalkacakları hadîs-i şerîfte bildirildi (Seyyid Alizâde)
MÜDÂRÂ:
Dîni ve dünyâyı zarardan kurtarmak için, dünyâ menfaatinden vermek veya belâyı dünyâ menfaati ile savmak
Allahü teâlâ bana, farzları yerine getirmeyi emrettiği gibi, insanlara müdârâ etmeyi de emretti (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Müdârâ ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak lâzımdır Talebeye ders verirken de müdârâ yapılır (Muhammed Hâdimî)
Düşmandan âciz duruma düşersen, müdârâ ederek latîfe yolunu tut Çünkü latîfe kalb kazanır (İmâm-ı Mâverdî)
İnsanlar üç kısımdır: Bir kısmı gıdâ gibidir Herkese, her zaman lâzımdır İkinci kısmı, ilaç gibidirler İhtiyaç zamânında lâzım olur Üçüncü kısmı, hastalık gibidir Bunlara ihtiyâç olmaz Fakat kendileri insanlara musallat olurlar, bulaşırlar Bun lardan kurtulmak için, müdârâ etmek lâzımdır (İmâm-ı Gazâlî) Dostlara mürüvvet (mertlik), Düşmanlara müdârâ etmeli
(Sâ'dî-i Şîrâzî)
MÜDDESSİR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dördüncü sûresi
Müddessir sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Elli iki âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen Müddessir kelimesinden dolayı sûreye, Sûret-ül-Müddessir denilmiştir Müddessir; örtüsüne bürünen, demektir Sûrede, Peygamber efendimize; inkâr yolunda olanları uyarması, Allahü teâlâyı tekbir etmesi, yüceltmesi, sabırlı olması vs emredilip, inkârcıların uğrayacakları cezâlar bildirilmiş, iyilerle kötülerin mukâyesesi yapılmıştır (İbn-i Abbâs, Katâde, Râzî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Müddessir sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey örtüye bürünen (Muhammed) ! Kalk da bildir! Rabbini tekbîr et! Giydiklerini temiz tut! Kötü şeylerden sakın Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin için sabret (Âyet: 1-7)
Kim Müddessir sûresini okursa, Allahü teâlâ, Muhammed'i (aleyhisselâm) tasdîk (inanan) ve tekzîb edenlerin (inanmayanların) adedinin on katı sevâb verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
MÜDEBBER:
Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle Böyle olan kadına müdebbere denir
Şunlara zekât verilmesi câiz değildir: 1)Deliye, 2)Kâfire, 3)Zenginlere, 4)Usûl (Baba-dede) ve furûuna (çocuğuna, çocuğunun çocuklarına), 5)Zevcesine (hanımına), 6)Kölesine, 7)Mukâtebesine, yâni efendisine belirli bir miktâr para vermekle âzâd olacak kölesine, 8)Müdebberine, 9) Kadının kocasına zekât vermesi ihtilâflı olup, esahh olan (en doğrusu) vermemektir 10)Bir kimseyi yabancı sanarak, evlâdı çıksa ve müslüman sanarak kâfir çıksa, bunlara zekât verilmez ise de, bilinmeyerek verilmiş ise, e sahh olan iâde edilmez Meyyitin (ölünün) kefeni için de zekât verilmez Bir kimse zekâtını fakirden alacağına da sayamaz (Kudbüddîn İznikî)
MÜDELLES HADÎS:
Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini toplama işinde, baştan yalnız birinci râvisi (rivâyet edeni, nakledeni) bildirilmeyen hadîs (Bkz Hadîs)
MÜDERRİS:
Medreselerde ders veren öğretim üyesi, profesör
Osmanlılarda müderris tâyininde, vücûd, zihin ve karakter özelliklerine bakılır, sempatik, akıllı, kültürlü, anlayışlı, adâletli, iffetli, cömerd ve gözü-gönlü tok olmasına dikkat edilirdi Hâl ve hareketlerinin, huyunun güzel olması her hâli ile tal ebelerine örnek olması arzu edilirdi (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)
