Yalnız Mesajı Göster

Osmanlı Türkçesi Edebiyatı - 14. Yüzyıl

Eski 11-25-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Türkçesi Edebiyatı - 14. Yüzyıl



On dördüncü yüzyılda, on üçüncü asra nispetle eserlerin bir hayli çoğaldığı görülür Konuda ve türde çeşitlilik artmış, bu yüzyılda artık edebiyatımızda Yunus’tan sonra başka divanlar da görülmeye başlamıştır Bilhassa mesnevî vâdisinde yazılan eserler bu devrin edebî hareketine çeşitlilik kazandırmışlar ve canlılık getirmişlerdir Gerçekte bu yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatının kuruluş çağıdır Dînî-tasavvufî, ahlâkî konular dışında eser veren şâirler çoğalmış ve din dışı mesnevîler bir hayli fazla yazılmıştır Manzum aşk ve mâcera hikâyeciliğine yer verilmesi, mesnevî tarzının gelişmesinde büyük rol oynamıştır Bu fikirden hareket edersek Klâsik Türk Edebiyâtı, dîvânla değil mesnevîyle başlamıştır denilebilir Çünkü pek çok mesnevînin yanında görülen dîvânlar çok azdır Yunus Emre eserleriyle bu asra da taşmıştır 1307 yılında yazdığı 562 beyti bulan Risâletü’n-Nushiyye’si asrın ilk mesnevîsi olarak karşımıza çıkar Yalnız bâzı mesnevîlerin gazellere yer vermeleri belki dîvânların ortaya çıkmasında bir basamak teşkil etmiş olabilir Dînî-destânî mesnevîler edebî ve ilmî mâhiyetteki mesnevîlere nispetle daha fazla görülür Fakat bâzı mesnevîlerin, başta Hurşidnâme olmak üzere bir siyâset kitabı hüviyetinde oldukları da bir gerçektir
14 yüzyılda yazılan mesnevîlerin sayısı, ele geçmeyenler hâriç, elli sekizi bulmaktadır
Bu mesnevîlerden bâzıları beyler adına yazılmıştır Bunlardan; Kastamonulu Şâzi’nin Maktel-i Hüseyn’i, Candarlı hükümdarı Celâleddîn Şah Bayezid’e (ölm 1385); Kemaloğlu İsmâil’in Ferâhnâme’si Mîr Gâzi’ye, Tabiatnâme Aydınoğlu Umur Bey'e (1309-1348) sunulmuştur Fakat asrın iki büyük mesnevîsi, her ne kadar Germiyan sahasında yazılmışsa da, Osmanlı sarayına intisap eden şâirler tarafından Osmanlı hükümdârlarına sunulmuştur Bunlardan biri Şeyhoğlu Mustafa’nın yazdığı Hurşidnâme olup, Yıldırım Bayezid Hana sunulmuştur Diğeriyse Germiyan beyi Süleyman Şah adına yazılmaya başlanmış, fakat Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman'a (1402-1410) sunulmuş olan, arkasında büyük bir Osmanlı Târihi’ne de yer veren Ahmedî’nin İskendernâme’sidir Yine devrin siyâsetnâmeleri arasında mühim mevkii olan ve Şeyhoğlu Mustafa tarafından yazılan Kenzü’l-Küberâ ve Mehekkü’l-Ulemâ adlı eser, önceleri Germiyan sonraları Osmanlı sarayında vazife gören Paşa Ağa bin Hoca Paşaya sunulmuştur Bu eser ihtivâ ettiği manzûmelere bakılınca kısmen bir tezkire hüviyetine sâhiptir
Bu yüzyılda Türkçecilik şuuruyla karşılaşılmaktadır Şâirlerin hemen hepsi bu açıdan eserlerini vermeye çalışırlar Onlar yepyeni bir edebiyat vücuda getirirken asrın Türkçecilik cereyanı içine ister istemez girmişler ve Türkçe hakkında, eserlerinde, çeşitli görüşlere yer vermişlerdir Bu itibarla Anadolu’da bir millî edebiyat çağının açılmasında rol oynamışlar ve millete değer vererek, kalıcı eserler bırakmayı başarmışlardır
Anadolu sahasında olmaları bakımından, siyâsî birliğin yanında ve sonradan Osmanlıların gayretiyle kültürde de sağlanan birlik göz önüne alınınca bu asrın bütün şair ve müelliflerini, hangi sahada olursa olsunlar, Osmanlı Türk Edebiyatına bir başlangıç olarak almak gerekecektir Yukarıda da belirtildiği gibi 14 yüzyıl eserleri de mesnevî vâdisinde gelişmiştir Bu asırda, müellifi ve telif tarihi bilinen, sadece müellifinin belli olduğu ve her ikisinin de şüpheli olarak kaldığı mesnevîlerin sayısı 58 civârındadır Buna mukabil dîvan sayısı ona ulaşmaz
