| 
Ergenekon
 | 
				  Çivi Yazısı 
 
            îfade edilmek istenen kavramlarda, var olan kayıt sisteminin yetersiz kalması, yazının gelişmesinde çok önemli bir adım atılmasına neden oldu Bu, kullanılan dilin, ilk olarak aktif bir biçimde yazıya geçirilmesi olayıdır  Bu aşamada, Sümer dilinin çoğunlukla tek heceli kelimelerden oluşmasının da büyük payı vardır  Böylece, çizilen her işarette, tasvir edilen nesne değil, bu kelimenin ses değeri ön plana çıkarılmıştır  Daha iyi anlaşılabilmesi için, bunu somut olarak örnekleyelim  Örneğin, Sümerce dağ kelimesi KUR, su A, ağız ise KA olarak okunurdu  Şimdi KUR  A  KA diye özel bir isim yazılmak istendiğini varsayalım  Bunun için katip, önce bu ismi oluşturan resimleri yanyana çizdi   Sonra bunu gören kişilerin resimsel özelliklerine aldanıp, "Dağın suyu içilir" gibi, yanlış şekilde algılamalarını önlemek için de, kelimenin başına, bunların ses değerleri ile okunması gerektiğini gösteren bir uyarı işareti koydu
  Determinatif (belirtici) adını verdiğimiz bu işaretler, daha sonra çivi yazısının ilerleyen evrelerinde, kadın, erkek, nehir, ülke, şehir vb  özel isimlerinin başına , bazen de sonuna konarak, yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandı, îşte bu gelişmeye, yani kelimelerin içerdikleri ses değerleri ile okunmaya başlanmasına, "fonetizasyon aşaması" veya "ses-leşme evresi" diyoruz  Bu aşama, Uruk III b evresine, yani yaklaşık M  Ö  3  binin başlarına rastlar   
 
   
 ilk zamanlarda belki de kaçınılmaz bir zorunluluk sonucunda ortaya çıkan, resimlerin içerdikleri ses değerlerinin kullanılmaya başlanması ile, çok daha kesin mesajlar verilebileceği çabuk kavranmıştır
  Bu dönemde ortaya çıkan, önemli bir özellik te, anlamı göz önünde bulundurulmaksızın, kelimelerin sadece ses değerlerindeki benzerlik veya eşitlik nedeniyle, başka kelimelerin yazımında da kullanılmaya başlanmasıdır  Örneğin, Sümerce "ok" anlamına gelen Tl işareti, aynı ses değerine sahip olduğu için, "hayat" kelimesine de, aynı işaretle yazım olanağı sağlamıştır  Elbette Sümerce okumayı bilen biri, bu iki kelime arasındaki "eş değerli-lik"ten haberdar olduğu için, "ok" işareti ile gösterilmiş bir logogramın, metnin içeriğine göre, "hayat" olarak okunması gerektiğini fark edecektir  Bunu Türkçe'de birden fazla anlamı olan kelimeler, "at", "yüz", "alay" ile karşılaştırabiliriz   Kelimelerin fonetik olarak ifade edilebilmeleri, geç dönemlerde çok daha fazla işlerlik kazanan, hecelerin kullanılabilmesini olanaklı kıldı
  Böylece, ayak resmiyle gösterilen mastar halindeki "gitmek" fiilinden öte, "gidiyorum" gibi çekimli formlar da yazılabildi  Bu yenilik gittikçe kuvvet ka zanmasına rağmen, eski logogramları, yani tek işaretli kelimeleri, tamamen ortadan kaldıramadı  Kullanışlılığından dolayı, bu logografik yazı, silindir mühürler, heykeller ve steller üzerinde çivi yazısının gelişiminin sonuna kadar korundu  Fakat, özellikle fiillerin ifadesinde, yeni fonetik hece yazısı, eski yöntemin yerini aldı  Bazı kelimelerin aynı işaretle yazılabilmelerine karşın, yine anlamı aynı olan kelimeler için değişik işaretler de yaratıldı  Örneğin, Sümerce'de GU, hem "boyun", hem de "öküz"anlamına gelen bir kelimedir  Böylece GU, iki farklı işaretle yazılabildi  Bu "çok işaretlilik" (polysemie) ile daha geç dönemlerdeki kullanımlarla da birlikte, GU tam 14 farklı işaretle yazım olanağı buldu  Bundan başka işaretler, "çok seslilik" (polyphonie) kazandılar  Örneğin, tek başına kullanıldığında, "gün" anlamına gelen, aynı yazımla, BABBAR okunup "beyaz" rengini ifade eden, UD işareti, kelime içindeki yazılımlara göre, ud, pir, tam, par, lah, lih hece değerlerini de kazanmıştır   Şimdi belki, bu uygulamayla, bir metnin okunuşunun son derece zorlaşabileceği sorusu akla gelebilir
  Bu konuda en büyük yardımcı, belirli dönemlerde ve belirli metin gruplarında kısıtlı sayıda işaret kullanılmış olmasıdır  Ayrıca çoğu zaman metnin içeriği ve her işareti izleyen bir diğeri, nasıl doğru okunması gerektiğini kendi gösterir   Böylece M
  Ö  3  binde kullanılan kelime yazısı, yerini daha gelişmiş bir kelime -hece yazısı sistemine bıraktı  O zamana kadar hiç bir işareti olmayan, kelime ve isimler de bu şekilde yazılabildi  Daha önemlisi, aynı yolla, gramere ait özellikler de yaşam buldu   Çivi yazısı hece sistemine dayanan bir yazı sistemi olduğu için, sesli harflerin (vokaller) birer işaretle gösterilebilmelerine karşın, sessiz olanlar, (konsonantlar) bu şekilde yazılamaz; bunlar mutlaka bir sesli ile birlikte belirtilmek zorundadırlar
  Bu hece işaretleri de 3 grup altında toplanır   1) Sesli+sessiz = iğ, ud, at vb
   2) Sessiz+sesli = ta, gu, bi vb
   3) Sessiz+sesli+sessiz = tal, pir, kum vb
   b) Biçimsel Gelişim:
 
 
 
 îlk zamanlar yazı, Çince'de olduğu gibi, yüzleri sağa dönük işaretlerle, sağ üst köşeden başlayarak, aşağıya doğru yazılırdı
  Buna inanmamızı sağlayan neden ise, piktografik dönemde, doğadan alınmış işaretlerin olasılıkla doğal görünümleri yönünde yazılmış olmaları gerektiğinden kaynaklanmaktadır  Bu, tablet bölümlerinin sağdan sola sıralanması, bölümler içindeki işaretlerin ise, yukardan aşağıya yazılması anlamına gelir  Sonra tam olarak bilemediğimiz, ancak olasılıkla tabletin tutuluş şekli gibi pratik bir nedenle, işaretler öyle bir pozisyonda yazıldılar ve belki de okundular- ki, daha önceki işaret yönlerinden 90° sola döndüler  Böylece, sağdan başlayarak, yukarıdan aşağıya doğru yazılan sütunlar, soldan sağa doğru ve alt alta yazılan satırlar haline geldi  Ancak, bu değişimin ne zaman meydana geldiği, kesin olarak saptanamamaktadır  Bir süre sonra ne olduğunu bilemediğimiz, ancak olasılıkla doğada çabuk tahrip olabilen, ilk yazı malzemesinin yerini kil alınca, bu madde üzerine resimlerin çizilerek değil, baskı yolu ile daha kolay yapıldığı fark edildi  Böylelikle, resim karakterleri için ucu üçgenleştirilmiş bir kamış olan, stylus kullanılmaya başlandı  Kilin topaklanması nedeniyle, yapılması zor olan yuvarlak hatlar ise, düz çizgilerle gösterildi, îlk zamanlarda kâtipler, bu çizgileri türlü şekillerde biraraya getirerek, eski resim formlarını korumaya çalıştılar  Ancak işaretlerin çok karışmasına ve yazının zorlaşmasına neden olan bu uygulamadan kısa sürede vazgeçildi  Sonuçta kalemin kil üzerine bastırılıp, hafifçe geri çekilmesiyle çivi görünümünü andıran işaretler, resim yazısının tahtına oturdu, îlk önce her yöne basılan bu işaretlerin, zamanla, yine pratik nedenlerden dolayı, çivi başı sağa dönük olanlar terkedildi  Böylece yaygın olarak kullanılan yatay, dikey ve eğik çivilere, köşe çengeli denilen bir çeşidin de eklenmesiyle elde edilen işaretler, istenildiği gibi kullanılmaya başlandı  Bu işaretler, zamanla mümkün olduğunca basite indirgendi ve ilk dönemlerde 1000 kadar olan sayıları, giderek 500-600'e kadar azaldı  Çivi yazısı, yaklaşık M  Ö  2700 yıllarında, gerek biçimsel ve gerekse içerik gelişimini geniş ölçüde tamamladıktan sonra, ilk olarak, hece işaretleri, determinatifler ve logogramlarla yazılan, tam ve gerçek anlamda bir yazı sistemi oluştu  Diğer Erken Dönem Buluntu Merkezleri
 Yazının başlangıcına dair ilk belgelerin Uruk IV ve bunu izleyen Uruk III yapı katlarından geldiğinden daha önce bahsetmiştik
  Kuzeyde bir yerleşme merkezi olan Cemdet Nasr ve Susa'da bulunmuş Proto-Elam tabletleri ise Uruk III tab-letleriyle çağdaş diğer yazılı belge gruplarını oluştururlar  Uruk IV-III katları yaklaşık M  Ö  3300-2900 yılları arasına tarihlenir  Aralarında hem benzerlikler, hem de farklılıklar bulunan bu üçlü tablet grubundan Uruk ve Cemdet Nasr tabletlerinin Sümerce yazıldığı kabul edilirken, Susa tabletleri, hakkında halen çok az şey bilinen, Elam dilinin ilk örnekleri olarak görülmektedir   Uruk, Cemdet Nasr ve Ur şehirlerinden gelen tabletler, herhangi bir tarihi belge içermezler
  Tarihi belgelere ilk örnek, Erhanedan Dönemi IHII'e, yani yaklaşık M  Ö  2600'lere tarihlenir  Bu dönemle aşağı yukarı çağdaş olan belgeler ise, Şuruppak'tan (Fara) gelmektedir  Şuruppak ve onu takip eden Abu Salabih ve Ebla tabletleri, Sümer yazısının gelişimini hem işaretlerdeki form, hem de kullanımdaki esneklikte göstermeleri açısından ilginç örnekler oluştururlar  
 Yazı Nedir?
