Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (D)

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (D)



Ebabil Kuşları

Kâbe'yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi Ebrehe'nin ordusuna saldıran kuşlar

Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler" demektir Kelime, Kur'ân-ı Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçmektedir Fil sûresinde olay şöyle anlatılmaktadır: "Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı Nihâyet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı" (el-Fil, 105/1-5)

Bu olay Hz Peygamber'in doğduğu yıl olmuş ve orduda bulunan fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil Vak'ası", geçtiği yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur Olay kaynaklarda şöyle zikredilmektedir:

Habeşistan Kralı Necâşi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettiği Ebrehe b Sabbah el-Eşrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini çekmek ve San'a şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı Ancak tapınağa gelen olmadığı gibi Fukaym kabilesine mensup bir Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler Bunu öğrenen Ebrehe çok kızdı ve Kâbe'yi yıkacağına yemin etti Büyük bir ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adlı fili önde olduğu halde Mekke'ye yöneldi MS 570 veya 571 yılında altmış bin asker ve on yahut dokuz fille yola çıktı (İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't Târih, Nşr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442)

Ebrehe yolda Yemen kralı Zû Neferi bozguna uğrattı, ardından Has'amlıları yendi ve bunların Nufeyl b Nubeyb adındaki liderinin hayatını bağışlayarak kendisine Mekke'ye gidişte rehber yaptı Taif'teyken Sakif'liler tanrıları Lât'ı korumak uğruna Ebrehe ile işbirliğine yanaşıp Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler Ebrehe'nin fillerin desteğindeki muazzam ordusunun karşısında hiçbir ordu dayanamadı ve Kureyş'liler bu gelişe bakarak Kâbe'nin yıkılacağına kesin olarak inanmaya başladılar

Mekke yakınında Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadırlarını kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri yağmaladılar Burada, Ebû Regal öldü Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz devesi vardı Ebrehe'nin elçisi Hınata el-Himyeri Mekke'ye giderek Kureyş'lilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf etmeyi bıraktıkları takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi Onlara sadece Kâbe'yi yıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını bildirdi (İbnü'l-Esir, age, s443)

Abdülmuttalib, "Biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez Orası Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına vardı Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince şöyle dedi: "Seni ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine düşünce gözümden düştün" Abdülmuttalib, "Ben develerin sahibiyim Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi

Abdülmuttalib develerini alıp Kureyş'lilerin yanına döndü, onlara olup biteni anlattı ve hepsi, muhtemel bir katliâma karşı Mekke'den ayrılıp dağlara çekildiler

Sabaha karşı Ebrehe, Mekke'ye ilerledi Mamud denilen büyük fil, şehre yaklâşınca yere çöküverdi; kalkması için çok uğraştıkları halde kalkmadı Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde yere çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya çalıştıkları görüldü Bu mucizeyi olayın sıhhati Hz Peygamber (sas)'in Kusva adlı devesinin Mekke yakınlarında çökmesi olayında, Nebi (sas)'in söylediği sözlerle sâbit olmuştur: Devesi çökünce Rasûlullah'ın ashâbı, "Deve çöktü" dediğinde, Rasûlullah; "Hayır, Kusva çökmedi, yalnız onu 'Fili engelleyen' engelledi" buyurmuştur Buhâri ve Müslim'de, Rasûlullah (sas)'in Mekke'nin fethi günü şöyle dediği nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alıkoydu Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi Dün olduğu gibi bugün de oranın hürmeti iâde olmuştur Dikkat edin, hazır olan olmayana bildirsin "

Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafından, dahâ önce o bölgede hiç görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri bir anda ortaya çıkarak Ebrehe ordusuna saldırdılar Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine bıraktıklarında onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç yaprakları gibi dağıldılar Rehberleri Nufeyl kaçtı, askerler kuş saldırısında telef olup feci şekilde öldüler; yolda kalanlar, geriye dönenler de helâk oldular Mekke'liler bu mucizeyi dağlardan seyrederken Allah'ın irâdesi karşısında hayret ve dehşet içindeydiler Ebrehe, bu saldırıda etleri parçalanmış, çürümüş halde San'aya dönerken, Hasm kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü ikiye yarılarak acıklı şekilde öldü (Kadı Beydâvî, Envârü't-Tenzil, Fil Sûresi tefsiri)

