Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (D)

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (D)



Duhân

Duhân; lügatta, "duman" anlamındadır Terim olarak iki anlamı vardır: 1) Duhân, Kur'ân-ı Kerîm'in 44 sûresinin adıdır Sözkonusu sûrenin onuncu âyetinde duhân (duman)dan bahsedildiği için bu adı almıştır 2) Duhân (duman), "Kıyâmet alâmetlerinden biri"dir Hz Peygamber (sas) bir hadiste; "On alâmet zuhur etmedikçe kıyâmet kopmayacaktır: Doğuda bir yer batması, batıda bir yer batması, Arap yarımadasında bir yer batması, duman, Deccâl,* Dâbbetü'l-Arz,* Ye'cûc ve Me'cûc*, güneşin battığı yerden doğması ve Aden toprağının sonundan (Yemen'den) bir ateş çıkarak insanları haşrolacakları yere sürmesi" buyurmuştur (Müslim, Fiten, 39, 40,128, 129; Ebû Dâvûd Melâhim, 12; Tirmizî, Fiten, 21; İbn Mâce, Fiten, 25, 28)

Duhân sûresinin "Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek bir duman çıkaracağı günü bekle; bu, can yakan bir azabdır" (10-11) âyetlerinde zikredilen dumanın, bazı âlimler, kıyâmet kopmadan önce zuhur edecek kıyâmet alâmetlerinden birisi olduğunu söylemişlerdir Rivâyete göre bu duman kâfirlerin kulaklarından girecek, başları kebaba dönecek; müminlerin de hâli nezleye yakalanmışa dönecek, bütün yeryüzü bacasız bir fırın gibi kızacaktır (Nesefî, Medârik, Beyrut, (ty), IV,128) Ashâbdan İbn Abbâs, İbn Ömer ve Zeyd b Ali'nin rivâyetleri bu dumanın kıyâmete yakın çıkacağı tarzındadır (Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Terc ve Şerhi, İstanbul 1980, XI, 198)

Abdullâh b Mes'ûd'dan gelen rivâyet ise şöyledir: Rasûlullah (sas), Kureyş'in kendisine şiddetle isyanını görünce: "Yarab! Yusuf'un yedi (yılı) gibi onlara da yedi (yıl kıtlık) vermek suretiyle bana yardım et" diye dua etmişti Onları bir kıtlık yakaladı Birçokları açlıktan öldü Derileri, ölü etlerini ve kemikleri yediler Yerle-gök arasını herkes açlıktan duman gibi görüyordu Nihayet Ebû Süfyân Hz Peygamber'e gelerek dedi ki: "Yâ Muhammed! Sen bize akrabayı gözetmemizi emrediyorsun Halbuki kavmin açlıktan ve kıtlıktan helâk oldu Allah'a dua et de onlardan bu belâyı kaldırsın" Bunun üzerine Hz Peygamber dua etti, kıtlık geçti Bol yağmura kavuştular Refâha kavuşunca yine eski inançsızlık ve isyankârlık hallerine döndüler Bunun üzerine Duhân sûresinin 10-16 âyetleri indi (Buhârî, İstiskâ, 2; Tefsîru Sûre 30/1; Tefsîru Sûre 44/5-6; Müslim, Münâfikîn, 39, 40)

Duhân sûresinde geçen duman gerçek duman olmayıp, Hz Peygamber'e isyân eden Mekke müşriklerinin Hz Peygamber'in duası neticesinde açlığa marûz kalıp etrafı duman şeklinde görmeleridir Veya bu duman, kıyametten önce zuhur edecek olan kıyâmet alâmetlerinden biridir Yahut da, Cehennem'in dumanıdır (el-Aynî, Umdetü'l-Kârî, Beyrut, (ty), VII, 29)

Mehmet BULUT

DUHÂN SÛRESİ

Kur'ân'ın kırkdördüncü sûresi Ellidokuz âyettir Üçyüzkırk kelime, bindörtyüzkırk harften müteşekkil olup fasılası mim ve nûn harfleridir Mekke'de nazil olmuştur

