gülgüzeli
|
Cevap : =>İslami Sözlük
MUKALLİD:
1 Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse
Mukallid olanların, müctehidin (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlimlerin) sözüne göre hareket etmesi vâcibdir, gereklidir (İbn-i Âbidîn)
Bir mukallid ne kadar âlim olursa olsun, önce gelmiş müctehidlerin bildirdiklerinin dışında ayrı bir ictihadda bulunamaz, yâni hüküm veremez (İbn-i Melek)
Mukallidler için delîl, sened; fıkıh âlimlerinin yâni müctehidlerin sözleridir (Muhammed Hâdimî)
2 İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden
Mukallidin îmânı sahîhtir (doğrudur) Bunlar, farzı, vâcibi, sünneti, müstehâbı bilmez Anasından, babasından gördüğü gibi inanır ve ibâdet eder Bu gibilerin îmânından korkulur (Kutbüddîn-i İznikî)
3 Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim
Mukallid olan fıkıh âlimleri, mezheb imâmlarını taklid eder Bu demektir ki, kendiliğinden söz söylemez Onun sözü mezheb imâmının söylediği sözdür (M Sıddîk bin Saîd, İbn-i Âbidîn)
MUKARREB:
Yakınlaştırılmış
1 Cennette dereceleri en yüksek olan
Îmânları ileride olanlar, Allahü teâlâya yaklaşmakta ileride olanlardır Bunların hepsi mukarreblerdir (Vâkıa sûresi: 10)
Üç çeşit fakir vardır Birincisi, istemezler verince de almazlar Bunlar İlliyyînde meleklerledir İkincisi istemez, verilince alırlar Bunlar Cennet'te mukarreblerledir Üçüncüsü de ihtiyâcı olunca isterler Bunlar sâdıklar olup, Eshâb-ı yemîn iledir ler (Bişr-i Hâfî)
2 Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen
Ebrârın iyilik olarak yaptıkları, mukarrebler yanında günâh olur (Hadîs-i şerîf-El-Hâmilü fil-Fülk)
Mukarrebler, Allahü teâlâ için olmayan her şeyden, yemekten, içmekten, yatmaktan, söylemekten sakınırlar Bunlar, din için niyyet etmedikçe hareket etmezler İbâdete kuvvet kazanmak niyyeti ile yerler Her sözleri Allah içindir (İmâm-ı Gazâlî)
Mukarreb Melek:
Allahü teâlânın huzûrunda bulunan melekler
Allahü teâlâ ile öyle vakitlerim oluyor ki, o zamanlarda, aramıza hiçbir mukarreb melek ve peygamber giremez (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Muhammed aleyhisselâma verilmiş olan din, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir Hak olan, doğru olan bu dînin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş alınmıştır Ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmi ş alınmış bulunmaktadır Meselâ, meleklerden bir kısmına rükû etmek emrolunmuştur Birçoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyâm, yâni ayakta ibâdet etmeleri emredilmiştir Bunun gibi, geçmiş ümmetlerden bâzısına yalnız sabah namazı emredilmişti Başkalarına başka vakitlerin namazı emredilmişti Geçmiş ümmetlerin ve mukarreb meleklerin ibâdetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri bu dinde emredildi Bunun için, bu dîni tasdîk etmek, inanmak ve bu dînin emirlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdîk etmek ve hepsine uymak olur (İmâm-ı Rabbânî)
MUKÂVELE:
Sözleşme, yazılı sözleşme
Kirâcı, kirâ ile tuttuğu yerin ücretini ödemezse, mal sâhibi mukâveleyi fesh edebilir (bozabilir) (Fetâvâ-i Hindiyye)
Mal sâhibi daha fazla kirâ veren birini bulunca mukâveleyi bozamaz (Hayrullah Efendi)
MUKÂYADA SATIŞI:
Altın ve gümüşten başka, ayn (belli) olan bir malı yine ayn olan mal karşılığında satmak
İki kile buğdayı, yüz yumurta karşılığında satmak mukâyada satışıdır Böyle satışta, birbirine karşılıklı satılan malları söz kesilirken tâyin etmek (belli etmek) şart olup, kabz etmek (ele geçirmek) şart değildir (İbn-i Âbidîn)
