Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (F)

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (F)



Fazilet

Güzel ve iyi huy, kişiyi iyilik yapmaya yönelten duygu, erdem Zıddı, rezillettir Dinimiz, müslümanların her türlü görevlerini yerine getirerek olgun ve yüksek bir ahlâka sahip olmalarını, iyi huylarla ruhlarını güzelleştirmelerini istemiş, reziletten, kötü huy ve alışkanlıklardan da uzaklaşmaları emredilmiştir

Bilindiği gibi bedenimiz çeşitli hastalıklara yakalanabilmekte ve bu hastalıklar uygun ilâçlarla tedâvi edilmektedir İnsan ruhu da bazı hastalıklara yakalanabilir Ruhî hastalıkların en tesirli ilâcı doğru ve sağlam bilgilere sahip olmak, zihni, evham ve hurâfelerden temizlemektir Fakat bu yeterli değildir İnsan ruhunun terbiye edilmesi, öldürücü mânevî hastalıklardan korunabilmesinin bir başka yolu, onun, güzel ahlâk ve faziletlerle süslenmesidir

Olgun insan, imkânların elverdiği ölçüde faziletleri nefsinde toplayan insandır Mânevî ve rûhî hastalıklar demek olan reziletleri ve kötülükleri alışkanlık hâline getirenler, ebedî hayatı kaybederler, hüsrâna ve zarara uğrarlar Nitekim Cenab-ı Hak:

"Nefsini tertemiz yapıp arıtan, şüphesiz saadete ermiş, onu kötülüklere gömen ise, elbette ziyana uğramıştır" (eş-Şems, 91/9-10) buyurarak bu noktaya işaret etmiştir

Bütün iş ve davranışlarımızda orta yolu tutmak fazilet sayılır Fazilet dediğimiz güzel huylarda aşırılık (ifrat); bunlardan yoksunluk (tefrit) ise rezilet sayılmıştır

Fazilet sahibi insanlar arasında daima anlaşma, ülfet ve âhenk görülür Rezilet sahipleri arasında ise hep fitne ve fesat çıkar

Bütün faziletler güzel iş ve davranışlardan ibarettir Bu sebeple islâm getirdiği prensiplerle müslümanları faziletli insanlar yapmaya çalışmış böylece onlardan insanlığa örnek ve önder bir topluluk vücûda getirmek istemiştir

İslâm nizamı, insanın hiç bir duygu ve eğilimini yok etmek istememekte; ancak hayatın bütünüyle ölçülü olmasını, ifrat ve tefritten kaçınılması gerektiğini bildirmektedir Bu sebeple "itidâl" (ölçü sahibi olmak) son derece önem!i kabul edilmiştir

İslâm cömertliği büyük bir fazilet olarak görür Fakat cömertliğin, daha doğrusu başkalarına vermenin ve harcamanın fazilet olabilmesi için harcamalardâ itidâle uymak şarttır Aksi takdirde bu bir fazilet olmaktân çıkar Hatta sorumluluk gerektiren bir rezilet olur Bunun için harcamalar da orta yol tutulur Yani ne aşırı bir şekilde, yerli yersiz harcama yapılır Bu da israf'tır Ne de aşırı mal sevgisi ile onu harcamaktan çekinilir Bu da cimrilik'tir Aksine bu iki durumdan da kaçınarak malın İslâm'ın emrettiği şekilde harcanmasına "cömertlik" denilmiş ve bu harcamada itidâl olduğu için fazilet sayılmıştır

Tevâzu da bir fazilettir Tevâzu alçak gönüllü olmak demektir Tevâzuda aşırıya gitmek insanı zillete, aşağılığa sürükler Tevâzu'dan uzaklaşmak ise insanı kibirli olmaya, benliğimizin bu kötü huy tarafından sarılmasına sebep olur Şu halde müslüman kişi davranışlarında itidâl (orta yol) fazilet ve güzel huyların, ifrat ve tefrit (aşırılık veya bir şeyin yokluğu) ise rezilet ve kötü huyların çıkmasına sebep olmaktadır