Sûre; onuncu âyetinde geçen "duhân" kelimesinden dolayı bu isimle adlandırılmıştır

Duman anlamına gelen "duhân" hakkında iki temel görüş vardır Bunlardan birincisi "duhan"ın vuku bulduğunu yani gelip geçtiğini savunur Bu görüşe göre; Kureyş müşrikleri Peygamber (sas)'e karşı çıkıp, İslam'a girenlere eziyet etmeye başlayınca, Hz Yusuf (as) dönemindeki kıtlık gibi bir kıtlıkla onları cezalandırmasını Cenâb-ı Allah'tan dilemiş, bu dileği yerine gelmiştir Kuraklık, müşrikleri çok güç durumda bırakmıştır Öyle ki, göğe bakan kimse, kuraklık ve açlıktan dumandan başka birşey görmüyordu Allah Teâlâ;

"Göğün, apaçık görülecek bir duman çıkaracağı günü gözle İnsanları bürüyecektir Bu elîm bir azaptır" (9-11) âyetini inzâl buyurdu

Bu durum üzerine Rasûlullah (sas)'e müracaat ederek: "Ey Allah'ın elçisi? Mudar kavmi için Allah'tan yağmur dile, çünkü helâk olacaklardır" dediler Peygamber de yağmur diledi ve yağmur yağdı "Biz az bir süre için azabı kaldıracağız Yine de siz eski halinize döneceksiniz " (15) âyeti buna işaret etmektedir (Buharî, Tefsîr, Sûretü'd-Duhân)

İkinci görüşe göre; burada sözü edilen "duhân", kıyâmet alâmetlerinden biri olup henüz vuku bulmamıştır Kıyamete yakın bir zamanda görülecektir Bu görüşü savunanların başında İbn Abbas gelmektedir, (İbn Kesîr, "Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm", Sûretü'd-Duhân)

Mekkî sûrelerin ortak özelliğini taşıyan bu sûrenin temel konusu, inkârcıların, Allah'ın gönderdiği "Kitab''a, Rasûlüne ve tekrar dirilmeye inanmayı reddetmelerini ve başlarına gelecekleri dile getirmektedir

Sûre, herşeyin hikmetli bir şekilde ayırdedildiği mübarek bir gecede, Allah tarafından, kullarına rahmet olması ve onları uyarması için indirilen "Kitab"a and içerek başlıyor Ardından da hemen insanlara, kendi Rablerini yani göklerin, yerin ve her ikisi arasında bulunan varlıkların Rabbini anlatıyor O'nun birliğini ispat ediyor, gelmişleri ve geçmişleri O'nun diriltip öldürdüğünü beyan ediyor Bilâhare konuyu değiştirerek: "Fakat onlar şüphe içinde eğlenip duruyorlar " (9) ifadesi ile Kureyşliler'in durumuna temas ediyor Onların, hâlâ ölümden sonra dirilmeyi kabul etmeye yanaşmadıklarını; "Ölüm ancak bir defadır" (35) deyip eğlenmelerine devam ettiklerine dikkati çekiyor Sonra, Kur'ân'a inanmayıp onu alay ve şüphe konusu etmelerinin cezasını şu korkunç tehditle dile getiriyor:

"Göğün, apaçık görülecek bir duman çıkaracağı günü gözle İnsanları bürüyecek elîm bir azaptır bu " (10-11)

Bu arada aniden geliveren o günün azabım kaldırması için Allah'a: " Rabbimiz bu azabı bizden kaldır Doğrusu biz artık müminleriz" (12) deyip yalvarışlarını ele alıyor, Rablerine dönmezden ve o korkunç azaba çarpılmazdan evvel fırsatı değerlendirmeleri icabettiğini hatırlatıyor Lâkin: "Nerede onlarda öğüt almak! Onlara gerçeği açıklayan bir Peygamber gelmişti de, O'ndan yüz çevirmişler ve: Öğretilmiş delinin biri' demişlerdi" (14)

