Ergenekon
|
Yönetim Şekilleri
ABSOLUTİZM
Mutlak hükümet idaresi prensibine verilen ad Halkın devlet idaresinde ne temsil etmek hakkı, ne oy vermek, ne de başka bir hakkı vardır
Aralarında farklar olmakla beraber, mutlakiyet idarelerini, Ortaçağ Avrupasın da ve bugünün diktatörlükle yönetilen ülkelerinde görmekteyiz
ARİSTOKRASİ
Sınıf farkı güden memleketlerde, soylu sayılan sınıfın idaresi Yunanca bir kelime olan Aristokrasi (Aristocratie), “en iyinin saltanatı” anlamına gelir Türlü zamanlarda, birçok bilginler tarafından çeşitli tarifleri yapılmıştır
Yunan felsefesinde aristokrasi, hükümetin, insan olgunluğu ülküsüne en çok yaklaşan kimseler tarafından idare edilmesi, kafaca ve ahlâkça üstün olanların saltanatı demektir Bir doktor nasıl hastalarının iyiliği için çalışırsa, aristokratlar da, idare ettikleri toplumun yararları için çalışırlar
Aristokrasi; içine kolay girilemeyen kapalı bir müessesedir Yabancıların içine girmesine izin verildikçe, asıl bünyesinin yapısını yavaş yavaş kaybetmeye başlar Zamanla, bu zümrenin bütün politik haklarında bir kaybolma görülüyor
Eski Roma'daki ve Fransa'daki aristokrasi, bu sebeplerle ortadan kalkmıştır
Aristokrasi, ilkel monarşiden başlayarak yavaş yavaş gelişmiş ve Orta Çağ ile Yakınçağlarda, kralların çevresindeki asilzadeler sınıfı ile son gelişmesine ulaşmıştır Bugün, aristokrasi idaresinin, bir devlete uzun zaman hâkim olmasına imkân olamaz Bu bakımdan bu kelime, bugün, siyasî bir anlam taşımaktan çok, sosyal bir anlam kazanmıştır ve asaletin ifade edilmesi için kullanılır
CUMHURİYET
Devlet Başkanının millet tarafından belirli süreler için seçildiği devlet şekli Yeryüzünde bulunan çeşitli devletlerin idare biçimleri, türlü şekiller gösterir Bir kısım ülkelerde bütün idare, tek bir İnsanın elinde toplanmıştır (mutlakiyet idaresi) Bir kısım ülkelerde de idare, bir kişinin elinde değil küçük bir topluluğun elinde toplanır, (oligarşi) Bir kısım ülkelerde de idare, bir kişinin ya da bir topluluğun elinde değil, o ülkenin sınırları içinde bulunan bütün vatandaşların elidedir Halkın, halk tarafından, halk için idaresi diye özetlenen bu idare şekli de “demokrasi” dir Demokrasi ile idare edilen devletlerde, iki şekil görülür Meşrutiyet ve Cumhuriyet Meşrutî demokrasilerde, milletin oyu ile meydana gelmiş bir Millet Meclisi ve bu Meclisin kontrolü altında bulunan bir hükümet ve idare mekanizması olmasına karşılık, devlet başkanlığı, “kral” tarafından temsil edilmektedir Kralın yetkileri ve vazifeleri, kısıntılar içindedir ve devleti yönetme yetkisi, Meclis'le bu Meclisin kontrolü altında bulunan Bakanlar Kurulunda toplanmıştır
Demokrasi ile yönetilen ülkelerdeki öbür şekil de “Cumhuriyet” tir Cumhuriyet idaresinde, kesin olarak, “bir halk idaresi” görülür Bu idare şeklinde halk, kanun yapmak kudretini doğrudan doğruya kullanabileceği (vasıtasız hükümet) gibi, bu kudreti, bizzat seçtiği bir heyete de verebilir (temsilî hükümet) Her iki şekilde de devletin temsilcisi, belli bir süre için seçilmiş bulunan “Cumhurbaşkanı” dır Cumhuriyetlerde yürütme (icra kuvveti) erki, halk tarafından seçilmiş olan başkan ya da diktatör gibi bir şefe bırakılmış ya da bir heyete verilmiş olabilir