İslâm ahlâkçıları, insan ruhunun bazı temel kuvvetlere sahip olduğunu, bu kuvvetlerin akıl, gazab ve şehvetten meydana geldiğini kabul etmişler ve bu üç temel kuvvetin fazilet ve reziletlerin ana kaynağı olduğunu söylemişlerdir Bu kuvvetlerin ifrat, tefrit ve itidâl noktaları ayrı ayrı ele alınmış ve ifrat ve tefritin reziletin; itidâlin ise faziletin esası olduğunu ifade etmişlerdir Böylece "dört fazilet nazariyesi" (Fezâil-i erbaa) ortaya çıkmıştır

Buna göre akıl kuvvetinin ifratı

"cerbeze" (şeytânı düşünce); tefriti budalalık; itidâli ise hikmet (iyi, güzel, isabetli ve faydalı düşünce)'dir Gazab kuvvetinin ifratı tehevvür (asın kızgınlık); tefriti korkaklık; itidali ise şecaat (cesaret)tir Şehvet kuvvetinin ifratı fücûr; tefriti cinse karşı soğukluk, itidâli ise iffet'tir Hikmet, şecâat ve iffet'in bulunduğu yerde de adâlet'in bulunması tabiidir İşte bu ruh kuvvetlerinin itidâl durumu (hikmet, şecaat, iffet ve adâlet) faziletleri; ifrat ve tefrit hâli ise reziletleri ortaya çıkarır Dolayısıyla güzel ahlâkın kaynağı bu dört fazilet, kötü ahlâkın kaynağı da bu faziletlerin ifrat ve tefriti olan reziletlerdir Bir müslümanın en önemli ahlâkı görevi de ruhunu bu faziletlerle süslemekten ibarettir

Osman ÇETİN

FECR SURESİ

Kur'an-ı Kerîmin ****endokuzuncu suresi Mekke'de inmiştir Otuz ayettir İsmini, ilk ayetindeki 'fecr' sözcüğünden almıştır fâsılası Ra, Dal, Bâ, Nûn, Mim, Elif, Tâ harfleridir Sûre, üç ana konuyu kapsar:

1- Âd, Semûd, Firavun kavimlerinin akıbetleri,

2- İnsanların mala aşırı düşkünlükleri,

3- Ahiret, ahirette rahmet ve hüsrana uğrayacaklar

Sure, yemin ile başlamaktadır: "Andolsun fecre (tan yerinin ağarmasına), on geceye, çifte ve teke, yürüyüp gitmeye yüz tutan geceye Bunda (bu anılan şeylerde) akıl sahibi için bir yemin var, değil mi? (1-5)

Bu ayetlerin tefsiri hakkında ve özellikle "Çift" ve "tek" kelimeleri için birçok görüş ileri sürülmüştür Üzerine yemin edilen dört şeyin, Mekkeli kâfirlerin ahiretin ceza ve mükâfatını inkârlarıyla ilgisi vardır "On''dan kastedilen, ayın otuz gecesinin her on gecesi; "çift" ve "tek"ten murad ise, kâinatın bütün unsurlarını kapsar Günlerin devri, gece ile gündüz, aynı günlerinin tarihi olabilir "Fecr", tan yerinin ağarması; "geçen gece", güneşin çıkmasıyla batmak üzere olan karanlıktır Bu dört şey, Kâdir-i Mutlak olan Allah'ın hikmetinin en güzel delilleridir