 Yazı, en genel tarifiyle, ağızdan çıkan seslerin, dolayısıyla sözcüklerin, kulak ya da jest yardımı olmaksızın, gözle görülebilen, bazen de dokunulabilen işaretler halinde biçimlendirilerek kaydedilmesini sağlayan araçtır
   İletişini Araçları ve Fikir Yazıları
 insanoğlu varolduğundan beri, duygu ve düşüncelerini başka kişilerle paylaşabilmek için, çok çeşitli iletişim yolları bulmuştur
  Bunların ilk örnekleri arasında, günümüzde dahi pek çok toplum tarafından kullanılan görsel işaretleri, yani ateş, duman ve ışığı ya da akustik işaretler olarak adlandırdığımız, davul ve ıslık çalmayı gösterebiliriz  Ancak bütün bunlar zaman ve alan açısından sınırlanmıştır  Yani mesaj verildikten hemen sonra kaybolurlar ve tekrar edilmedikleri sürece başa alınma olanakları yoktur  Ayrıca, hepsi sadece az ya da çok birbirine yakın bölgede bulunan kişiler arasındaki iletişimde kullanılabilirler  Alan ya da zamanla kısıtlanmamış bir yol arama ihtiyacı, insanları çeşitli nesnelerin belirli bir sıraya göre yanyana dizilmesinden oluşan "nesne yazısı", daha çok hayvancılıkta kullanılan "sayma çubukları", yine belirli aralıklarla düğümlenmiş iplerden meydana gelen "quipu düğüm yazısı", bir mesaj vermek üzere kaya üzerine yazılan veya çizilen resimler anlamına gelen, "petrog-ramlar ve petroglifler" gibi iletişim sistemlerine ***ürdü  Ancak bunlar da, nisbeten kalıcı olmalarına karşın, belirli durumlarda, kısıtlı sayıda mesajı iletebilirler ve daha önemlisi yanlış ya da farklı algılanma olasılıkları çok yüksektir  
 
 Genel olarak "fikir yazısı" olarak adlandırdığımız bu sistemler içinde, kendine Eski Önasya Dünyası'nda geniş yayılım alanı bulan, token veya Latince adıyla calculi (hesap taşları) adı verilen küçük kil semboller, yazıya geçiş sürecinde ayrı bir yer tutar  Kilden yapılıp, pişirilerek sertleştirilmiş ve çoğunlukla üzerleri şekillere ayrılmış, çeşitli formlardaki bu calculi veya hesap taşlarının herbiri farklı bir nesneye karşılık geliyor ve ticareti yapılan malların türü ve ölçüsü hakkın da bilgi veriyordu  Diyelim ki, Sümer'deki Uruk şehrinden biri, Elam'ın Susa kentindeki başka birine üç testi susam yağı göndermek istiyor  Bunun için Sü-merli yağ yerine kullanılan sembollerden üç tane alıp, bunları bir ipe geçirerek bağlıyor, bir başka kil topağı ile de mühürleyip, malının güvenliğini sağlıyordu  Bazen de bu sembolleri yumuşak ve nemli bir kil topağıyla sararak, içi görünmeyen bir top haline getiriyor ve her tarafını mühürlediği bu topun üzerine içindeki sembol sayısı kadar da şekillerini basıyordu (Bkz  Resim I)  Malı getiren kişi, bu "makbuz"u Susa'daki kişiye iletmek zorundaydı  Böylece oradaki ticaret ortağı, ilk bakışta malın türü, miktarı ve gönderen kişi hakkında bilgi sahibi oluyordu  Şüphelendiği bir durumda ise, topu kırarak, içindeki sembollerle elindeki malı karşılaştırabilirdi  "Hesap taşları", çeşitli diller kullanan toplumlar arasında, uzak mesafelerde anlaşılabilmesi nedeniyle, özellikle ticarette son derece kullanışlıydı
  Bu sembollerin, daha sonra yazıya geçildiği dönemlerde de, aynı şekilleriyle kil tabletler üzerine çizilmiş olduğunun saptanması ile, önemleri daha da artmıştır Uruk Tabletler
 Bugüne kadar edinebildiğimiz bilgilerle, yazı M
  Ö  4  binde, Güney Mezopotamya'da, ya da Sümer'de icat edilmiştir  Yazının elimize geçen ilk örneklerini oluşturan kil tabletler ise, aşağı Fırat bölgesinde, bugünkü adı War-ka olan Sümer şehri Uruk'ta yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır  IV A yapı katına ait bu tabletler üzerinde yapılan çalışmalar, bu yazıda kullanılan işaretlerin olasılıkla, konuşulan dille ilişkili olduğunu ortaya koymuştur   Uruk IV A buluntuları arasında, üzerinde birkaç işaret olan, bir grup küçük tablet vardır
  Bu tabletlerin üzerinde delik ve ip parçalarının bulunması, bunların calculfler gibi, gönderilen mallar üzerinde, bir çeşit etiket olarak kullanıldıklarını göstermektedir  Daha büyük boyuttaki bir grup tablet ise, çoğunlukla tek bir mesaj ve malın cinsine ait yazı işaretleri ve miktarını gösteren sayı işaretleri içerirler, idari kayıtlar içeren bu tür metinler üzerinde, olasılıkla mala ait değerler ve şahıs isimleri birarada yazıldıkları için,bu tabletleri içerik açısından sınıflamak zordur  Çoğunlukta olan diğer metinlerde ise, tablet yüzeyi birden fazla mesaj içerebilmesi için bölümlere ayrılmıştır  Bu grup tabletlerde bölümlerin birbirleriyle ilgili olduklarının tahmin edilmesine rağmen, bu ancak birkaç tablet üzerin de kanıtlanabilmiştir  Bu tabletlerde, ön yüz olduğu kabul edilen tarafta, mallar la birlikte bulunan miktar gösteren sayı işaretleri, arka yüzde toplanarak verilmiştir  Bunun yanısıra bazı tabletlerde bu toplama işleminin yapılmaması, toplam sayının her zaman bir önem taşımadığına işaret etmektedir  Uruk III yapı katı tabletleri ise sayıca daha azdır ve Uruk IV'te az rastlanan bazı yazım türleri, bu dönemde daha yaygın olarak kullanılmaya başlanır
  Ayrıca diğer Mezopotamya yerleşimlerinden Cemdet Nasr da bu dönemle çağdaş belge verir  Bu dönemde artık etiket tabletler ve sadece bir kayıt içeren küçük boyutlu tabletlere rastlanmaz  Birden fazla mesaj içeren belgeler ise, öncekilere oranla daha karmaşık yazımlarla ifade edilmeye başlanmıştır  Uruk tabletlerinin % 85'ini şehir tapınaklarına girip çıkan yiyecek ve tekstil kayıtları oluşturmaktadır
  Bunlardan Sümer'in daha geç dönem tarihinden tanıdığımız, Uruk'un çevresindeki bazı yerleşim merkezlerini saptayabilmek mümkün olmaktadır (Kuzeyde KİŞ ve Eşnunna, Iran dağları yakınındaki Aratta, bugünkü adı Bahreyn olan Dilmun vs  )  Metinlerin % 15'i ise, çeşitli ticaret malları, hayvanlar ve görevli isimleri içeren sözlük listeleridir  Kâtiplere, yazı sistemini öğretmek için kullanılan bu listelerin, 600 yıl sonraki dönemde de bulunması, geleneğe olan bağlılığı göstermesi açısından ilginçtir  Bu devamlılık sayesinde, okunması oldukça güçlük çıkaran pek çok erken dönem işareti tanımlanabilir hale gelmiştir  Genelde, resimlerle ifade edilen erken dönem yazılarının anlaşılmasının kolay olduğu şeklinde bir izlenim vardır, ancak çoğu zaman mesele bu kadar basit değildir  Bir öküz veya bir başak tanesi kolayca farkedilebilir, ancak bazen resim olarak tanımlanamadıkları gibi, sözlük tabletlerine başvurulmasına rağmen, anlamları belirlenemeyen, pek çok işaret vardır  Toplam sayıları 5000'in üzerinde olan Uruk IV ve III tabletlerinin tek bir tanesinin dahi, tarihi, dini veya edebi belge içermemesi, bir rastlantı olarak değil, açıkça bu dönemde bu tür belgelerin kaydedilmemiş olması ile açıklanabilir