Kuvvetlerin teşkilâtına ve vatandaşların sahip oldukları haklara göre sayısız çeşitlilik gösteren cumhuriyet idaresi, ilkçağlardan beri vardır Roma'da olduğu gibi ilk çağlardaki cumhuriyetlerde, halkın çoğunluğunu meydana getiren esirler kitlesine rağmen, hür siyasî entrikalar sonucu, sürgüne gönderilmiş, onüç yıl sürgünde kaldıktan sonra memleketine dönmüş, ömrünün geri kalan kısmını eserleri ile uğraşmakla geçirmiştir
Çinlilerin en eski filozoflarından biri olan Confucius, denebilir ki, dinlerin kurucuları olan peygamberler kadar, geniş halk kitlelerinin duygu ve hareketlerine etki yapmış nadir filozoflardandır Aradan 2500 yıl geçmesine rağmen, fikirleri, geniş Çin halk kitleleri tarafından halâ benimsenmektedir Devleti idare edenlerin, halkın ahlâkını düzeltmek zorunda olduklarına ve bu sebeple kendilerinin örnek kişiler olmaları gerekçesine inanan Conficus denebilir ki, Çin milletlerinin teşekkülünde ve kuvvetlenmesinde büyük etkisi olmuş bir filozof ve ahlakçıdır
CİZYE
Eskiden Müslüman memleketlerde oturan Hıristiyanlardan alınan vergi Hıristiyanlar, İslâm ülkelerine vardıklarında, bu ülkeleri yönetenler tarafından, a - Müslümanlığı kabul etmeleri, b - Asker olmaları, c - Cizye vermeleri teklifleriyle karşı karşıya bırakılırlardı Bu tekliflerden askerliği ve Müslümanlığı kabul etmeyenler için, Müslüman devletin korunmasına girmeleri, dinlerinde, geleneklerinde, günlük yaşayışlarında, sanat ve ticaretlerinde serbest ve bağımsız kalmaları karşılığı olarak “cizye” denen vergi alınırdı İkin Halife Ömer zamanın da başlayan bu vergiye göre, en zengin Hıristiyanlardan, yılda bir kere olmak üzere 4 dirhem gümüş, orta hallilerden 24 dirhem gümüş, fakirlerden 12 dirhem gümüş alınırdı Bu şekil, Osmanlılar tarafından da kabul edilmiştir Fakat alınan para miktarı, zamanla değişime uğramıştır 1855 tarihli “Islahat Fermanı” ile cizye kaldırılmış; bunun yerine, Hıristiyanların askere alınmamalarına karşılık “bedel-i askeri” adlı bir vergi konmuştur Cizyenin adı değişmiş şekli olan bu vergi de, 1908 devriminden sonra Hıristiyanlar askere alındıklarından kaldırılmıştır
DEVLET ŞEKİLLERİ
Üç türlü devlet şekli vardır
1 — Mutlakiyet,
2 — Meşrutiyet,
3 — Cumhuriyet
Mutlakıyet idaresinde, devlet, başta bulunan bir hükümdar tarafından yönetilir Hükümdara, milletlerce değişik adlar verilmiştir Osmanlılar zamanında başta bulunan hükümdara padişah denirdi İranlılar başlarında bulunan hükümdara şah adını verirler Avrupa'daki devletler de, başlarındaki hükümdarlara kral derler
Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde başta bulunan hükümdar, aynı soyadından gelen kimselerden olur Seçim yolu ile yönetimi almazlar Bunların ülkede sonsuz yetkileri vardır Diledikleri kanunları çıkarırlar, diledikleri şekilde vergi koyarlar, dilediklerini öldürürler, hapse atarlar, sürgüne gönderirler Diledikleri devletlerle savaşa girişirler Bütün ülke, toprakları ve insanları ile hükümdarın malı sayılır
Meşrutiyet idaresinde başta yine bir hükümdar vardır Fakat, bunun yetkileri kısılmıştır Ülke, halkın seçtiği milletvekillerinin meydana getirdiği bir Meclis tarafından çıkarılan kanunlara göre yönetilir Fakat, yine de son söz, hükümdarındır