Mukâyada satışında, satın alınan mala bedel olarak verilecek belli malı aynen vermek lâzımdır Meselâ bir gümüş kaşığı gösterip, şu kaşık ile bu horozu satın aldım dese kaşığı vermesi lâzım olup, aynı ağırlıkta ve şekilde ve aynı kıymette başka gümüş kaşık veremez (Ali Haydar Efendi)
MUKAYYED:
Kayıtlanmış, bağlanmış; mutlak olmayan, bir sıfat, hâl, gâye veya şarta bağlı olan lafız (söz)
Nisâ sûresinin doksan ikinci âyet-i kerîmesinde bir mü'mini hatâ ile öldürenin, keffâret (cezâ) olarak mü'min bir köle âzâd etmesi, buna gücü yetmezse, iki ay aralıksız oruç tutması lâzım geldiği bildirilmiştir Âyet-i kerîmede köle kelimesi mukayyed dir Çünkü, mü'min sıfatıyla kayıtlanmıştır (Serahsî)
Mâide sûresinin seksen dokuzuncu âyet-i kerîmesinde yemin keffâreti için bir köle âzâd etmek, yâhut on fakiri doyurmak, yâhut onları giydirmek olduğu, bu üçünden birini yapamayanın üç gün ardarda oruç tutması îcâbettiği bildirilmiş, böylece; "Üç gün oruç tutma" işi ondan önceki üç şeyden birine gücü yetmeme şartı ile mukayyeddir (Serahsî)
Mukayyed Müctehid:
Mezheb imâmının koyduğu usûl ve kâidelere uyarak, dînî delillerden (kaynaklardan) yeni hüküm çıkaran İslâm âlimi Müctehid fil mezheb de denir (Bkz Müctehid)
Mukayyed Su:
Cinsi ve sıfatı birlikte söylenen ve herhangi bir şeyle kayıtlanmış sular (Bkz Mâ-i Mukayyed)
Mukayyed sular iki türlü olup, biri kavun, karpuz suları gibidir Bunlar hilkaten (yaratılış îcâbı) böyledirler Diğeri ise; mutlak su iken, daha sonra bir şeyle karışma netîcesi mukayyed olmuşlardır Et suyu, sabun suyu, safranlı sulardır Mukayyed su ile abdest ve gusül abdesti alınmaz (İbn-i Âbidîn)
Suyun ismi değişmediği zaman, su koyu olursa, akıcılığı kalmazsa, mukayyed su olur Akıcılığı kalırsa, üç özelliği değişse bile temiz kalır Fasülye, nohut, yaprak, meyve ve otların soğuk suda kalarak, rengi veya kokusu, tadı değişen su böyledir (Alâüddîn Haskefî)
MUKÎM:
Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur
Seferî olan kimsenin dört rek'at olan farz namazları iki rek'at kılması Hanefî'de vâcib, Mâlikî'de sünnet-i müekkede, Şâfiî'de efdâl (iyi)dir Seferî olanın mukîm olan imâma uyması, Hanefî'de, vaktin farzını edâ ederken câiz, Şâfiî'de hem edâ hem kaz â ederken câiz, Mâlikî'de ikisinde de mekrûhtur (Abdurrahmân Cezîrî)
MUKÎT (El-Mukît):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren
MUKSİT (El-Muksit):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) Adâlet sâhibi, zâlimden mazlûmun hakkını alan
El-Muksit ismi şerîfine devâm eden, ibâdette vesveseden kurtulur (Yûsuf Nebhânî)
MUKTEDÎ:
İktidâ eden, uyan; namazda, iftitâh (başlama) tekbîrine yetişemeyen
İmâma uyanlar dört çeşittir Bunlar; müdrik (iftitâh tekbîrini imâm ile birlikte alan), muktedî, mesbûk (imâm, rek'atlerin birini veya ikisini kıldıktan sonra uymuş olan) ve lâhık (iftitâh tekbîrini imâm ile berâber almış, fakat sonra abdesti bozuldu ğundan, abdest alıp, tekrar imâma uyan)dır (Kutbüddîn İznikî)
Namazda; imâm olsun, muktedî olsun ve yalnız olsun, sübhâneke okumak, sünnettir (Kutbüddîn İznikî)
MUKTEDİR (El-Muktedir):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) Kudret sâhibi, her şeye gücü yeten
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, her şeye muktedirdir (Kehf sûresi: 45)
Allahü teâlâ kıyâmeti şimdi koparmaya, muktedirdir İsterse şu anda bütün mevcûdâtı (varlıkları) yok etmeye gücü yettiği gibi bütün varlıkların nihâyete ermeyen bir sayıda benzerlerini yaratmaya da kâdirdir, gücü yeter (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
MULTEKİT:
Bir çocuğu atılmış olduğu yerden alıp kaldıran (Bkz Lakît)
MURÂBAHA:
Satın alınan bir malı, alış fiyatını söyleyerek ve üzerine kâr koyarak başkasına rızâsı ile satmak
Murâbaha satışında eklenecek kârın belli olması şarttır (İbn-i Âbidîn)