Kuşlar ve attıkları taşlar hakkında çeşitli rivâyetler vardır Bu olay Rasûlullah'ın dünyaya geldiği yılda vukû bulduğundan, Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayılmıştır Muhammed b İshak ve İkrime o yıl çiçek hastalığının Mekke'de yaygınlaştığını söylemişlerdir Muhammed Abduh (v 1905) bu rivâyetlerden hareketle Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin "sinekler" olduğunu ayaklarında salgın hastalık mikrobu taşıyan sinek sürülerini Allah'ın, Ebrehe ordusuna musallat kıldığını belirtmektedir Yeryüzünün en ihtişamlı ordusu ve hayvanları (filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle görülemeyen küçük canlılarla mikroplarla helâk etmiştir Bu görüşü yukarıda zikrettiğimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b İshak da kaydetmiştir

Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh, Reşid Rıza, ve diğer bazı müfessirlerin, Allah'ın, olağanüstü, fevkalâde, harikulâde mucizesi ile bu Allah düşmanı orduyu helâk edişini dile getirmeleridir Tefsirlerde kuşların mâhiyeti hakkında değişik görüşler bulunmaktadır İbn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i "birbiri arkasından gelenler" diye yorumlamışlardır Hasan-ı Basri ile Katâde, "çok" mânâsına; İbn Zeyd "çeşitli, sağdan soldan gelenler" mânâsına; Mücâhid, "toplu halde arka arkaya gelen" mânâsına geldiğini söylemişlerdir Kuşların, bölük bölük, karışık türde oldukları anlaşılmaktadır Rivâyetlerde kuşlar; kırlangıca, kekliğe, sığırcığa, yarasaya, hatta "zümrüdü anka"ya benzetilmektedir

"Siccil" kelimesi, taş ve çamur demektir Yahut, çamurla sıvanmış taş anlamına gelir "Asf" kelimesi, ağaç yaprağı anlamına gelir Haşerelerin ağaç yaprağını yiyip ufalttıklarında yaprak yenik yenik hale gelir ki, sûrede anlatılmak istenen budur

Sûrenin anlamı; Allah'ın, Kâbe'nin müdafaasını müşriklere bırakmadığını, saldırganları alışılmadık şekilde helâk ettiğini bize anlatmaktadır

Fil olayı, Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassab vadisi arasında bulunan Muassıb'da meydana gelmiştir Müslim ile Ebû Dâvûd, Câbir'den rivâyetle onun şöyle dediğini yazarlar: "Rasûlullah Müzdelife'den Mina'ya hareket ettiği zaman Muassıb vadisin de hızlanmıştı" İmam Nevevî bunu şöyle izah etmiştir: "Ashâb-ı Fil olayı burada cereyan etmiştir Onun için, sünnet olan, hacıların buradan hızla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul Kur'an Trc: Muhammed Han Kayanı ve diğerleri, İstanbul 1988, VII, 238)

İmam Mâlik de Hz Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama Muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder

Müşrik Kureyşlileri bu olay o kadar etkilemiştir ki, üç yüz altmıştan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmışlardır Fil sûresin de Allah, Ashâb-ı Fil'in acı âkıbetinin fecâatine sadece ana hatlarıyla değinmiş ve müşriklere, Hz Muhammed (sas)'in dâvetine karşı çıktıklarında, onların başlarına gelebilecek acıklı azabı hatırlatmıştır

M Sait ŞİMŞEK

EBÂN B SAİD B el-AS

İsmi; Ebân, Nesebi; Ebân b Said b el-Âs b Ümeyye b Abdişems b Abdimenâf b Kusay b Kilâb b Mürre b Ka'b b Lüeyy el-Kuraşî