Cumhuriyet idaresinde, başta bir hükümdar yoktur Egemenlik hakkı, milletindir Millet kendini yönetecek temsilcilerini seçer Bu temsilcilerin meydana getirdiği Meclisler, çıkardığı kanunlarla devletin yönetimini sağlarlar
Meclis tarafından, belli süreler içi» seçilen, Devletin başı olan Cumhurbaşkanı, Meclis üyeleri arasından birini, hükümetin başına getirir, Başbakan yapar Başbakan da, kendi yardımcıları Bakanları seçer, böylece hükümeti kurmuş olur Hükümet de, her zaman için Meclisin denetlemesi altında çalışır
DEMOKRASİ
Halk egemenliğine dayanan yönetim şekli Bu deyim Yunanca “demokratla” kelimesinden gelmektedir Yunanca demos halk, kratos iktidar demektir
Mutlak demokrasi'de halk devleti doğrudan doğruya yönetir Temsili demokrasi'de ise idare, halk tarafından seçilen ve zaman zaman değişen temsilcilerin elindedir
Uzun tecrübeler ve düşünceler demokrasi mefhumunda zamana ve mekâna göre başka başka şekiller meydana getirmiştir Böyle olmakla beraber, demokraside değişmeyen genel fikirler şunlardır:
a) — Demokraside, toplumun idaresinde çoğunluğun menfaatine uygun bir yol tutulur Bunu bir kişiye ya da bir sınıfa bırakmak doğru değildir Böylece, bir toplumun idaresinde, o topluma bağlı her ferdin bir sözü ve bir oyu bulunur ve yönetim çoğunluğun isteğine göre yürütülür
b — Toplumda, sosyal, iktisadî ve siyasî alanlarda herkese tam bir eşitlik sağlanır
c — Kanun karşısında herkes tam bir eşitlik altında bulunur Kanun karşısında herkes eşittir ve kanunlar her ferde aynı surette uygulanır
Tarih : Demokrasi fikri, kök saldıktan ve yayıldıktan sonra, tatbiki, her memlekette şartlara göre değişik şekiller göstermiştir
Eski Yunanistan'ın şehir devletleri demokrasinin beşiği özelliğini gösterir Buralarda, herkesin hükümet işlerine katılmasını sağlayan bir rejim kurulmuştur Bunlardan en güzeline, M Ö beşinci yüzyılın ortalarında Atina şehrinde rastlanır, Bura da “vatandaş” sıfatını taşıyan fertler meydanlarda toplanarak kanunları kabul etmekte ve bunları tatbik edenleri kontrol etmekte idiler Böyle olmakla beraber, Atina demokrasisi, ileri anlamda bir demokrasi, olmaktan uzaktır Çünkü, esirliğe dayanan bir toplum olan Atina'da esirler, insan olarak sayılmamakta şehrin yönetiminde söz sahibi olacakların, “Atina vatandaşı” olması gerekmekte idi
Romalılarda bir süre demokrasiye benzer bir yönetim şekli görülürse de genel olarak asıl otorite ancak bir kısım vatandaşları temsil eden senatonun elinde bulunuyordu Bu otorite de imparatorun eline geçtiğinde, demokrasinin, kelime olarak bile, bir anlamı kalmamıştır Orta çağlarda derebeylik sistemi, tatbikî bakımından demokrasi ile bağdaşan bir sistem olmamakla beraber; derebeyinin halka karşı vazifelerini yerine getirmesini istemesi, kralların, taç giyerken ettikleri yeminle halka karşı belirli taahhütlere girmeleri gibi şekiller, iler ki yüzyıllarda demokrasinin gelişmesinde rol oynayan sebepler olmuştur