  Bu gerçek, yazının bu tür kayıtları tutmak için icat edilebileceği olasılığını tamamen ortadan kaldırır  Tam tersi, tarihi ya da edebi belgelerin asla böyle kolay bir sistemle yazılamayacak olmaları, yazının geliştirilmesini zorunlu kılmıştır   Uruk IV A ve onu izleyen Uruk III tabletlerinin az ya da çok soyut işaretlerin yanısıra, pek çok doğal "resim-işaretleri" de içermesi, bu dönemden önce yazının tamamen resim işaretlerinden oluşan bir devreden geçtiğini kesinleştirmektedir
  Ancak maalesef bugüne kadar elimize, yazının bu ilk dönemlerine ait herhangi bir buluntu geçmemiştir  Buna olasılıkla yazının dayanıklılığı az olan, tahta, deri,balmumu, fildişi ya da kemik gibi bir madde üzerine yazılması neden olmuştur  
  
 
Sümer Resim-Yazısı  Şehir devletlerinin hüküm sürdüğü Sümer, ekonomik gücünü tarım ve buna bağlı ticaretten alıyordu
  Nitekim Uruk tabletleri de, bu gerçeği doğrulamaktadır, îlk zamanlarda kullanılan basit resim işaretleri de, tıpkı fikir yazılarında olduğu gibi çağrıştırma yoluyla, ekonomik ihtiyaçların karşılanması için yeterliydi  Bu resim işaretlerini daha sonraki dönemlerden ayıran en büyük fark, henüz dildeki öğelerin yazıya aktarılmamış olmasıdır  Herhangi bir dilin kurallarıyla sınırlı olmadıkları için, gören herkes tarafından kolayca anlaşılabilirler  Bu tür resim yazılarını, bugün örneğin havaalanlarında kullanılan çok çeşitli logolarla karşılaştırmak mümkündür  Tuvalet, bagaj ya da restoranı çağrıştıran logoları anlamak hiç bir dilbilgisi gerektirmez   îlk dönemde ihtiyacı karşılayan resim yazılarında, gösterilmek istenen nesnelerin sembolik çizimleri yapılıyordu
  Örneğin öküz bir öküz başıyla, tahıl bir başak tanesiyle, gün ise doğmakta olan bir güneşle tasvir edildi  Ancak yönetime dair resmi kayıtların giderek artması, daha önce önemli görünmeyen bir problemin ortaya çıkmasına yol açtı  Somut fikirlerin bu yolla kolayca anlatılabilmesine karşın, soyut fikirleri yansıtmak oldukça zordu  Gerçi bir öküzü ifade etmek için bir öküz başı çizmek yeterliydi ama hayvanın ölü mü yoksa canlı mı olduğu, ya da tapınağa getiriliyor mu yoksa tapınaktan çıkarılıyor mu olduğu nasıl anlatılacaktı? Ya da, bu hayvanı tapınağa teslim eden kişinin adı yazılmak istenirse ne yapılacaktı? îlk zamanlarda, geçici bir çözüm olarak, fikirlerin birleştirilmesi yoluna gidildi
  Yani bir ayak resmi sadece ayağı değil, aynı zamanda "koşmak, yürümek, durmak" fiillerini, yıldız da aynı şekilde, göğü ve kutsal varlıkları ifade etmek için kullanılıyordu  Bazı durumlarda da, birkaç resim biraraya getirilerek, anlamlar çeşitlendiriliyordu  Örneğin, ağız resmi, suyu ifade eden dalga tasviriyle yanyana çizildiğinde "içmek", yine ağız, bir parça ekmekle çizilmişse "yemek", düşüncesini akla getiriyordu  Bu tür kavramların iletilmesine yardım eden bu yol, kesin bir ifade taşımadığı için, anlaşılması da bunu gören kişinin yorumuna ve hayal gücüne bırakılıyordu  Ayrıca, az önce bahsettiğimiz gibi, tamamıyla soyut olan kavramları, ya da şahıs ve yer isimlerini bu şekilde göstermek olanaksızdı   Bu dönemden itibaren yazı, bir anlamda gerçek bir yazı sistemi olma yolculuğuna çıkmıştır
  Bugün "çivi yazısı" ya da "çivi yazılı belgeler" tanımlamaları, henüz yazının gerçekten çivi yazısı halini almadığı bu dönemler için de kullanılır  Çivi yazısının gerçek anlamda bir yazı sistemi haline gelmesi ise, ancak bu dönemden sonra, hem biçimsel, hem de içerikte geçirdiği bir dizi aşama sonucunda olmuştur  
 
 
  
 
 Sümerce:
 Kökenleri belli olmayan ve bugüne kadar dil aileleri içinde başka akrabası saptanamayan bir dil konuşan Sümerler, bölgede yaşadığını bildiğimiz en eski toplumdur
  M  Ö  3  bini izleyen dönemlerde, çivi yazısının, güney Mezopotamya'daki Akkadlar ve Suriye'deki Eblalılar'a iletilmesini sağladılar  Sümerlerin Erhanedan Dönemi III, Akkad'lı Sargon'un (M  Ö  2334-2279) hakimiyeti ile sona erdikten sonra, hem dilde, hem de politik açıdan güçlü bir Akkad etkisi görülmeye başlanır  Bu hanedanın da yaklaşık M  Ö  2200'lerde çöküşüyle, Sümerce yine yönetimde kullanılan dil olarak yerini almış, ancak bundan sonra gelecek yıllar içindeki tüm krallar, artık kendilerini Sümer ve Akkad kralları olarak tanıtmışlardır  Başta M  Ö  2004 yılında Ur olmak üzere, önemli Sümer şehirlerinin birbiri ardına düşmesinden sonra, yaklaşık M  Ö  18  yüzyılın başlarında Sümerce, yerini kesin olarak Akkadça'ya bırakmıştır  Ancak konuşulan dil olarak güncelliğini yitirmesine rağmen, yazım kolaylığı ve geleneksel edebiyat dili olması nedeniyle pek çok anıtsal yazıt, edebi metin ve Sümerce sözlük listelerinde kopya edilmeye devam etmiştir   Sümerce agglutinativ (bitişken) bir dildir
  Türkçe'de olduğu gibi, her kelime değişmeyen, ancak ön- veya son eklerle işlerlik kazandırılan bir veya birden fazla hece ile ifade edilir  Örneğin, DÜ "inşa etmek", Î  DÜ "o inşa etti", NU  MU  DÜ "o inşa etmedi  "  Özellikle çoğu edebi metnin kopyalandığı dönem olan, Eski Babil dönemine gelindiğinde, paralel metinlerde farklı ön ve sonekler kullanılmış olması ise, Sümerce gramerinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır   Sümerlerin bıraktıkları belge grupları içinde edebi, mitolojik metinler ve destanlar en önemli yeri tutar
  Bunlar içinde özellikle "Gılgamış Destanı", çivi yazısının yayılımıyla, diğer dillere de çevrilmiş, tufan hikayesi bölümü ise, bütün kutsal kitaplarda da aynı şekilde anlatılarak, binlerce yıl boyunca korunmuştur   Akkadça:
 Sümerce'den sonra bölgede geçerli dil olan Akkadça, bugünkü Arapça ve ibranca'nın dahil olduğu Semitik dil ailesinin üyesidir
