Mountain
|
Cevap : Atatürk'ün Çocukluk Anıları - Kardeşim Mustafa
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: CİVCİVLER HOROZ OLDU
Dayımın çiftliğinde günler birbiri ardına geçip giderken, bir gün dayım torba dolusu civcivle çıkageldi: Koş Mustafa koş, bak sana civciv getirdim Onları besle, büyüt, dedi Ben bir sandalyeye oturdum Saydım, civcivler on taneydi Makbule ile Naciye civcivleri besleyip büyütmeme yardımcı olacaktı
Geçen günlerle birlikte civcivlerin azalmaya başladığını fark ettim Çiftliğin bahçesinde dolaşan bir kedi vardı ve civcivleri o kapıyordu Çiftliğe geldikleri ilk gün orta yere bıraktığımızda dört civciv yanıma geliyordu Beni tercih etmeyenler, Makbule ile Naciye'nin yanına gidiyordu Kedi onların civcivlerini yedi Bana inanan dört tanesini büyüttüm Hepsi horoz oldu
--------------------------------------------------------------------------
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: EVCİLİK ANISI
Çocukluk çağında yaşadığım unutamadığım anıların başında evcilik anısı vardır Selanik'te sekiz on yaşları arasında komşu kızları evlerinin önüne kilim serer ve evcilik oynardı Türk çocukları değil ama ermeni ve rum çocukları bunlara rahat vermez, tepelerine dikilir, alay ederdi Ermeni Krikor: Vay Fatoş, kurmuşsun evini, bakarsın rahatına Şu kıza çocuğum dersin, yoktur bunun babası?
Rum Yorgo: Olurum ben o çocuğa baba Yeter ki kapın açık olsun
Fatoş, sonunda alaylardan bıkmış ve evcilik oyununa bir baba aramış Sonunda beni buldu Olanları anlattı Biz evcilik oynarken, baba olur musun, dedi Ben hiç düşünmeden evet dedim Olaylar gözümün önünde cereyan ediyordu ve görünen köy kılavuz istemezdi
Ertesi gün Fatoşların evinin önüne kilim serilmişti Temsilde anne Fatoş ve iki kızı yemek yapıyordu Ben kilimin ortasında oturuyor ve baba rolündeydim Ermeni ve rum çocuklar gelip geçiyor ve bana bakıyordu O gün tek laf atan, ileri geri konuşan olmadı Selanikli Mustafa derlerdi bana Sonraki günlerde çağırdığı zaman Fatoş'un yardımına koştum Baba rolü oynadım Bu zaman süresince sataşma olmadı Ermeni ve rum çocuklar, dilleri damaklarına yapışmış vaziyette geçip gitti
--------------------------------------------------------------------------
DÜŞMANIM ÇOK ŞU ANDA
İki yaşındaki Mustafa abisi Ahmet ile Selanik'in toprak sokağında gidiyordu Şu temmuz sıcağında deniz kıyısı en iyi yerdi Ege denizi, adaları çok olan prima bir yerdi Görkemli bir dev, adadan adaya ayak basar, ayağını suya değdirmeden Girit'e ulaşırdı
Ortaçağ kalığı zihniyete bel bağlamadan, özgün fikir üreten Selanik'in yıldız çocukları, atılım içindeydi Aralarında tartışma oluyordu Bugünkü konuşmaların odak noktası: Dünya dursa ne olurdu? Birkaç saattir süren fikir ayrılıkları neredeyse kavgaya dönüşecekti ki, Ahmet ile kardeşi Mustafa ufukta göründü Çocuklar, bunlar Ahmet ve Mustafa Olayı onlara anlatalım, onlar ne derse kabullenelim, düşüncesinde birleştiler
Dünya dursa ne olur sorusuna Ahmet: Dünyadaki yaşam son bulur, dedi Bak biz de öyle dedik, siz karşı çıktınız, diyenler sesini yükseltince tartışma giderek alevlendi Bunun üzerine Ahmet, iki elini havaya kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra herkes sustu Ali şöyle dedi, Veli böyle dedi, demeyi bırakalım ve Mustafa'ya kulak verelim Mustafa ne derse o olsun, tamam mı, deyince herkes tamam dedi
Ahmet: Mustafa dünya dursa ne olur? diye sordu
Mustafa: Dünya durmaz, döner, dedi ve bütün ağızlar açık kaldı
---------------------------------------------------------------------------
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU - ÇİĞDEM TOPLADIK
Bir kış günü sabahı saat 8 sularında Zübeyde Hanım uyanmıştı Sağa-sola bakındı Ali Rıza Bey derin uykudaydı Gümrük memuru olduğu için, geç yatmıştı çünkü ertesi gün tatildi Öğleden önce kalkmazdı Zübeyde Hanım çocukların odasına yöneldi İki yaşındaki Mustafa yatağında uyuyordu Abileri Ahmet ve Ömer yataklarında yoktu Beyninden vurulmuşa döndü Kim, neden yavrularını annesinden ayırırdı? Bu durum inanılmaz bir vurdumduymazlık değil miydi? Kim, ne isterdi bir çocuktan? Diğer odaya baktı Bahçeye çıktı Sarışın, mavi gözlüm dediği , canları Ahmet ile Ömer ellerinde birer toprak tencere olduğu halde geliyordu Oğulları yanına gelince Zübeyde Hanım sordu: Sabahın körü yatağınızda yoksunuz Bu tencereler de neyin nesi? Bunların içinde ne var?
