Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanli'da Devlet Yönetimi
Osmanli'da Devlet Yönetimi
Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile Osmanli devlet adamlari, bundan baska türlü hareket de edemezlerdi Zira bu devletin geleneginde hâkim bulunan anlayisa göre "devlette din asil, devlet ise onun bir fer'idir" Kanun, hüküm, ferman ve uygulamada dinî anlayisin disina çikmamak için Osmanlilar, kuruluslarindan itibaren Islâm fikhina (hukuk) yakindan âsina olan ulemâya devlet idaresinde yer veriyorlardi Nitekim Orhan Gazi'nin vezirlerinden Sinan Pasa ile Çandarli Halil ulemâdandi Esasen, XIV asir Türk dünyasini gezip onlar hakkinda canli levhalar gibi saglam bilgiler veren Ibn Batuta'nin müsahede ettigi gibi, Anadolu Türkmen beyliklerinin hemen hepsinde fakihler, beylerin yaninda en serefli mevkide yer almakta idiler
Bernard Lewis'in dedigi gibi; "Kurulusundan düsüsüne kadar Osmanli Devleti, Islâm gücünün ve inananin ilerlemesine veya savunmasina adanmis bir devlet idi Osmanlilar, alti yüzyil, ilk önce esas itibariyla basarili olarak, Avrupa'nin genis bir kisminda Islâm egemenligi kurma çabasiyla, daha sonra da Bati'nin amansiz karsi saldirisini durdurmak ya da geciktirmek için uzun süreli hareketleriyle hemen hemen devamli olarak Hiristiyan Bati ile savas halinde idiler Yüzyillar boyu süren bu mücadele, Türk Islâmliginin tâ köklerindeki kaynaklari ile Türk toplumunun ve kurumlarinin bütün yapisini etkilememezlik edemezdi Osmanli hükümdarinin halki, her seyden önce kendini Müslüman sayardi Daha önce gördügümüz gibi Osmanli ve Türk, nisbeten yeni kullanilan deyimlerdir Osmanli Türkleri, kendilerini Islâm ile özdes görmüslerdir Diger herhangi bir Islâm ulusundan çok daha büyük ölçüde hüviyetlerini Islâmiyet içinde eritmislerdi Türk kelimesi, Türkiye'de hemen hemen kullanilmaz iken, Bati'da Müslümanin es anlami haline gelmesi ve Müslüman olmus bir Batiliya, olay Isfahan veya Fas'ta olsa bile "Türk olmus" denmesi ilginçtir "
Osmanli pâdisahlarinin, kanun ve nizamlara göre hareket etme mecburiyetini hissetmeleri, onlarin keyfî bir sekilde hareket etmelerine mani oluyordu Hatta öyle ki, bazan devlet güvenligi için tehlike teskil edenlerin durumu bile hükümdarlarin fevrî hareketlerine terk edilmiyordu Nitekim II Murad dönemi olaylarindan bahs edilirken görüldügü gibi Haçlilarla birlik olup Osmanli vatandasi olan Müslümanlari arkadan vurup öldürmekten çekinmeyen Karamanoglu Ibrahim Bey'in bu tecavüzünü, Islâmla bagdastiramayan hükümdar, döneminin Ehl-i Sünnet âlimlerine müracaatla Karamanoglunu yola getirmek üzere onlardan fetva istemisti Ibn Hacer el-Askalanî, Saadeddin Deyrî, Abdu's-Selâm el-Bagdadî, Bedreddin Tenesî ve Bedreddin el-Bagdadî gibi dört mezheb otoritesi, onun, Karamanoglu ile mücadele etmesi için fetva vermislerdi Sultan Murad, bu fetvalara dayanarak Karamanoglu üzerine yürümüstü Keza Çelebi Sultan Mehmed döneminde etrafina topladigi bazi çapulcularla birlikte isyan baslatarak halk ve devlet için büyük bir tehlike haline gelen Seyh Bedreddin Mahmud, yakalandigi zaman hemen öldürülmedi Hareketinin Islâm'a uygunluk derecesinin arastirilmasi