Allah'u Teâlâ, onların durumlarını çok iyi bilmektedir Buna rağmen: "Biz az bir süre için azabı kaldıracağız Yine de siz eski halinize döneceksiniz" (15) diyerek mühlet vermektedir

Evet varsınlar öğüt almasınlar, inkâr ve küfürlerine devam etsinler:

"Onları şiddetli bir şekilde çarpacağımız gün, şüphesiz intikam alırız " (16)

Sûre, bundan sonra sözü, Firavun ve kavmine getiriyor Firavun'la kavmine gönderilen şerefli peygamberin onları: "Ey Allah'ın kulları! bana gelin Doğrusu ben size gönderilmiş emîn bir peygamberim Allah'a karşı azgınlık etmeyin " (18) diyerek nasıl uyardığını, onların bu sese kulak asmadıklarını ve neticede Allah elçisinin, onlardan ümidini kestiğini: "Bunlar suçlu bir kavimdir, diyerek Rabbine dua etti" (22) ğini belirtiyor

Onların başına gelenler işte bundan sonra olmuş, o azgınlığın ve büyüklenmenin sonu aşağılanma ve felaket olmuştur:

"Onlar nice nice başları, pınarları bırakmışlardı Nice nice ekinleri, muhteşem konakları da Zevk ve sefâ sürdükleri nice nimetleri de Bu böyle oldu Biz de onları başka bir kavme miras bıraktık Gök ve yer onların helâkine ağlamadı Onlara mühlet de verilmedi " (25-29)

İbret alanlar için, bu duygu yüklü tabloları gözler önüne serdikten sonra âyet, âhireti yalanlayanların ve:

"Ölüm bir defadır, terrar diriltilmeyeceğiz Doğru sözlü iseniz bize babalarımızı getirsenize" (35-36) diyenlerin durumuna geçmekte ve onlara Tübba' kavminin başına gelenleri hatırlatmaktadır Onlar sözü geçen kavimden daha hayırlı değiller ki bu gibi acı âkibetlerden kurtulabilsinler

Bilahare, öldükten sonra dirilmeyle, Allah'ın gökleri ve yeri yaratışındaki hikmeti arasında bağlantı kuruyor: "Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık Biz onları ancak ve ancak hak ile yarattık Ne var ki onların çoğu bilmezler " (38, 39)

Ve ardından onlara, herşeyin ayırdedileceği " ve hepsinin bir arada bulunacağı vakit" (40)'ten söz etmekte:

"O gün dostun dosta hiçbir faydası " (41)'nın olmayacağı, "ancak Allah'ın merhamet ettiği kimse(nin) müstesna" (42) olduğu belirtilmektedir Bu arada, günahkârların yiyeceği olan zakkum ağacından, onların sürüklenerek Cehennem'e atılacaklarından, "sonra azab olarak başlarına kaynar su" (48) döküleceğinden söz ederek şiddet dolu tablolar çizmektedir

O gün onlara: "Tat bakalım! hani şerefli olan, değerli olan yalnız sendin İşte bu, doğrusu şüphelenip durduğunuz şeydir " (49, 50) denilecektir

Bu azab sahnesinden sonra Allah'u Teâlâ, müttakiler için hazırlanan mükâfatlardan söz etmektedir:

"Müttakîler ise muhakkak ki emîn makamdadırlar Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar İnce ipekten ve atlastan giyerler, karşılıklı otururlar İşte böylece onları siyah gözlülerle eşlendiririz Orada emniyet içerisinde olarak her meyveyi isteyebilirler Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar Ve onları cehennem azabından Allah korumuştur Rabbinden bir lütuf olarak İşte büyük kurtuluş budur " (51-57)

Nihayet sûre başladığı gibi yine Kur'ân'dan söz ederek son bulmaktadır:

"Biz onu öğüt alırlar diye senin dilinde indirerek kolaylaştırdık " (58)

