Yalnız Mesajı Göster

Sultanhisar'ın Azmi

Eski 11-25-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sultanhisar'ın Azmi



28 Nisan 1915–Sultanhisar Torpidobotu’nun Kumanda Köprüsü (Akşam saatleri…)

Kaptan Yüzbaşı Rıza, gemisinin kumanda köprüsünde bir heykel gibi hareketsiz duruyor, kalın kaşlarının altındaki şahin gözleriyle denizi tarıyordu Gözleri, dalgaların salınışı arasında bir başka kıpırtı, denizin mavisi arasında küçücük de olsa bir başka renk arıyordu Yüzbaşı Rıza’nın ‘o denizaltı’yla karşılaştığından beri yüzü gülmüyor, ağzını bıçak açmıyordu Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de bu sabah başına gelenler onu tam mânâsıyla çıldırtmıştı

Komutanı olduğu Sultanhisar Torpidobotu’na verilen görev; her sabah, Çanakkale’deki Türk birliklerine kumanda eden 5 Ordu Komutanı Liman Von Sanders’i (Alman Paşa), Gelibolu’daki karargâhından alarak Eceabat’a getirmekti Daha sonra ise hep ‘o denizaltı’yı arıyordu Bu sabah da Liman Paşa’yı almaya gelmiş; o sırada iskelede -karşı sahildeki Çanakkale Hastanesi’ne nakledilmeyi bekleyen- kanlı sargılar içindeki yaralı Mehmetleri görmüştü O kara kuru, solgun ama bir o kadar da asil yüzleri görünce dayanamamış, Liman Von Sanders’i birkaç dakika bekletmek pahasına yaralıları Çanakkale’ye yetiştirmişti

Fakat korktuğu başına geldi Liman Paşa bu küçük gecikmeyi problem yaptı ve Yüzbaşı Rıza’yı anlamaya yanaşmadı Üstüne üstlük Rıza’yı azarlamaya kalkışması, bardağı taşıran son damla oldu Haftalardır Liman Paşa’nın yanındaydı Onun Türk subaylarını küçümseyen tavırlarını, Türk subayların fikirlerine değer vermeyip bildiğini okuyuşunu gördükçe kahroluyor; ancak askerlik terbiyesi icabı, her defasında dişlerini sıkıp önüne bakarak sakinleşmeye çalışıyordu Gerçi yine bir şey söylemedi, herhangi bir hareket de yapmadı Sadece sert yüz hatlarını daha da soylu gösteren kaşlarını çatarak Liman Paşa ile bir an göz göze geldi

Kaptan Rıza, günlerdir, ‘gök ekin’ gibi biçilen Mehmetleri görüyordu Her sabah, Eceabat’ın güneybatısında -Sarısığlar’da- suya yarı gömülmüş gövdesiyle uzaktan görülebilen Mesudiye Zırhlısı’na bakıyor ve kaç yiğide mezar olmuş bu geminin, bir denizaltı tarafından namertçe vurulmasına oldukça üzülüyordu Üç gün önce, kara savaşlarının -daha doğrusu vahşetin- başladığı gün, Boğaz devriye nöbeti sırasında bu denizaltılardan birini fark etmişti Üç gündür her sabah, Liman Von Sanders’i Eceabat’a bırakıp hemen geri dönüyor; bir taraftan cepheye asker ve mühimmat taşıyan gemilere refakat ediyor, diğer taraftan da sürekli ‘o denizaltı’yı kovalıyordu Fakat denizaltı, yaklaşmaya fırsat bulamadan sulara gömülüp kaçıyordu her defasında

Bu denizaltı AE2’ydi ve denizaltı mürettebatının, “peşimizden hiç ayrılmıyordu Ne zaman yüzeye çıksak onunla burun buruna geliyorduk” diye anlattığı -ve Perceval adını taktıkları- gemi de Sultanhisar’dan başkası değildi

***
30 Nisan 1915–Saat: 0930… Sultanhisar Torpidobotu Kaptan Köprüsü

“…Nihayet, kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlikle tam ferahlandıkları sırada, ansızın onları kıskıvrak yakaladık da bir anda bütün ümitlerini kaybediverdiler!” (En’âm, 6/44)