Allah, bu ayetlerde fecr vaktine, ayın fârklı durumlar aldığı gecelere yemin etmekte, böylece bu vakitlere dikkat çekmektedir Başka yerlerde de gündüze ve gündüzün çeşitli kısımlarına-kuşluk vaktine, -ikinci vaktine- yemin etmektedir Böylece zaman dilimlerinin tamamına dikkat çekilmiş olmaktadır Zaman, bütün olaylar için kaçınılmaz bir unsurdur Geçmiş olayların hepsi zaman içerisinde akıp gitmiştir Geçen bir ânı geri getirmek, hiç bir yaratığın imkânı dahilinde değildir İnsânoğlu, olayların geçtiği mekân unsurunun farkındadır ama zamanın akıp gidişini çoğu zaman hesaba katmamakta, onu hatırlamamaktadır Oysa her geçen an, insanın ömründen geçmektedir; ömrünü eksiltmektedir Ve akıp giden zaman içinde ne büyük olaylar gelip geçmiştir:

"Görmedin mi Rabbin ne yaptı Âd ' (kavmin)'e? Yüksek sütunlarla dolu İrem 'e? Ki şehirler arasında onun eşi yaratılmamıştı Vâdide kayaları oyan Semûd (kavmin)e? Ve kazıklar sahibi Firavun'a? (Kazıkları çakıp ordusuna çadırlar kurduğu veya insanları kazığa vurarak, işkence ettiği için Firavun, bu sıfatları almıştır) Bunlar, ülkelerde azmışlardı Oralarda çok kötülük etmişlerdi Bu yüzden Rabbin, onların üzerine azap kırbacını yağdırdı Elbette Rabbin gözetleme yerindedir" (6-14)

Gece ve gündüzün nizâmı, ceza ve mükâfatın varlığına delil gösterildikten sonra, onun muhakkak gerçekleşeceğini belirtmek için insanlık tarihinden delil getirilmektedir Ahirete iman etmeyenlerin akıbetine bir kaç misal zikredilmektedir

Âd kavmi, Hûd peygamber'i yalanlamıştı Âd Kavmi'ne İrem denilir Bunlar Sâmı ırkından Hz Nuh'un oğlu İrem'den gelmişlerdi Onların bir kolu da Semûd'dur Âd kavmi, yüksek binalar inşa eden bir kavimdi ve yeryüzünde büyüklük taslayanlardandı Dünyada eşi olmayan benzersiz, şanlı, güçlü bir milletti Dağları yontarak evler yapmışlardı Firavun da muhteşem ehramlar yaptırmıştı Onlar, asırlardır yeryüzünde kazık gibi durmaktadır Firavun da haddi aşanlardan, defalarca ilâhı davet kendisine iletilmesine rağmen bile bile büyüklenen, hatta kendini tanrı ilân eden bir sapık ve azgındı Ad kavmi ile Firavun ve hanedanı insanlara çok kötülük ettikleri ve hidayetten saptıkları için Allah'ın azabı onlara hak olmuştu Bu azabla helâk oldular Onlar, Allah'ın kâinatın hâkimi ve gözetleyicisi olduğunu bilmezlikten geliyorlardı, gâfildiler, fesad ve fitne çıkarıyorlardı kendi kendilerine zulmediyorlardı, bile bile azabı çağırıyorlardı Şımardılar, Allah'ı unuttular, ayetleri bile bile inkâr ettiler: Helâkları da onların bu azgınlığından kaynakladı

Geçen zaman, gece karanlığı gibi bu büyük olayları örtmüştür Ama aklı olan, bunları hatırlamalı ve onlardan ibret almalıdır

Gündüz işlenmiş olsun, gece işlenmiş olsun, Rab Teâlâ yapılan şeylerin hepsinden haberdardır Zulmedip yeryüzünde fesat çıkaranların uğrayacağı âkıbet, yukarıdaki âyetlerde anlatılanların âkıbeti gibi olacaktır Ne var ki insanların çoğu bundan gaflet içindedir:

"Fakat insan böyledir; Rabbi, ne zaman kendisini imtihan edip ona ikramda bulunursa, ona nimet verirse: 'Rabbim bana ikram etti' der Ama Rabbi, onu imtihan edip rızkını daraltırsa: 'Rabbim beni küçük düşürdü (perişan etti)' der Hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz Yoksula yemek vermeğe (birbirinizi) teşvik etmiyorsunuz Malı da pek çok seviyorsunuz" (15-20)