XVI yüzyıldan itibaren bir taraf tan coğrafi keşiflerin olması, siyasî fikirlerde beliren yenilikler, kurulu nizamlara karşı gelmek isteyen fikir adamlarında demokarsi ye taraftarlık yaratmamış olsa bile, dinî ve siyasî alanda vicdan' hürriyetinin ön plânda tutulma sı gerekçesini konu olarak ele aldırıyordu,
Böylece, Büyük Fransız ihtilâli ile kütlelerde istibdada karşı bir ayaklanma belirmiş ve bugünkü anlamdaki demokrasinin temelleri böylece kurulmuştur
Türkiye'de demokrasi : Bugün çok partili bir sistem içinde devam ede gelen demokrasi hareketi, bu devresine gelinceye kadar birçok safhalardan geçmiştir
Osmanlı împaratorluğu'nun eski kudretini kaybettiği devirlerden başlayan ve Tanzimat'ın ilânında (1838) “hükümdarın” kimseyi bir mahkeme hükmü olmadan öldürmiyeceğini, kimsenin malını elinden almayacağını, bütün vatandaşları aynı haklardan istifade ettireceğini siyasî bir belge ile taahhüt etmesi, bizde demokrasi hareketinin şartları değişik olmakla beraber başlangıcına bir işarettir Bu hareket, 1876 tarihinde ilân edilen Birinci Meşrutiyet ile ilk “Kanunî Esasi” ile devam etmiş, ancak Meclisin kısa bir süre sonra Abdülhamit tarafından feshedilmesi ile son bulmuştur
1908 yılına kadar devam eden tek elden idare, bu yılda, ikinci Meşrutiyet'in ilân edilmesi ile yeni bir hareketin doğması sonucunu yaratmıştır Mebusan Meclisi'nin yeniden açılması, partilerin kurulması, “Kanunu Esasi”nin ilân edilmesi ile, bu hareket biraz daha sağlam görünüşlü olmuş, ancak Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması İle, asıl amacını kaybetmiştir
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenilgi ile çıkan Osmanlı İmparatorluğu, devlet olarak son bulunca, Anadolu'da meydana gelen Türkiye Büyük Millet Meclisi doğrudan doğruya halk egemenliğine dayanan bir rejim şeklinde başlamış ve Cumhuriyetin, ilân edilmesinden sonra da aynı hüviyet içinde devam etmiştir
Demokratik bir yönetim şekli kabul edilerek bu yolda bir teşkilâtlanma olduğu halde, bu yeni devlet ön plânda, Batılılaşmamız için gerekli olan devrim hareketlerinin gerçekleşmesini aldığı için 1924 ve 1930 yılında yapılan iki tecrübenin dışında, fiilen tek parti yönetimi esasına dayanan bir hükümet idaresi ile idare edilmiştir
Ancak, îkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi üzerine, bu savaştan başarı ile çıkmış olan Batı devletlerinin Birleşmiş Milletler Teşkilâtını kurmaları ve Türkiye'nin bu teşkilâta üye olması ile ,devam ede gelen tek parti sistemine karşı bir tepki uyanmaya başlamıştır Bunun sonucu olarak, tek partili totaliter rejimden çok partili demokratik hayata dönmek zorunluluğu berilmiş ve 1946 yılında Demokrat Parti'nin kurulması, ile Türkiye'de çok partili olan ve Batı demokrasileri ölçüsünde bir demokrasi hayatı başlamıştır
Aynı yıl yenilenmiş olan seçim kanununda oyların gizli verilmesi, açık olarak tasnif edilmesi seçimlerin, hâkimlerin kontrolü altında bulunması gibi şartlar içinde ve hür olarak yapılan genel seçimlerde, Büyük Millet Meclisi'ne, Cumhuriyet Halk Parti'sinin yanında Demokrat Parti ve Millet Partisi de temsilci sokabilmiş, 1950 yılında yapılan genel seçimlerde de, 1923 yılından bu tarihe kadar ilk defa, iktidar, ikinci bir partiye devredilmiştir