Yüzbaşı Rıza İstanbul’a dönüyordu Dün akşam Gelibolu’ya döndüğünde bu emir tebliğ edilmişti Emri aldığında, Liman Paşa’dan özür dilemek zorunda bırakılmadığı için rahatlamıştı; ama işte gidiyordu Şahadet şerbetinin sağanak yağmur gibi yağdığı bu cepheden, şahadete eremeden geri dönüyordu Gözleri dalgaları delik deşik ediyor, yüreği bir yanardağ gibi kaynıyor, yumruklarını sıkmış, tırnakları etine geçiyor; ama gidiyordu Bir fırının harlamasında çöktü ve duaya durdu:

— Rabbim, beni yüzü karalardan eyleme! İslâm’ın son kalesi Çanakkale’den, beni eli boş döndürme Allah’ım! “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini ispat ettiler Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler” (Ahzâb, 33/23) Beni kaçanlardan eyleme Rabbim!

Duasının ardından, kendisine mi ait olduğuna pek karar veremediği bir sesle emir verdi:

— Dümen sancak! Karaburun’a gidiyoruz!
Sultanhisar, AE2 ile son karşılaştığı yere gidiyordu Rotasında henüz ilk yarım saatini tamamlamıştı ki, pruvadaki gözcü haykırdı:
— Sancakta bir gemi var!


Saat: 1000… Karaburun açıkları

AE2, kendisini takip ederek Boğaz’ı aşan ve bir gün önce karşılaştıkları bir başka İngiliz denizaltısı olan E14 ile kararlaştırdıkları buluşma yerine geliyordu Henüz Sultanhisar’ı ya fark etmemiş veya tanımlayamamış olmalıydı Yoksa her zamanki gibi dalıp kaçardı Nihayet yaklaşık 8 km’den Sultanhisar’ı gördü; ama onu E14 zannederek yaklaşmaya devam etti AE2, bir yılan gibi kayıyordu suyun üstünde

Yüzbaşı Rıza bu defa kaçırmayacaktı Emirlerini art arda sıraladı:
— Tam yol ileri! Kazana İngiliz kömürü atın!
Yüzbaşı Stoker, acı gerçeği Sultanhisar’ın bacasından yükselen dumanı görünce anladı ve hemen dalış emrini verdi

Denizaltı, önceki karşılaşmalarda hep çok rahat ve kolayca batmıştı Fakat bu defa bütün dizginler kopmuş ve sanki her şey başıboş kalmıştı AE2, hiçbir sebep yokken -dalmak yerine yukarıya- suyun üstüne yöneldi Stoker, çılgınlar gibi dalış dümenini bastırıyor ve tanklara suyu aktarıyordu Her şey olması gerektiği gibiydi ve normal görünüyordu; ancak çabası, AE2’nin garip bir tarzda yukarı hamle yapmasını engelleyemiyordu

Denizin kabul etmediği ve dışarı ittiği AE2 suyun üzerine ‘taştığında’ Sultanhisar sadece 90 metre ötedeydi Sultanhisar, kızgın bir boğa gibi sahayı harmanlıyor ve uygun pozisyonu kolluyordu Yüzbaşı Rıza beklemeden ateş açtırdı AE2, periskopundan isabet almıştı Stoker, dehşet içindeydi ve sürekli bağırıyordu:

— Dalın! Dalın!
AE2 dalmayı tekrar denedi Şimdi de bir taş gibi dibe çöküyorlardı Hızla 30 metre sınırının altına indiler Denizaltıdakiler çılgın gibiydi Can havliyle sağa sola saldırıyor, basıncın tesiriyle kulaklarında -vurdukları sivil hedeflerdeki masumların çığlıklarına benzer- çınlamalarla dibe çöküyorlardı Stoker, hiç düşünmeden verdi emrini:

— Bütün safraları atın, motorlar tam yol ileri!
Safralarından kurtulan AE2, yükselmeye başladı Dibe oturmanın dehşetinden kurtulan mürettebatı şimdi de yukarıda bekleyen Sultanhisar’ın korkusu sarmıştı Denizaltı öyle hızlı yükseliyordu ki, suyun üstüne adeta bir top gibi zıplayarak çıktı

Sultanhisar, uygun bir manevrayla hemen pozisyonunu aldı Bütün mürettebat tek kişiymişçesine ahenk içinde koşturuyor, Barbaros’un torunlarının yüreğinden kopup yükselen tekbirler, semada yankılanıyordu Yaralı tek gözüyle AE2 ise, bir taraftan safralarını dolduruyor diğer taraftan atış pozisyonu kolluyordu Bu hengâmede Sultanhisar’a bir torpido göndermeyi de başarmıştı Fakat Yüzbaşı Rıza, gerilmiş sinirleri, şahin misâli gözleriyle hedefine kilitlenmiş; ‘o demir yığını’nın içindeki Stoker’in beynine girmiş gibi savaşıyordu Yerinde bir manevra ile çok yakınından gönderilen bu torpidodan Allah’ın izniyle sıyrılmayı başardı

Yüzbaşı Stoker, yeniden dalış emri verdi Ancak tarif etmekte zorlandığı ‘gariplik’ devam ediyordu Denizaltı tekrar, burnunun dikine ve öncekinden de hızla dibe kaymaya başlamıştı AE2’dekiler dehşet içinde tutunacak bir şeyler arıyor ve alt üst olan malzemelerin arasında şuursuzca çırpınıyorlardı Stoker, çaresizlikle az önceki emrini tekrarladı:

— Safraları boşaltın! Tam yol ileri!
Denizaltının normalde aşırı basınçtan parçalanması gereken gövdesi çökmüyor, içindekileri dehşete boğan kâbus bir türlü sona ermiyordu Marmara’nın suları, bu lânetli nesneyi kustu âdeta ve denizaltı bir kere daha 30 metre sınırından yukarıya fırladı

AE2, artık şuursuzca savaşıyordu Son umutla bir torpido daha gönderdi Sultanhisar’a Avını köşeye sıkıştıran Yüzbaşı Rıza için bu torpidodan kurtulmak da zor olmadı Aslında Yüzbaşı Rıza’nın en büyük endişesi, AE2’nin kendi altından su üstüne çıkıp Sultanhisar’ı alabora etmesiydi Çünkü Sultanhisar, bu büyük denizaltıya nazaran ancak büyükçe bir sandal sayılabilirdi Fakat denizaltı tam karşılarında su üstüne çıkmıştı Yüzbaşı Rıza, ‘Elhamdülillah!’ diye mırıldandı ve AE2’nin, bir an için tam hedef olduğunu görünce de hemen haykırdı:

— Bismillah, birinci torpido ateş!
Torpidonun yolculuğu kısa sürdü Önce bir patlama sesi duyuldu ve ardından ilk dumanlar yükseldi Yüzbaşı Rıza tekrar haykırdı:

— İkinci ve üçüncü torpidolar ateş!
Denizaltıyı en zayıf noktasından, kuyruk dümeninden, avlamışlardı AE2, olduğu yerde harmanlamaya başlamıştı Stoker, yıllar sonra bu dakikaları şöyle anlatacaktı: “Güm! Makine dairesinden duman bulutu yükseldi İsabet almıştık ve delik açılmıştı Sonra art arda iki delik daha açıldı ve bütün umutlarımız karanlığa gömülüverdi” Evet, artık her şey bitmişti

Stoker, bütün mürettebata hemen güverteye çıkıp denize atlamalarını emretti Artık yapacak tek bir şey kalmıştı: “Vanaları açarak AE2’yi Marmara’nın dibine göndermek” Denizaltı ele geçmemeliydi Henüz bir yaşını bile doldurmamış olan AE2, İngiliz teknolojisinin son ürünüydü