İslâm'dan önce Ebân'ın ailesi iki zümreye ayrılmış ve bu iki zümre arasında ihtilâf çıkmıştı Ailesi İslâm'a karşı aşırı muhalif olanlardandı Kardeşleri Halid ile Amr İslâm ile müşerref olmuşlardı Ebân ise bunların müslüman olmalarından dolayı çok hiddetlendi (Üsdü'l-Ğâbe, I, 35) "Keşke Zaribe'de ölmüş olsa idim de, Amr ile Halid'in dine iftira ettiklerini görmeseydim" meâlinde bir şiir de söylemiş ve bu konudaki üzüntü ve kızgınlığını dile getirmişti

Ebân, Bedir gazvesinde müslümanlara karşı savaşan müşriklerle beraberdi Kardeşleri Ubeyde ve Âs müslümanlarla savaşırken muhârebede ölmüşlerdi; fakat Ebân ölmemişti (el-İsâbe, I, 10)

Hudeybiye sulhu sırasında Rasûlullah (sas), Hz Osman'ı Kureyş ileri gelenleriyle görüşmek üzere Mekke'ye elçi olarak göndermişti Hz Osman, müzâkere için Mekke'ye gittiği zaman Ebân'ın misâfiri oldu Ebân Osman'ın muhâfazasını üzerine aldı Gerçekten o, Hz Osman'ı çok severdi (el-İstilâb, I, s35)

Ebân, müslüman olmadan önce Rasûlullah (sas)'a muhâlif olanların başındaydı Bununla beraber bu yeni din ve Rasûlullah (sas)'ın peygamberliği hakkında da araştırma yapıyordu Ebân, Kureyş'in ileri gelen tüccarlarından biri idi Sık sık o sıralar ticaret ve ilim merkezi olan Şam'a giderdi Yine bir seferinde Ebân, Şam'da bir rahiple karşılaştı Onun Kureyş'ten olduğunu anlayan rahip, bu kabileden Cenâb-ı Hak tarafından görevlendirilen şahsın çıkacağını ve Allah yolunda İsa ve Musa'nın yolunu takip edeceğini ona bildirdi Bunun üzerine Ebân, bu zâtın isminin ne olacağını sordu Rahip; "Muhammed" dedi Ayrıca eski eserlerde ve semâvi kitaplarda gönderilecek olan peygamberin bazı özelliklerini okuduğunu ona anlattı

Ebân bu sözleri dinledikten sonra rahibe; "Saydığın bu hususların hepsi o zatta mevcuttur" dedi Rahip bu zâtın bütün Arap ülkelerinde iktidarı elde ettikten sonra iktidarının bütün dünyayı saracağını söyledi Şunu da ilâve etti: "Sen memleketine geri döndüğün zaman bana İslâm hakkında malumat ver Ona git, benden selam söyle ve hürmetlerimi bildir"

Ebân, Mekke'ye geri döndüğü zaman artık değişmişti İslâm'a, müslümanlara karşı eski hali kalmamış, muhâlefeti tamamen kalkmıştı (Üsdü'l-Ğâbe, 1, 36)

Bir müddet böyle devam ettiği halde, Ebân hâlâ Atalar dininin hürmetini, rakiplerinin tavrını düşünerek konuştuğu rahibin söylediklerini de bir tarafa bırakmıştı Fakat bütün bunlara rağmen Ebân, Hakk'ın câzibesine daha fazla dayanamayarak Hayber'den önce İslâmiyet'le müşerref oldu (el-İstiâb, 1, 35) Müslüman olduktan kısa bir müddet sonra da hicret etti

