| 
Prof. Dr. Sinsi
 | 
				  Popüler Kültür Ve Halk Kültürü Edebiyat Dersi Detaylı Konu Anlatımı Ödev 
 
             Popüler Kültür ve Halk Kültürü
 Mart 1998’de Dil Tarih Coğrafya Fakültesindeki konferanstaki sunum
 
 İrfan Erdoğan
 
 ……
  1960 ve 70’lerdeki popüler ve popüler kültür tanımı ile günümüzdekinin farkı… Popüler’in illegalliği ve kapitalist pazarın popüleri gaspedişi… Halk kültürünün direnişi, yok edilişi, emilişi, yozlaştırılışı, sömürülüşü, marjinal biçime düşürülüşü…   
 Halk yere ve zamana bağımlı ortaklığı anlatır
  Halk’ta aynı zamanda sömürülme, hem materyal hem de ruhsal sömürülme ortaklığı vardır  Halkta egemenliğe ve mücadeleye çeşitli biçimlerde katılma vardır  Halk kültürü yere ve zamana bağımlının kendini anlatışı, kendini ifadesidir  Bu ifadenin anlamı ille ki kendisi için kendini anlatma değildir… 
 DÜNÜN HALK KÜLTÜRÜ:
 
 … Aynı yer ve zamanda yaşayan insanların kendi için, kendini kendine ve dışına ifadesiydi… Yaratan kendindendi ve kendisiyle kalıyordu… Kendi oyunu ve oyuncağını… kendi eğlencesini… kendi egemenlik ve mücadelesini… kendini kendisinin yaratması…
  
 KENDİ YERİMİZ VE ZAMANIMIZ DIŞINDAN GELEN KÜLTÜRE GEÇİŞ: Halk kültürünün iğfal edilmeye başlanması… Bir egemenliğin yitirilip yeni egemenliğin başlamasındaki geçiş dönemi… Elbette daha dün başlamadı Anadolu’da… İki egemenliğin çatışması Örnek: Köy hocasının imiğimizi sıkması ve bize “önce müslümanın, sonra Türküm” dedirtmesi… Kemalist devrimle gelen Batı kültürüyle Anadolu’daki Orta Doğu Arap diniyle (ve çıkarıyla) etkilenmiş kültürün çatışması…
 
 HALK KÜLTÜRÜNÜN BUGÜNÜ; Yeni egemenlikte halk kültürüne ne oldu?
 
 a
  Sermaye yapısının çıkarına uygun değilse, para yapamayacaksa, karşıtlığı ifade ediyorsa, halk kültürü (yapış ve ifade biçimi) yok edildi ve onun yerini dini ve laik ideolojilerin gerisindeki sermayenin malını satış kültürü oldu  ÇOCUK OYUNLARIMIZ VE OYUNCAKLARIMIZI biz yapmıyoruz artık; bizim yaşamımızın öyküsü değil; egemenliğin ve sömürünün serüvenleri; üzerimizdeki sömürünün meşrulaştırma pratikleri… Artık halk kültürü fabrikadaki, iş yerindeki, bürodaki egemenlik ilişkileriyle yaratılanın ifadesi… 
 b
  Sermaye’ye faydalıysa, sermayenin popüler kültürüne dönüştürüldü: Düğün, bayramlar   
 c
  Ya da direnişin kültürü biçiminde gericiliği, faşizmi, ilericiliği, sosyalizmi temsil eden marjinallikte mücadele vermektedir… 
 ARTIK HALK KÜLTÜRÜ yeni egemenliğin buzdolabı, çamaşır makinesi, cola, soda, moda, birahane, CINE 5’li kahvehanelerdeki post-modern egemenliğe giden kültür oldu…
 