Fakat Demokrat Parti, on yıllık iktidarı sırasında, demokratik gidişten ayrılmış; bunun sonucu olarak da Türk Silâhlı Kuvvetleri 27 Mayıs 1960 da İdareye el koymuştur Bir buçuk yıllık geçici bir devreden sonra, 15 Ekim 1961 de genel seçimler yapılmış ve dört parti milletvekillerinden meydana gelmiş T B M Meclisi açılmıştır Böylece, yeniden çok partili demokratik devreye girilmiştir
DEREBEYLİK
Orta çağda bir yönetim sistemi Bu sistem, derebeyinin idaresi altında bulunmaktadır Derebeyi, ailesinden kendisine kalmış geniş topraklar üzerinde hükmetmek yetkisine sahip olduğu gibi, bu topraklarda yetişen her türlü ürünün de sahibi bulunmakta idi
Avrupa'da Orta çağda yaygın bir yönetim şekli olan ve bütün Orta çağ Avrupasına “Derebeylik çağı” dedirtecek kadar bir özellik kazanan derebeyiliğin meydana gelmesinde, başlıca sebepler şunlar olmuştur:
a) Göçebe kabileler (Keltler, Slavlar, Germenler) göçebeliği bırakarak ekime elverişli topraklara yerleştiklerin de, bu topraklar, göçebe kabilelerinin başkalarının malı durumuna gelmiştir
b) Avrupa'da krallıklar kurulup yeni yeni devletler meydana gelince, geniş topraklar, krallar tarafından, savaşlarda yararlık gösteren komutanlara ve krala bağlı kimselere dağıtılmıştır
c) Küçük toprak Sahipleri, kendilerini korumak amacı ile, topraklarını büyük toprak sahibi olanların emrine vermişlerdir
d) Parası olanlar, geniş toprak sahibi olmak yolunu kolayca bulmuşlardır
Derebeylik arazisinin bölümleri
e) Küçük toprak sahiplerinin elinde olan toprakların çoğu, zamanla, büyük toprak sahiplerine devredilmiştir Böylece, geniş toprak sahibi olarak beliren bu yeni sınıf, toprakları üzerinde çalışanlarla, zamanla hukuki bir takım bağlar kurmuşlardır Derebeyi, kendi topraklarında çalışan ve her türlü toprak işlerini gören köylülerden, yetiştirilen ürünün belli bir nisbetini almış derebeyi ile topraklarda çalışanlar arasında böylece hukukî bir bağ kurulmuştur
Zamanla büyük bir kuvvet kazanan derebeyleri, topraklarına ve topraklarında çalışanlara diledikleri gibi hükmetmek durumuna geldikleri gibi devletin bütünlüğünü de tehlikeye sokabilecek özellik kazanmıştır
İlk zamanları, geniş toprakların işletilmesi ve bu toprakların sahibi ile bu topraklarda çalışanların, kısmen belli hukuk düzenleri içinde yaşayabilmeleri şeklinde bir yönetim olan derebeylik, aradan uzun zamanlar geçmesi ile, özelliği ve amacını değiştirmiştir Derebeyleri kudretlerini arttırdıkça bu kudretlerini, topraklarında çalıştırdıkları köylüler aleyhinde kullanmağa ve onları sömürmeğe başlamışlardır Bu sömürmenin sonucu Avrupa'da XVIII yüzyılın sonlarına doğru yer yer köylü ayaklanmaları belirmeğe başlamış derebeylik eski kudretini kaybetmiş ve şeklini değiştirmiştir
Türklerde derebeylik : Türklerde, Batıda olduğu gibi bir derebeylik yönetimi olmadığı halde, geniş toprakların, devletin yetkilileri tarafından komutanlara ,askerlere ve başka kimselere verilmesi ile, böyle bir sistemin kurulmasından söz edilebilir
Çeşitli yollarla geniş topraklara sahip olanlar ve bunların çocukları, bu topraklar üzerinde, kayıtlayıcı hükümler içinde söz sahibi olmuşlardır
DİKTATÖRLÜK