Rasûlullah (sas) Ebân'ı müslüman olduktan sonra bir seriyye'nin emirliğine getirerek, Necid tarafına gönderdi Hz Ebân bu seriyyeden zaferle döndü, fakat Hayber fethine katılamadı Hz Ebû Hureyre bu sırada Habeş muhâcirleriyle Medine'ye varmıştı Hz Ebân ve Hz Ebû Hureyre Hayber ganimetlerinden istifade edememişti Bunun üzerine her ikisi de bu ganimetlerden faydalanmak için Rasûlullah (sas)'e maruzatta bulundular Fakat o sırada orada bulunanlardan bazıları bunların Hayber gazasında bulunmadığını söylediler Ebân üzüldü Fakat Rasûl-i Ekrem her ikisine de iltifatta bulundu (Buhârî Kitâbü'l-Meğazî, Cazvetu Hayber) Ebân Necid seriyyesinde muvaffak olduğundan dolayı başka seriyyelerin de emirliğine tâyin edildi

Hz Eban, bundan sonra Rasûlullah (sas)'ın emriyle deniz ve kara işlerinin idaresine ve vergilerinin tahsiline tâyin edildi Rasûlullah (sas)'ın vefâtına kadar da bu görevde kaldı Vefâtıyla birlikte de geri döndü (el-İstiâb, 1, 36)

Rasûlullah (sas)'ın vefâtından sonra Hz Ebû Bekir'e genel bir bey'at yapılmıştı Fakat sayıları sınırlı bazı kimseler bey'at etmedi Bunların arasında Ebân da vardı Fakat bütün Hâşimoğulları bey'at edince artık onun bey'at etmesine mazeret kalmamış, o da bey'at etmişti Hz Ebû Bekir, hilâfette iken Rasûlullah'ın tâyin ettiği emir ve görevlileri azletmedi Hz Ebân'ın da vazifesinin başına dönmesini rica etti Fakat Hz Ebân kabul etmeyip şöyle dedi: "Rasûlullah (sas)'den sonra başka herhangi bir kimsenin teklifini kabul etmem" Bunun yanında ise bazı rivâyetlerde Hz Ebû Bekir'in ısrarı üzerine Yemen valiliğini kabul ettiği rivâyet edilmektedir (Üsdü'l-Ğabe, I, 37)

Hz Ebân'ın vefâtı ihtilâflı olmasına rağmen kuvvetli bir rivâyette Hz Ebû Bekir'in hilâfeti zamanında Ecnâdin muhâberesinde şehid olduğu söylenmektedir

İA

EBCED

Cümel, Cifr, Sayı sembolizmi

Ebced veya Ebûced, Arap alfabesindeki harflerin kolaylıkla hatırda kalması için düzenlenen bir hârf dizisi ile bu harf dizisinin her birine tekabül eden bir rakam değeri sistemi ve diziyi oluşturan sekiz kelimenin ilkinin adıdır

Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir

Bu sekiz temel kelime şöyledir: "Ebced, Hevvez, Huttiy, Kelemen, Se'fes, Karaşet, Sehaz, Dazığ"

Bu kelimeler aslında İbrânî, Ârâmî Süryâni alfabelerinin harfleriyle -sessiz harfleri dikkate alınarak aynıdır Alfabe Araplara Nebatîler yoluyla gelmiştir Sâmi alfabelerinin hemen tamamında bir rakam değeri olan harfler sistemi kullanılmıştır Eski Ön Asya dillerinden Akadça ve Asurca'da bile bu değerler kullanılmıştır

Yalnız başlarına hiçbir anlamı olmayan ve sadece ezberleme işini kolaylaştıran bu sembolik sekiz kelimeden başka harflerin sırası ve bunların sayıları göstermekte kullanılmaları bakımından İbrânî ve Ârâmî dillerindekiyle aynıdır Hemze'den, K'ya kadar olan harfler 1-100, son dokuzu da 200-1000 sayılarına delâlet eder Yine bir başka eski sistemde aynı yazı şeklinde olan harfler biraraya getirilip her grubun ilk harfinden sonra o harfe benzeyen diğer harfler sıralanır Meselâ, "Te", "Se", harfleri "Be"den sonra konulmuştur Yalnız "Lam", "Vav", ve "Ye", harfleri sona bırakılmıştır Bu sıra Mağrib alfabesinde bugüne kadar muhafaza edilmiştir: Elif, Be, Te, Se, Ha, Cim, Hı, Dal, Zel, Rı, Ze, Tı, Zı, Kef, Lam, Mim, Nun, Sad, Dat, Ayın, Gayın, Fe, Kaf, Sin, Şın, Lam, Vav, Ye

