Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (D)

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (D)



İslam Ansiklöpedisi

Dövme

İnsan vücudunun muhtelif yerlerine yüze, kola, ele, göğse, derinin iğne vb sivri âletlerle şekle uygun olarak delinip, üzerine mürekkep, çivit vs dökülmek sûretiyle yapılan nişan ve resim hakkında kullanılan bir tabir

Dövme süs olarak yapılırdı Câhiliye Arapları arasında yaygın bir âdetti Bilhassa Arap kadınları dövme hususunda çok ileri gitmişler, vücutlarının birçok kısımlarını nakışlarla doldurmuşlardı Hattâ bazıları vücutlarına, tapındıkları put şekillerini kazımışlardı

Eski Trakyalılarda dövme asalet nişanesi, eski Yunanlılarda da ahlâksızlık damgası sayılırdı Hristiyanlar'da da vücutlarına dövme usulüyle haç resmi kazıtanlar vardı Kudüs'e hacca giden hristiyanlar, kol ve ellerine dövme yaptırırlardı Osmanlılar'da yeniçeriler arasında dövme çok yaygındı (Tecrid-i Sarih Terr, 351, 381)

Eski çağlardan türlü şekillere bürünerek zamanımıza kadar gelen dövme geleneği bugün bile garip şekillerde sürmektedir Cahiliye devirlerine ait ilkel bir süs halinde kalması yirminci yüzyıl mantığına daha çok yakışacak dövme; Mısırlılar'ın mumyası, Asurlular'ın örgü sakalı gibi, tarih yapraklarında birer hatıra gibi kalmamış, garip bir ilgi ile günümüze kadar gelmiştir Dövmecilikte Japonlar oldukça ileridirler Onlar bu işi güzel sanatların bir dalı olarak kabul etmişlerdir

Dövme, domuz yahut balık ödü, is karası, susam yağı gibi ilaçlarla yapılır İşlem sırasında kişi büyük bir ızdırap duyar Büyük boyda dikiş iğneleri yanyana dizilerek bir deste halinde bağlanır Beğenilen resim ve şekil çizilir, sonra bu iğne destesi o şekil üzerine bastırılarak zımbalanır Bu cılk yaranın üstüne renk verici madde sürülüp bezle sarılır Renk maddesi yukarıda saydıklarımızın dışında normal boya veya kara barut olabilir Genellikle barut ve çin mürekkebi kullanılır Dövme iğnelerinin acısı bittikten sonra yaranın acısı başlar İğnelenen yer şişer, iltihap yapar, tıpkı normal bir yara gibi işler ve kabuklanır Bir de cilt altına yabancı bir cisim gömerek yapılan dövme vardır ki, buna en fazla Eskimolar'da, Çukçiler'de Gurdenlandlılar'da ve İtalya'nın bazı bölgelerinde rastlanır

Veşm; hem eziyet, hem de Allah'ın yarattığı güzel sûreti değiştirip bozmak olduğu için çirkin bir harekettir İnsanları bu kötü işe teşvik eden şeytandır Cenâb-ı Hak bu durumu şöyle özetliyor: "Şeytan dedi ki: Elbette senin kullarından belli birtakımı alıp onları saptıracağım Onlara kuruntu kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim " (en-Nisâ, 4/119) Hz Muhammed (sas) "Allah'u Teâlâ dövme yapan ve yaptırana kaşlarını incelten ve güzellik için dişlerini törpüleyip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara lânet etmiştir " (İbn Hacer el-Heytemî, ez-Zevacir, Mısır 1970, I, 141) demiştir

Bazı âlimler dövme yaptırmayı büyük günahlardan saymışlardır Lânet edilen bir hareketin ne derece kötü olduğu ortadadır Hadis-i şerifte sadece kadınların zikredilmesi, bu hareketin bilhassa kadınlar arasında yaygın olmasından dolayıdır Kadınlar için yasak olunca erkekler için de yasak olacağı tabiidir Yasağın bu derece şiddetli olması özellikle Allah'ın yarattığı tabii güzelliği beğenmeyip bozmaya kalkışmaktan dolayıdır İslâmiyet insan tabiatına en uygun din olduğu için insanların her hal ve hareketlerinden daima tabii olmalarını, sun'i ve sahte hareket ve fiillerden sakınmalarını istemektedir İnsanın şekli fıtrîdir Allah'ın bahşettiği bu tabiî şekil ve güzelliğin üstünde bir güzellik var mıdır? Şayet daha güzel bir şekil olsaydı meselâ Allah dudaklarımızı, kırmızı yaratırdı (Tecrid-i Sarih Trc V, 351-352)