  Sargon döneminde kullanılan Eski Akkad lehçesinden sonra Akkadça, Asurca ve Babilce olmak üzere iki temel lehçeye ayrılmıştır  Bu lehçeler de zaman ve coğrafi alanları içinde geçirdikleri değişikliklere göre, Eski, Orta ve Yeni başlıkları altında, incelenir  Akkadça kelimeler, temel olarak alınan 3 konsonant ve bir kök vokaline, başka vokaller eklenmesi veya konsonantların çiftlenmesi ve sonra da bu kelimenin çatısına ön ve sonekler getirilmesiyle oluşturulurlar  (Örn  sbt (kök vokali a), Mastar hali, sabatum "yakalamak", isabbat "o yakalar", isbat "o yakaladı", sabat"ykala"  Yani, aslında her sesin bir hece ile ifade edildiği çivi yazısı, Akkadça'nın dil yapısına uygun değildir  Bu nedenle, önemli ölçüde kelimelerin fonetik olarak ifade edilmesiyle birlikte, buna ek olarak Akkadlı katipler, Akkadça kelimeleri yazmak için, Sümerce logogramları da kullandılar  Örn  Akkadça "koyunlar" anlamına gelen immeru kelimesini Sümerce şekliyle UDU MF^ olarak yazdılar ; ya da iki dili karıştırarak, Sümerce "büyük" anlamına gelen GAL kelimesinin sonuna Akkadçası olan rabûrmn sonunu ekleyerek bunu GAL- u şeklinde ifade ettiler   Sümer hece sistemini benimseyen Akkadlar, kendi dillerine uygun yeni hece değerleri de yaratarak, "çok seslilik" (polyphonie) ve "çok işaretlilik"(po/y^m/^) sistemlerini geliştirdiler
  Örn  Sümerce SU "el" işareti Akkadça okunuşu qadu ile birlikte, su'nun yanısıra, "qad, qaf hece değerlerini de yazıya kazandırmıştır  M
  Ö  2  binde diplomatik yazışma dili olan ve yaklaşık 2500 yıl süreyle Eski Yakın Doğu kültürüne aracılık eden Akkadça yazılı belgeleri, doğal olarak kendine çok geniş bir yayılım alanı bulmuştur  Bu yayılım sonucunda Akkadça'nın merkezi lehçelerinin yanısıra "çevre" (peripbeml) dialektler de ortaya çıkmıştır  Susa, Boğazköy, Alalah, Nuzi, Ugarit ve Amarna'da ortaya çıkarılan bu belgeler, Akkadça yazılmış olmalarına karşın çeşitli lokal dillerin etkisi altında kalmışlardır   
 Eblaca:
 Yakın bir geçmişte, 1964 yılında bugünkü adı Tel Mardih olan Ebla'da yapılan kazılar, Suriye'de, M
  Ö  3  bin yılda, çivi yazısının burada konuşulan dile de uygulandığını ortaya çıkardı  Bu dilin bir Proto-lbrani dili ve Batı-Semitik dillerinin öncüsü olduğu kabul edilmektedir  Abu Salabih tabletlerinden anlaşıldığına göre, Sümer'le çağdaş olan ve ticari ilişkilerinin yanısıra Sümerlerin edebi geleneklerini de önemli ölçüde benimseyen Eblalılar, kendi ekonomik kayıtlarını tutmak için de Sümer hece işaretlerini kullanmışlardır  Tabletlerin % 80'inin Sümerce, sadece % 20'sinin Ebla dilinde yazılmış olması, metinleri kolayca anlamamızı sağlamakta, ancak bu dil hakkında yeterince bilgi sahibi olabilmemizi önlemektedir  Metinlerde karma bir sistem izlenerek, çoğu isim, fiil ve sıfatlar Sümerce, edat, zamir, bağlaç ve özel isimler ise Ebla dilinde verilmiştir   Elamca:
 Başkenti Susa olan Elam, Pers körfezinin kuzeyi ve aşağı Dicle arasında kalan, kabaca bugünkü iran'la sınırlayabileceğimiz bölgedir
  Elam'ın eski dönem tarihi de Sümer ve Akkad uygarlıklarının tarihleri ile çağdaştır  Yüzyıllar boyu Batı Asya'nın önemli krallıklarından biri olarak hüküm süren ve M  Ö  640 yılında Asur imparatorluğu tarafından tarih sahnesinden silinen Elam'ın yazı tarihi de ilginç süreçlerden geçmiştir   Proto-Elam olarak adlandırdığımız, Susa'da ortaya çıkan yerli piktografik yazının tarihi Uruk tabletleri kadar eskidir
  Metinler, Uruk'taki çağdaşları ile yapılan karşılaştırmalar sonucunda kısmen okunabilmiş, ancak dilin özellikleri ve piktogramdan hece yazısına doğru bir geçiş, tam olarak saptanamamıştır   Akkad hanedanı döneminde, Susa katipleri, bir süre Sümer yazısını kullandılar, ancak çok geçmeden Elamlı bir istilacı olan Puzur - Insusinak, Proto-Elam özelliklerine dayanan yerli bir yazı üretti
  Çok az deşifre edilebilen bu yazının da ömrü çok kısa olmuş ve bundan sonraki 600 yıl süresince, sadece 4 metin dışındaki bütün belgeler Babilce yazılmıştır   Orta Elam döneminden itibaren ise, tekrar Elam dilinde yazılan çivi yazılı metinlerin başladığını görüyoruz
  Bu dönemde Babil'den kısıtlı sayıda işaret alınarak, fonetik Elam-ca kelimeler, logografik olarak ifade edilmiştir  80'den fazlasının hece işareti olduğu bu yazıda, toplam karakterlerin sayısı, 113'tür   Elam dilinin akrabaları da saptanamamıştır
  Hem dil, hem de kullandıkları çivi yazısı sistemi hakkındaki bilgilerimiz, Babilce ve Eski Persçe ile birlikte yazılmış üç dilli Ahamenid sülalesi yazıtlarıyla belli ölçüde artmaktadır  Bu dillerin yardımıyla, kabaca bir gramer ve kelime haznesi oluşturulabil-mesine karşılık, lengüistik (dilbilimsel) değeri diğer dillere oranla çok daha az bilinir  Batı Iran bölgesi dışında fazla önem ve yaygınlık kazanmayan bu dille günümüzde uğraşan bilim adamlarının sayısı da oldukça azdır   Hurrice:
 M
  Ö  3  binden itibaren prenslikler halinde yaşayan Hurri toplumu, M  Ö  16  yy  sonlarına doğru, bölgeye gelen îndo-Ari kökenli savaşçı toplumla bir devlet örgütü haline gelmiş ve bu devlete resmi bir ad olarak Mittani devleti denmiştir  Mittani, daha çok bölgeye verilen coğrafi bir isim olarak korunurken, halkın çoğunun Hurrili olması nedeniyle, bu isim kullanılmaya devam etmiştir  Yaklaşık M  Ö  1340'larda Hititler tarafından zayıflatılan Mittani devleti, önce Asur împaratorluğu'nun vasali olmuş, M  Ö  1270 yılında ise, Asur kralı I  Salmanassar tarafından siyaset sahnesinden atılarak, bir Asur eyaleti haline gelmiştir   Bölge, kuzeybatı Mezopotamya'da bugünkü Mardin civarını kapsamaktadır
  Hurriler, Yakın Doğu'da özellikle ilk defa eğitimli at yetiştirmeleri ve arabalı savaşı yaygınlaştırmaları nedeniyle önemli bir yer tutarlar  Hititlerin başkenti Hattuşa'da bulunan, Mittani'li at yetiştiricisi Kikkuli'nin yönetmelik metninde geçen ve kesinlikle Hurrice olmayan bazı teknik terimler ise, ancak belli Sanskritçe öğelerle açıklanabil-mektedir   Hurriler çivi yazısını Akkadlardan aldılar
  Ancak ne Semitik, ne Hint-Avrupa dilleriyle ve ne de Sümerce ile yakınlığı olmayan dillerinin, sadece yine ölü bir dil olan Urartuca ve bugün yaşayan bazı Kafkas dilleriyle akrabalıkları saptanabilmektedir   Bu dilde yazılmış belgelerin çoğunluğu yine Hattuşa'dan (Boğazköy) kaynaklanmaktadır