Rakam değerli harf sistemi, çivi yazısının kullanıldığı döneme kadar inen bir tarihi kökene sahiptir Bu da vahiyle ilgisi olmayan bir alana yayılmış olduğunu göstermektedir

Cürhümî alfabesi temeline dayanan Arapça harfler diğer Sâmi dillerinden farklı olarak sıralanmaktadır Bu sıra İsmail (as) zamanında ilk kez Arapça'ya uygulanmıştır Sekiz kelimeden ibâret Ebced alfabesi yirmi sekiz harftir Bunlara kolaylıkla öğrenilsin diye "İslâmî" bir kılıf giydirilmiştir Meselâ:

1 Ebced'in ilk altı kelimesi olan Ebced, Hevvez, Huttiy, Kelemen, Se'fes, Karaşet; Şuayb (as)'ın kavminden altı askerin adıdır Bunlar Medyen ülkesinin şahları olup, Kelemen, hepsinin büyüğüydü ve harfleri bu şahlar düzenlemişlerdi Onlar, Medyen ve Eyke halkıyla birlikte helâk oldular

2 Harfler altı şeytanın adına göre düzenlenmiştir Bu şeytanlardan korunmak için kelimelerin sonuna "Fetebârekallahu bi ahseni'l Hâlikın" ibaresi eklenmiştir

3 Ebced kelimeleri haftanın günlerinin adıdır Harflerin sırası gün adlarındaki sıraya göre düzenlenmiştir

Bu iddiaların hepsi de İsrailiyattan ibârettir ve uydurmadır Ebced hesabını İslâm tarihinde ilk kez yahudiler yapmışlardır Rasûlullah'a gelen bir grup yahudi Kur'an-ı Kerim'deki hurûf-ı mukattaa adı verilen Elif, Lâm, Mim, vb harflerini Ebced'e göre değerlendirip, "İslâm ümmetinin ömrü, "Elif: 1, Lâm: 30, Mim: 40" olarak toplam 70 veya 71 yıldır" demişler; kendilerine hurûf-u mukattaa ile başlayan "Kef, He, Ye, Ayn, Sad, gibi diğer ayetler hatırlatılınca önce hesap etmeye başlamışlar, sonra bu işin altından çıkamamış, zihinleri karışmış, rezil olmuşlardır Ashab ve Rasûlullah (sas) onların bu çocukça hesap işine gülmüşlerdir

Bazı âlimlerin de yalnız fonetik fizyolojisi ilkelerine göre tanzim edilmiş bir alfabe sistemi vardır Bu sistemde gırtlak sesleri ile arka damak sesleri başta gelir ve ağız önünden çıkarılan sesler ile dudak sesleri sona bırakılmıştır Halil b Ahmed'in "Kitâbü'l Âyn'ında sıra şöyledir:

(ayn-ha-lamelif-gayn-gaf-kef-şın-sad-dad-sin-ra-tı-dal-te-zı-zel-se-ra-lam-nun-fe-be-mim-vav-elif-ye)

Bu sıra el-Ezherî'nin "Tehzib"inde ve İbn Sîde'nin " el-Muhkem"inde de aynıdır

Hvaş erbâbı harflerin âdedlere delâlet etmek özelliğine dayânarak eski devirlerde Ebced vb kelimeleri büyü ve sihirde kullanmışlardır Bu sistemde Elif'ten Ğayın'a kadar her harfe bir tanrı adı ile tabii kuvvetler tekâbül eder Bir taraftan aded ile harf arasındaki bu ilişkiler diğer yandan bunlara tekâbül eden timsaller sayesinde amelî bir sır sistemi geliştirdiklerine inanmışlardır Meselâ, efsun ve muskacılıkta, harflerin adedi değerlerine göre toplanır ve bu toplamın "cinler âlemi" ile ilişkisi bulunduğu kabul edilir Bütün bunlar boş, şeytani uğraşıdan başka birşey değildir