 POPÜLER KÜLTÜR, kapitalist üretim biçiminin kendini her saniye yapış ve bu yapışı anlatış biçimidir
  Bu biçimde savunular ve saldırılar vardır  Walt Disney Çizgi filmlerindeki faşist yöntemin her saniye kullanıldığını anlattığımda, ona anlatmadığım halde, orada beni dinleyen küçük yeğenimin “asıl faşist sensin” diye Walt Disney’i koruması ve bunun anlamı……  
 1
  İÇERİĞİ: Kapitalist ekonomik ve siyasal yapının günlük işleyişi…  meşrulaştırma ve satma… 
 2
  ÜRETIM KARARI: Popüler kültürün üretimine, nerde, nasıl, hangi koşullarda ne kadar, kimin için ve ne tarzda üretileceğine kim karar veriyor? Halk için ve halk tarafından?…  Elbette mal üretimi halk tarafından; fakat üretim kararı ve amaç, fayda halka rağmendir  REVLON ÖRNEĞİ   Neyin nerede ve nasıl üretileceğine karar verme halkın kendi zamanı ve yerinde değil, gasp edilmiş zaman ve yerde olur  
 Popüler kültür ücretli maaşlı köleliğin çalıştırma, ezme ve ezdirme kültürüdür
  Kölelere verilen popüler seçenek, üretim kararında İŞ veya İŞSİZLİKtir   
 3
  TÜKETİM KARARI: Neyin tüketileceğine talep mi karar veriyor? MCDonald ekmek değil   Neyin popüler olacağına karar veren halk mı oluyor? Halk almazsa? Alacak, çünkü popüler kültür ücretli maaşlı kölenin iş dışı zamanının kolonileştirildiği kültürdür  Popüler kültürün insanı üretim koşulları elinden alınıp üretimde ücretli köleliğe düşürülmüş insan değil, tüketim kölesidir  KULLAN VE AT  
 4
  Popüler kültür alınıp satılan mal ve ilişkidir: Popüler kültür maldır  
 5
  Popüler kültür kölelikte aynı anda köleliğe talim, alışma, alıştırılma, boyun sunma ve boyun sundurmadır  Sermayenin kar mücadelesine sermaye için katılmadır  
 6
  Popüler kültürün ideolojisi özel teşebbüs yapış biçimini meşrulaştırır ve evrenselleştirir  
 7
  Popüler kültür katılanların söyleminde cehaletin bilgiçlik taslamasıdır: Kölenin özgürlük iddiası 
 8
  Popüler kültür burjuva bayağılığının kendini modern ve uygar olarak sunmasıdır 
 9
  Popüler kültür sermaye düzeninin zorbalığının kendini demokratik olarak sunmasıdır  
 10
  Popüler kültür kendi materyal temelini yansıtır  Salı pazarındaki satıcıya taş çıkartacak kadar sahtekar ve dolandırıcıdır: Heterojenlikten, SEN’in SEN olduğundan bahseder: sen sana baktığında, SEN senden geçerek oluşan moda homojenini görürsün  Standartlaşmada SEN standart oldukça sensin  Big Mac ancak BigMac’larla big Mac’tir  
 11
  Popular kültür mekaniksel ve elektronik çoğaltmayla niceliksel fazlalık ve niteliksel yoksulluğun kültürüdür  BAYİDEKİ KADIN DERGİLERİ  
 12
  Post-modern kültürün popülerliği, çok uluslu şirketlerin egemenliğini heceler: Post-modernizmde post-emperyalizmin ve sömürünün sanatla, müzikle, siyasalla, ekonomikle satışı yapılır  
 13
  Popüler kültür günümüzdeki koşullarda kaybedilmiş bir alandaki egemenlik ve mücadeledir  Popüler kavramı işgal edilmişliği ve gasp edilmişliği anlatır  
 14
  Popüler kültür egemenlik ve mücadele alanıdır  Köleliğimize katılarak egemenliği yürüttüğümüz ve mücadele verdiğimiz alan… 
 KÜRESELLEŞME KARŞISINDA
 
 TÜRK HALK KÜLTÜRÜ
 
 Günümüzde, dünya genelinde tartışılan temel konulardan biri “küreselleşme”dir
  Küreselleşme emperyalizmin diğer bir adıdır  Küresel hiyerarşi içinde bir ülkenin konumu onun dünya pazarlarındaki rekabet kapasitesiyle tanımlanır  Rekabetin en büyük düşmanı ise tekelleşmedir  
 Küreselleşme kavramı ile birlikte “bölgeselleşme” de gündeme gelmiştir
  Gerek küreselleşme ve gerekse bölgeselleşme kavramlarıyla birlikte “ulus-devlet” yapısı da sorgulanmaya, ne olduğu veya ne olmadığı tartışılmaya, geleceği konusunda endişeler dile getirilmeye başlanmıştır  
 Küreselleşmenin tanımı bir çok şekilde yapılmıştır
  Amerikan Ulusal Savunma Üniversitesi küreselleşmeyi “malların, hizmetlerin, paranın, teknolojinin, fikirlerin, enformasyonun, kültürün ve halkların hızlı ve sürekli biçimde sınır ötesi akışı” olarak tanımlamaktadır  
 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu da küreselleşmeyi “sadece ekonomik olmayan, sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal boyutları olan bir süreç” olarak belirtmektedir
  