Bir devletin idaresinin, kayıtsız şartsız bir kişinin elinde bulunduğu yönetim şekli Yöneten kimseye de “diktatör” adı verilir Kelimenin aslı, Lâtince “dictator” kelimesidir Bu yönetim şekli, ilkin Roma Cumhuriyeti devrinde kullanılmıştır Memleketin güvenliğini ilgilendiren acele bir durum karşısında, bir kimse senato tarafından yedi yıl süresince “diktatör” olarak tâyin edilir ve memleket bu yıllar içinde, o kimsenin, kayıtsız-şartsız idaresinde bulunurdu Bu devrenin sonunda ise, çekilmeye mecburdur
Roma Cumhuriyetinden sonra tarihte görülen diktatörlükler, esasta aynı kalmakla birlikte, değişik şekiller göstermiştir Özellikle, Hitler Almanyası'nda ve Mussolini İtalyası'nda ilkin bir partinin seçimlerle Mecliste çoğunluk alması üzerine parti egemenliği şeklinde başlamış, sonraları kayıtsız şartsız bir kişinin üzerinde toplanmıştır
DOMİNYON
Britanya Milletler Topluluğu (Commonwealth) nun kendi kendini yöneten bir üye devleti Dominyonların hukuki durumu ve bunların devlet olup olmadıkları, öteden beri bir tartışma konusu olmaktadır Hukukî bakımdan dominyonlar, egemenliğin her türlü nimetlerinden ve haklarından faydalanırlar Kanunlarını yapan parlâmentoları, güvenliklerini sağlayan orduları vardır Devletler hukuku haklarından faydalanırlar, savaş ve barış yapmak yetkilerine sahiptirler Birleşmiş Milletlerde temsil edilirler Bu duruma göre her dominyon bir devlet sayılabilir Böylece devlet sayılan dominyonlar, İngiltere kralını (ya da kraliçesini) kendi hükümdarları olarak tanırlar Belli zamanlarda dominyon başbakanlarının birleşmesi ile toplanan İmparatorluk Konferanslarında müşterek işler görüşüldüğüne göre, dominyonların durumu bir çeşit konfederasyon federal bir başşehir ve müşterek kanunlar olmadığına göre, birlik kuvvetinin ve tesanütün verdiği fayda ve karşılıklı menfaat prensibine dayanan özel bir şekildir
KOMÜNİZM
İnsanların saadeti için, herkesin ihtiyacına göre her türlü mala ortak olması gerektiği fikrini güdenlerin mesleği Komünizm, istihsal vasıtalarının birlikte kullanılmasını savunan “kollektivizm” den daha ileri olarak, servetin bölünmesinde de beraberlik fikrini kabul eder Komünizm, Rus Bolşeviklerinin elinde türlü gelişimler göstermiş, sonunda Sovyetler Birliği'nin dünyayı tek bir devlet haline getirebilme ihtirasında bir alet haline gelerek hür dünya milletleri için bir tehlike durumuna girmiştir
MONARŞİ
Bütün siyasî kuvvet ve nüfuzun, hiç kimseye karşı sorumlu olmayan bir şahısta toplanması rejimi
PARLAMENTER REJİM
Bir devlet yönetiminin bir yandan sorumsuz bir devlet başkanı, öte yandan parlâmentoya karşı sorumlu olan bir Bakanlar Kurulu kanalı ile belli şartlarda ortaklaşa yürütülen yönetim sistemidir Parlamenter rejimlerde, devlet başkanlığında bir kral bulunsa bile yönetim şekli, parlâmentoya karşı sorumlu bir Bakanlar Kurulunun olması halinde, parlamenter rejim olur
Parlâmento, devlet başkanlığı ve bakanlar kurulunun sorumluluk dereceleri ve yetkileri, her devlette değişiklikler gösterebilir
SIKIYÖNETİM