Mal, mülk insan için bir imtihandır Şeref ve zilletin ölçüsü daima mal, para, mülk olmuştur Oysa Allah, insanları şükürde veya nankörlükte, sabırda, isyanda, masiyet ve itaatte dener Asıl olan iyiliktir Gözünü mal hırsı bürümüş kötü ahlâklı kişiler, yetimin malını yerler, yoksulu doyurmazlar Kendileri yedirmedikleri gibi, başkalarını da teşvik etmezler Mirası hakça değil, zorbalıkla ele geçirirler; helâl-haram, hak-bâtıl olup olmadığına bakmazlar

Bu ayetlerde insanların mala düşkünlüğü anlatılıyor Aslında malın azlığı da, çokluğu da insan için bir imtihan vesilesidir Malı kullanma hususunda da Allah'ın kendisini gözetlediğini insan bilmelidir O halde akıl sahibine yaraşan, mal ve dünyaya olan bu aşırı tutkudan vazgeçmektir Çünkü bir gün gelecek, malı kendisine fayda vermeyecektir:

"Hayır, (bu yaptığınız doğru değildir) Yer çarpılıp parçalandığı zaman, melekler sıra sıra olduğu halde, Rabbin geldiği zaman Ki cehennem de o gün getirilmiştir İşte o gün insanlar anlar, ama artık anlamının kendilerine ne faydası var? (O zaman insan): 'Ah, keşke ben, bu hayatım için (iyi işler yapıp) gönderseydim: ' der O gün Allah'ın (vereceği) azabı hiç kimse veremez Onun (vuracağı) bağı kimse vuramaz; Ey, huzura eren nef s! Razı edici ve râzı edilmîş olarak Rabb'ine dön! (iyi) kulların arasına gir! Cennetime gir!"(21-30)

Mala açgözlülüğünüz, dünya hayatına dalmışlığınız, size hesap gününü unutturur Yaptıklarınız karşılıksız mı kalacak sanıyorsunuz? Hesap günü, yaptıklarınızdan dolayı pişman olacaksınız, ama iş işten geçmiş olacak Resullere uymamakla ne büyük hata ettiğinizi anlayacaksınız, ancak artık cehennem size hak olmuştur Oysa bakın, iyi kullarıma da ben cenneti va'detmiştim, Onlar, inanıp iyi amellerde bulundular; hak dine iman edip, yahıız bana ibâdet ettiler; tam bir kalp imaruyla bana bağlandılar; benim rahmetimi umdular İşte, onları cennetime koymam haktır

M Sait ŞİMŞEK

FECR, FECİR

Güneşin doğmaya başlama zamanı, tan vakti, güneşin doğmasından önceki alacakaranlık

Fecr (yahut fecir) sözlük anlamı yarmak demektir Araplar yerden suyun toprağı yararak çıkıp akmasına inficâr derler Sabah aydınlığına, şafak sökmesine ve tan yerinin ağarmasına da fâil manasında masdar olarak fecr derler ki, geceyi ve karanlığı aydınlığı ortaya çıkardığından dolayı ona bu ad verilmiştir

Namaz, oruç ve hac gibi ibadetler belli bir vakit içersinde yerine getirilir Yani bu ibadetlerin belirlenen o zamanlarda yapılması şarttır Bu vakitler ya güneşe göre veya aya göre tespit edilir Mesela günde beş defa kılınan namazların vakitleri güneşe göre; yılda bir ay tutulan ramazan orucunun başlangıç ve sonu da, gökteki aya göre tayin ve tesbit edilir

Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde namaz kılınması yani beş vakit namazın vakti âyetle sabittir Kur'an-ı Kerîm'de "Hiç şüphesiz namaz insanlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır" (en-Nisâ, 4/103) buyrularak buna işaret edilir Bu, vaktin namazın farz olmasına sebep teşkil etmekte ve o vakitte kılınmasıyla da edasının bir şartı olmaktadır