 Birkaç merkezli olan bugünkü dünya sisteminde, tekelin merkezleri anamalcı (kapitalist) ülkelerdir
  Bu iki merkez, sosyalist bloğun yıkılmasından önce de vardı  Bu merkezlerden birisi Amerika Birleşik Devletleri, diğeri Avrupa Birliği’dir  Dünyada varlıklarını sürdürmek ve gelişmek durumunda olan, eski sosyalist bloğun güçlü ülkelerinin bulunduğu Asya ve Uzak Doğu da üçüncü merkez olma uğraşı içindedir  Bu Asya merkezli ülkeler de üretimlerini dünya çapında ve dünya piyasalarını göz önünde bulundurarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır  Ancak şu anda küreselleşmenin üçüncü merkezi olamamışlardır  Merkezlerin üreticileri, bütün dünyayı tek bir pazar olarak görmektedirler  Mevcut bugünkü iki merkez, küreselleşme adı altında "beş tekel” adını verdiğimiz tekelleri ellerinde tutmaya çalışmaktadırlar  Eşit şartlara bağlı bulunmayan rekabetçi dünyada, bu tekellerin aslında dünyanın geleceğini tehdit ettiğini söyleyenler de vardır  Bu “beş tekel” şunlardır: 1) Teknolojik tekel, 2) Dünya finans pazarlarının finansal denetimi, 3) Doğal kaynakların tekelci kullanımı, 4) Medya, iletişim ve kültür tekeli, 5) Kitlesel yok etme silahları üzerindeki tekelleşme  
 Bu beş tekelden emperyalizm hiç vazgeçmez
  Bu durum bugün vardır ama dün de vardı  Bu beş tekelden her biri başlı başına ve kendi içinde önem taşır  Bizler kültür adamları ve kültür kurumları olarak bunların içinde “medya, iletişim ve kültür tekeli” konusuna önem veriyor ve ön planda tutuyoruz  
 Dünyada bugün küreselleşme konusunda iki zıt görüş bulunmaktadır
  Kimileri küreselleşmenin tabiatı gereği yıkıcı olduğunu söylemektedir  Kimileri ise yaratıcı ve temiz bir çevre ile daha etkin bir hukuk sistemini ortaya koyabileceğini iddia etmektedirler  
 Şükür ki; küreselleşme tanımı içinde bulunan halkların sınır ötesi akışı bugün şimdilik engellenmektedir
  Bu iki zıt görüşten elde ettiğimiz diğer bir gerçek de şudur ki, küreselleşme sadece ekonomik boyutla sınırlı değildir  Yukarıda söylediğim gibi bizi ilgilendiren yanı, kültürel tarafıdır  
 Küreselleşmenin gelişimi ve tarihî süreci nasıl olmuştur? Bu konu, aynı tanımın da olduğu gibi tartışmalıdır
  Bazı düşün adamları bu oluşumun 19  yüzyılda başlayıp 1920’lere kadar ilk aşamasını katetdiğini iddia etmektedirler  Bazıları ise küreselleşmenin 15  yüzyılın sonlarında ortaya çıktığını söylemektedirler  Bize göre küreselleşme belki de tekerleğin buluşu ile başlatılabilir  Bu bakış açısından başlarsak; ilk keşifler, ekonomik ilişkilerin ilk adımı olmuştur  1490 yılında Batı’nın denizler ötesi keşiflere başlamasından önceki döneme I  Dönem Küreselleşme, 1890 yılında misyonerlik faaliyetlerinin ardından gelen ticaret şirketlerinin dünyaya yayılması II  Dönem Küreselleşme olarak düşünülebilinir  III  Dönem Küreselleşme ise 1890 yılından sonraki günümüze ulaşan oluşumlardır  Avrupa Birliğinin 1951 yılında oluşumu ile küreselleşme ekonomik kimliğinin yanında kültürel kimlik kazanma durumuna gelmiştir  
 “Ulus-Devlet” olmanın ön şartı; kendi kültürel değerleri korumak, tekelci kültüre karşı durmaktır
  Küreselleşme bugün sihirli bir deynek olarak gösterilmektedir  Bu deyneğin değdiği her yer güllük-gülistanlık olacaktır gibi düşünülmektedir  Oysa ki “ulus-devlet” olma iddiasında bulunan ülkelerin halkları, bu sihire kendilerini kaptırırlarsa; o devlet, uluslar arası emperyalizmin kucağındadır ve sömürülüyor demektir  
 Küreselleşmenin tekeline karşı uyanık olanlar ve direnenler; kendi kültürel değerleriyle, etnik varlıklarıyla, dilleriyle, toplumsal gelenek-görenekleriyle, etik kurallarıyla, tarihiyle, coğrafi konumuyla “ulus-devlet” olmanın gereğini yerine getiriyor demektir
  