ve cezanin, âlimler tarafindan kurulacak bir heyet tarafindan takdir edilmesini bizzat padisah istemisti Padisahlar, her zaman bir kurulun danisma niteligindeki kararlarini almazlarsa bile hiç olmazsa en az seyhülislâm veya müftüden fetva aldiktan sonra hüküm verirlerdi Onlarin bu emir ve iradeleri, hatt-i hümâyun, biti, ferman, berat, irâde, ahidnâme ve emannâme gibi belgelerle ifade edilirdi Bunlardan hatt-i hümâyunun bizzat padisahin kendi el yazisi oldugu, digerlerinin onun adina Divan-i Hümâyundan çiktigi bilinmektedir
Osmanlilarda, devlet islerinde kesin bir karar verilmeden önce, isler, Divan'da görüsülürdü Bu görüsmelerden sonra son karar hükümdarin olurdu Hükümdarin herhangi bir mesele hakkinda verdigi karar ve kesin olarak beyan ettigi fikir, kanundu Bununla beraber pâdisah, devlet isleri ile ilgili meselelerde ser'î ve hukukî konularda gerekli gördügü kimselerle görüsüp onlarin fikirlerini alirdi Bu durumdan anlasilacagi üzere zâhiren genis ve hudutsuz selâhiyeti oldugu görülen padisah, gerçekte bir takim kanunlarla bagli di Bu da bir devletin devam ve bekasi için sartti Osmanli hükümdarlarinin ilk ve en kudretli zamanlarinda bile divan kararlarina tamamen riayet ettikleri ve alinan kararlarin disina çikmadiklari görülmektedir
Osmanli padisahlari, XVI yüzyil sonlarina kadar sehzadeliklerinde hizmet ve muharebelerde ordunun kollarinda komutanlik yaparak memleket idaresinde ve muharebe usûllerinde tecrübe kazaniyorlardi Hükümdar olduklari zaman bu bilgi ve tecrübe birikiminden istifade ediyorlardi Osmanli hükümdarlari, ordularinin baskomutani idiler Büyük ve önemli savaslara bizzat kendileri istirak edip komutanlik yapiyorlardi Küçük savaslara ise selahiyetli bir komutan tayin ediyorlardi
Fâtih Sultan Mehmed döneminin ortalarina kadar Osmanli padisahlari, Divan-i Hümâyuna baskanlik ederlerdi Divan'da halki ve devleti ilgilendiren isleri görüp gereken hükümleri verirlerdi Hastalik veya baska bir sebepten dolayi padisahin istirak etmemesi halinde onun yerine vezir-i azam baskanlik ederdi Solakzâde'nin bir ifadesine dayanilarak Fâtih'in, Divan baskanligini terk edisi söyle bir hadiseye baglanir: Bir gün Fâtih'in baskanliginda Divan toplantisi yapildigi sirada isini takip etmek üzere payitahta gelmis olan bir Türk köylüsü, Divan çavuslarinin ellerinden kurtularak toplanti yerine girer ve "Devletlû Hünkâr kanginizdir, sIkayetim var" demis Bir suikast tehlikesini de beraberinde getiren bu hareket, padisahin canini sIkmis Vezir-i A'zam Gedik Ahmed Pasa'nin tavsiyesiyle hükümdarin Divan müzakerelerini bir perde arkasindan dinlemesi ve vezâret mührünün yani mühr-i hümayunun vezir-i a'zama verilmesi sistemi kabul edilmisti Bundan sonra adi geçen vezir-i a'zamin teklifi üzerine padisahlar için toplanti mahallinin arkasinda biraz yüksekçe ve önü kafesli bir yer yapilmisti Bundan sonra padisahlar, divan müzakerelerini oradan dinleyip takip etmeye baslamislardi
Bu hadiseden sonra Fatih Sultan Mehmed, divan müzakerelerine baskanlik etmeyip bir perde veya kafes arkasindan dinlerdi Meshur kanunnâmesinde de "Cenab-i serifim pes-i perdede oturup" demek suretiyle bunu bir kanun hükmü haline getirmisti Görüldügü gibi II Murad da dahil olmak üzere Osmanli hükümdarlari devamli olarak halkla temasta bulunuyor, bizzat davalari dinleyip devlet islerini görüyorlardi