Dövme günümüzde birçok ülkelerde bilhassa Afrika'da yaygın haldedir İnsanın tabii halini bozup zaman zaman çok gülünç ve iğrenç hallere girmesi günümüzde çokça görülmektedir Ruh ve ahlâk güzelliğinin değerini kavrayamayanlar, kendilerini iman, ilim ve edeple süsleyecekleri yerde, çürüyüp toprak olacak fâni vücutlarını süslemekle meşguldürler

Ali Rıza TEMEL

DUA

Seslenmek, çağırmak, yardıma çağırmak, Allah'a yalvarmak, O'ndan dilekte bulunmak, O'na yakarmak

Dua, insanda fıtrî bir olgudur Bu sebepledir ki, bütün dinlerde mevcuttur Üstün bir varlığa inanan her insan şu veya bu şekilde dua eder İnsanlar hayatları boyunca, üstesinden gelemeyecekleri birçok şeylerle karşılaşmakta, keder, sıkıntı, acz ve ümitsizliklere maruz kalmaktadırlar Yüce Allah şöyle buyurur: "İnsana bir darlık dokunduğu zaman yanı üzere yatarken, otururken yahut ayakta bize yalvarır, ama biz onun sıkıntısını giderince sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamış gibi hareket eder İşte aşırı gidenlere yaptıkları iş böylesine süslü gösterilmiştir" (Yunus, 10/12)

"(Denizde) onları gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman dîni yalnız kendisine has kılarak Allah'a yalvarırlar Fakat o, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı orta yolu tutar, (birçoğu da inkâr eder) Zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez " (Lokman, 31/32)

Bu âyetlerden de anlaşıldığı gibi dua, insanda fıtrîdir ve özellikle sıkıntılı anlarda Allah'a dua etmek, sadece samimî olarak Allah'a inananlara has bir durum değildir Allah'a ortak koşanlar da bu gibi durumlarda Allah'a yönelir ve O'na dua ederler

Dua ettikten sonra insan gönlünde bir ferahlık ve serinlik hisseder İsteğinin yerine getirileceği konusunda ümidi artar Bu yönüyle dua, insana bir şifa ve rûhî bunalımlara karşı koruyucu bir sağlık tedbiridir Bu nedenledir ki, dua etmeyen toplumlar rûhen çökmüş toplumlardır

Âyet ve hadîslerde dua teşvik edilmiştir: "Rabbiniz, şöyle buyurdu: Bana dua edin, size cevap vereyim (duanızı kabul edeyim)" (Mü'minûn, 23/60)

Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurur: " Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur" (Tirmizî, Daavat,1; İbn Mace, Dua,1) Dua aynı zamanda bir ibadettir "Dua ibadetin ta kendisidir " (Tirmizî, el-Bakara Sûresi Tefsiri, 16)

O halde dua sadece Allah'a yapılmalı, araya başka biri aracı olarak sokulmamalıdır Nitekim namazın her rekâtında tekrar ettiğimiz Fatiha Sûresi'nde: "Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz " (el-Fatiha, 1/4) buyurulur

Kullardan istenecek yardım, onların güçleri dahilinde olan bir şey olmalıdır Güçlerinin yetmediği bir şey onlardan istenemez Hatta kulların güçlerinin dahilinde olan bir şeyin yapılmasını kendilerinden istediğimiz zaman bile asıl sebebin Allah olduğunu, O'nun dilemesi olmadan o şeyin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını bilmek gerekir

Allah insana şahdamarından daha yakındır ve O'nun insana merhameti, bir annenin çocuğuna merhametinden çok fazladır Bir âyette şöyle buyurur: "Kullarım sana beni sorunca, haber ver ki, ben şüphesiz onlara yakınım Bana dua edenin duasını kabul ederim " (el-Bakara, 2/186)