Ancak bu vakitlerin başlangıcı ve sonu hadislerle tesbit edilmiştir Meselâ sabah namazının vakti ne zaman başlar ve ne zaman biter? Bu, Hz Peygamberce (sas) bildirilmiştir İşte fecr kelimesi bize sabah namazı vaktinin geldiğini ve imsak vaktinin başladığını bildiren bir zaman parçasını anlatmaktadır

Fıkıh terimi olarak fecr, tan yerinin ağarması ve sabah vaktinin başlangıcı demektir Ayet ve hadislerde gecenin bittiğini gündüzün başladığını, yatsı namazı vaktinin bitip sabah namazı vaktinin başladığını, oruç tutacak kimse için yeme ve içmenin sona erdiğini ve imsak olduğunu bildiren anı ve zamanı ifade eder

Fecr kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de vakit manasında, sabah vaktini bildirmek üzere birkaç yerde geçmektedir Orucun başlama vaktini bildiren âyette: "Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar (yani tan atana kadar) yiyebilir ve içebilirsiniz, (bu vakitten) sonra da, geceye kadar orucu tamamlayın" (el-Bakara, 2/187) buyurulmaktadır Kadir gecesinin tan yerinin ağarmasına, şafak sökmesine kadar devam ettiğini bildiren ayette de; "O gece tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir" (el-Kadr, 97/5) buyrulmaktadır Bazıları, orucun başlangıç vaktini güneşin doğuşuna kadar getirmek istiyorlar veya sabah namazını gece namazı sayıp sabah namazı güneş doğuncaya kadar kılındığına göre oruç vakti de güneşin doğuşundan sonra başlamalıdır gibi bir yorum yapmak istemişlerdir Halbuki bu ayet gecenin, fecrin doğuşuna yani tan atana kadar devam ettiğini bildirmektedir Tan yeri ağarınca gece bitmiş olacağından oruç tutacak kimsenin bu andan itibaren yeme, içme ve cinsi ilişki gibi işlerden uzak durması gerekir Nitekim Hz Aişe'nin naklettiği bir hadiste: "Bilâl ezanı geceleyin okuyordu Bundan dolayı Allah'ın elçisi: 'İbn Ümmi Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyiniz, içiniz çünkü o fecr doğmadan ezan okumaz' buyurdu" (Buhâri, Savm, 17) denilmek suretiyle şafağın sökmesinin orucun başlangıcı, vakti olduğu belirtilmiştir

İslâm hukukunda fecr, kâzib fecr ve sâdık fecr veya birinci fecr ve ikinci fecr olmak üzere iki kısma ayrılır

Fecr-i Kâzib veya birinci fecr, herhangi bir vaktin başlangıcı değildir Namaz ve oruç açısından bir şey ifade etmez Yatsı namazının vakti henüz devam etmektedir Sabaha karşı doğuda tan yerinde ufuktan gökyüzüne yukarıya doğru dikey olarak piramit şeklinde yükselen bir aydınlık meydana gelir ki buna fecr-i kâzib denir Araplar buna "zenebü's-sirhan" yani kurt kuyruğu diye isim vermişlerdir Bundan sonra yine kısa bir süre karanlık başlar, bu karanlıktan sonra Fecr-i Sâdık meydana gelir Ufukta yatay olarak boydan boya yayılıp dağılan aydınlığa fecr-i sâdık veya ikinci fecr denilir Hz Peygamber (sas): "Sakın ashabım sizi ne Bilâl'in ezanı ne de fecr-i müstatil sahurunuzdan alıkoymasın Fakat siz sahur hususunda ufuktaki fecr-i müstatire itibar ediniz" buyurmuştur Müstatil fecr-i kâzib, müstatir fecr-i sâdıktır (Müslim, Sıyam, 40-44)