  Daha önce çoğunlukla Hititçe ritüel metinlerde geçen, anlaşılması zor Hurrice bölümlerin yanısıra, 1983 yılında Boğazköy'de bulunan Hurrice-Hititçe çift dilli metinler, bu dil ve grameri hakkındaki bilgilerimizi oldukça geliştirdi  Yine Boğazköy'de Babil Gılgamış Destanı'nın Hurrice çevirisine ait fragmanlar, Akkadça-Hurrice çift dilli metinler ve Hurrice kelimelerin karşılıklarını Sümerce, Akkadça ve Ugarit dilinde veren okul metinleri, Ugarit'te de bu 4 dildeki kelimeleri paralel kolonlar halinde veren bir sözlük metni bulundu  Ayrıca Ugarit alfabesiyle yazılan ve Sümerce-Hurrice kelimeler içeren metinler de vardır  Mari ve Amarna arşivleri de Hurrice metinler içerir  Bunlardan 1877 yılında Tell el Amarna'da bulunan M  Ö  15  yy  sonu 14  yy  başına tarihlenen, Mittani kralı Tuşratta'nın Mısır kralı III  Amenophis'e gönderdiği uzun mektup, bu dilde yazılmış en önemli kaynaktır  Çift dilli olmamasına rağmen, Tuşratta'nın yazdığı diğer Akkadça metinlerin yardımıyla okunabilir duruma gelmiştir  Son yıllarda Çorum'un güneyindeki Ortaköy'de yapılan kazı araştırmaları da Hurrice ve Hurrice-Hititçe tablet buluntuları vermiştir   Son yıllarda yoğunluk kazanan araştırmalarla özellikle gramer ve sentaktik yapısının belirgin hale gelmesiyle birlikte, bulunan tek dilli Hurrice bir yazıtın anlaşılabilmesi oldukça zordur
  makla birlikte,az sayıda kil tablet ve madeni örnekler de vardır
  Yine bigraph bir toplum olan Urartular, kendilerine özgü bir hiyeroglif yazı sistemini de kullanmışlardır  Bunun nedeni de Geç Hitit şehir devletlerinden Tabal'de hiyeroglif kullanılması ve Urartular'ın onlarla temas halinde bulunmalarıdır  Bu örneklere çoğunlukla keramik kaplar üzerinde ve az sayıda mühürlerde rastlanmıştır   Ugarit Dili:
 Suriye sahilindeki Ugarit'de (Ras Şamra) yapılan kazılar sonucunda, yaklaşık M
  Ö  14  yy  'a tarihlenen ve sayıları 1000'i aşan kil tabletler bulundu  Sümer-Babil çivi yazısına dış görünüşleriyle benzeyen, fakat kesinlikle alfabetik olan bu yazıda sadece 30 işaret vardır ve bir de kelime ayracı kullanılmıştır  Bu işaretler daha geç dönemlerde ortaya çıkan, ibrani ve Fenike Semitik alfabelerinde olduğu gibi, sadece sessiz harflerle ifade edilen harfleri yansıtırlar, ancak Ugarit alfabesinde 3 tane de sesli harf kullanılmıştır  Her ne kadar işaretler, çivi yazısına benzerlik gösterse de, soldan sağa ve stylutfla kil üzerine yazılmalarından başka hiç bir ortak yanları yoktur   Ugarit'de Ugarit dili ve Babilce yazılmış ekonomik içerikli belgelerin yanısıra bulunan mitolojik metinler, teoloji çalışmalarına da kaynaklık etmiştir
   Eski Persçe:
 Çivi yazısından sadece dış görünümüyle etkilenen yarıalfabetik yazı sistemlerinden biri de Eski Persçe'dir
  Bu yazıda kullanılan dil, M  Ö  6  yy  ortalarında, Persler'in Ahamenid sülalesinin resmi diliydi  Dönemin yazıtları, çoğunlukla Eski Persçe, Elamca ve Babilce olmak üzere 3 dilde yazılmıştır  Olasılıkla o devirde Arami alfabesinin Ön Asya'da hakim dil olması, yazının alfabetik değer kazanmasına, ancak aynı zamanda Elamla olan manevi bağlar, çivi yazısı formunun benimsenmesine neden olmuştur   Yazıda toplam 41 işaretin, 36'sı hece işareti, 5'i ise ideog-ramdır
  3 sesli harf ve yine kelime ayracı da kullanılmıştır   En önemlisi Bisutun'daki Darius'un yazıtı olan kaya yazıtlarının yanısıra, altın, gümüş ve taş tabletler, bir kaç mühür ve kap üzerinde yazılar ve çok az sayıda kil tablet ele geçmiştir
  Buna neden, günlük pratik amaçlar için, çoğunlukla Elam çivi yazısı veya Aramca'nın kullanılmış olmasıdır  Eski Persçe, III  Artaxerxes'ten sonra (M  Ö  358-338) tamamen terkedilmiştir  Çivi Yazısının Önemi:
 Gerek ticari nedenler, gerekse yapılan askeri amaçlı seferlerle yayılım alanı genişleyen çivi yazısı, çeşitli kültürler arasındaki alışverişi sağlamakta en büyük etken olmuştur
  Önemli merkezlerde oluşan arşivler bunu bize açıkça göstermektedir  Ebla'ya kadar yayılmasından sonra, Akkad'lı Sargon ve Naramsin'in seferleriyle alanı genişleyen ve Asur Ticaret Kolonileri ile de Anadolu'ya giron çivi yazısı, bu bölgeyi de çivi yazılı kültürün bir parçası haline getirerek, Anadolu'nun tarihi çağlarını başlatmıştır  Mari, Boğazköy ve Ugarit'in yanısıra, bir başka önemli ticaret merkezi olan Emar'da (Meskene) Hitit, Hurri, Semitik ve Batı-Semitik uluslar karşılaşmış ve en önemlisi artık çivi yazısı maddi gereksinimleri karşılayan bir kullanımdan çıkarak, bir kültür aracı haline gelmiştir  Bunu en iyi gösteren örneklerden biri, Asur kralı Tukulti-ninurta'nın yaklaşık M  Ö  13- yy  sonunda, 2000 yıllık bir devlet olan Babil'e son vermesiyle belirginleşmiştir  Oradaki kültür birikimini temsil eden Babil arşivlerini Asur'a taşıyarak burada büyük bir kitaplık oluşturmuş ve bir anlamda Güney'deki merkezin Kuzey'e kaymasına neden olmuştur  Ancak Babil'in siyasen ortadan kalkmasıyla kültürün yok olmadığını ve yerinde kaldığını BabiFde Tukulti-ninurta'nın fethinden sonra yazılan 12 tabletlik Gıl-gamış Destanı, açıkça göstermektedir   Bu kültüre özellikle Anadolu'da son veren, Deniz Kavimleri olmuştur
  Hitit Devleti'nin çöküşüyle, Anadolu bu kültürden kopmuş ve çivi yazısı büyük kültürler için etkisini kaybetmiştir  Geç Hitit Devletleri döneminde Hitit hiyeroglifleri önem kazanmış, aynı zamanda Arami ve Fenike alfabeleri kullanıma geçmiştir  Büyük limanlarda da çivi yazılı uygulamalar kalkmış ve yine alfabetik yazı sistemleri kullanılmaya başlanmıştır  Böylece çivi yazısı sonunda çıktığı yer olan Ba-biPe dönmüş ve önemini yitirmekle birlikte milada kadar yazılmaya devam etmiştir  Çivi yazısıyla yazılmış en son belge M  S  75 yılına tarihlenmektedir  
 
  
 
 Çivi Yazısı Hakkında Genel Bilgiler
 a)Yazı Malzemesi Olarak Kil ve Kullanım Şekilleri:
 En geleneksel kil malzemesi, tablet adını verdiğimiz, uçları hafifçe yuvarlatılmış, kare veya dikdörtgen olanıdır
  Çoğunlukla önyüz, arkayüze oranla biraz daha bombelidir ve tablete yandan bakıldığında bir mercek görünümünü andırır  Bu özellik, kırık bir tablet parçasıyla karşılaşan bir uzmanın tablet yüzlerini saptamasında en büyük yardımcıdır  Bir tabletin bölümlere ayrılması ise, Uruk IV A döneminden beri bilinmektedir  Tablet üzerinde daha belirgin çizilmiş boyuna çizgiler, sütun veya kolon olarak adlandırılır ve ancak bir kolona ayrılan bölüm bittikten sonra, diğerinin yazımına geçilir  En çok kullanılan tek, iki veya üç kolonlu tabletler-dir  Bunun yanısıra, Ebla'da 15 kolonlu tabletlere de rastlanmıştır  Tabletin önyüzündeki kolon sayısı, arka yüzde de aynıdır  Ancak, örneğin, 3 kolonlu bir tabletin ön yüzünün yazımı bittikten sonra, tablet bir kitap sayfası yönünde değil, uzunluğu yönünde çevrilmiş ve bu sefer yazmaya en sağdaki kolondan başlanmıştır  Böylece III  Önyüz kolonunun arkasına IV  Arkayüz kolonu yazılmıştır  Tablette enine yapılan çizgiler ise, paragraf çizgisi olarak adlandırılır ve işlev açısından modern kullanımdaki paragraf görevini üstlenerek, bir metni kendi içinde bölümlere ayırırlar  Genellikle bir tabletin yazımı bittikten sonra, arka yüzünün son kolonunun altına, yazının bittiğini gösteren, iki çizgi çekilir ve kalan boş bölüme kolophon adını verdiğimiz, bir özet bilgi yazılır  Bu bölümde, tabletin içeriğinden bahsedilip, eğer metin birden fazla tablet üzerine yazılmışsa, kaçıncı tablet olduğu da belirtilir ve bazı durumlarda kâtip adını da yazar   Bazen, yer kalmadığında tabletin kenarları da kullanılabilir