MURÂD:
1 İstenilen; arzû edilen şey
Sizden biriniz sefere çıkmak murâd ettiğinde kardeşlerine (vedâ edip) selâm versin Zîrâ Allah onların duâları sebebi ile o kimsenin hayrını artırır (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Allah, bir kula zilleti murâd ettiğinde, ona malını, binâda, suda ve çamurda harcatır (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
İlim öğrenmeli ve faydalı işler yapmalıdır Ahlâkı bozan kitapları okumamalı, zararlı yayınlardan uzak durmalıdır İyi huyların faydaları ve haramların zararları ve Cehennem'deki azâbları hep hatırlanmalıdır Mâl, mevki arkasında koşanlardan hiçbiri murâdına kavuşamamıştır Malı, mevkiyi hayr için arayan ve hayır işlerinde kullanan rahata huzûra kavuşmuştur (Hâdimî)
2 Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları
Murâd olunanların başı ve sevilenlerin önderi Muhammed aleyhisselâmdır (İmâm-ı Rabbânî)
Tasavvuf yolunda bulunanlar ya mürîd olurlar, ya murâd olurlar Mürîdler; Allahü teâlâya yakınlık derecelerine ulaşmak için riyâzetler ve mücâhedeler çekerler (nefsin isteklerinden kaçınıp istemediklerini yapmaya çalışırlar) Murâdları ise, nazlı naz lı okşıyarak götürürler ve sıkıntı çektirmeden yakınlık derecelerine ulaştırırlar (Şihâbüddîn Sühreverdî)
Murâd olanlar sevilirler, dâvetlidirler, çekilirler ve yükseltilirler Onun için murâdlar çok kıymetlidirler Murâd olanların başı ve sevilenlerin önderi Muhammed aleyhisselâmdır (Ali Sincârî)
Murâd-ı İlâhî:
Allahü teâlânın murâdı; irâde buyurduğu, emrettiği
Bütün insanlara önce lâzım olan şey, Ehl-i sünnet (Resûlullah ve Eshâbının yolunda olan) âlimlerinin kitablarında bildirdikleri gibi bir îmân ve îtikâd edinmektir Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın yolunu bildiren, Kur'ân-ı kerîmden murâd-ı ilâhî yi anlayan bu büyük âlimlerdir Kıyâmette kurtuluş yolu bunların gösterdiği yoldur (İmâm-ı Rabbânî)
MURÂKABE:
1 Kontrol etmek, inceleyip vaziyeti anlamak
Ölmek üzere olanı üç şeyde murâkabe edin: Alnı terlediği, gözleri yaşardığı ve dudakları kuruduğu vakit Bu kendisine inen Allahü teâlânın bir rahmetidir Boğazı sıkılmış gibi horlarlar, yüzü kızarır, dudakları kurur ve yağlanırsa, bu da Allahü teâlâdan kendisine inen bir azâbtır (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
2 Kulun, bütün hâllerinde Allahü teâlânın kendini gördüğünü bilmesi ve O'nu unutmaması
Murâkabenin başlangıcı, Allahü teâlânın insanlara olan yakınlığını kalbin bilmesidir (Hâris-i Muhâsibî)
İbn-i Mübârek hazretleri adamın birisine "Allah'ı murâkabe et!" dedi Adam bu nasıl olur deyince; İbn-i Mübârek; "Dâimâ Allah'ı görür gibi ol!" buyurdu (İmâm-ı Gazâlî)
3 Nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır
Nefsin her an gözetilmesi, kontrol edilmesi lâzımdır Ondan gâfil olursan, nefs, şehvet ve tembelliği istemekle eski hâline döner Murâkabenin esâsı, her yaptığımızı, her düşündüğümüzü Allahü teâlânın bildiğini unutmamamızdır İnsanlar birbirinin dış ını görür Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür Bunu bilen kimsenin işleri ve düşünceleri edebli olur (İmâm-ı Gazâlî)
MURDÂR:
Kendiliğinden ölmüş veya kasten besmelesiz kesilmiş olan hayvan, leş ve domuz eti gibi kendileri kat'î yâni kesin ve açık delîl ile haram olan şey (Bkz Lâşe)
Haram olduğu açıkça bildirilmiş bir şeye helâl diyen kâfir olur Şerâb içmek, domuz eti yemek ve murdâr olan şeylere helâl demek böyledir (İbn-i Âbidîn)
Hanefî mezhebinde, bile bile Besmelesiz kesilen hayvan murdâr olur Murdâr olan hayvanı yemek haramdır (Kâşânî)
MÛRİS:
Mîrâs bırakan
Verâsetin olabilmesi için mûrisin vefâtı, mûrisin vefâtı zamânında vârisin hayatta olması, verâset sebebinin bilinmesi şarttır (Abdürreşîd Secâvendî)