Duanın muhteviyatı, Allah'tan istenen meseleyle ilgili olmalıdır Meselâ yemek duası ayrıdır yolculuğa çıkıldığında yapılacak dua ayrıdır Birçok konuda Hz Peygamber (sas)'den nakledilmiş dualar mevcuttur Kur'ân-ı Kerim'de geçmiş peygamberlerin duaları zikredilir Dua bu me'sur dualarla yapılabileceği gibi, kişinin kendi gönlünden kopanın anlatımı da olabilir Ancak belli davranışlarda; meselâ kabir ziyaretlerinde, yemeklerden sonra, helâya girerken, yeni bir elbise giyerken, yolculuğa çıkarken Hz Muhammed (sas)'den nakledilmiş dualarla dua etmek hem sünnet, hem de daha güzeldir

Dua eden kişi gönülden etmeli, duasında iyi şeyleri isteyerek kendisi de o doğrultuda çaba sarfetmelidir Kişi duasında samimiyetini tavırlarıyla da ortaya koymalıdır Meselâ duasında Allah'ın emirlerine itaat eden samimi bir müslüman olmayı ifade ediyorsa, hareketleriyle de böyle bir müslüman olma çabası içerisinde olmalıdır Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"Biliniz ki, Allahu Teâlâ, kendisinden gafil bir kalbin duasını kabul etmez" (Tirmizî, Daavât, 64)

Şüphesiz ki Allah insanın kalbinden geçenleri ve ihtiyaçlarını bilir Ancak dil ile dua etmenin insanın kendisinin eğitilmesi konusunda etkisi vardır Ayrıca dua Allah'ın bir emrinin yerine getirilmesidir, bir ibadettir Kur'ân-ı Kerim'de Hak Teâlâ kendisine nasıl dua edileceğini kullarına öğretir, resûllerinin dualarını bize haber verir Müminler önce bu dualara bakmak ve böyle dualarla Allah'ı zikretmek durumundadırlar Gerçekten bilmediğimizi ve en güzelini öğreten Allah'tır " Ey rabbimiz unutur veya hata edersek bizi sorumlu tutma " (el-Bakara, 2/286) Eyüp Aleyhisselâm,

"Ya Rabbi, gerçekten benim başıma bela geldi Halbuki sen merhametlilerin merhametlisisin" (el-Enbiya, 21/83); Zekeriya (as), "Rabbim, beni yalnız bırakma" (el-Enbiya, 21/89); Âdem (as), "Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik Eğer sen bizi affetmez ve bize acımazsan mutlaka zarara uğrayanlardan oluruz " (el-A'raf, 7/23) diyerek dua etmişlerdir "Beni müslüman olarak öldür ve beni salih kullarına kat " (Yusuf, 12/101) duası Yusuf (as)'ın; "Senden başka hiçbir ilah yoktur Seni tenzih ederim Ben zalimlerden idim " duası da Yunus (as)'ın duasıdır

İmam Ahmed b Hanbel'in Ebû Saîd el-Hudrî'den (ra) rivâyet ettiği bir hadîste: "Duanın karşılıksız kalmayacağı, bilâkis üç şeyden birinin mutlaka meydana geleceği; ya kabul ya âhirete bırakma yahut eda edilen dua oranında günahın affedileceği" beyan buyurulmuştur

Dua yalnız Allah'a yapılır; istek ve yardım sadece Allah'tan istenir Allah'tan başkasından bir yardım ve istekte bulunan, müşriktir Hatta ölümlerinden sonra kabirleri başında veya uzaktan peygamberlere ve salih kullara dua edip yakaranlar, aynen yıldızlara sığınan ve meleklerle peygamberleri rabler edinenler gibi Allah'tan başkasına dua eden müşriklerdir Ancak melekler müminler için dua ve istiğfar etmektedirler