Fecr-i sâdıkla sabah namazı vakti girer, oruç yasağı başlar Oruç ikinci fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar devam eder Sabah namazı da ikinci fecrin doğuşundan başlar, güneşin doğuşuna kadar süren zaman içinde kılınır Yani fecr-i sâdık demek güneşin doğuşu demek değildir Fecr-i sâdık ile güneşin doğuşu arasında yaklaşık olarak bir saat kadar veya biraz fazla bir vakit bulunduğu söylenebilir Çünkü Cebrail, Peygamberimize birinci gün sabah namazını fecr doğunca kıldırmış, ikinci gün ise ortalık iyice aydınlandığı zaman kıldırmış ve bu iki vakit arasındaki zaman "senin ve ümmetin için vakittir, bu aynı zamanda senden önceki peygamberlerin de vakti idi" demiştir (es-Serahsı, I, 141)

Fecr-i kâzib henüz gece vakti sayıldığından bu zamanda yatsı kılınabilir, oruç tutacak olan yiyip içebilir Fecr-i sâdıktâ ise sabah vakti girmiş, gece bitmiş, yatsı vakti ve sahur vakti geçmiş demektir

Osman ESKİCİOĞLU

FELÂH

Gâyeye ulaşmak, durumun iyi olması, baka (kalış), kurtuluş, yarmak, açmak gibi anlamlara gelen bir terim Ezanda geçen "HAYYE 'ALE'L FELAH" kurtuluşa yönelim anlamındadır Aynı kökten gelen İFLÂH, bir şeyi elde etmek, arzu edilen şeye ulaşmak, çalışmada başanlı olmak, isabet kaydetmek gibi anlamlar ifade eder

İflâh masdarından türetilen değişik kipler Kur'an-ı Kerîm'de kırk yerde geçer Kur'an-ı Kerîm, Allah'a iftira edenlerin, kâfirlerin, zâlimlerin, mücrimlerin, sihirbazların felâha kavuşmayacaklarını beyân eder (el-En'âm, 6/21, 131; Yunus, 10/77; Yusuf, 12/23; Taha, 20/69; el-Müminun, 23/117; el-Kasas, 28/37, 82; Yunus, 10/69; en-Nahl, 16/116) Buna karşılık Kur'an-ı Kerîm, müminlerin, namazlarını huşû ile kılanların, sabırlı olanların, takva sahibi kimselerin cimrilikten sakınanların nefislerini tezkiye edenlerin, Allah yolunda cihâd edenlerin, tövbe edenlerin, Allah teâlayı samimiyetle ananların, felaha kurtuluşa ereceklerini de açıklar (el-Mü'minun, 23/1, el-A'lâ, 87/14, eş-Şems, 91/9, el-Bakara, 2/189, el-Maide, 5/100, el-Hacc, 22/77, el-Cum'a, 62/10, el-Nasr, 59/9, et-Teğabün, 64/16)

Zemahşerî, el-Bakara suresinin beşinci ayetinde geçen "MÜFLİHUN" kelimesini açıklarken şöyle der: "Müflih, gâyesine ulaşan kişi demektir Sanki bu kişi için bütün basan yollan açılmış ve önünde hiçbir engel kalmamıştır Müflic kelimesi de Müflih kelimesi gibi olup, aynı manayı ifade eder Bu harflerden, yani FA-LÂMHA ve FA-LAM-CİM harflerinden meydana gelen kelime yarmak ve açmak manalârınâ delâlet eder" (Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 28)

Hâttâ "FA" ile " 'AYN" yani fiil'lin veya ismin ilk iki harfınde bu terkibe (kelimeye) benzeyen FELEKE, FELEZE gibi kelimeler de yarmaya ve açmaya delâlet ederler (Beydâvı, Envârü't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vil, İstanbul 1282/1865, I, 105)

Demek ki, felâh ve bu kökten gelen İflâh ve bunların türevlerinde yarmak ve açmak manaları mevcuttur Felâha eren kişi bir çeşit zafer ve başan yollarını yarıyor, gâyeye giden yol âdeta ona açılıyor demektir

Abdülbaki TURAN

FELÂK SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in yüzonüçüncü suresi