Mûrisi öldüren ona vâris olamaz (Molla Hüsrev)
MÛSÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Ülü'l-azm adı verilen altı büyük peygamberden biridir Yâkûb aleyhisselâmın soyundan, İmrân adında bir zâtın oğlu, Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Vaktâ ki Mûsâ (aleyhisselâm) onlara Rab olduğumuza delâlet eden alâmetler, açık mûcizeler ile geldi Onlar; "Bu mûcize diye gösterilen şey ancak uydurulmuş, sihirden başka bir şey değildir Biz bu sihri veya peygamberlik iddiâsını evvelki atalarımızdan işitmedik" dediler Mûsâ (aleyhisselâm) dedi ki: "Allahü teâlâ tarafından kimin hidâyetle (peygamberlikle) geldiğini ve hayırlı âkıbetin (Cennet'in) kime nasîb olacağını Rabbim çok iyi bilir Zâlimler aslâ felâh (kurtuluş) bulmazlar (Kasas sûresi: 36,37)
Bir gün Mûsâ aleyhisselâm yolda giderken Allahü teâlâ kendisine nidâ edip; "Ey Mûsâ! Ben kendisinden başka ilâh olmayan Rabbin Allah'ım" buyurdu Mûsâ aleyhisselâm; "Buyur yâ Rabbî! Emrine hâzırım" dedi ve secdeye vardı Allahü teâlâ; "Başını kaldır yâ Mûsâ!" buyurdu Mûsâ aleyhisselâm başını kaldırdı Allahü teâlâ; "Yâ Mûsâ! Arşın gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, yetimlere merhâmetli bir baba gibi, dul kadına da onu muhâfaza eden ve gözeten zevci (kocası) gibi ol Yâ Mûsâ merhâmetli ol Böyle olursan sana da merhâmet edilir Cezâ verirsen cezâ görürsün (Sa'lebî)
Mûsâ bin İmrân (aleyhisselâm) ; "Yâ Rabbî! Kullarının en kıymetlisi kimdir?" dedikte; gücü yettiği zaman affeden (müslüman kimse) dir buyruldu (Hadîs-i şerîf-Beyhekî)
Yûsuf aleyhisselâmdan sonra Mısır'da yerleşen ve çoğalan İsrâiloğulları, Mısır'ın yerli halkı olan Kıbtîlerden ve bunların hükümdârları olan Fir'avnlardan zulüm ve hakâret gördüler İsrâiloğullarının doğan erkek çocuklarını öldürdüler Bu sırada düny âya gelen Mûsâ aleyhisselâmı, annesi, Allahü teâlânın emriyle bir beşiğe koyup Nil nehrine bıraktı Beşik, Fir'avn'ın sarayı önünden geçerken, Fir'avn'ın hanımı Âsiye Hâtun bunu alıp büyüttü Mûsâ aleyhisselâm kırk yaşına gelince, İsrâiloğullarının y anına gitti Bir gün Mısırlı bir kıptînin İsrâiloğullarından birine işkence ettiğini gördü Kurtarırken kazâ sonucu kıptî öldü Mûsâ aleyhisselâm, Fir'avn ve kıptîlerden çekinip Medyen şehrine gitti Orada Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi Şuayb aleyhisselâma on sene hizmet ettikten sonra, Mısır'a dönerken Tûr dağında Allahü teâlâ ile konuştu ve peygamber olarak vazîfelendirildi Mısır'a gelip, Fir'avn'ı dîne dâvet etti Mûcizeler gösterdiği hâlde Fir'avn ve kıptîler ona inanmadılar Mûsâ aleyhisselâm İsrâiloğullarına serbestlik verilmesini istedi Fir'avn kabûl etmedi Kâfirlerin suları kan oldu, kurbağa yağdı, cild hastalıkları ve üç gün karanlık oldu Fir'avn bu mûcizeleri görünce korktu ve İsrâiloğullarına izin verdi Mûsâ aleyhisse lâm İsrâiloğullarıyla birlikte Mısır'dan çıkıp Kudüs'e doğru giderken, Fir'avn pişman olup, askerleriyle arkalarına düştü Kızıldeniz'den on iki yol açılıp Mûsâ aleyhisselâm ve berâberindeki İsrâiloğulları karşıya geçti Fir'avn geçerken deniz kapandı; Fir'avn, askerleriyle birlikte boğuldu Kızıldeniz'den geçip Tih sahrasına geldikleri sırada Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hûrûn aleyhisselâmı vekîl bırakıp Tûr dağına gitti Orada kırk gün ibâdet etti Allahü teâlânın kelâmını işitti ve kendisine Te vrât kitâbı indirildi Mûsâ aleyhisselâm Tûr dağında iken İsrâiloğulları Sâmirî isimli, inanmadığı hâlde inanmış görünen bir münâfığın sözlerine aldanarak ve Hârûn aleyhisselâmı dinlemeyerek altın buzağı heykeline taptılar Mûsâ aleyhisselâm Tûr'dan gelip bu hâli görünce