Hz Muhammed (sas) şöyle buyurur: "Ümmetimden yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz Cennet'e girecektir Bunlar, rukye talep etmeyen, dağlayarak tedavi yapmayan, olayları uğursuzluğa yormayanlar ve Rablerine tevekkül eden kimselerdir" (Buhârî, Tıb, 18; Müslîm, İman, 371, 372) Yani müminler ancak "Bize Allah yeter " demelidir Rukye, okuyup üfleyerek tedavi demektir Bütün peygamberler en kötü durumlarda yalnız Allah'a sığınmışlardır Bunu da namaz*la yapmışlardır Çünkü dua esas olarak namazdadır ve devamlılığı vardır

Müslüman müslüman kardeşi için dua edebilir Rasûlullah, " Kim bir hidayete çağırırsa, o hidayete tabi olanların mükafatının aynısı onların mükafatından hiçbir eksilme olmaksızın bu kimseye de verilir " buyurmuştur (Müslim, İlm, 16; Ebû Dâvûd, Sünnet, 6; Tirmizî, İlm,15) Ebeveyn, kendilerine dua eden çocuklarının amelinden istifade eder: "İnsanoğlu öldüğü zaman artık ameli kesilmiştir Yalnız şu üç şey bunun dışındadır: Sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve dua eden salih evlât " (Müslim, Vasiyyet,14; Ebû Dâvud, Vesâyâ, 14) Rasûlullah, ümmetinden kendisine dua etmelerini istemiştir Cenâb-ı Hak, "O'na salât ve selâm getirin " (Ahzâb, 33/56) diye emretmiştir Mümin, Allah'tan peygamber için vesîleyi isterse kıyamette o kimseye onun şefaati haktır Rasûlullah umreye giden Ömer (ra)'e: "Bizi de duandan unutma kardeşim" demiştir (Ebû Dâvûd, Vitr, 23; Tirmizî, Daavât 109; İbn Mâce, Menâsik 5) Rasûlullah her zaman ümmetini sadece Allah'a kulluğa çağırmıştır Hanefi fukâhâsı: "Bir yaratık aracılığıyla Allah'tan bir şey istenemez" demiştir Hz İbrahim,

"Doğrusu benim Rabbim duayı işiticidir" (İbrahim,14/39) demiştir Hz Peygamber: Biriniz dua edeceği zaman Allah'a hamd ve senâ ile başlasın, Resûlüne salâvât getirsin ve bundan sonra artık dilediği duayı yapsın" buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Salât, 358; Tirmizî, Daavât, 65) Salih ameller vesîlesiyle talepte bulunmanın örneklerinden birisi mağaraya sığınan üç kişinin duasıdır Bunlardan her biri yalnızca Allah'ın rızasını gözettiği önemli bir amelini zikrederek duada bulunmuştu Çünkü böyle bir amel, Allah'ın, sahibinin duasının kabulünü gerektirecek bir sevgi ile sevdiği ve razı olduğu bir şeydi Birisi ana-babasına yaptığı iyiliği zikrederek diğeri tam iffeti delâletiyle, öteki ise emanete gösterdiği riâyet ve iyilikseverliği ile duada bulunmuştu (Buhârî, Hars,13) İbn Ömer'in meşhur duası şöyledir: "Ya Rabbi, Senden beni İslâm'a erdirdiğin gibi ondan beni uzaklaştırmamanı ve müslüman olarak canımı almanı diliyorum " (İmam Malik, Muvattâ, Hacc, 128) Hz Peygamber'den nakledilen rivâyetlerde