Ve bunun yanı sıra, hâlâ öğüt alıp akıllanmayanlara inadlarına devam edenlere korku dolu bir tehdit:

"Öyleyse bekle, onlar da beklemektedirler " (59)

Halid ERBOĞA

DÛMETÜ'L-CENDEL OLAYI

Dûmetü'l-Cendel, Tebük'e yakın, Şam'a beş gecelik mesafede bir yerdir Hz Peygamber Şam'da hristiyan Araplar'ın ve Bizans imparatoru Herakleios'un desteklediği Rum askerlerinin Medîne'ye saldırı için hazırlık yaptıklarını öğrenince, onlardan önce davrandı ve otuz bin kişilik bir İslâm ordusu ile hicretin dokuzuncu yılında Tebük'e kadar geldi Gerek Rum'dan ve gerekse Araplar'dan bir hareket görülmeyince orada durdu Ayrıca Şam'da bulaşıcı tâûn (veba) hastalığının bulunduğu haberi de gelmişti Allah Rasûlü, ashabı ile istişare ederek bir süre Tebük'te kaldı

İşte Hz Peygamber Tebük'te bulunduğu sırada Hâlid b Velid (ö 21/641)'i çağırdı ve yanına dörtyüz atlı asker verip, kendisini Dûmetü'l-Cendel'de bulunan Ükeydir b Abdilmelik'e gönderdi Ükeydir Kindeliler'den olup, onların kralı idi Ve hristiyandı Halid, emrindeki güçlerle birlikte gece vakti Ükeydir'in kalesine yaklaştı Ükeydir o sırada bazı adamlariyle birlikte yaban sığırı avlamak amaciyle kale dışına çıkmıştı Hz Hâlid ve adamları Ükeydir'e saldırıp, onu yakaladılar Kardeşi Hassan çarpışmaya devam etmek isteyince öldürüldü Diğerleri kaçıp kaleye girdiler (İbn Hişam, Sîre, Beyrut 1391/1971, IV,161,170; İbn Sa'd, Tabakât, Beyrut 1376/1957, II, 165, 167; Vâkidî, Kitabü'l-Meğâzî, Kahire 1965, III, 1025, 1026, 1027, 1031; et-Tevbe, 9/117; Buhârî, Câmiu's-Sahîh, İstanbul, Âmire 1329, V, 128; Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 75, VI, 387; Dâre Kutnî, IV, 195-196)

Hâlid b Velid ile Ükeydir arasında kale halkının durumu ile ilgili olarak yapılan anlaşmaya göre, Hâlid'e, 1) İki bin deve, 2) Sekiz yüz at, 3) Dört yüz zırh gömlek, 4) Dört yüz mızrak, verilecek; 5) Ükeydir'le kardeşi Mudad, Hz Peygamber'e kadar götürülüp, haklarında orada hüküm verilecekti (Vâkidî, Meğâzî, III, 1027; İbn Sa'd, Tabakât, II,166) Ükeydir, kardeşi ve ganîmetler Tebük'e getirildi Hz Peygamber ganîmetlerin beşte birini beytü'l-mâl için ayırdıktan sonra, beşte dördünü mücahidler arasında bölüştürdü

Rasûlullah (sas) Ükeydir'le kardeşini İslâm'a davet etti Fakat yanaşmadılar, cizye ödemeye razı oldular Kendileri serbest bırakıldı Onlara emân ve sulh maddeleri ihtiva eden bir yazı verildi Ükeydir Tebük'ten tekrar Dûmetü'l-Cendel'e döndü (Vâkîdî, Meğâzî,III,1030; İbn Hişam, Sîre, IV, 170) Dûmetü'l-Cendel akar suyu, hurmalık ve ekinleri bulunan, büyük bir panayır ve ticaret merkezi idi Arap kabilelerinin birer birer müslüman olduklarını görünce, Dûmeliler, Hz Peygamber'den korkmaya başlamışlardı Ancak bu olaydan sonra da İslâm'a girmek yerine cizye ödemeyi tercih ettiler