Ahmet: Anne, gece çiğ yağdı, biz de çiğdem topladık Hani saksıdaki güllerim, sümbüllerim soluyor dediydin ya, biz de bu durumun önüne geçmek istedik
Zübeyde Hanım'ın izin vermesiyle oğulları saksılara çiğdem döktü Aradan günler geçtikçe solmaya yüz tutan güller, sümbüller canlandı, çiçek açtı
SON
-----------------------------------------------------------------
GÜVERCİN YAVRULARI
Ali Rıza Bey ile Zübeyde Hanım'ın oğulları Ahmet ile Ömer, Selanik'teki evlerinin bahçesinde geziniyordu Bu bahçedeki ağaçlara nedense güvercinler daha çok konardı İlkbaharın gelmesiyle birlikte güvercinler yumurtlar ve günler sonra yumurtadan yavrular çıkınca bunları besler, yavrular, büyüdükten sonra yuvadan uçup giderdi Ahmet ile Ömer bu durumu alkışlardı
Yıl 1883 Ahmet 9, Ömer 8 yaşında Bir ilkbahar sabahı Ahmet sabah erkenden kuş cıvıltılarına uyandı Kardeşi Ömer'i uyandırıp birlikte bahçeye çıktı Günlerdir takip ettikleri güvercin yuvasındaki 4 yumurtadan 4 yavru güvercin dünyaya gelmişti Anne ve baba güvercin yavrularına yiyecek bulmak için, uçup gitti Aniden gökyüzünde bir kartal belirdi ve dönerek alçalarak yuvanın başına kondu Bir kaç dakika sonra yuvada yavru kalmamıştı
Ahmet ile Ömer bu durumu korku dolu gözlerle izledikten sonra eve kaçtı ve bahçe kapısını içeriden kilitledi Tam doymayan kartal bahçe kapısına doğru hamle yaptı ve kapıya çarpıp yere düştü Daha sonra uçup giden kartal bir daha oralarda görünmedi
------------------------------------------------------------------------
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: İYİ YÜREKLİ KIZ
Atatürk'ün ablası Fatma dört yaşındaydı Bir bebeği vardı, onunla oynuyordu ama bu yetmiyordu Canı çok sıkılıyordu Mutfakta yemek pişiren annesinin yanına gitti Anne, yanına geldim ama bana masal anlatmanı istemiyorum Bana anlatacak bir hikayen var mı?
Annesi: Aman kızım, ne demek? Sen iste yeter ki benim masallar kadar anlatacak hikayelerim de pek çoktur Bir adam varmış, insanları çok severmiş Fakirlere yardım etmek istermiş ama cebinde parası yokmuş Ah, bir param olsa da şu dünyada fakir kalmasa, diye düşünürmüş Bu adam sonunda altmış dört yaşına girmiş Ben en azından bir bu kadar daha yaşarım, dermiş
Bir gün bu adam yol kenarından giderken, ilaç satan bir dükkanın önünden geçiyormuş Orada çalışan tezgahtar on altı yaşlarında bir kızmış Bu adama gülümsemiş ve selam vermiş Adam da gülümsemiş ve kızın selamını almış Aradan günler, aylar, yıllar geçmiş
Bir gün bu adam dağda, bayırda gezerken bir sandık altın bulmuş Sandığı sırtladığı gibi evine taşımış Zaman içinde altınların bir kısmını harcamış Kalanı son nefesini vermeden önce iyi yürekli kıza bağışlamış İyi yürekli kız altınların kimden geldiğini anlayamamış ama yıllarla altınları harcamış Köşklerde yaşamış
Fatma: Anne, hikaye çok güzeldi, demiş Mutfaktan çıkmış, odasına gitmiş Acaba ben de günün birinde böyle bir sandık altın bulabilir miyim, diye düşüncelere dalmış
SON
--------------------------------------------------------------------------
ARKADAŞIM MUHAN
Atatürk'ün abisi Ahmet 9 yaşındaydı Selanik'te komşu kadınlar bir evde toplanmıştı Aralarında güncel olayları konuşuyor ve dedikodu yapıyordu Evin oğlu Muhan, Ahmet ve bir arkadaşı ayrı odada akılları yettiğince devlet yönetimi üzerinde fikir üretiyor, yorum yapıyordu Ahmet, bu gidişat kötüdür, sonuç karanlıktır Mutlaka aydınlığa çıkılması gerekir, diye anlatırken, Muhan sözünü kesti: Senin aklın kesiyor da yöneticinin aklı kesmiyor mu? O kadar yardımcısı var Bunlar boşa mı kürek çekiyor? dedi