"Ya Rabbi, Ya Rabbi" diye duaya başlanır, bazılarının yaptığı gibi "Ya Hannân, ya Mennân" denilmez Yine cahil halkın büyük bir kısmı Allah'tan başkasından yardım dilemeyi öyle bir hale getirmişlerdir ki, kabirler Allah'a duada birer şirk aracı yapılmıştır Oysa Rasûlullah dahi, "Ey Allah'ım, benim kabrimi kendisine ibadet edilen bir put haline getirme Peygamberlerin kabirlerini mescid edinen kimselere Allah'ın gazabı şiddetlidir Benim kabrime ikide bir gelip orayı bayram yerine çevirmeyin" diye uyarmıştır (İmam Mâlik, Muvatta, Kasru's Salât fi's-Sefer, 85; Ebû Dâvud, Mena**** 100) Halkın, Telli Baba, filân baba, falan şeyhin kabrinde kuyruğa girerek onlardan yardım dilemesi şirkten başka birşey değildir, bid'attir Müminler, aynen müşriklerin ve bid'at ehlinin yaptığı gibi ölüye yakarmaz, onlardan birtakım ihtiyaçların karşılanmasını istemez, kabir başında yapılan duanın evde yapılandan üstün olduğuna inanmaz, bu kimselere yemin ederek Allah'tan talepte bulunmazlar "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" derler (Âli İmrân, 3/173) Dinin esası da budur Salât, Arapça'da dua anlamına da gelir: "Ey peygamber, Mü'minlere selât et, çünkü senin duan onlar için huzur ve sükûnettir"(et-Tevbe, 9/103) Duada istenene kavuşma ve korkulandan kurtulma isteği vardır Bu da ancak Allah'tan istenir İslâm bilginleri bid'at dua şekillerini şöyle tespit etmişlerdir: Ölü ya da gaip birinden yardım dilemek Ey efendi hazretleri bana mağfiret et, tövbemi kabul et, demek şirktir Peygamber ve salihlerden, ölmüş veya gaip birine benim için Allah'a dua et', demek bid'attir Ölülerden medet umulmaz Kabirleri ziyarette ölülere ancak selâm verilebilir, onlara Kur'ân okunur Allah'a, Allah'ım senden filancanın yanındaki makamı hakkı için şunu şunu istiyorum; diye dua etmek, nehyedilmiştir Çünkü, "Yardım Allah'tandır" (Enfâl, 8/10) "İnsanlar (mahşerde) toplandıkları zaman kendisine dua edilenler, onlara düşman olurlar ve onların kendilerine olan dualarını inkâr ederler" (el-Ahkâf, 46/6)

Dua Âdâbı

Hz Peygamber'e Allah'ı sormuşlardı Cevaben Allah buyurdu ki:

"Kullarım sana beni sorduklarında: Ben muhakkak ki, yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin duasına icâbet ederim" (el-Bakara, 2/186) Dua ederken seslerini aşırı şekilde yükseltenleri gören Rasûlullah, şöyle buyurmuştu: "Ey insanlar! Kendinize gelin Çünkü siz bir sağırı veya uzaktaki birini çağırmıyor, ancak herşeyi işiten ve çok yakın bulunan birine dua ediyorsunuz Sizin kendisine dua ettiğiniz size bineğinizin boynundan daha yakındır" (Buhârî, Cihad, 131; Daavât, 51; Tevhid 9; Ebû Dâvûd, Vitr, 26; İbn Hanbel, IV, 394, 402, 418; Müslim, Sahih IV, 2076) Kul, duasında Allah ile arasında hiçbir engel hiçbir vasıta bulunmadığını böylece bilir; dua ederken yalnızca Allah'ı düşünür Kalp başka birşey ile meşgulken dua etmek manasızdır "Âmin" diye bağırıp çağırmak da manasızdır İnsan dua ederek Allah'a yöneldiğinde, dileği, Allah'tan istediği şeylerin gerçekleşmesine yardımcı olacak sebeplerin yaratılmasıdır Yani kul eylemiyle yakınlaşmazsa, ettiği duanın mânâsı olmaz Tembelliği huy edinmiş biri rızık için dua edebilir, ama önce çalışması lâzımdır Duada riya olmaz Duanın hemen kabul edilmesinde acele edilmez Hiçbir dua boşa gitmez En güzel sözlerden biri "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah"tır

Gönülden, gizlice, bağırmadan, samimiyetle dua edilir "Rabbınıza gönülden ve gizlice yalvarın Doğrusu o, aşırı gidenleri sevmez " (el-Â'râf, 7/55) Secîli, kafiyeli, yazılı dualarda riya vardır Başkalarına dua ediyor görüntüsü vermek de böyledir Bu şekilde ağlayarak dua edenin gözyaşları öteki insanları etkilemek içindir ve duası riyadır Özel olarak komutlu dua da böyledir

Sünnet olan dualar

Uykudan önce: "Ey Allah'ım senin adınla ölür ve dirilirim"

Uykudan sonra: "Bizi uyku gibi bir ölümle öldürdükten sonra dirilten Allah'a hamd olsun Dönüş ancak O'nadır"