Öyle anlasiliyor ki, Osmanlilarin ilk dönemlerinden itibaren hükümdarlar, halk ile temas ediyor, her firsatta halka yardimci olmaya çalisiyorlardi Bunu bilen halk, sIkâyet, taleb ve arzularini çesitli vesilelerle hükümdarlara ulastiriyordu Bu anlayis, kökleri mazide olan eski bir an'anenin yerlesmesine sebep oluyordu Bu an'anelerden biri, Hz Peygamber'den beri devam edegelmekte idi Buna göre Medine sehir devletinde, oldukça sade bir yapi içerisinde halk, külfetsizce Hz Peygamber ile görüsüyordu Süphesiz ki bu davranis, daha sonraki Müslüman hükümdarlar için ideal bir örnek teskil ediyordu Hulafa-i Rasidîn döneminde gelisen fetihlerle büyüyen idarî yapida, çok farkli inanç ve düsüncede olan kimselerin mevcud olmasi, bazi suikast ve cinayet ihtimallerini de akla getiriyordu Bu yüzden halifelerin halk ile temaslarinda bazi tedbirlerin alinmasi ihtiyaci dogdu
Halk ile Osmanli hükümdarlari arasindaki münasebeti saglayan çesitli vesileler vardi Cuma ve bayram namazlari, ava çikma, Istanbul'un içi ve çevresindeki mesire yerlerine, saray ve kasirlara yapilan ziyaretler, halka hükümdara ulasma imkani veren firsatlardi
Osmanli hükümdarlari, daha Osman Bey'den itibaren mesru mazeretlerinin disinda Cuma namazini sarayin disinda ve halka açik bir camide kilmaya büyük bir itina gösteriyorlardi Bu durum, vekayinâme, hatirat ve seyahatnâmelerden açikça anlasilmaktadir Cuma selamligi sirasinda üzerinde durulmasi gereken en önemli husus, halkin dilek ve bilhassa sIkayetlerini bizzat hükümdara ulastirmis olmasidir Osmanli tarihi boyunca bunun pek çok örnegini görmek mümkündür Aslinda Osmanli Devleti'nde tebeanin padisaha ulasmasi yerlesmis bir gelenekti
Padisahlarin zaman zaman kiyafet degistirerek halk arasinda dolasip kamuoyunu yoklamalari (tebdil gezmeleri), günlük hayatlari, yemekleri, Istanbul ve civarinda çesitli gezintiler' saltanat kurumu açisindan önemli hususlardir
Gerek günümüzde gerekse tarihteki devletlerde oldugu gibi Osmanlilarda da hükümdarin hakimiyet (egemenligini)'ini temsil eden ve adina "Hükümdarlik alametleri" denilen isaret ve semboller vardi Kaynaklar, yeri geldikçe bu sembollerden söz ederler Buna göre kurulus döneminde Osmanli padisahlarinin hakimiyet sembolü olan hükümdarlik alametleri sunlardir: Payitaht, saray, çadir (otag), taht, tac, hutbe, sIkke, ünvan ve lakaplar, nevbet, kiliç, bayrak, tiraz, tug
Padisahlarin kullandiklari unvanlar, bunlarin kullanildigi yerler Osmanli hâkimiyet anlayisi açisindan önemlidir Halil Inalcik ("Padisah", ÎA, IX) bunlari, ser'î ve örfî ünvanlar olarak iki kisimda degerlendirmekte ve resmî belgelerde bunlarin itina ile kullanildigina isaret etmektedir Bunlar: bey, han, hâkan, Hüdavendigâr, gazi, kayzer, sultan, emîr, halife ve padisah gibi ünvanlardir Bundan baska Yavuz Sultan Selim, Mercidabik zaferinden hemen sonra Haleb'de "Hadimu'l-Haremeyn es-Serifeyn" ünvanini kullandi Bu ünvan daha sonraki padisahlarca da kullanildi
|