Ebced hesabı Fars ve eski Türk edebiyatında tarih düşürmede de kullanılmıştır Meselâ İstanbul'un Fetih tarihi için Kur'ân-ı Kerîm'den "Âherûn" kelimesi düşürülmüştür Bunların toplamı

(elif+gayn+ra+vav+nun)=1+600+200+6+50=857

çıkmaktadır ve bu tarih Hicri 857 (M 1453) yılı olan fetih tarihidir Aynı şekilde Elmalılı M Hamdi Yazır, tefsirinde Molla Câmi'den naklederek Sebe sûresinin onbeşinci âyetindeki "Beldetün Tayyibetün" (iyi bir belde) ifadesi ile İstanbul'un fethinin kastedildiğini ve İstanbul'un fetih tarihinin (857 H yılının) bu cümlenin ebcedi ile haber verildiğini yazmaktadır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1936, V, 3956)

Ayrıca şâir Fuzûli, Kanunî Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fetih tarihi olan 941 H yılı için; "Geldi burc-i evliyaya padişah-ı namdâr" mısraını tarih düşmüştür Yine Sultan Abdülmecid'in saltanata geçişine de "Bir iki iki delik Abdülmecid oldu Melik" mısrası ile tarih düşmüşlerdir

Hatta bazen halk arasında dolaşan ve Kur'an-ı Kerim'in şifa ile ilgili âyetlerinin ebced hesabına göre rakamların yazılıp bunlarla yapılan muskalar bulunmaktadır ki, bu rakamların şifa vereceğine inanmak küfürdür Bu gibi hususlar Hz Peygamber'in sünnetinde olmadığı gibi ashab, tâbiîn ve büyük imamların böyle bir şeye başvurmadıkları ilmen ve tarihen bilinen bir husustur Ebced hesabına dayanarak ortaya çıkan Hurûfilik, bu işi Kur'ân ile fal bakmaya kadar götürmüştür Bir devlet kuruluşu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, devletin dinî anlayışını yansıtmak üzere 1960'larda yayımlanan ''Allah Bizimle" adlı bir kitapçıkta Ebced hesabı ile Hz Peygamber (sas) ile ilgili olan bir âyeti, 27 Mayıs 1960 askeri darbesine tarih düşürmeye çalışmıştır Oysa bu hesaplar, bir İsrailiyyat uydurması olup İslâm ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır

Bütün hurûf-û hecâ denilen yirmi sekiz harfi içine alan Ebced harf tertibinde harflerin sayısal değerleri şöyledir:

Ebced: Elif : 1, Ba : 2, Cim:3, Dal:4 Hevvez: He : 5, Vav : 6, Ze : 7 Hutti: Ha : 8, Tı : 9, Ya : 10 Kelemen: Kef : 20, Lam : 30, Mim : 40, Nun : 50 Se'fes: Sin : 60, Âyn : 70, Fe : 80, Sad : 90 Karaset: Kaf : 100, Rı : 200, Şın : 3002 Te : 400 Sehaz: Se 500, Hı: 600, Zel : 700, Dazığ: Dad : 800, Zı : 900, Ğaym 1000

Bugün ancak eski kitâbelerde ebced hesaplarına rastlanmaktadır Arap harflerinin kutsal ve bâtıni bir ilim olan "Cifr" ile ilgili olan sayı sembolizminin Hz Ali (ks) tarafından kodlandığı iddia edilir (S Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, İstanbul 1988, Çev: İlhan Kutluer, s77) Bunun uydurmadan başka birşey olmadığı açıktır

