Prof. Dr. Sinsi
|
Hukuk, Eğitim Ve Sosyal Alanlarda Yapılan İnkılâp Hareketleri
1926 yılından itibaren kadınlarımız kademeli olarak medenî, siyasî ve sosyal haklarına kavuşmuştur İlk olarak 17 Şubat 1926'da "Medeni Kanunu'nun" kabulü ile Türk kadını medeni haklarına kavuşmuştur 3 Nisan 1930'da çıkarılan "Belediye Kanunu" ise kadınlara belediye seçimlerinde oy verme ve seçme hakkını getirmiştir Siyasî alandaki bu ilk hak daha sonra geliştirilerek Türk kadınlarına 26 Ekim 1933'te Köy İhtiyar Heyetleri'ne seçme ve seçilme hakkının tanınması sağlanacaktır Nihayet 5 Aralık 1934'te yapılan anayasa değişikliği ile Türk kadını milletvekili seçmek ve seçilmek hakkını elde etmiştir
Türk Millî Mücadelesi maddî imkânsızlıklar içinde kazanılmış büyük bir zaferdir Ancak bu zaferin kazanılmasından sonra yeni Türk devleti büyük bir mücadeleye daha girmek zorunda kalacaktır Mustafa Kemal Paşa bu mücadeleyi İzmir İktisat Kongresi'nde yaptığı şu konuşmasında "ekonomik mücadele" olarak tespit ve işaret etmiştir;
"  Siyasî,askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa, kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz Yeni Türkiye'mizi lâyık olduğu kuvvete yükseltebilmek için birinci derecede ve en çok ekonomimize önem vermek mecburiyetindeyiz Zamanımız tamamen bir ekonomi devrinden başka bir şey değildir Millî Hâkimiyet ise ekonomik hâkimiyetle kuvvetlenmektir Yeni devletimizin,yeni hükûmetimizin bütün esasları,bütün programları ekonomi programından çıkmalıdır"
Gerçekten de demir yollarının, dış ticaretin, bankacılığın yabancıların elinde olduğu, sanayinin ise olmadığı ülkede devlet, ekonomik meselelere öncelikle el atarak iktisat kongresinde özetle şu kararlar almıştır:
-Devlet,özel sektörün gerçekleştiremediği teşebbüslere bizzat el atarak,iktisadî açıdan görevlerini yerine getirmelidir
-Yurt içi ham madde üretimine dayalı sanayi dalları kurulmalıdır
-Özel teşebbüsü kredilendirecek bir devlet bankası kurulmalıdır
-Küçük imalâttan, büyük iţletmeye bir an evvel geçilmelidir
-Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır
-Sanayi desteklenmeli ve millî bankalar kurulmalıdır
Bu kararlar, Cumhuriyet'in ilânı ile birlikte yeni Cumhuriyet hükûmetlerine ışık tutacak, ekonomik alanda önemli mesafeler kaydedilecektir
Cumhuriyetin ilânından sonraki ilk on yıl, Türk devletinin ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlaması bakımından hazırlık yılları olmuştur Bu yıllarda yeni devlet derlenme toparlanma, alt yapıyı düzenleme, ekonomiyi yeniden organize etme çabalarında bulunmuştur Tarım üretiminin ve tarımda verimliliğin arttırılması çabasına yönelinmiş, demir yolu yapımına önem verilmiş, Türkiye'yi demir ağlarla örme politikası hedef olarak seçilmiştir Ekonomideki yabancılaşmayı önlemek için imtiyazlı yabancı şirketler elinde bulunan demiryolları ve limanlar, maden işletmeleri ile büyük kentlerin su, elektrik, hava gazı, haberleşme ve taşıma ihtiyacını gideren işletmeler devlet tarafından satın alınarak millileştirilmiştir Ayrıca iktisadî kalkınmanın finansmanı için gerekli kredi müesseselerinin kurulması ve etkili bir organizasyona kavuşturulması çabalarında da bulunulmuţtur
1929 yılında bütün dünyayı sarsmış olan ekonomik bunalım Türkiye'nin iktisadî ve sosyal gelişmesinde yeni bir dönem açmıştır İktisadi sıkıntının getirdiği baskı Türk devletinin daha sonraki dönemlerde sert tedbirler almasına yol açacaktır
Bu dönemde yapılan yatırımlar daima devletçilik ilkesi adı altında yapılmıştır Tarıma kıyasla, sanayileşmeye öncelik, eğitim ve nüfus artışına ağırlık verilmiştir
Atatürk döneminde alınan tedbirler sonucu fert başına millî gelir yıllık ortalama artış hızında, altın rezervlerinde önemli artışlar kaydedildi Tarımda, sanayide, ulaştırmada ve bayındırlık hizmetlerinde ileri mesafeler kaydedilmiş Türk ekonomisi kendi kendine yetecek duruma gelmiştir Bu yeterlilikteki en önemli faktör, Atatürk'ün ekonomi politikasındaki temel amacın, "İmtiyazsız ve sınıfsız biçimde bütün halkın refahını yükseltmek,toplumun kısa zamanda kalkınabilmesi için de ekonomik ve sosyal kalkınmaya bir bütün olarak yaklaşması" olduğu söylenebilir
Osmanlı Devleti döneminde sağlık hizmetleri sistemli bir şekilde yürütülmemekteydi Bugünkü gibi ayrı bir bakanlık şeklinde teşkilâtlanma mevcut değildi İlk sağlık teşkilâtı 16 Şubat 1328(1913)'de "Sıhhıye Müdüriyeti Umumiyesi" adıyla Genel Müdürlük olarak kurulmuş ve Dahiliye Nezareti'ne bağlanmıştır TBMM'nin açılmasından sonra oluşturulan ilk hükûmette ise "Sıhhat ve İçtimaî Muavenet Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı)" adıyla ayrı bir bakanlık ihdas edilerek, sağlık hizmetlerine gereken önem verilmiştir
Millî Sağlık Politikası; "Vatandaşların sağlığını korumak, takviye etmek, ölüm oranını azaltmak, nüfusu arttırmak, bulaşıcı hastalıklardan korunmak ve bu yolla da millet fertlerinin sıhhatli vücutlar hâlinde yetişmesini temin etmek" olarak tespit edilmiştir
Bu politika doğrultusunda 1930'da "Umumî Hıfzısıhha Kanunu" çıkarılmış, 1921'de "Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti (Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu)" ve tıp odaları kurulmuş, Hemşire Okulu, Numune Hastahaneleri, Doğum ve Çocuk Hastahaneleri açılmıştır Hastane, hekim, sağlık memuru ve ebe sayısında artış meydana getirecek tedbirlerin alınması ile ülkede sağlık alanında önemli gelişmeler sağlanmıştır
|