AE2’yi son olarak Yüzbaşı Stoker terk etti Suya atlamadan önce köprüde dalgalanan İngiliz bayrağına selâm vermeyi unutmamıştı(!) Yüzbaşı Stoker Sultanhisar’ın güvertesine çekilirken; “Marmara’da gördüğünüz her şeyi vurun!” emrinin zalim kılıcı AE2 de zulmünün karasıyla Marmara’nın sularına gömülüyordu

Yıllar sonra Henry Stoker, AE2’nin -o günkü- bu ‘garip’ davranışları karşısında çok şaşırdığını söyleyecek; her şey normal görünüyorken, sistemde bir aksiliğin esamisi bile yokken yaşadıkları o ‘anormal’liği ne kendisi ne de diğerleri açıklayamayacaktı

***
AE2’nin Marmara’ya ulaşmasının ardından; yolu öğrenen diğer denizaltılar da Boğaz’ı geçtiler ve Gelibolu’ya gelen deniz yollarını aylarca tutarak Mehmetlere verilecek desteği, yetersiz kara ve demiryoluna mahkûm ettiler AE2’nin Boğaz’ı geçmesi, işgal birliklerine moral vermesi açısından önemliydi belki; ama Marmara’da -savaş hatlarının gerisinde- önemli bir taarruz gerçekleştirmeleri söz konusu olamazdı (Kaldı ki o yıllarda Batı ordularında denizaltılar, ciddiye alınmayan ‘korsan’lardı) Fakat İngiliz kurmayları bu gerçeği gizliyor, AE2’nin 25 Nisan dehşetinin ardından gelen mesajı, zafer kazanılmışçasına bir heyecan uyandırıyordu

Anzak birliklerinin komutanı General Birdwood’un 25 Nisan akşamı dile getirdiği ‘geri çekilme talebi’ ise 8 ay sonra gerçekleşecek ve Genelkurmay ATASE arşiv kayıtlarına göre geçen sürenin taraflara bedeli:

“Türk Ordusu: 55127 şehit, 100000 yaralı, 10067 kayıp-esir, 21498 bulaşıcı hastalıktan; 64440 diğer sebeplerle kayıp,
Müttefik Ordusu:52249 ölü, 156040 yaralı, 12293 diğer etkenlerle (hastalık vb) savaş dışı kalanlar” şeklinde olacaktır

30 Nisan 1915’te esir düşen Yüzbaşı Stoker ve AE2 personeli, ülkelerine döndükleri 1918’e kadar Çanakkale’de nasıl bir rol oynadıklarını hiç bilemediler Öğrendiklerinde ise iş işten geçmişti 1965’te, -savaşın 50 yıldönümünde- bu savaştaki kıdemli askerlerden Tudor Jenkins, London Evening Standart gazetesinde Stoker’in savaşta oynadığı rolü yazarken: “Stoker şimdi 80 yaşında, gayet dinç ve Chelsea’de yaşıyor Ona, ‘gönderdiğin mesaj ulaşmasaydı her şeyin daha iyi olup olmayacağını merak ediyor musun?’ diye sorduğumda, Stoker: ‘belki de hemen yapılacak bir geri çekilme, bu korkunç kayıpları önleyecekti; çok üzgünüm’ diye cevapladı” demektedir

Yüzbaşı Rıza’nın ihlâslı duaları neticesini vermiş ve İstanbul’a dönerken talihin önüne çıkardığı denizaltıyı haklayarak harbin kaderinde mühim bir dönüm noktası olmayı başarmıştı Harp esirlerini denizden kurtararak yaptığı âlicenaplığıyla da insanlığının ayrı bir boyutunu sergilemişti

Kaynaklar
— Brenchly, Fred & Elizabeth: Stoker’in Denizaltısı, İstanbul–2003
— Rıza, Kaptan & Dülger, Bahadır: AE2’yi Nasıl Batırdım, İstanbul–1947
— Genelkurmay Ateşe Arşivi: 1 Dünya Harbi Koleksiyonu 3413, d61, b2/4
— Hamilton, Ian: Gelibolu Günlüğü, Hürriyet Yayınları, İstanbul–1972

Alıntı Yaparak Cevapla