üzüldü; Sâmirî'ye lânet etti İsrâiloğulları yaptıklarına pişman oldular, Mûsâ aleyhisselâma yalvarıp,Tevrât'a göre ibâdet etmeye başladılar Mûsâ aleyhisselâm ümmeti ile birlikte Lût gölünün güney tarafına geçti Uç bin Unk adında bir melîk ile harb etti Şerîa nehrinin doğusundaki yerleri ele geçirdi Eriha şehri karşısındaki dağa çıktı Ken'an ilini uzaktan gördü Bu sırada kardeşi Hârûn aleyhisselâm vefât etti Mûsâ aleyhisselâm yerine Yûşâ aleyhisselâmı halîfe bırakıp yüz yirmi yaşında vefât etti (İbn-ül-Esîr, Abdülhâk-ı Dehlevî, Nişâncızâde, Kisâî, Sa'lebî)
MUSALLÂ:
Namaz kılınan yer Namazgâh
Eğer imâm, insanlar ile berâber bayram namazını musallâda kılsa, her ne kadar safların arasında açık veya genişçe yer olsa da, hepsinin namazları câiz olur denilmiştir Çünkü musallâ, insanlar için namazın edâsı (yerine getirilmesi) hakkında mescid ( namaz kılınacak yer, küçük câmi) hükmündedir (Kâdihân)
Pâdişâh olsan da derler "er kişi niyyetine" Var, musallâda yatan mevtâya bak da ibret al! (İslâm Ahlâkı)
Musallâ Taşı:
Namazının kılınması için, cenâzelerin üzerine konduğu taş
Cenâze musallâ taşına konduğunda, imâm efendi; sultan da olsa, bey de olsa, paşa da olsa er kişi niyetine diye namaz kıldırır (M Sıddîk Gümüş)
MUSALLÎ:
Namaz kılan, beş vakit namazına devâm eden
Musallînin yukarısında veya karşısında veya sağ ve sol ve arka tarafları hizâsında hayvan, insan resmi bulunması, üstünde veya elbisesinde insan veya hayvan resmi bulundurması mekruhtur (İbn-i Âbidîn)
Musallîye bir kimse selâm verdikte musallînin eliyle veya başıyla selâma cevap vermesi mekruhtur (İbn-i Âbidîn)
Musallî mü'min vefâtında güleryüzlü, nûrlu ve parlak yüzlü olur (Abdülhakîm-i Arvâsî)
MUSAVVİR (El-Musavvir):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) En güzel sûrette şekil veren
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
O Allahü teâlâ hâlıktır (varlıkları yaratandır) , bârîdir (var edendir) , musavvirdir En güzel isimler O'nundur Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler O, azîzdir, hakîmdir yâni gâlib olan O'dur, her şeyi hikmeti üzere yapandır) (Haşr sûresi: 24)
MÛSEVÎ:
Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği hak dîne inanan ve bu dîne tâbi olan kimse (Bkz Mûsevîlik)
Allahü teâlâ, Mûsevîlik dînini İsrâiloğullarına ve Mısır'ın yerli halkı olan kıbtîlere gönderdi Kıbtîler, Mûsevîlik dînini kabûl etmedikleri gibi kabûl eden İsrâiloğullarına da zulm ve işkence yaptılar Mûsâ aleyhisselâm Mûsevîleri alarak Mısır'dan çıkardı Böylece Fir'avn'ın ve kıbtîlerin zulmünden kurtardı Mûsâ aleyhisselâmdan ve diğer İsrâil peygamberlerinden sonra Mûsevîlik dîni değiştirildi Kısmen bozulmuş olan Mûsevîlik zamanla asıl hüviyetini tamâmen kaybetti Hattâ bugün dünyâda yahûdî olarak kalmış olan on beş milyon kadar insandan hakîki Mûsevîlik dînine ve onun kitâbı olan hakîki Tevrât'a inanan kimsenin kalmadığını ilmî kaynaklar bildirmektedir (M Sıddîk Gümüş)
MÛSEVÎLİK:
Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâm vâsıtasıyla İsrâiloğullarına gönderdiği din Mukaddes (ilâhî) kitabı Tevrâttır Îsâ aleyhisselâma kadar olan peygamberler bu dîni insanlara tebliğ ettiler Îsâ aleyhisselâmın gelmesiyle Mûsevîlik dîninin hükmü kaldır ıldı
Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâmdan sonra gelen Dâvûd, Süleymân, Zekeriyyâ ve Yahyâ aleyhimüsselâm da yine İsrâiloğullarına peygamber olarak gönderildiler ve insanları Mûsevîlik dînine dâvet ettiler Dâvûd aleyhisselâma gönderilen Zebûr kitabı Mûsevîlik dîninin hükmünü kaldırmadı Hattâ onu kuvvetlendirdi Mûsevîlik dîni Îsâ aleyhisselâm zamânına kadar devâm etti Îsâ aleyhisselâmın dîni, Mûsevîliği nesh etti yâni hükmünü kaldırdı Bundan sonra Mûsevîlik dînine uymak câiz olmayıp, Muhammed aleyhisse lâmın dîni olan İslâmiyet gelinceye kadar Îsâ aleyhisselâmın dînine uymak lâzım oldu Fakat İsrâiloğullarının çoğu, Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Mûsevîliğin bozulmuş şekli olan yahûdîliğe uymakta inat ve ısrâr ettiler Muhammed aleyhisselâmın getirdiği İslâm dîni de, Îsâ aleyhisselâma bildirilen Îsevîlik dîninin ve İbrâhim aleyhisselâma bildirilen Hanîf dîninin hükümlerini kaldırdı Bugün Allahü teâlânın rızâsına kavuşabilmek için bütün insanların İslâm dînine uymaları gerekmektedir İslâm dîninin hükmü kıyâmete kadar sürecektir (M Sıddîk bin Saîd)
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma kadar gelen üç büyük din yâni Mûsevîlik, Îsevîlik ve İslâm dinleri, hep Allahü teâlânın bir olduğunu ve Allahü teâlânın peygamberlerinin bizim gibi bir insan olduğunu bildirmiştir (Harputlu İshâk Efendi)
MUSHAF:
Kur'ân-ı kerîmin tamâmının yazılı olduğu kitap Mıshaf da denir
Ümmetimin yaptığı ibâdetlerin en kıymetlisi Kur'ân-ı kerîmi mushafa bakarak okumaktır (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Üç şey var ki, onlar dünyâda bir yabancı gibidir Zâlimin yanında Kur'ân-ı kerîm, kötü insanlar arasında iyi bir kimse, bir evde durup okunmayan mushaf (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Muhammed aleyhisselâm, âhireti teşrîf ettiği sene, halîfe hazret-i Ebû Bekr ezber bilenleri toplayıp ve yazılı olanları getirtip bir hey'ete bütün Kur'ân-ı kerîmi kâğıd üzerine yazdırdı Böylece mushaf meydana geldi Otuz üç bin Sahâbî, bu mushafın h er harfinin, tam yerinde olduğuna söz birliği ile karar verdi (İbn-i Hacer)
Mushafı hiç okumayıp, hayır ve bereket için evde saklamak câizdir (Fetâvâ-yı Hindiyye)
Mushaf yazmak ve hediyye etmek çok sevâbdır (Seyyid Abdülhakîm)
MUSÎBET:
Âfet, belâ, sıkıntı
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Ey insan! Sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsânı olarak, nîmeti olarak gelmektedir Her dert ve musîbet de kötülüklerine karşılık gelmektedir Hepsini yaratan, gönderen Allahü teâlâdır (Nisâ sûresi: 79)
Size gelen belâlar, musîbetler, kabahatlerinizin, günâhlarınızın cezâsıdır Bununla berâber, Allahü teâlâ bir çoğunu da affederek musîbete mârûz (karşı) bırakmaz (Şûrâ sûresi: 30)
Kullarımdan herhangi birine; bedeninde, malında veya evlâdında bir musîbet verdiğim zaman bu musîbeti sabr-ı cemîl (güzelce sabrederek) karşılarsa, kıyâmet günü onun için mîzân kurmak ve defter açmaktan (hesaptan) hayâ ederim (Hadîs-i kudsî-İhyâ)
Bir kimseye musîbet erişince; "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" desin Allahü teâlâ o kulun duâsını kabûl eder (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Mü'minin ahlâkı; zenginlikte iktisad, genişlikte şükür, belâ ve musîbet zamânında sabırdır Musîbete sabreden, ecir (mükâfât) ve sevâba kavuşur (Sehl bin Abdullah)
Musîbet birdir Musîbetin geldiği kişi feryâd eder, ağlayıp sızlarsa, musîbet iki olur Biri musîbet, diğeri sevâbın gitmesi Bu musîbet öncekinden daha büyüktür (Abdullah bin Mübârek)
Musîbete feryâd eden, Allahü teâlâya karşı gelmiş olur Feryâd etmek, ağlayıp sızlamak belâ ve musîbeti geri çevirmez (Şakîk-i Belhî)
Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır (Abdülhakîm Arvâsî)
MUSKA:
Şifâ âyet ve duâlarının yazılı olduğu, dürülüp bağlanmış rukye (Bkz Rukye ve Mıska)
MUSTAFA:
Seçilmiş mânâsına, Resûlullah efendimizin mübârek isimlerinden biri Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette vardır zevk ü sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâsı, Adı güzel kendi güzel Muhammed