 Günümüzde küreselleşme ile birlikte bölgeselleşme de gündemdedir
  Bu iki zıt olgu birbirini çağrıştırır  Dünya küreselleştikçe alt etnik gruplar kendi coğrafyaları içinde, hatta parça coğrafyalarda, bölgeselleşmeye doğru giderler  Bölgeyi şöyle tanımlamak mümkündür: “Birim olarak bütünlük gösteren bir yeryüzü parçasının içinde yer alan kendine özgü coğrafî, sosyal, ekonomik, siyasî, kültürel nitelikleri olan ve kendisini de küçük alt parçalara ayırabilen alanlardır  
 Burada bölgeselleşme ile federal ulus-devlet yapısını birbirinden ayırmak gerekir
  Federal ulus-devlet, kendi kendini belirleme hakkına sahip siyasî bir oluşumdur  Ama üniter devlete, bölgesel yapı ve kendi kendine belirleme hakkı tek bir topluma tanınmıştır  O da millettir  Yalnız şu bir gerçek ki ekonomik bölgeselleşme, etnik ve kültürel bölgeselleşmeyi ön plana çıkarır  Üniter devletin yapacağı şey, bölgeler arasındaki ekonomik farklılığı ortadan kaldırmaktadır  Bu, sonuçta etnik ve kültürel farklılığı da ortadan kaldırabilir düşüncesindeyiz  
 Küreselleşmenin hızla yayılması, bölgesel etnik ve kültürel oluşumu da hızlandırmıştır
  Teknolojiden, iletişimden, medyadan en çok bölgesel etnik oluşumlar yararlanmıştır  1960 ve 1970 yıllarında özellikle alt kültür olarak konuyu incelediğimizde, meselâ; İspanya’da Bask ve Bretor bölgelerinde olduğu gibi azınlık dil ve kültürlerin yeniden gündeme geldiğini görürüz  Bunlar kapitalist sistemin araçlarından faydalanarak dünyaya kendi kültür ve bakış açılarını yaymaya çalışmışlardır  
 Yakın dönemlerde Türk toplumuna baktığımızda bu yararlanmanın bazı bölge insanları için nasıl önem kazandığını görebiliriz
  Azerbaycan’daki Dağıstan halkları içinde Lezgiler bulunuyor  Azerbaycan’daki Lezgi nüfusu 171  000’dir  Lezgiler, Dağıstan sınırına yakın yerlerde yaşarlar  Bunlar müstakil bir “Lezgi Devleti” kurmak için yakın geçmişte bir takım girişimde bulunmuşlardır  Bu kadar az bir nüfusa sahip olan Lezgilerin nasıl ayrı bir devlet olmak istediklerine tanık olmaktayız  
 Pek haklı olarak, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Mary Robinson; Stocholm’da düzenlenen ve 40 ülkeden 450 temsilcinin katıldığı “Uluslar Arası Hoşgörüsüzlük, Yahudi Düşmanlığı ve Irkçılık Formu”nun açılışında yaptığı konuşmada; kin ve önyargı mesajlarının yayımlandığı internetin bazılarının elinde ırkçılık silâhına dönüştüğünü ifade etmiştir
  Mary Robinson; küreselleşmenin de ırkçılığın yayılmasına katkıda bulunacak sonuçlar doğurduğunu söylemiştir  
 Küreselleşmenin yol açtığı bölgeselleşme, ekonomik veya kültürel bazda ayrımcı hareketlere de yol açmaktadır
  Tüm alt gruplar; üniter devlet için de kendi alanlarını isteyen, burada üniter yapı içinde yaşamayı düşünen gruplar değildir, giderek ayrılıkçı hareketleri savunabilirler ve bunun mücadelesine girerler  Bunun örneğini İspanya’da Bask bölgesinde gördüğümüz gibi, Türkiye’de de yaşamaktayız  