Şâmil İA

EBEDÎ

Sonu olmamak, daima var olmak Bu ancak Allah'a mahsustur Kelâm ilminde Allah'ın ebediliği, Bekâ sıfatıyla açıklanmaktadır Kıdemi sâbit olanın ademi mümtenidir Kıdemi zâtı ile kadîm olan zât, bâki ve ebedi olur Allah Teâlâ bütün varlıklar üzerine mukaddem olup kendi vücudunun evveli ve âhiri yoktur Herşey, bütün varlıklar biter, helâk olur, ancak Allah kalır Bu, kelime-i tevhidde de ifade edilir: Ancak Allah vardır O'nun varlığının önü, sonu yoktur O'nun önceliğine başlangıç, sonluğuna sonluluk yoktur "O Evvel'dir, Âhir'dir" (el-Hadid, 57/3) ve "Kâinattaki herşey fânidir, yalnız Rabbin bâkidir, ebedidir"(er-Rahman, 55/26-27; Tâhâ, 20/73)

Müminler için ebedi hayat cennettedir: "onlar orada ebedî kalacaklardır" (el-Bakara, 2/25)

Felsefe ve bilim, her cismin sonlu olduğunu kanıtlamıştır Hiçbir cisim sonsuz olarak var olamaz Âlem, tümüyle sonludur Âlemin sonu kıyamettir Allah'tan başka hiçbir şey ezelî ve ebedi olmadığından, herşeyin yaratıcısı Allah'tır, bütün cisimler hudustur (sonradan yaratılmıştır), onları Allah yoktan var etmiştir ve tekrar yok edecek ve tekrar diriltecektir Allah'ın varlığına asla yokluk ârız olmaz; O ezelîdir, daima vardı, var kalacaktır

Rasûlullah şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Sen Evvel'sin ki, senden önce birşey yoktur Âhir'sin ki, senden sonra birşey olamaz " (Müslim, Zikr, 61: Tirmizî, Daavât, 19)

Hakikatte "O evveldir, âhirdir" (el-Hadid, 57/3) âyeti, şöyle tefsir edilmiştir: Evvellik sonluk, sonluk evvellik; zâhirlik bâtınlık, bâtınlık zâhirliktir Kezâ evvellik ebedîlik, ebedilik ezeliliktir Aralarında bir perde yoktur O her evvelden evvel, her âhirden âhirdir; O ezel, ebed bütün vecihleri kuşatır, gâye ve münteha O'nadır Evveldir, evveli yoktur; âhirdir âhiri yoktur denilmelidir Bütün sıfatlar O'nunla vasıflanır, O sıfatlarla vasıflanmaz (Ayrıca bk Ezeli, Bekâ, el-Bâki)

Sait KIZILIRMAK

EBRÂR

Özü, sözü doğru olanlar Sâdıklar İyiler "Bârr" kelimesinin çoğuludur Kelimenin aslı "berr" olup kara anlamındadır "Birr"* sözcüğü buradan alınmış olup çok iyilik etmek anlamındadır (Rağıb el-İsfahânı, el-Müfredât fî Ğarîbi'l-Kur'ân, Beyrut (ty), 40) Buna göre "bârr", çok iyilik eden; "ebrâr" da çok iyilik edenler, anlamındadır

Ayrıca "birr" sözcüğünde "şuurlu ve delillere dayalı iyilik etme" anlamı mevcuttur Bakara sûresinde şöyle buyurulmaktadır: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz birr (iyilik) değildir Asıl birr o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah 'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere inandı; Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere mal verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi Antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarını yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır" (el-Bakara, 2/177)

Kıble değişikliğinden sonra ehl-i kitap bu mesele hakkında ileri-geri birçok şey söylediler Kudüs'e yönelmek mi, yoksa Kâ'be'ye yönelmek mi daha hayırlı gibi sırf şekli meseleler konusunda uzun uzadıya tartışmalara giriştiler Bunun üzerine yukarıya aldığımız âyet-i kerime indi (Ebû's-Suud, İrşâdü'l-Akli's-Selim, I, 193)