(Yûnus Emre) Ümmetim dedi sana çün Mustafâ, Ver salevât sen de âna bul safâ
(Süleymân Çelebi)
MUTAFFİFÎN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen üçüncü sûresi
Mutaffifîn sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi ) Otuz altı âyet-i kerîmedir Ölçü ve tartıda hîle yapanları kötüleyerek başladığı için sûreye, Sûret-ül-Mutaffifîn denilmiştir Sûrede, Allahü teâlâyı inkâr edenlerin ve günâhkârların uğrayacağı Cehennem azâbı ile îmân eden mü'minlerin kavuşacakları Cennet nîmetleri bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî)
Allahü teâlâ, Mutaffifîn sûresinde meâlen buyurdu ki:
Verirken noksan, alırken fazla ölçenlere acı azâblar yapacağım (Âyet: 1)
Kim Mutaffifîn sûresini okursa, kıyâmet günü, sonunda misk kokusu bırakan mühürlenmiş saf bir içecekten Allahü teâlâ ona içirir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
MUTAHHAR:
Temiz, temizlenmiş mânâsına Muhammed aleyhisselâmın ismi
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm altıncı kat semâda Mutahhar ismi ile anılır (Molla Miskîn Muhammed Muîn)
MUTAHHİR:
Temizleyici, temizleyen
Abdestte ve gusülde kullanılmış (Mâ-i müsta'mel denilen) su; Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî mezheblerinde yalnız tâhir (temiz)dir Fakat mutahhir değildir Mâlikî mezhebinde ise, hem tâhir hem de mutahhirdir (Abdülvehhâb Şa'rânî)
MU'TEKİF:
İ'tikâf eden Bir yere çekilip ibâdetle meşgûl olan (Bkz Îtikâf)
Mu'tekif, kalbini dünyâ düşüncesinden ayırıp kendini Allahü teâlâya teslim ederek hak dergâhına sığınmış ve şeytanın ve nefsin mekrinden (aldatmasından) Allahü teâlânın himâyesine girmiş ve lisân-ı hâl (hâl dili) ile "Rabbim beni mağfiret etmedikçe b u kapıdan ayrılmam" demiş olur (Zihni Efendi)
Mu'tekif, ibâdet yerinden ancak ihtiyâç için çıkar Çünkü zarûret, mecbûrî ihtiyâcı sebebiyle çıkmaya izin vardır (Molla Hüsrev)
MU'TEMED:
1 Sözüne güvenilir kimse
Hudeybiye günü, Tebük ve Buvat gazâlarında ve daha pekçok yerde, susuzluk baş gösterince, Peygamber efendimizin mübârek parmaklarından fışkıran sudan Eshâb-ı kirâm içip susuzluklarını gidermişlerdir Bu mûcizeler, çok sağlam rivâyetlerde mu'temed (gü venilir) siyer âlimleri tarafından ittifakla (sözbirliği ile) bildirilmiştir (Zerkânî)
Müslüman, mu'temed insandır Emânete hıyânet etmez Eliyle diliyle kimseye eziyet etmez (Seâdet-i Ebediyye)
2 Müctehîd âlimlerin dînî bir mevzûdaki sözlerinden esas alınan kavl (söz), ictihad
MU'TEMİR:
Ömre yapan (Bkz Ömre)
Mu'temir, mîkât denilen yerde ihrâm giyerken; "Yâ Rabbî! Ben ömre yapmak istiyorum Bunu bana kolay ve kabûl eyle diye duâ eder ve telbiye (Lebbeyk Allahümme Lebbeyk  ) okur (M Zihni Efendi)
MU'TEZİLE (Mûtezile):
Hicrî ikinci asırda Vâsıl bin Atâ tarafından kurulan ve aklı, nakilden yâni dînî delillerden önde tutan bozuk fırka "Büyük günâh işleyen kimse ne kâfirdir, ne de mü'mindir, iki menzile (yer) arasında bir menzilededir (yerdedir)" diyen Vâsıl bin Atâ, hocası Hasen-ül-Basrî'nin ders halkasından ayrıldığı için ayrılanlar mânâsına Mûtezile adı verilmiştir Bu fırkaya Kaderiyye de denir
Mûtezile fırkası, aklın güzel veya çirkin demesini esas tutuyor Allahü teâlânın yarattığı şeylerin güzel veya çirkin olmasının seçimini akla bırakıyor Güzel olduğu akıl ile anlaşılanları Allahü teâlâ yaratmağa mecbûrdur diyor Allahü teâlânın insan aklının güzel dediği şeyleri yaratmağa mecbûr olduğunu söylemek kadar çirkin bozuk söz yoktur (Abdullah-ı Süveydî)
Cebriyye fırkasının ikinci kısmı olan Cehmiyye ile Mûtezile fırkası mîrâc yoktur, mîrâc rüyâdır dedi Zamânımızda Mûtezile fırkasını taklîd edenler çoğalmaktadır (Muhammed Rebhâmî)