Selâhaddîn Eyyûbî Fâtımî sapıklarını Mısır'dan temizleyince, İmâm-ı Şâfiî'nin türbesinin yanına bir medrese yaptırıp, Mecmeddîn Hubuşânî'yi müderris tâyin eyledi (İbn-i Hallikân)
Kara Çelebi diye tanınan Muhammed bin Hüsâmeddîn Abdullah, müderrisliği müddetince Muhammed aleyhisselâmın yolunu, dîn-i İslâm'ın yüksek hükümlerini talebelere en güzel bir şekilde anlattı ve öğretti (Mecdî Efendi)
MÜDRİK:
Cemâatle namaz kılarken iftitah (başlama) tekbirini imâmla birlikte alan, namaza imâmla birlikte başlayan ve namazın başından sonuna kadar imâma uyan, birlikte kılan
MÜDRİKE:
İdrak edici, anlayıcı, bilici kuvvet
İnsan rûhu, yalnız insanlarda bulunur Bu rûhun da iki kuvveti vardır İnsan, bu iki kuvvet ile hayvanlardan ayrılmaktadır Bu iki kuvvetten birisi idrâk edici olan Kuvve-i âlime ve müdrike denilen bilici kuvvettir İkincisi, hareket kuvvetidir (Ali bin Emrullah)
Müdrike kuvvetleri üçtür Biri, görünen his organlarındaki kuvvetler olup, bunlar insanda bulunduğu gibi, hayvanlarda da vardır İkincisi, akıl kuvvetleri olup, hiss-i müşterek, hâfıza, vâhime, mütesarrıfa ve hazânet-ül-hayâl denilen görünmeyen beş h is organındaki kuvvetlerdir Bu kuvvetler insanlara mahsûstur Hayvanlarda yoktur Üçüncüsü mânevî kuvvet olup, insanların havâssına, yüksek olan seçilmiş kimselere mahsûstur Mânevî kuvvetle anlaşılan şeyler, akıl ve his kuvvetleriyle anlaşılamaz Akıl kuvvetleriyle anlaşılan şeyleri, insan, hayvanların en üstünü olan ata, senelerce uğraşsa anlatamaz Bunun gibi, mânevî kuvvetle anlaşılanları, meselâ mârifetullahı, Allahü teâlâyı tanımayı, bu seçilmişler, başka insanlara senelerce söylese, onlar anlıyamaz Bunlardan daha yüksek seçilmişlerin seçilmişleri vardır Bunlardan da daha üstün nebîler, nebîlerden daha üstün resûller, bunlardan da üstün ülü'l-azm dereceleri vardır Bunların üstünde de kelîmiyyet, rûhiyyet, hullet ve nihâyet mahbûbiy yet mertebeleri vardır ki, bu en üstünü Muhammed Mustafâ sallallahü aleyhi ve sellem efendimize mahsustur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
MÜECCEL:
Te'cil edilen yâni sonraya bırakılmış, ertelenmiş
Ödünç alma karşılığı olan borçlar ve zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan müeccel kul borçları nisâb hesâbına (dînen zekât vermek için lâzım olan miktâra) katılmaz (İbn-i Âbidîn)
Bey', peşin semen (para) ile câiz olduğu gibi müeccel semen ile de câizdir Te'cil ancak semen ile mebi' (mal) aynı cinsten olmadıkları ve ikisi hacm ile veya tartarak ölçülmedikleri ve semen, ayn (belli) olmayıp, deyn (belirsiz) olduğu zaman ve muay yen (belli) bir vakte kadar olmak şartı ile câiz olur (Bkz Semen) (Ali Haydar Efendi)
Nikâhta mehrin hepsi muaccel olabildiği gibi hepsi müeccel de olabilir (M Zihnî)
MÜEKKED SÜNNET:
Kuvvetli sünnet Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terkettikleri sünnet
Sabah namazının sünneti, öğlenin dört rek'atlik ilk sünneti ve iki rek'at son sünneti akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rek'at sünneti ile ezân okumak, kâmet getirmek, cemâate devâm etmek, abdest alırken misvak kullanmak müekked sünnet lerdendir (İbn-i Âbidîn)
Müekked sünnetlerin en kuvvetlisi sabah namazının sünnetidir (M Zihni Efendi)
Müekked sünnetler İslâm dîninin şiârıdır, yâni bu dîne mahsustur Başka dinlerde yokturlar (Tahtâvî)
Müekked sünnetleri inkâr eden îmânsız olur Bir özürle terk eden sevâbından mahrûm olur Özürsüz terk eden azarlanır (Enver Şah Keşmîrî)
__________________
|