Sabahleyin: "Allah'ım senin yardımınla sabaha çıktık, senin yardımınla akşamladık, senin yardımınla yaşıyor, senin yardımınla ölüyoruz Kabirden kalkış sanadır"

Akşamleyin: "Allah'ım, senden dünya ve âhirette selâmet isterim Allah'ım, senden dînim, dünyam, ehlim ve malım hakkında beni bağışlamanı ve selâmete çıkarmanı isterim Allah'ım, benim ayıplarımı örtüver Korktuklarımdan emin kıl Allah'ım, Önümden arkamdan, sağımdan solumdan ve üzerimden gelecek belâları defederek beni koru Altımdan gelecek ani belâlardan senin azametine sığınırım"

Evden Çıkarken: "Allah'ın ismiyle Allah'a güvendim O'nun gücünden başka hiçbir güç yoktur"

Ezandan sonra: Ezanı tekrarlamak, salât ve selâm etmek ve "Allah'tan başka ilâh yoktur o tektir ortağı yoktur, Muhammed kulu ve Resûlüdür, Rab olarak Allah'a, din olarak İslâm'a, peygamber olarak Muhammed'e râzı oldum" demek

İstihârede: bk İstihare mad

Sıkıntılarda: "Senden başka ilâh yoktur Seni her türlü noksanlıklardan tenzih ederim Muhakkak ben zalimlerden oldum" (Ayrıca bk Zikir, Namaz ve ilgili maddeler Dualar için hadîs kitaplarının "Daavât" bölümlerine bk)

M Sait ŞİMŞEK

DUHA NAMAZI

Kuşluk vaktinde kılınan sünnet namazı

Duha, Arapça bir kelime olarak lûğatte, "güneş isabet etmek, terletmek, kuşluk yemeği yemek" manalarına gelir "Dahvetün" kelimesi günün ilerlemesi, güneşin biraz yükselmesi manasına; duhâ kelimesi ise kuşluk vakti, gün aydınlığı manalarına gelir Bu anlamıyla duhâ, aşağıda sıralayacağımız Kur'ân âyetlerinde de geçmektedir

1- "Yahut kasabaların halkı duha (kuşluk) vakti eğlenirken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?" (el-Â'râf, 7/98)

2- Hz Musa: "Buluşma zamanınız sizin bayram gününüzde insanların toplandığı duha (kuşluk) vaktidir" dedi (Tâhâ, 20/59)

3- "Kuşluk vaktine andolsun " (ed-Duha, 93/1)

4- "Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir duhâ (kuşluk) vakti kalmış olduklarını sanırlar " (en-Naziat, 79/46)

Fıkhî ıstılahta duhâ vakti güneşin doğuşundan takriben iki saat sonra giren zamana denir Bu zaman güneşin batıya meyletmesinden az öncesine kadar devam eder Bu zamana Türkçe'de kuşluk vakti denir İslâm'da işte bu zaman dilimine mahsus mendup olan duhâ (kuşluk) namazı vardır Kur'ân-ı Kerim'de duhâ namazı diye bir namazdan bahsedilmemektedir Bu namaz bazı hadislerde konu edilmektedir Taberânî Mu'cemü'l-Kebir adlı eserinde Ebu'd-Derdâ yoluyla Peygamber Efendimizin (sas) şöyle dediğini naklediyor: "Kim iki rekât duhâ namazı kılarsa o kimse gafil kimselerden olmaz Kim duhâ namazını dört rekât kılarsa Allah'a ibadet eden kimselerden olur Kim bu namazı altı rekât kılarsa o gün ona duhâ namazı olarak kâfi gelir Kim yine bu namazı sekiz rekât kılarsa, Allah o kimseyi kendisine itaat eden kimselerden kabul eder Ve kim ki bu duhâ namazını oniki rekât kılarsa Allah ona Cennet'te bir köşk yapar " (et-Tahtavî, 321)