   Maddesi kil olan yazıtların, oval, dairevi, konik, silindir ve prizma biçimli olanları da vardır
  Verilen form, sadece dönem değil, metnin ait olduğu tablet grubuyla da yakından ilişkilidir  Örneğin, Eski Babil ve öncesine ait öğrenci tabletleri, çoğunlukla yuvarlaktır  Bunun yanısıra, Ur III dönemine ait tarım tabletleri ve Isin'de bulunmuş Eski Babil idari kayıtları da, yuvarlak tabletlere yazılmıştır  Elbette üzerine yazılacak metnin uzunluğu da, şeklinin saptanmasında rol oynamıştır  Tabletlerin boyutları da çok çeşitlidir  Ortalama bir tablet, avuç içine sığacak büyüklükte iken, üzerinde sadece iki satır olan bir Eski Babil tableti, 1,6 x 1,6 cm  , idari bir kayıt içeren Sargon öncesi bir Ebla tableti ise 36x33 cm  boyutlarındadır   Çivi biçimli konik yazıtların içeriği, ev satım belgeleri ve yapı yazıtlarıyla sınırlanmıştır
  Prizma şeklinde olanlar ise, Sargon öncesi dönemden Eski Babil dönemine kadar, normalde tablet üzerine yazılan sözlük metinleri ve bazı Sümerce edebi metinlerde kullanılmışlardır  Böyle bir form seçilmesinin nedeni ise kesin olarak bilinmemektedir  Eski Babil döneminden sonra ise, yine 6 veya 8 yüzlü prizmalar, çoğunlukla kral yazıtları için kullanılmıştır  Mezopotamya'da icat edilen bir yazı sistemi için kil ve kamış kalem stylus, en doğal yazımalzemeleridir
  Özellikle kil gibi dayanıklı bir yazı maddesinin seçilmesi, tabletlerin binlerce yıl toprak altında koruna-bilmesini sağlamıştır  Çünkü bu tabletler yazıldıktan sonra, güneş altında bırakılarak kurutuluyor, içeriği daha önemli olanlar ise yüksek ısıda fırınlanıyordu  Önemli bir kısmının ise, tesadüfen yandığını söyleyebiliriz  Çünkü pek çok tablet, savaşlarda yakıp yıkılan şehirlerin kitaplık ve arşivlerinden gelmektedir  Bu tabletlerin günümüze kadar korunmalarını, bir anlamda o dönemdeki tarihi felâketlere borçluyuz   b) Diğer Yazı Maddeleri:
 Kilin bütün pratikliğine rağmen, içeriğinin önemine göre çivi yazısı başka maddeler üzerine de yazılmıştır
  Bunlar içinde kilden sonra en yaygın kullanılan malzeme taştır  Bu örnekler, rölyefler, heykeller, plastik eserler, taş levhalar ve taş kaplar üzerindedir  Stylus yerine ise özel bir taşçı kalemi kullanılmıştır  Taş üzerindeki yazılar, olasılıkla kâtip tarafından tebeşir gibi bir maddeyle taslağı yapıldıktan sonra, özel ustalar tarafından kazınıyordu  Altın, gümüş, bronz ve kurşun gibi metal örnekler ise, ilke olarak taş yazıtlara benzeyen, fakat malzemeye uygun tekniklerle yazılmışlardır  Bu tabletlerin en güzel örneklerinden birini, 1986 yılında Hattu-şa'da ortaya çıkarılan, bronz antlaşma tableti oluşturmaktadır  Tam tablet biçimli olanlarının yanısıra, yine kaplar ve bronz heykeller üzerine de örnekler vardır  Bunlar dışında tahta veya fildişi tabletler de çok ilginç bir malzeme olarak kullanılmıştır  Bir çerçeve şeklinde olan bu Tahtaların yivlenerek çizilen içlerine balmumu dolduruyorclu  Yakın zamana kadar sadece Nimrud'cla (Kalhu) rastlanan örneklerden başka, Güney Anadolu'daKaş ören yerinin yakınlarındaki Uluburun koyunda yapılan gemi batığı araştırmalarında bulunan bir tahta tablet, şimdilik ilk ve tek Anadolu örneğini oluşturmaktadır  Bunun yanısıra, sadece Geç Asur döneminde kullanılmış, perdahlı pişmiş toprak üzerine fırça ile boyanarak yazılan örnekler ele vardır  Bu çivi yazısının kazınarak veya basılarak yazılmadığı tek örnektir   c) Styluslar:
 Stylus\ann ise, kamış örneklerinin yanısıra kemik, fildişi ve bronzdan yapılmış olanları da vardır
  Bunlar, büyük olasılıkla günlük yazımlar için kullanılmamışlardır  Uçları da düz, yuvarlak, üçgen olmak üzere, çeşitli şekillerde kesilmiştir  Yuvarlak uçlu olanlar, ilk tablet örnekleri üstündeki, sayıların yazımları için kullanılmışlardır  M  Ö  J7  yy  Kski Babil dönemi tabletlerinde ucu üçgen sıylus'lar kullanılırken, Asur kitaplığından gelen tabletler, clüz uçlu olanlarla yazılmışlardır  d) Zarflar:
 Yazılan tabletler eğer mektup ise bir başkasına göndermek, ekonomik içerikli iseler ele, güvenlik amacıyla zarllanmışlar-clır
  Bu uygulama daha Dr III döneminde başlamış ve özellikle idari metinlerde kullanılmıştır  Krali depolara giren veya çıkan malların listesi yapılarak, üzerinde aynı bilgilerin varolduğu kil zarf, metnin üzerine sarılmıştır  Ayrıca sorumlu olan kişi ele üzerini mühürlemiş, gereküğineJe ele zarf, kırılıp açılarak bilgilerin tutarlılığı kontrol edilmiştir  Böyle bir önlemin nedeni, yumuşak kilden yapılan zarfın üzerinde, olası bir sahtekârlığı önlemektir  Eski Babil ve Eski Asur dönemi mektupları ise, işlev açısından bugünkü zari kullanımına daha benzerlik gösterir
  Çünkü üzerlerine gönderilen kişinin ismi yazılmış ve bir de mühürlenmişlerdir  Bu tür zarflı mektupların en güzel örnekleri, Anadolu'daki Asur ticaret kolonilerinin merkezi olan, Kayseri yakınındaki Kaneş'clen (Kültepe) gelmektedir Mühürler:
 Bütün Eski Önasya dünyasında, yazının başlangıcından beri önemli bir yeri olan mühürler, günümüzde apayrı bir uzmanlık birimi haline gelmiştir
  Bu nedenle çok değişik tipoloji içeren mühürler hakkında, bu kapsamda detaylı bir bilgi vermek olanaksızdır  Çivi yazısı, özellikle bunların silindir ve damga mühür biçimli olanlarına uygulanmıştır  Mühürlerin bulla adını verdiğimiz, kil baskıları ise, orijinallerinden daha çok sayıda ele geçmiştir  Mühür yapımında kullanılan malzeme ise, çoğunlukla taştır  Daha kısıtlı sayıda, değerli taş ve madenlerden yapılan örnekler de bulunmuştur  Mühürler üzerinde özellikle kral isimlerinin yazılmış olması, bize tarihleme açısından büyük kolaylık sağlar  Çivi yazılı damga mühürlerin en güzel örneklerini ise, Hitit toprak bağış belgelen vermektedir 
 Nasıl Çözüldüler?