 Avrupa Birliği, 1951 yılında kurulduğundan bu yana, bu uluslar arası kuruluşa üye ülkeler yetkilerinin bir bölümünü bu üst kuruluşa ve kendi toprakları içindeki bölgesel kuruluşlara devretmişlerdir
  Bizim gibi uniter devlet yapısında bulunan “ulus-devlet” olduğunu iddia eden ülkelerde sıkıntı büyük olmuştur  Hukuk sisteminde, idarî yapıda yenilenme olmazsa olmaz hale gelmiştir  Yere göre sığdıramadığımız “küreselleşme”, Türk toplumu için henüz anlaşılmayan ve sonuçlarını göremediğimiz bir kavram olarak ortada bulunmaktadır  
 Bilindiği gibi ulus-devlet kavramı Avrupa kıtasından doğmuştur
  Şimdi onlar uniter yapılarını bozmadan Avrupalı üst kimliğine sahip olmuşlardır  Alt kimlikleri ise mensup oldukları ülkenin ulus kimliğidir  Biz ise ulus-devlet kavramı içinde Türk kimliğini üst kimlik olarak halkımızın bir bölümüne kabul dahi ettirememişiz  Sıkıntı alt kimliklerin ön plana çıkarılmış olması sorunudur  Türk topraklarında derlenen halk kültürüne ait her ürün, Türk kültürüne aittir  Bunu böyle bilmekle beraber, küreselleşmenin ve bölgeselleşmenin olumsuz etkilerini göz ardı edemeyiz  
 Şu unutulmamalıdır ki, 1980’li yıllarda hız kazanan 1990’lı yıllarda “yeniden yapılanma, yeni dünya düzeni, serbest piyasa, pazarın egemenliği, bilgi toplumu” gibi deyimlerle belirlenen küreselleşme olgusu, özellikle Türk devlet yapısını sarsmakta, milletimizin halk kültürünü derinden etkilemektedir
  Bu etkilenmeler belki de en belirgin yansımasını dilde bulmaktadır  Dünya değişiminin gücü, dünya dili olarak İngilizce’ye gittikçe artan bir gerçeklik kazandırmaktadır  Türk dili ise, küreselleşme içerisinde bölgesel bir önemsizliğe doğru itilmektedir  Bölgeselleşme ise, topraklarımız üzerinde yaşayan bazı grupların mahallî yapıdaki lehçelerini öne çıkartmaktadır  Bu Türk halk kültürü ve millî dil açısından son derece olumsuz bir gelişmedir  
 Sonuç olarak; millî olanı, tekelci zihniyetlerin dayatma kültüründen ayırt eden bir devlet, ancak hayatta kalabilir
  Bu da her haliyle millî kimliğimizi taşıyan halk kültürüne ve dilimize sahip çıkılmasıyla, bir an önce derlenip-toparlanıp millî karakter ve kimlik haline getirilmesiyle mümkün olabilir  
 Şurası unutulmamalıdır ki; uluslararası sermayenin milliyeti ve dili yoktur
  Vahşi kapitalizmin küreselleşme senaryosu ortadadır  Emperyalizmin birkaç merkezli ağababaları; kendi “millî hedefleri”ne “önceliklerini” dünyanın bizim gibi ortada kalmış milletlerine dayanmakta ve “eşitsizlikte” eşitlik kaftanı biçmektedirler  
 Atatürk’ün kurduğu bir “ulus-devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti’nde toprak bütünlüğümüz ve millî kimliğimiz içinde, küreselleşmenin erdemlerinden söz ederken uzun süre düşünülmektedir
  
 KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜREL FARKLILIKLAR ÇERÇEVESİNDE ULUSAL KÜLTÜR
 
 Küreselleşme ya da yabancı terminoloji ile "globalleşme", biri siyasal, biri ekonomik, biri de kültürel olarak üç boyutu olan bir kavramdır
  
 Küreselleşmenin siyasal ayağı, Amerika Birleşik Devletleri'nin siyasal egemenliği ya da dünya üzerindeki siyasal jandarmalığı anlamına gelmektedir
  
 Bu durum, bir anlamda Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, dünyanın tek kutuplu hale gelmesini de belirtmektedir
  
 Küreselleşmenin ekonomik ayağı, uluslararası sermayenin egemenliğine işaret etmektedir
  
 Bu egemenlik bütün ülkeleri, örneğin Birleşik Amerika'yı da aşan bir biçimde gelişmiştir
  Kendi mantığı içinde, sermaye ve onun simgesi olan marka bazında dünyayı, tüketiciyi ve tüm insanları yönlendirmektedir  
 Ekonomik olarak uluslararası sermayenin egemenliği bir yandan günlük yaşam açısından dünyayı "birörnekleştirirken" öte yandan, ekonomik verimliliğin, yani üretim verimliliğinin, dünya ekonomisindeki en belirleyici ölçüt olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır
  
 Böylece, gittikçe bütünleşen dünya ekonomisindeki rekabetin belirleyici sonucu, üretim verimliliği kavramına bağlanmıştır
  
 Mikromilliyetçilik
 
 Küreselleşmenin kültürel ayağı, birbirinden farklı, hatta biri ötekine zıt iki ayrı sonuca işaret eder
  
 Birinci sonuç "mikromilliyetçilik" biçiminde ortaya çıkmıştır
  
 Son örneğini Yugoslavya olayında gördüğümüz, "mikromilliyetçilik" akımları, ulusal devleti aşan ve onu daha küçük parçalar halinde algılayan bir yapıya sahiptir
  
 Küreselleşme, en küçük bir kültürel farklılığı bile vurgulayarak, elektronik medya aracılığı ile bunu tüm dünya kamuoyunun dikkatine sunan, ayrıca siyasal açıdan, kültürel farklılıkların korunması ilkesini demokratik hak ve özgürlükler alanının ayrılmaz bir parçası olarak gören bir anlayışı yaygınlaştırmaktadır
  
 Küreselleşmenin kültürel ayağının ikinci sonucu, özellikle tüketici davranışını etkileyerek, dünya çapında kültürel birörnekliğin önünü açmış olmasıdır
  
 Küreselleşme olgusunun özellikle ekonomik ayağı, yani uluslararası sermayenin egemenliği, bir yandan "marka cazibesi", öte yandan günlük tüketim alışkanlıklarının denetlenmesi yoluyla, tüm dünyayı benzer davranış kalıpları içine sokmaya yani tek boyutlu bir kültürel kimliğe sahip olmaya doğru zorlamaktadır
  
 Küreselleşme bir süreç, bir olgudur
  
 İyiliği ya da kötülüğü belki tartışılabilir ama, kaçınılmazlığı ortadadır
  Bu çerçevede, bütün dünyayı etkileyen bu oluşumun sonuçlarını iyi kestirmek ve ona göre davranmak çağdaşlığın ve güncelliğin bir gerekliliği olarak ortaya çıkmaktadır  
 Çokkültürlülük
 
 Bir toplumu oluşturan bireylerin ve grupların dil, din, ırk, tarih, coğrafya açısından farklı kökenlerden gelmesine dayanan çokkültürlülük, tek bir siyasal birim halinde ve ortak sınırlar içinde yaşayan toplumlarda söz konusudur
  
 Bu farklılıklar kimi zaman, çöken Sovyetler Birliği'nde ya da bugünkü Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğu gibi, değişik milletlere mensup insanların bir arada yaşaması biçiminde de görülebilir
  
 Bu iki ülkedeki deneyimler, aslında çokkültürlülük kavramının siyasal sonuçları açısından da oldukça öğretici olmuştur
  
 Toplumdaki çokkültürlülük olayını, bireysel özgürlükler bazında genel toplumsal ve siyasal yapının bir parçası olarak algılayan ABD oldukça başarılı bir uygulama ile, hem siyasal kimliğini hem de özgürlükleri koruyan bir çizgi izlemiştir
  
 Buna karşılık Sovyetler Birliği, bireysel özgürlükleri hemen hemen yok sayarak giriştiği deneyim çerçevesinde, sistemin karşılaştığı başka tür zorlukların sonunda, dağılıp gitmiştir
  
 Sovyetler Birliği ve Yugoslavya deneyimleri bize, bireysel özgürlüklerin güvencede olmadığı sistemlerde farklı kültürel kimliklerin korunmasının ve geliştirilmesinin ister üniter ister federal devlet yapıları çerçevesinde olsun, olanaklı olmadığını göstermiştir
  
 Bireysel özgürlüklerin güvence altına alınarak, "anayasal bir vatandaşlık bağı" çerçevesinde geliştirilemediği siyasal varlıklar, bütünlüklerini koruyamamaktadır
   
 
 |