[KAPLAN]
|
Bir Savaş Nasıl Kaybedilir ?
Bir savaş nasıl kaybedilir
Savaş cephede başlamaz Elli yıl, yüz yıl, hattâ yüz elli veya fazlası yıl öncesinden başlamıştır bile
Diyelim ki, yabancı bir ülke senin suyuna, taşyağına (neft, petrol), mâdenlerine, topraklarına göz dikmiş Bu ard niyetleri, kendi kamuoyunda koyu bir dinî taassupla iç içe olabilir Dinî taassubu sahici ise, çağa ve duruma göre bu da siyasal bir takım söylemlerle dünya kamuoyuna karşı örtbas edilebilir Tarihin pek çok büyük savaşında, istilâsında çoğu kez öyle olmuştu; bugün de öyle
Gözü dönmüş, başkalarını insandan saymayan düşman çok önceden savaşı nasıl başlatır?
Düşman ülkenin evrenkentlerinde, araştırma merkezlerinde hedef ülkenin tarihi, mânevî gücünün kaynakları, gelenekleri, dili, edebiyatı, coğrafyası,   üzerinde yıllarca çalışılır; o dile, o tarihe, o ulusun dinine son derece vâkıf uzmanlar yetiştirilir Bunların bir kısmı, o ülkeye bilim adamı, din adamı, tüccar/iş adamı, siyâsî temsilci vb kılıklarında bilgi toplayıcı, sonra içten düşman taraftarları derleyici, kışkırtıcı casuslar olarak gönderilir
Hedef ülkede, özellikle dini değişik azınlıklardan yetenekli bazı çocukların ismi, kimliği değiştirilir ve bunlar yetiştirilirler O ara hulul edilip yönlendirilebilir hâle getirilmiş basın-yayınla bu gençler alanlarında meşhur edilir; önemli mevkilere gelmeğe başlarlar
Düşman, hedef ülkede her bakımdan vasat, kendi başına bir şey olamayacak, ama hem de ulusal duyguları zayıf, maddiyata, mevkie düşkün, çeşitli zaafları olan kişiler tespit edip, onlar vasıtasıyla bir takım gizli cemiyetler kurdurur Cemiyet üyeleri zamanla, basın-yayından, yönetim kademelerinden, evrenkentlerden, iş çevrelerinden yenilerini bulurlar Ağ yayılmağa başlar Ülkenin çeşitli bölgelerine ve toplumun her kesimine ağı salmayı kolaylaştırmak için yarı gizli (görünüşte şeffaf ama gayeleri, bazı faaliyetleri gizli) dernekler de kurulur Bunların liselerde, evrenkentlerde, ve şehirlerin her mahallesinde gençlik kolları bile bulunur Dernekler, gizli cemiyetler, düşman ülkedeki merkezlerin güdümü ve denetimi altındadır, ama en tepedekiler hâriç, üyelerin çoğunluğu, zâten zayıf olan bilinçleriyle, uzun süre bunun idrakinde bile değildirler Gençler, üyeler “evrensel”, “küresel” aldatmacasına kanar, git gide millî kültürlerinden, geleneklerinden, “vatan” kavramından, ulusal bağımsızlık duygularından uzaklaşırlar Sonunda, belki bazıları farkında bile olmadan, bir “beşinci kol” oluşturmuşlardır Rüyaları, ruhunu bilmedikleri, tanımadıkları bir hayal ürünü yabancı ülke, gayeleri, kendi halkları, uluslarıyla değil, yabancıyla (gizli düşmanla) bütünleşmektir
Nihayet, gizli cemiyetlerin en üst kademelerinden, ayarlı basın-yayınla şişirilip duran üyelerin bazıları ülkenin en üst kademelerine (her alanda ve kamu, yarı-kamu, veya özel kesimde) yerleştirilirler Ondan sonra gidişat hızlanır
O devrin siyasal yapısına göre, üst yönetime, veya siyâsî fırkalara kamu üst kademelerine getirilmiş “üyeler”, bir yandan, dost postuna bürünmüş düşmanla tek taraflı gümrük anlaşmaları [Örn 166 yıl önceki ve sonrakilerle ayrıntılı karşılaştırılması için Bkz Attila İlhan, “Hangi Küreselleşme” kitabı, (Bilgi Yayınevi, Ankara 1996)] imzalarken, “çok iyi dost”larına her konuda tâviz üstüne tâviz vermeye başlarlar Bu sözde anlaşmalarda düşman sana her şeyi gümrüksüz satacak, ama senden bir şey almayacak veya yüksek gümrük duvarları, kotalar koyacak Böylece hedef ülkenin öz üretimi, sanayii kısa sürede çöker
Bir yandan da hedef ülke, başta hiç ihtiyacı olmayan borçlar almaya zorlanır Önceleri düşük olan faiz zamanla tefeci faiz oranlarına dönüşür Faiz ödemek için, bu sefer düşmanın paravanası sözde ‘uluslararası’ kuruluşlardan her üç ayda bir yeniden borç alınır ‘Yardım’ pozundaki her borç, bankacılıkla hiç ilgisi olmayan yeni dayatmalar, ve gözünü kırpmadan ülkeyi teslim etmek mânâsını taşıyan, çoğu halktan gizli, tâviz ‘yasa’larını ve tasarı metni görülmeden basılan ihânet imzalarını beraberinde getirir Artık ülke batağa saplandırılmıştır “Özelleştirme” aldatmacası edebiyatı yapılıp durur, ve bu, cemiyet üyelerince ve ayarlı basın-yayınla körüklenip dururken, ülkenin uzun ve meşakkatli bir yoldan gelmiş birikimleri, kamu ve özel sanayi, ve erke (enerji) üretim tesisleri, altyapısı, ulaştırma, iletişim şebekeleri yok pahasına yabancılara, aslında örteneğe bürünmüş düşmana ‘satılır’ Sonra tarım, hayvancılık, hattâ ekmek, su gider Halkta açlık baş gösterir “Üyeler”de “en iyi dostumuz”a muhabbet o derece büyüktür ki, gecenin ikisinde apar topar çıkarılan dayatmalı ithal kanunlarla, ülkenin toprakları da sonunda sessiz sedâsız, ‘yatırım yapacaklar’ bahanesiyle bedavadan düşmana teslim edilir “Vatan” kavramı unutturularak (hattâ gözden düşürülerek), “toprak”, ticâri bir metâ imiş gibi gösterilir olmuştur Tabii, yatırım falan da yapılmayacaktır Düşman ancak eline beleşten geçirdiği topraklarda kendi için basit tesisler kurup orda da, getirdiği kendi işçilerini, mühendislerini, yöneticilerini kullanacaktır Ülkenin öz evlâdı için, işçi olsun, meslek sahibi olsun, artık ne meslek hayatı, ne iş kalmıştır Yabancı ülkede kölelik için muhacerete başvuranların sayısı artar
Bütün bunlar olurken ve zemini yumuşatmak için, ruhbilimsel (“pisikolojik”) savaş ta son sürat yürümekte, düşmanın ‘toplum ve kültür mühendisleri’ yıllardır çalışmaktadırlar Zamanda geriye dönüp oralara bakacak, dallı budaklı ağacın ince dal ve yapraklarından nasırlı gövdesine, oradan da köküne doğru yürümeğe (gelecek yazımızda) devam edeceğiz inşallah
Karanlık gecenin ufuğunda beliren bir ışığa doğru;
27 Mart 2003
Prof Dr Oktay Sinanoğlu
|