Olağanüstü zamanlarda, memlekette güvenliğin sağlanması için, Anayasanın tanıdığı sınırlar içinde, orduca kurulan yönetime verilen ad Sıkıyönetim, Başbakanlığın teklifi sonucu, Büyük Millet Meclisinin kabul etmesi ile kurulur Ya bütün memlekette, ya da belirli bölgelerde, belirli bir süre için kurulur Bu süreler, gerektiğinde Büyük Millet Meclisi tarafından uzatılabilir Sıkıyönetim halinde, bütün idare askerî yönetimin elinde bulunur Her çeşit idarî tedbirler almak, sıkıyönetim Komutanlığının yetkileri içindedir Bu yönetim sırasında, askerî mahkemelerin yetkileri, sivil şahıslar için de uygulanabilir
Türkiye'de Sıkıyönetim : Türkiye’de Sıkıyönetim kurulması, ilkin 1876 yılında ilân edilen Anayasa ile kabul edilmiştir Bu zamanda Sıkıyönetim, hükümetin teklifi üzerine, padişah tarafından ilân edilirdi
İlk Sıkıyönetim, 31 Mart Olayı sonucu olarak, 12 Nisan 1909 da ilân edilmiştir Çok kanlı kararları uygulayan bu Sıkıyönetim, üç yıl devam ettikten sonra 15 Temmuz 1912 tarihinde son bulmuş, ancak 13 gün sonra 42 gün süren ikinci Sıkıyönetim ilân edilmiştir
Fakat, Osmanlı İmparatorluğu'nun her taraftan büyük yenilgilere uğradığı bu tarihlerde, Balkan Savaşı'nın başlaması ve seferberliğin ilân edilmesi üzerine, üçüncü Sıkıyönetim 21 Eylül 1912 tarihinde ilân edilmiştir Bütün Birinci Dünya Savaşı boyunca devam eden bu Sıkıyönetim, Türkiye'deki Sıkıyönetimlerin en uzunu olmuş ve yedi yıl sürdükten sonra 11 Ekim 1919 tarihinde son bulmuştur
17 Mart 1920 tarihinde ilân edilen dördüncü Sıkıyönetim, düşman işgali altında bulunan İstanbul'da ilân edilmiştir ve Osmanlı İmparatorluğu zamanının son Sıkıyönetimidir Bu Sıkıyönetim, ne yazık ki, yabancılar tarafından uygulanmıştır
Türkiye'de Sıkıyönetim idarelerinin beşincisi ve Türkiye Cumhuriyetinin ilk Sıkıyönetimi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, 1941 de kurulmuştur Bütün savaş boyunca devam etmiş ve 22 Aralık 1947 tarihinde son bulmuştur Altıncı Sıkıyönetim, 6/7 Eylül 1955 tarihindeki olaylar üzerine ilân edilmiş ve dokuz ay sürmüştür
Yedinci Sıkıyönetim idaresi ise, İstanbul Üniversitesinde, Demokrat Parti iktidarı tarafından çıkarılan kanunları ve tutulan yolu protesto etmek isteyen üniversiteli gençlerin 28 Nisan 1960 tarihinde çıkardıkları ayaklanma üzerine aynı gün kurulmuş, Demokrat Parti Hükümetinin, Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından iktidardan uzaklaştırılma tarihi olan 27 Mayıs 1960 tarihine kadar sürmüştür Ancak, bu tarihten sonra da Sıkıyönetim devam etmiş, fakat bu tarihten sonra devam eden Sıkıyönetim, Millî Birlik İdaresinin Sıkıyönetim'i olmuştur
Böylece bu Sıkıyönetim, Millî Birlik Hükümetinin devam ettiği sürece yürürlükte kalmış, bu süre içinde Kurucu Meclis kurulmuş, yeni Anayasa halk tarafından onaylanmış ve 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan genel seçimlerle, yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi açılarak, Türkiye Cumhuriyeti yönetimi, sivil idareye devredilmiştir Bu durum sonucu olarak da, Türkiye'deki yedinci Sıkıyönetim 30 Kasım 1961 tarihinde son bulmuştur
21 Mayıs 1963 olayları sonucu olarak da Ankara, İstanbul ve İzmir'de, sekizinci Sıkıyönetim ilân edilmiştir Bu Sıkıyönetim, ikişer aylık sürelerle yenilenmiş, 1964 yılında uygulanmasına son verilmiştir
|