 Şimdiye dek çivi yazısının Sümer'de doğup, Önasya dünyasında işlerlik kazanarak, Pers dünyasına kadar yayıldığından bahsettik
  Çivi yazısı ve bu sistemle yazılan dillerin çözüm hikâyesi ise, tam ters noktada başlamış, yani bilmeceye ilk ışık tutan Eski Persçe yazıtlar olmuştur  grup üç dilli (Eski Persçe, Elamca, Babilce) kısa yazıt ve Nakş-i Rüstem yazıtlarını yayınlamış ve çivi yazısının soldan sağa yazıldığını da doğru olarak farketmiştir
  l686'da Perse-polis'i dolaşan Engelbert Kâmpfer ise, her ne kadar çözümüne bir katkısı olmasa da, yazıya o dönemden beri anıldığı adı olan Latince cuneatae "çivi biçimli" benzetmesini yakıştırmıştır  Eski Persçe'nin çözümü için gerekli olan yeterli sayıdaki yazıtı Carsten Niebuhr biraraya getirmiştir
  1765'te Persepolis'e gidip üç hafta kalarak aldığı net ve doğru kopyalar, daha sonra çözümde büyük rol oynadı  Bir kısmının ilk defa yayınlandığı metinlere dayanarak Niebuhr, ilk olarak yazıtların üç farklı versiyon içerdiğini söylemiştir  Niebuhr'un kopyalarını ilk kullanan Doğu Bilimcisi Olav Gerhard Tychsen, şimdi bizim Eski Persçe'de kullanıldığını bildiğimiz bir yatay çivinin kelime ayracı olarak kullanıldığını ve yazı sisteminin üç ayrı dil içerdiğini farketti  1802 yılında Friedrich Münter, üç dilli yazıtların Ahamenid krallarına ait olduğunu anladı  Yine Tychsen'den bağımsız olarak kelime ayracını farkede-rek, ilk versiyonun alfabetik, ikincisinin hece sistemi ve üçüncünün de ideografik olarak yazıldığını söyledi  Tam olarak gerçeği yansıtmasa da bu doğru yönde atılmış bir adımdı  Münter aynı zamanda üç dilin de aynı şeyi anlattığını ileri sürdü ve metinde geçtiğini tahmin ettiği "kral" ve "kralların kralı" ifadelerini doğru yerinde buldu  Onu bu tahmine ***üren, gelişimde yepyeni bir kapının aralanmış olmasıdır  Münter'in en büyük buluşu, ilk versiyonun bölgenin dili olan Ahamenid sülalesi krallarına ait olması gerektiği ve bunun da iran'da o dönemde yaygın olan Zerdüşt dininin kutsal kitabı Zent-Avesta'nın diline yakın olabileceğini düşünmesi oldu
  Daha önce 1771 yılında A  Duperron Zent-Avesta'nın çevirisini yapmış ve bir gramer eskizini de ortaya koymuştu  Onu izleyen Silvestre de Sacy îran eski eserleri üzerine yayınladığı bir kitapta Nakş-i Rüstem'deki Sasani kralına ait bir yazıtı incelemiştir  Hellenistik dönemden sonra Rönesansı izleyen Keşif Çağı'ndan sonra Avrupalı gezginler, Ahamenid sülalesi dönemine ait Persli kralların kayalara oyulmuş kabartmalarını ve yazıtlarını ziyaret etmeye başladılar  Çivi yazılı yazıtlar hakkında birşeyler yazan ilk kişi, 1621'de kopya ettiği 5 çivi yazısı işaretini bir mektupla Şi-raz'dan Napoli'deki bir arkadaşına gönderen, Pietro della Valle olmuştur  1666'yı izleyen yıllarda Jean Chardin, Perse-polis ve diğer yerleşimleri dolaşmış, burada kopya ettiği bir 414 satırdan oluştuğu bölümünün kopyalanması, Rawlin-son'un on yılına mal oldu
  Bu yazıt sayesinde Eski Pers dili ve yazı sistemine Grotefend'den çok daha emin ve bilinçli bir şekilde eğilme şansını yakalayan Rawlinson, çalışmalarını hızlı bir şekilde sürdürdü ve bu çabalarının sonucunu, yine Yunan tarihinden yaptığı karşılaştırmalarla, Darius'un egemenliği altındaki halkların ve kralların isimlerini metindeki yerlerinde saptayarak aldı  Avesta dili ve Sanskritçe hakkındaki bilgileriyle, Eski Persçe'nin bu dillerle olan ilgisini farketmesi, kelime anlamlarını ve gramatikal özellikleri bulmasına yardım etti  Rawlinson'un 1846 yılında Bisutun anıtı Eski Persçe bölümünün çözümünü tamamlayarak yayınlaması, bilinmeyen dillerin çözüm araştırmalarında bir dönüm noktası oluşturdu  Bu başarı Rawlinson'u 1844-47 yılları arasında, bu sefer anıtın Elamca ve Babilce versiyonlarını kopyalamaya sevk etti
  Ahamenid dönemi Elamca'sının 123 karakter içermesi nedeniyle, alfabetik olmadığı belliydi  Elde çözülmüş Eski Persçe metin olduğu için, önce orada geçen isimler Elamca'ya uygulanmaya çalışıldı  Ancak dillerdeki fonetik yapı değişik olduğu için, örneğin bugünkü bilgimizle, Yunanca Hystas-pes isminin Eski Persçe vi-i-sa-a-ta-a-sa-pa-ha-ya-a, Elamca mMi-is-da-âs-ba, Babilce mUs-ta-as-pa şeklinde yazıldığı göz önüne alınırsa, bu işin sanıldığı kadar kolay olmadığı anlaşılır  Ayrıca Eski Persçe'ye yardım eden Avestan ve Sanskrit dilleri örneğinde olduğu gibi, maalesef Elamca'nın hiç bir akrabasının saptanamaması, zorluğun bir başka yönünü oluşturuyordu  Daha önce Grotefend'in de erkek şahıs isimleri önüne gelen dikey bir çivi ile ifade edildiğini belirlediği Elam çivi yazı sistemi, ancak bir başka uzman olan Edward Hincks ile birlikte daha çok Babilce versiyon üzerinde yoğunlaşan Rawlinson'un not defterleri ve çalışmalarını verdiği Edwin Norris tarafından, 1855 yılında çözümlenebildi  Norris'in büyük bir başarıyla, Rawlinson'un saptadığı 40 özel ismi 90'a çıkarabilmesine rağmen, bu dilin halen bilinmeyen pek çok yönü vardır  Rawlinson ve Hincks'in çalışmalarını Babilce üzerinde yoğunlaştırmakta haklı sebepleri vardı
  Çünkü bu dilin, geçen yıllar içinde Mezopotamya'da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan sayısız tabletlerle ilişkili bir dil olma olasılığı yüksek görünüyordu  Çözüm için yine Ahamenid yazıtlarından yola çıkılmalı ve Bisutun anıtında saptanan özel isimler bu versiyondaki yerlerinde aranmalıydı  Ama bunu yapmak ta söylendiği kadar kolay olmadı  Herşeyden önce yazıda 300'den fazla işaret vardı ve kelime ayracı kullanılmamıştı  Bugün bizim varlığını bildiğimiz, kelimelerin kimi zaman fonetik, kimi zaman logografik, kimi zaman da her ikisinin karıştırıldığı yazımlarla ifade edilmeleri, onları her seferinde şaşkınlığa uğratıyor ve bir çözüm sistemi bulabilmelerini zorlaştırı-yordu  Bu noktada Grotefend'in çözdüğü Xerxes yazıtının Babilce versiyonu biraz kolaylık sağladı  Yine Grotefend'in saptadığı erkek isimleri önünde kullanılan determinatifle isimler ayrıştırılabilince, Eski Persçe'sinde 4 işaretle ifade edilen, "kral" kelimesi için sadece l, "büyük" ifadesi için de 2 işaret kalıyordu  Bunun nedeni Babilce sarru "kral" kelimesi yerine, bunun Sümerce'den alınmış logografik şekli LUGAL'in kullanılmış olmasıdır, rabû "büyük" ise, Sümerce-si olan GAL'in arkasına, rabû şeklinde okunması gerektiğini gösteren, fonetik tamamlayıcısı u ile birlikte yazılıp, G AL-u şeklinde yazıya geçirilmişti  Bisutun yazıtında ise matu "ülke", yine Sümerce KUR ile yazılmış, bunun çoğul hali KUR  KUR şeklinde tekrarlanmışken, bir de Sümerce çoğul eki MES eklenmişti  Bütün bunların bir anda farkına varılması hemen hemen imkânsızdı  
 
  
 Çözümün böylesine tıkandığı bir noktada, ilk olarak 1845'te Isidor Löwenstein, dikkatleri bu dilin Semitik olabileceği noktasına çekti