Türkçecilik şuuruyla eser veren müelliflerin başında, asrın Türkçe âşığı şâir Gülşehrî gelmektedir Kırşehirli olan Gülşehrî’nin hayatı hakkındaki bilgiler katî değildir Türkçe yazmakla ve eser bırakmakla övünen bu şair, Feleknâme’sini 1301 (H701) ve Mantıkuttayr’ını 1317 (H 717) yılında yazmıştır Kırşehir’de zâviye sâhibi ve müridi oldukça fazla olan bir şeyhtir Mantıkuttayr’ını yazdığı zaman yaşı bir hayli ilerlemiştir 1317 tarihinden itibaren hayatta olup olmadığı da belli değildir Hulvî Mahmud Cemâleddîn 1653 (H 1064) Lemezât adlı eserinde onu Ahi Evren’in halîfesi olarak göstermiştir Mantıkuttayr her ne kadar Feridüddîn-i Attâr’ın eserinden tercüme gibi görünür ve onun ismini taşırsa da Gülşehrî eserini aynen tercüme etmemiş, te’lifî bir yol tutmuştur Bunun yanında Mesnevî-i Şerîf, Kelîle ve Dimne, Kâbusnâme ve Esrârnâme gibi eserlerden aldığı, parçalarla Mantıkuttayr’ı zenginleştirmiş ve konusunu genişletmiştir Aruz vezniyle yazılan eserin diğer adı Gülşennâme’dir Gülşehrî, eserini Türkçe'nin kudretini ölçmek için yazmıştır O, hemen her bendin sonunda kendi ismine övünerek yer vermiş, Türkçe'yi ve dilini de ortaya sürmeyi ihmal etmemiştir Buradan da ondaki Türkçe sevgisinin hiçbir şair ve nâsirle (nesir yazan) kıyaslanmayacak derecede oluşu ve dil sevgisi; sonradan gelecek şâir ve nâsirlere de sıçramış olabilir Asrında ve daha sonraki yüzyıllarda Türkçe yazan şâir ve sanatkârlar, eserlerinde bazı özürlere yer verirken, Gülşehrî, Türkçe yazmakla övünmekten kendini alamaz O,
“Sözü Gülşehrî diliyle söylerüz”
derken, Türkçe yazmakta bir çığır açtığını da ihsâs ettirmekte ve kendisinden sonra gelen şâirlere bir öncü durumunda karşımıza çıkmaktadır Belki bir buçuk asır sonra başlayacak olan Türki-i Basît cereyânının ilk mübeşşirlerinden (müjdecilerinden) olmak şerefi de Gülşehrî’ye âittir
Mantıkuttayr temsilî bir eserdir Çeşili sebeplerle, ekseriyâ Hüdhüd’ün ağzından nasihate yer verdiği gibi, dînî îkâzlarda da bulunmaktadır Fakat eser asıl olarak münâzara tarzında olup, akıcılığını ve sürükleyiciliğini bu durumdan almaktadır Bundan başka, öğretme açısından tasavvufî merhale ve ıstılâhlar önde gelmekte ve eser tasavvufî tâlimî bir hüviyet kazanmaktadır Edebiyat târihinin içinde ve asrına göre değerlendirilince, 15 yüzyılda üstad olarak kabul edilen ve tesiri 17 yüzyıla kadar devam eden Gülşehrî’nin Mantıkuttayr’ı başarılı bir eser olarak karşımıza çıkmakta ve Türkçe'ye yer verdiği fikir ve işleyiş tarzı yönünden de devrinin âbidesi olarak görülmektedir
Gülşehrî’nin, Feleknâme ve Aruz Risalesi adında iki eseri daha vardır Lâkin bunlar Farsça olarak yazılmıştır Türkçe olarak 10 civârında gazeline de rastlanmıştır
Âşık Paşa (1271-1332 H670-733): 1329-30 (H730) yılında tamamlanan Garibnâme adlı mesnevîsi, Risâletün-Nushiyye, Mantıkuttayr gibi mesnevîlerden sonra üçüncü fakat hacmi büyük bu eseriyle ve; Türkçecilik fikriyle karşımıza çıkar Aslen Horasanlı ve nüfûzlu bir âileye mensup olan Âşık Paşanın asıl adı Ali’dir Baba İlyas’ın torunu ve Baba Muhlis (Muhlis Paşa)in oğludur 1272 yılında doğmuş, devrine göre iyi bir tahsil görmüştür Kırşehir’de yerleşen Âşık Paşa, büyük nüfûzu ve pek çok müridi olan bir şeyhtir Eserlerinin dili devrine göre sâdedir Fakat onun kudret ve şöhreti, şâirlik ve sanatından değil, şeyhliğinden ileri gelmektedir Eserlerinde tasavvufa geniş yer vermiş ve bu husûsu Sünnî akideye bağlı olarak terennüm etmiştir Böylece devrinin sûfî bir şâiri olarak görülmüştür 1330 yılında yazdığı Garibnâmesi 10312 beyittir ve pekçok nüshası mevcuttur Eser, fâilâtün fâilâtün fâilün olarak baştan sona kadar bu vezinle yazılmıştır Garibnâme on bâb üzre tertip edilmiştir Her bâbda bir sayı ele alınmış ve bu on ile son bulmuştur Bu bir bakıma, neyin nerede bulunacağını da işâret etmektir
Garibnâme gerek şekil, gerekse muhtevâ bakımından üstün bir eserdir On babdan ve her on bab da on destandan meydana geldiği göz önüne alınırsa onlu bir tasnife yer verilmiştir O, bunun sebeplerini ayrıca eserinde ele alır Mantıkuttayr’da olduğu gibi Garibnâme’de de Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin tesiri açık olarak görülür Tasavvufî olmasının yanında dînî ve ahlâkî yanı ağır basan, telkine geniş yer veren ve öğretmeyi gâye edinen bir eserdir
Âşık Paşa, bir nevi i’tizâr içinde de olsa, Türkçecilik şuuru köklü bir şâirdir Gerçekte o, devri için ortaya koyduğu eserleriyle Türkçe'ye büyük hizmette bulunmuş ve Türkçe'nin eksik taraflarını da söylemekten çekinmemiştir Her şeyden önce Âşık Paşada bir dil düşüncesi ve gramer fikrinin olduğunu ve diğer dillerle kıyaslayarak bu fikre ulaştığını zikretmek gerekir

Alıntı Yaparak Cevapla