Ayrıca yine duhâ namazı konusunda Ummu Hâni'den; "Rasûlullah (sas) Mekke'nin fethi gününde sekiz rekât namaz kıldı Bu namaz duha namazıydı" hadisiyle yine Ebu Hüreyre'den; "Dostum Rasûlullah (sas) bana üç şeyi tavsiye etti; onları ölünceye kadar bırakmam: Her aydan üç gün oruç tutmak, duhâ (kuşluk) namazı kılmak, vitir namazı kılıp da uyumak" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 151) Ve Hz Âişe'den "Rasûlullah (sas) duhâ namazını dört rekât kılar ve dilediği kadar da artırırdı" şeklinde hadisler de varid olmuştur

Duhâ (kuşluk) namazının fıkhî hükümlerine gelince: Bu namazı dört rekât ve daha fazla kılmak menduptur Bu namaz oniki rekâta kadar kılınabilir Ayrıca en azı iki rekat, en fazlası on iki rekât, ortası ve en faziletli olanı sekiz rekâttır, diyen âlimler de vardır Büyük muhaddis Hâkim bu konuda şöyle demiştir "Ben hadis hafızı olan, kuvvetli ilim sahibi hadis imamlarıyla arkadaşlık ettim Onların, bu konudaki haberlerinin sıhhatli olması sebebiyle duhâ namazını dört rekât kıldıklarını gördüm Ben de aynı görüşteyim" (Tahtavî, 321) Öte yandan âlimler duhâ namazını devamlı kılmanın mı, yoksa zaman zaman kılmanın mı faziletli olduğu konusunda değişik görüşler beyan etmişlerse de, tercih edilen görüş, devamlı kılmanın faziletli olduğudur

Duhâ (kuşluk) namazının vaktine gelince; bu vakit güneşin doğuşundan, yaklaşık iki saat sonra başlar ve güneşin semanın ortasından batıya hafif yönelmesinden az önceki zamana kadar devam eder

Halid ÜNAL

DUHA SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerim'in doksanüçüncü sûresi Onbir âyet, kırk kelime, yüzyetmiş iki harften müteşekkildir Fasılası, se', râ', elif harfleridir Sûre, ismini ilk âyetindeki "Duhâ" kelimesinden almıştır

Sûrenin muhtevasından, Mekke dönemi başlarında nazil olduğu açıkça anlaşılmaktadır

Rivâyetler; Rasûlullah (sas)'e,gelen vahyin bir müddet kesildiğini, Cibrîl (as)'in bu süre zarfında görünmediğini, bunun üzerine müşriklerden bazılarının, "Rabbi Muhammed'e küstü, O'nu terk etti" iddiasında bulunduklarını, bazılarının ise -vahyin şeytandan geldiğine inandıklarından; "Şeytanı onu terk etti" dediklerini naklederler (el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl ", Sûretu ve'd-Duhâ; Buharî, Kitâbü't-Tefsîr, Sûretu ve'd-Duhâ)

Teblîğ görevine başladığından beri müşriklerin sert tepkileriyle karşılaşan Rasûlullah, bu defa onların alaylarına muhatap oluyordu Haliyle bu durum onu çok üzüyor, âdetâ dünyayı kendisine zindan ediyordu Ancak, O bir peygamberdi ve her ne pahasına olursa olsun görevini eksiksiz yerine getirmesi gerekiyordu Onun en büyük yardımcısı ve koruyucusu da hiç şüphesiz Rabbi idi Rabbinden kendisine gelen vahiy, ona bir taraftan bu meşakkatli yolda nasıl hareket etmesi gerektiğini bildiriyor, diğer yandan güç ve huzur veriyordu Vahiy onun için, âdetâ uzun bir yola çıkmış yolcunun hem azığı hem de can yoldaşı durumundaydı Vahyin kesilmesi onu bu azıktan ve kendisiyle teselli olacak dosttan mahrum bırakmıştı

Peygamber (sas)'e huzur ve güven veren, içine düştüğü sıkıntıyı gideren bu sûre, işte böyle bir zamanda nazil oldu Bu sebepledir ki, asıl konuyu, Rasûlullah'ı teselli etmek ve bundan sonraki mücadelelerinde, karşılaşabileceği her türlü engelin üstesinden gelebilmesi için ona manevî güç kazandırmak teşkil eder

Sûre şöyle başlıyor:

"Andolsun kuşluk vaktine! Sükuna vardığında geceye (ki), Rabbın seni ne terk etti ne de darıldı" (1-3)

Yüce Rabbimiz, kuşluk vaktine ve sükûna vardığı zaman geceye yemin ederek başlıyor Böylece bu iki ânın önemine dikkatleri çekiyor Kâinat hadiseleriyle rûhî duyguları birbirine bağlıyor Âdetâ Rasûlüne, sûrenin başından itibaren çevresini dost varlıklarla doldurduğunu imâ ediyor, yalnız başına ve kimsesiz olmadığını hatırlatıyor Peygamberi üzmek, onu ye'se düşürmek ve savunduğu davadan vazgeçirmek için müşriklerin:

"Rabbi O'nu terketti" demelerine cevap olarak; " Rabbin seni ne terketti ne de darıldı" (3) buyurmaktadır

Onların iddia ettikleri gibi Rabbin seni asla terk etmez Sen onun sevgili kulu ve Rasûlüsün, sen yüce bir dâvânın tebliğcisisin, sen onun tarafından yetiştirilip korunmaktasın, nasıl terk etsin seni? "Âhiret elbette senin için dünyadan daha hayırlıdır " (4)

Rabbin, sana bu dünyada da verecek Ancak senin için öbür dünyada, bu dünyadakilerden daha güzel, çok daha mükemmel mükâfatlar hazırlamıştır:

"Şüphesiz Rabbin sana verecek ve sen hoşnut olacaksın " (5)

Rabbin, senin için, hoşlanacağın herşeyi hazırlamıştır Bu dünyada davanı başarıya ulaştıracak, yolundaki engelleri kaldıracak, savunduğun düzeni galip getirecek, seni ve davanı üstün kılacaktır Bundan hiç şüphen olmasın Nitekim:

"O, seni öksüzken barındırmadı mı? Sen bilmezken doğru yola eriştirmedi mi? Fakirken zenginleştirmedi mi?" (6-8)

Evet, Cenâb-ı Allah, sevgili Peygamberine, geçmişine şöyle bir bakmasını tavsiye ediyor Kimsesiz iken onu korumuş, şaşkın bir durumdayken hidâyete erdirmiş ve fakir iken sonsuz ihsanı ile onu herkesten zengin kılmıştır Henüz küçücük bir yavru iken de, annesini kaybederek hem ana hem de babadan yetim ve öksüz kalan sevgili Peygamberini korumuş, sapık bir cahiliyye ortamında yetiştiği halde onu şirkten korumuştur Ne şirk pisliğine bulaştırmış, ne de muharref dinlerden yahudilik ve Hıristiyanlığa meyletmesine müsaade etmiştir

Peygamberlik görevini yaparken, kendisini engellemek isteyen müşriklere karşı, amcası Ebu Tâlib'i kendisine yardımcı kılmış, mal bakımından fakir olmasına rağmen gönülce zenginlerin en zengini yapmıştır

Sûrenin buraya kadar olan kısmı, müşriklerin, "Rabbi Muhammed'e küstü, O'nu terketti" gibi iftiralarına bir cevap ve vahyin yalnızca Allah'tan olduğunu beyan eder mahiyettedir Ayrıca sevgili Rasûlü'ne ihsan ettiği nimetleri de hatırlatmakta, buna bir şükran olarak kendisinden nasıl davranması lazım geliyorsa öylece davranmasını istemektedir:

"O halde yetime zulm etme Dilenciyi de azarlama Sadece Rabbinin nimetini (hatırla ve) anlat " (9-11)

Rabbi onu yetimken koruduğunu, kararsız iken onu hidâyete erdirdiğini, fakir iken zenginleştirdiğini belirtmişken, hem kendisini hem de peşinden giden ümmetini, her yetimi korumaya, her muhtaca destek olmaya ve Allah'ın üzerlerindeki nimetini hatırlamaya yöneltiyor

Yetime zulmetmekten nehyettiği gibi, ikram edilmesini de emrediyor İkram ederken, ona verirken de gönlünü kırmadan, horlamadan, haysiyetini zedelemeden vermeyi emrediyor

Halit ERBOĞA

Alıntı Yaparak Cevapla