Ahmet: O ve onlar, bu durumu fark ediyordur ama önlemini almıyordur Bu düzenin değişmesini istiyordur Benim annem Türk ve ben yönetici olsam benim destekçim olurdu Eğer annem fransız veya italyan olsa beni yanlış yönlendirirdi Bilmem anlatabildim mi? dedi
Ahmet sözlerini bitirdikten sonra kısa bir sessizlik oldu Diğer arkadaşı Muhan'a lavabonun nerede olduğunu sordu İkisi birlikte odadan çıktı Ahmet yalnız kalmıştı Muhan'ın üstüne oturduğu minder Ahmet'in ve arkadaşının minderinden daha büyüktü Ahmet minderini bırakıp Muhan'ın minderine oturmak istedi Minderi kaldırdığında altında kağıt para olduğunu gördü Anında minderin üstüne oturdu ve içini bir korku kapladı Bu para kaybolursa ve sonradan sen aldın derlerse, ne yapardı? Korku dolu gözlerle hayata bakarken, iki arkadaşı az sonra geldi Ahmet'in ağzını bıçak açmadı ve onlar gündelik konulardan konuştu Daha sonra annesi Zübeyde Hanım odanın kapısını açıp, haydi Ahmet, gidiyoruz, dedi Arkadaşları odadan çıkınca son bir kez minderin altına baktı Para orada duruyordu Gönül rahatlığı içinde odadan çıktı ve annesiyle birlikte eve doğru yürüdü
--------------------------------------------------------------------
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLUĞU: GERÇEK BİR HİKAYE
Atatürk'ün ağabeyi Ahmet masalları sevmezdi Bire bin katılarak anlatılan ve çocukların hayal dünyalarını olumsuz yönde etkileyen masallardan hoşlanmazdı Devler ve cüceler, dünyada bir zamanlar yaşamışlardı Sen on metrelik bir devi bir buçuk metre boyundaki Keloğlan'a rakip olarak gösteremezdin Annesi Zübeyde Hanım mutfaktayken, Ahmet geldi: Anne, gerçekten yaşanmış bir hikaye biliyorsan anlat yoksa konuşmasak da olur Ben burada sessizce oturur ve senin yemek yapmanı ilgiyle izlerim, dedi
Annesi: Aman oğlum, sen iste, ben sana istemediğin kadar gerçekten yaşanmış hikaye anlatırım Şu yaşadığımız zaman diliminde bir Mehmet Bey varmış Bu Mehmet Bey'in buğday, arpa tarlaları, üzüm bağları, portakal, elma, armut bahçeleri bulunuyormuş Hanımının adı Asiye'ymiş Uzun boyluymuş Asiye Hanım'ın da tarlaları çokmuş Bunların Emin, Zehra, Remziye ve Recep adında dört çocuğu varmış Emin zaptiye ( polis ) olmuş Evlenmiş, çocukları olmuş Zehra da evlenmiş Damat bey Nurettin çok hayırlı biriymiş! Zehra'nın babası ve annesi ile sohbeti koyulaştırmış Babam benim, canım annem ile başlayan afralı tafralı konuşmalarıyla Mehmet Bey ve Asiye Hanım'dan tapuları birer birer almış Bunun üzerine Nurettin tarlaları, bahçeleri satmış ve lokantalarda, gazinolarda herkese yemek ve içki ısmarlamış Lokantaların önüne masa, sandalye koydurmuş Ali gel, Veli gel diyerek evine, işine gideni yolundan döndürmüş Onları beslemiş
Aradan günler, aylar geçmiş Paralar suyunu çekmiş Mehmet Bey ve Asiye Hanım'ın elinde sadece bir buğday tarlası kalmış Daha sonra bu damat İstanbul'a taşınmış İki oğlu, bir kızı varmış Ailesiyle birlikte uzun yıllar yaşamış Sonradan hepsi aramızdan ayrılmış
O son kalan buğday tarlasının ortasına ekilmediği bir yıl adamın biri bir ev yapmış Tarla sahipliymiş Mahkeme olmuş, kadıya gidilmiş Adam, boş tarla, ne bileyim, sahipsiz sandım Yeter ki evimi yıkmayın, demiş Mahkeme uzamış, gitmiş Aradan uzun yıllar geçmiş Nice kadılar, hakimler gelmiş, geçmiş Mehmet Bey ve Asiye Hanım bu dünyadan göçünce mirasçıları olan çocukları ve torunları mahkemeye çağrılır olmuş
Ahmet: Anne, öyle bir hikaye anlattın ki benim dünyamı değiştirdin Bambaşka bir Ahmet oldum Şu an kendimi yüz yaşında hissediyorum Yüz yıl daha yaşar mıyım, bilinmez Sen böyle hikayeler aklına geldikçe bana anlat Ben ilgimi senden esirgemem
SON
Atatürk'ün Çocukluğu - Ezgi Yayınları - Yayın Yılı: Aralık 1994
|