Eski felsefecilerden bir kısmı, mû'tezile fırkasının çoğu ve zındıklar; cin ve şeytanlara inanmadı "Cin; zekî, dâhi insan demektir Şeytanlar da kötü kimselerdir demektir" dediler (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Mûtezile fırkasında olanlar insan dilediği işi kendi yaratır dediler Kazâ ve kaderi inkâr ettiler (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
MU'TÎ (El-Mu'tî):
Veren, ihsân eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden)
MUTLAK:
Kayıtsız, şartsız Teklik, çokluk veya herhangi bir vasıf ile kayıtlı olmayan, delâlet ettiği (gösterdiği) fertlerden (şeylerden) her hangi birini ifâde eden lafız (söz)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: "  Köle âzâd etmektir " (Beled sûresi: 13) (Âyet-i kerîmedeki "köle" sözü mutlaktır Çünkü müslim veya gayr-i müslim, teklik veya çokluk gibi herhangi bir şey ile kaydlanmamıştır Yeminini bozan kims enin keffârete gücü yetiyorsa, herhangi bir köle veya câriye âzâd eder, hürriyetine kavuşturur Yâhut zekât alması câiz olan erkek veya kadın on fakiri bir gün sabahlı akşamlı olmak üzere iki defâ doyurur veya on fakire bu değerde kumaş, havlu, mendil, çorap, çamaşır gibi bir şey verir Bu üçünden birini yapmayan fakir, üç gün ardarda oruç tutar (İbn-i Âbidîn)
Mutlak Adâlet:
Bir şeyi yerli yerine koymak Kendi mülkünde olanı kullanmak (Bkz Adâlet)
Âlemleri yaratan Allahü teâlâ hâkimler hâkimi, her şeyin asıl sâhibi ve tek hâlıkı (yaratıcısı)dır Allahü teâlâ mutlak adâlet sâhibidir Onun için insanlara gönderdiği en son ve en kâmil (üstün ve eksiksiz) dinde mutlak adâlet vardır (Harputlu İshâk Efendi)
Mutlak Fenâ:
Allahü teâlâdan başka her şeyin kalbden çıkıp, isimlerinin bile unutulması (Bkz Fenâ)
Mutlak fenâ hâsıl olmadıkça, Hakk'ın şühûdü (yâni Allahü teâlânın kalbe tecellîsi) mümkün değildir (Ahmed Fârûkî)
Sonsuz kavuşmak ve devamlı huzur ancak mutlak fenâdan sonra Bekâ-billah ile şereflenen kimseye nasîb olur (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâdan başka şeylere köle olmaktan büsbütün kurtulabilmek için, mutlak fenâya kavuşmak lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)
Mutlak Müctehîd:
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan hükümleri ve mes'eleleri, açık olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim Ehl-i sünnetin ameldeki mezheb imâmlarından her biri (Bkz Müctehîd)
Fıkıh âlimleri yedi tabaka, yedi derecedir En yüksek derecesi dinde müctehid olanlardır Bunlara mutlak müctehîd denir Dört mezheb imâmları mutlak müctehîdlerdir (Kemâlpaşazâde Ahmed bin Süleymân Efendi)
Mutlak Nezr:
Şarta bağlı olmayan adak (Bkz Nezr)
Allahü teâlâ için bir sene oruç tutacağım demek mutlak nezr olup, bunu söylerken kasd (niyyet) etmese de, söz arasında dilinden çıksa bile, yapması vâcibtir Çünkü, talâkta (boşamada) ve adakta niyetsiz, düşünmeden söylemek, ciddî istiyerek söylemek gibidir Hattâ; "Allahü teâlâ için bir gün oruç tutmak üzerime borç olsun" diyeceği yerde; "Bir ay oruç tutmak" diye ağzından çıksa, bir ay tutması lâzım olur (Alâüddîn Haskefî)
Mutlak Su:
Yaratıldıkları hâl (durum) üzere bulunan sular (Bkz Mâ-i Mutlak)
Yağmur, kar, deniz, göl, kuyu ve ırmak suları mutlak sular olup, hem temiz hem de temizleyicidir İçilir, abdest ve gusl alınır (İbn-i Âbidîn)
Mutlak Vilâyet:
Evliyâlık
Vilâyet, husûsî veya umûmî olur Umûmî vilâyet, mutlak vilâyettir Vilâyet-i hâssa (husûsî vilâyet) de vilâyet-i Muhammedîdir ki, tam fenâ ve ekmel (en olgun)bekâdır Bunda nefs, râdî ve mardîdir (İmâm-ı Rabbânî)
Mutlak Zuhûr:
Bir kayda bağlı olmayan zuhûr, akis Bir şeyin bir başka şeyde görünmesi meselâ insanın aynada, Hakk'ın, velînin kalb aynasında tecellî etmesi böyledir
__________________
|