  Ama bu yazıda, bilinen diğer Semitik diller Arapça ve ibranca'da olduğu gibi, vokallerin önem taşımadığı bir sistem olduğunu öne sürerek, sadece bir r harfi için 7 değişik işaret saptaması, onu yanlış bir yola soktu  Onun hipotezindeki bu hatayı farkederek işaretlerin sessiz harfleri değil, sesli ve sessiz harflerin birarada yazıldığı heceleri yansıttığını saptayan, Hincks oldu ve 1850 yılında bu görüşünü açıkladı  Hincks, ab, da gibi basit hecelerin yanısıra, mur, kân gibi kompleks hecelerin de varolduğunu, bunların yeri geldiğinde mu-ur veya ka-an şeklinde de yazılabileceklerini, daha önemlisi bazı işaretlerin bir hece değerine karşılık gelmelerinin yanısıra, tek başlarına bir kelime yerini tuttuklarını ve işlevindeki geniş alanı keşfettiği determinatif olarak kullanılabileceklerini de kanıtladı  Önemli bir başka keşfin sahibi de Korsabad'da Sargon'a ait sarayın kazısını yürüten, Botta oldu
  Botta, elindeki sayısız malzemeyi kullanarak, bir metnin içinde aynı kelimenin, hem tek bir işaretle logografik, hem de açık şekliyle hece işaretleriyle yazılabileceğini gösterdi  Onun bu buluşuyla, nihayet logografik kelimelerin gerçek okunuşlarını saptamak mümkün olabildi  Çözüme son bir önemli katkı, yine Rawlinson'dan geldi
  O da farkedilmesi hiç te kolay olmayan, bir hecenin birden fazla hece değerine sahip olabileceği idi  Biraraya getirdiği bütün bu ipuçlarıyla, Bisutun'un Babilce versiyonunu da 1851 yılında yayınladı  Yazıtta saptadığı işaret değerlerinin çoğu bugün de geçerlidir ve kullandığımız işaret listelerinin temelini teşkil ederler  Babil ve Asurlular'ın dillerinde sayısız belge, özellikle sözlük listeleri bırakmış olmaları, giderek çivi yazısının daha iyi tanınmasını sağladı
  Paleografi adını verdiğimiz, işaretlerin farklı dönemlerde geçirdikleri değişimleri inceleyen bilim dalının ilk çalışmalarını başlatan da, yine Hincks oldu  Konuya uzak kalan bilim adamları ise, çağdaş yazı sistemlerinde bulunmayan, çok değerlilik ve logografik kullanımları şüphe ile karşılıyor ve bu yeni bilim dalına pek güvenmiyorlardı
  Bunun üzerine Londra'daki Royal Asiatic Society, çözüm sisteminin geçerliliğinin kanıtlanabilmesi için, Asur'da bulunmuş, Asur kralı I  Tiglat-pileser'e ait, döneminin faaliyet ve olayları hakkında bilgi veren, 793 satirli sekiz yüzlü kil prizmayı kullanmaya karar verdi  (Bkz  Resim VI  ) Bu sırada Rawlinson, Hincks'in yanısıra, yine iki uzman olan Oppert ve Talbot ta tesadüfen Londra'da bulunuyorlardı  Bu uzmanların herbirine metnin birer kopyası verildi ve özellikle birbirleriyle ilişki kurmamaları rica edilip, çözümlerini kapalı zarflar içinde teslim etmeleri istendi  Yapılan karşılaştırmalar sonucunda dört çözüm de önemli oranda birbiriyle tutarlılık gösterince, çivi yazısı çözüm sistemini bilimsel olarak yayınlayabilmek için hiç bir engel kalmadı  19- yy
  'm ikinci yarısı ve 20  yy  başlarında yapılan araştırmalar, Assiroloji'yi değerli bir filolojik bilim dalı haline getirdi  Mezopotamya'nın yanısıra, Anadolu'da da başlatılan kazı çalışmaları, yine bu yazı sistemi ile yazılmış, ancak farklı diller içeren binlerce tableti gün ışığına çıkardı  Ancak Babil ve Asur, daha doğrusu Akkad çivi yazısının kanıtlanmasından sonraki evreler için, deşifre etmek veya çözmek deyimlerini kullanmak pek doğru olmaz  Çünkü bir yazı sisteminin okunabilmesi ile içerdiği dilin anlaşılabilmesi arasında çok büyük bir fark vardır  Bunu hiç yabancı dil bilmeyen bir Türk araştırmacının Çince ve ingilizce karşısındaki konumuna benzetebiliriz  Yazı sistemi hakkında hiçbirşey bilmediği Çince karşısında çaresiz kalırken, dilini anlamasa da, Latin alfabesi ile yazılmış olduğu için, ingilizce'yi en azından okuma şansına sahip olacaktır  Bu noktada uzmanlar ve bilim adamları artık iki önemli anahtarın kendilerine yardımcı olmasını beklediler  Çift, üç veya daha çok dilde yazılmış tabletlerin bulunması ve okunabilen dilin yaşayan başka dillerle olan akrabalık ilişkilerinin ortaya çıkarılması  
 
 
  
 
 Nitekim Babilliler tarafından, rahip okullarında, benzetme yerindeyse, Ortaçağ Latincesi gibi öğretilen Sümerce'nin, daha o dönemde ölmüş olmasına rağmen, sayısız dini, mitolojik ve edebi metinlerde Babilce çevirileri ile kopya edilmesi ve sözlük listeleri ile gramere ait özelliklerinin de kaydedilmiş olması, dilin anlaşılmasında kolaylık sağladı
  Son yıllarda sayıları artan çift dilli metinlerle hakkında giderek daha fazla bilgi sahibi olduğumuz Hurrice ise, ilk dönemlerde ancak Tuşratta'nın Mısır'a gönderdiği Hurrice mektubunun içerik açısından ona benzerlik gösteren Akkadça mektuplarıyla yapılan karşılaştırmalarla biraz okunabildi  Onunla yakınlığı saptanan Urartuca'nın anlaşılmasına ise, kısmen yapılan karşılaştırmalar, kısmen basmakalıp tekrarlanan logografik ve fonetik yazımların bir arada kullanılmış olması, kısmen de bulunan Urartuca-Asurca çift dilli yazıtlar yardım etti  Hititçe metinlerin okunması ise, diğerlerine oranla çok daha sansasyonel oldu
  1906 yılında Boğazköy'de başlayan kazılarla ortaya çıkarılan onbinlerce tablet, Eski Babil yazı sistemi kullanılmış olduğu için, kolayca okundu  Ancak kullandığı dil, hiç te çivi yazısı kullanan diğerlerine benzemiyordu  Bulunan çift ve üç dilli metinler ve sözlük tabletleri de, diğer metin gruplarında çok seyrek geçen sözcüklerin, özellikle gramatikal yapılarının, anlaşılmasına yardımcı olamıyordu  Birinci Dünya Savaşı'nın başlangıç yıllarında Profesör Bedrich Hrozny, Hititçe metinler üzerinde çalışmaya başladı  Yaptığı bazı etimolojik çalışmalar ve benzer kelimeler, şaşırtıcı bir şekilde onu bu dilin bir Hint-Avrupa dili olabileceği düşüncesine ***ürdü  Aslında bu görüş, daha önce, 1902 yılında, Tell-el-Amarna'da bulunan 2 Hititçe tablet üzerinde çalışan, J  A  Knudtzon tarafından da öne sürülmüş, ancak bu buluş, diğer bilim adamları arasında kendine hiç yandaş bulamadığı için, ciddiye alınmamıştı  Hrozny'nin özellikle üzerinde durduğu bir cümlede, Hititçe watar "su" (Almanca "Wasser", ingilizce "water") ve Hititçe ed- "yemek" (Almanca "essen", Latince "edere") kelimelerini saptaması, onu daha cesaretlendirdi  Burada hemen şunu belirtelim ki, dillerarası akrabalıkların saptanmasında, sadece kelimelerin yarattığı çağrışımlar, tek başlarına belirleyici bir kriter oluşturamazlar  Günümüzde de bu bağları kurabilmek isteyen pek çok kişinin yanılmasına yol açan bu metod, nitekim ilk çalışmalarında bulduğu doğru karşılıkların yanısı-ra, Hrozny'e de hata yaptırdı  Herşeye rağmen değerini azaltmayacak bu buluşunu 1915'te Berlin'de sundu ve 1917 yılında da bir kitapla yayınladı  Kitabın eksik ve hatalı yönleri de 1920 yılında bir Hint-Avrupa bilimcisi olan Ferdinand Sommer tarafından tamamlandı  Bugün halen yoğun biçimde sürdürülen kazı çalışmaları ve filolojik araştırmalar, her çivi yazılı dilin ayrı bir bilim ve uzmanlık dalı olarak gelişmesini sağlamıştır
  Bilinmeyene karşı duyulan bu ilginin yoğunluğu ,her geçen gün bilgi birikimimize yeni ürünler katan araştırmalarla, hiç şüphesiz halen çözülememiş ya da hakkında çok az şey bildiğimiz yazı sistemleri ve dillerin de gün ışığına çıkarılmasına olanak tanıyacaktır  
 |