Bu âyetle yüce Allah, şeklî meselelerden önce şirkten arınmış temiz ve sağlam bir itikadın gerekli olduğunu; şeklî meselelerin ise bundan sonra geldiğini anlatmaktadır

Bu âyet ışığında "Ebrâr"ı değerlendirdiğimizde; onlar, önce sağlam her türlü şâibeden uzak bir inanca sahip olup sonra da kalplerine yerleşmiş, taklitten uzak ve bu itikadla birlikte salih amel işleyen kimselerdir

Kur'ân'ın kendine has terimlerinden birisi olan ebrâr kelimesi "Mutaffifin" ve "Füccâr" kelimelerinin karşıtıdır Her üç kelime de birer sembol, birer fikrî terim olarak Kur'ân'da kullanılmıştır Mutaffifin kelimesi, ölçüde ve tartıda noksanlık edenleri anlatan bir terim ve onlar için kullanılan bir sembol kelimedir Füccâr kelimesi de "Allah'ın emrinden dışarı çıkarılan" anlatan bir terim ve onlar için kullanılan bir sembol kelimedir Bu iki kelimenin tanımladığı davranışla kelimeleri kendilerine sıfat olarak almış bulunanlar "Rablerinden mahrum olacak ve cehenneme gireceklerdir" Ya bu iki kelimenin zıddı olan ebrâr kelimesini sıfat olarak kendilerine seçmiş bulunan ve bu kelimenin ifâde ettiği davranışta bulunanlar: Bunlar kimlerdir ve herhangi davranışta bulunurlar?

Ebrâr; doğru sözlü, faziletli, Allah'ın iyi kullarının tamamını içine alan bir kelimedir Bunlar, ahde vefa gösterirler; yeminlerinde dururlar; amelî ve itikadı noktalardan kusur işlememeğe gayret ederler; isteyerek ve karşılık beklemeden ihtiyaç sahiplerine kendi ihtiyaçlarından fazlasını bağışlarlar; fakiri ve yoksulu gözetirler; esire hürriyetini bağışlarlar; Allah'u Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimetlere devamlı şükrederler ve her durumda Allah'a bağlı ve itaat * halindedirler Onların "Amel defterleri" * meleklerin gözetimi altında ve "İlliyyîn" * denen şerefli bir mevkidedir Kendileri de şerefli bir taht üzerinde diledikleri yere bakarlar Onlar cennettedirler Bolluk ve cennet nimetleri içinde rûhen ve cismen nurlanmışlardır Bu nur, yüzlerinden ve etraflarından taşar Bunu onlara bakan herkes görür Mutaffifin Sûresi 24, 25, 26nci âyetlerinde şöyle buyurulur:

"Onları yüzlerindeki nimet pırıltısından tanırsın", "Sonunda misk kokusu kalan, mühürlenmiş saf bir içecekten içerler", "İyi şeylere imrenenler, buna imrensinler"

Bu vasıflarla vasıflanmış kimseleri Cenâb-ı Hak, ebrâr olarak adlandırmıştır Bunlar Allah'u Teâlâ'ya yakın olanlardır Bu yakınlığı, dünyayı âhiretin tarlası hükmünde görerek çalışmak ve âhiret ölçüsü ile dünyaya bağlanmakla kazanmışlar böylece ebrâr sıfatını haketmişlerdir

Kur'an-ı Kerfin'de melekler hakkında "ebrâr" ile aynı kökten gelen "berere" sözcüğü kullanılmaktadır ki "ebrâr" sözünden mânâca daha kuvvetlidir Anlamı; "Çok çok iyilik edenler"dir (el-İsfahânı, age, s41)

"Ebrâr", bütün iyi hasletleri kendilerinde toplayan, sağlam bir itikada sahip olan, doğru sözlü, ibâdetlerinde samimi kimseler hakkında kullanılır Onlar bu iyiliklerine karşılık olarak cennet'te bol nimetler içerisinde olacaklardır

M Sait ŞİMŞEK

Alıntı Yaparak Cevapla