Hamdi DÖNDÜREN

DÜĞÜN

Evlilik münasebetiyle düzenlenen tören ve merasimler Yeni bir hayat başlangıcı demek olan evlenmelere düğün adı altında düzenlenen eğlence ve törenlerle, neşe ve sevinç içinde girilmesi, dünyanın hemen her yerinde âdet halindedir Ancak düğün gelenek ve âdetleri milletlere hatta yörelere göre değişiklik gösterir

Evlilik gibi mühim bir hadisenin başlangıcı olan düğün konusunda İslâm'ın görüşü sorulagelmiştir İslâm öncesi Arap örfünde bulunan düğün âdeti, İslâmî dönemde de düzeltilerek ve İslâm'a uymayan yönleri kaldırılarak muhafaza edilmiştir Rasûlullah (sas) zamanında uygulanan düğün adeti bizim için en güzel örnektir O halde bu konudaki sünnetleri iyice öğrenmeli ve uymalıyız

Evlenen çiftlerin yeni hayata neşe içinde geçmeleri, eş-dost ve akrabalarının, hatta tüm din kardeşlerinin bu sevinçlerinde onlara katılabilmeleri için düğün yapmayı Hz Peygamber (sas) tavsiye etmiştir Rasûlullah (sas) yeni evlenen Abdurrahman b Avf'a: "Düğün yap, bir koyunla da olsa ziyafet ver " buyurmuştur (Buhari, es-Sahih, VI,142) İslâmî bir düğün nasıl olmalı, sorusuna gelince; bu sorunun kesin cevabı verilmiş ve İslâmî bir düğünün hudutları hiçbir zaman kesin olarak çizilmiş değildir Bu nedenle de dünyanın her yanındaki müslümanlar arasında, İslâm'a uygun olsa da, düğünlerde farklılıklar görülmektedir Yani müslümanlar müşterek bir düğün şekline sahip değildirler ve bunda da herhangi bir, mahzur yoktur '

Düğün ve düğün esnasında uyulacak esas; her işimizde olduğu gibi helâl ve haram sınırını gözetmektir Düğünlerimizde harama kaçmamak kaydıyla, kadınlar ve erkeklerin birbirlerine karışmaması, içki içilmemesi şartıyla eğlenebilirler Düğünlerde tef* çalınması, şarkı söylenmesi de Peygamberimiz (sas)'in tasvip ve teşvik ettiği şeylerdendir Hz Âişe (ra)'dan rivâyet olunan bir hadîste Rasûlullah (sas) Ensar'dan bir kadının düğününden dönen Hz Âişe (ra)'ye: "Yâ Âişe herhalde düğününüzde eğlence (çalgı) yoktu, halbuki Ensar eğlenceyi sever" buyurmuştur Bir başka rivâyette de: "Tefe vuracak ve şarkı söyleyecek bir cariye göndermediniz mi?" buyurunca Hz Âişe "(Şarkı olarak) ne söylesin ya Rasûlallah?" demiş, Rasûlullah (sas) de: "Size geldik size geldik " diye başlayan bir kaside okumuş ve "Bunu okusun" buyurmuştur (Mansur Ali Nasıf, et-Tac, II-130) Bir başka hadiste de Hz Peygamber (sas): "Helâl ve haram nikâh arasındaki fark (helâlinde) tef ve ses (şarkı) bulunmasıdır " buyurmuştur (aynı eser)

Düğünlerimizde makûl ölçüde şarkıya ve çalgıya izin verilmişse de bu gibi şeylerde aşırıya kaçmak insanı harama düşme tehlikesiyle karşı karşıya bırakır Ayrıca, düğünlerde okunacak şarkıların muhtevası inançlarımıza aykırı olmamalı ve isyana, harama teşvik etmemelidir Çünkü harama vesile olan her şey haramdır

Habil NAZLIGÜL

Alıntı Yaparak Cevapla