Kur'an'ın son sûresi olan Nâs suresi ile birlikte bu iki sûreye "Muavvizeteyn"* (sığınma sureleri) denilir Bunların Mekkî mi Medenî mi olduklarına dair herhangi kesin bir rivayet yoktur

Felâk suresi beş ayettir Konusu, yaratıkların şerri, hased ve sihirdir Nüzûl sebebi hakkında da değişik bilgiler verilmiştir Bunlardan en yaygın olanında; Lebid b Asam adlı bir yahudi büyücü Hz Peygamber (sas)'e onu yok etmek için büyü yaptı Melekler Allah Resulu'ne büyüyü bildirdi Cebrâil de Muavvizeteyn sûrelerini Cenab-ı Allah katından getirerek, onu büyüden kurtardı Mu'tezile mezhebi, Hz Peygamber'e büyü tesir etmez diyerek bu görüşü reddetmektedir

Felâk suresinin fasılası Dal, Be, Kaf harfleridir "Be", ortada yalnız olarak tam manasıyla bir fâsıla harfidir

"De ki: Sığınırım tanyerini ağartan Rabb'a " (1)

"De" emri sadece Resulullah'a değil, bütün mükelleflere şâmildir Veya "ey Resulum, kendine ve herkese şöyle dua etmelerini söyle" demektir: "Tanyerini ağartan Rabb'a sığınırım "

"Sığınma" fiili, müminlerin bir şeyden korktuklarında bunların şerrinden ancak Allah'a sığınmalarını ifade eder Hz Meryem, Hz Nuh, Hz Musa'nın da dualarında Allah'a sığındıkları başka ayetlerde zikredilmiştir (Meryem, 19/1 8; Hud, 1 1/47; el-Bakara, 2/67) Hadis-i şeriflerde de her tehlike ve şerre karşı Allah'a sığınmaya dair ma'lûmat pek çoktur Hz Âişe'nin rivayetiyle bunlardan en meşhuru şöyledir: "Allah'ım cehennemin fitnesinden, zenginlik ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım''

Felâk'ın manası, yaygın tefsire göre sabah demektir Araplar, günün doğmasına "felakü's-subh" derler Yırtmak, yarmak en fazla kullanılan anlamlarıdır Lugatlarda "felâk" kelimesinin anlamları şöyle belirtilmektedir: Âdemden yarılıp çıkan bütün yaratıklar, tan, sabah, aydınlık, fecr, iki tepe arasındaki düzlük, suçluların hapishanede ayaklarına vurulan tomruk (falaka), cehennem veya cehennemde bir kuyunun ismi, çanak dibinde kalan süt artığı, ekşiyip kesilmiş süt, subuh, enhar, mutlak yaratma, bütün mahlukatın içinde bulunduğu şeyi yırtarak çıkması, eksik ve muhtaç oluşuyla Rabb'e sığınma zorunluğu

Bu birinci ayeti tefsir eden ayet şudur: ''Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır Ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz? Tanyerini ağartan {Fâlikü'e Esbâh) geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı vakit ölçüsü kılandır Bu, Aziz ve Alım olanın nizâmıdır" (el-En'âm, 6/95-96) "Rabb" Allah'ın sıfat ismidir Terbiye eden, yetiştiren anlamında kullanılması, sığınma olayının uygun düşmesi içindir Müfessirlerin çoğunluğu "felâk" kelimesine sabah manasını vererek âyeti şöyle tefsir etmişlerdir: Felâk'da, zulmet sonrasında nur, darlıktan sonra genişlik, kapanmadan sonra açılma manalarına işâret etmek üzere ancak Rabbe sığınarak O'nun bütün şerlerden kurtarıp koruyacağına dair bir ilâhı va'di hatırlatarak havf ve recâyı takviye ve Rabbe itaat ile ona iltica ettiren bir şevklendirme vardır Felâkın zikri, sabahın kıyamet gününden bir misal olmasıdır ki, ölümün kardeşi olan uykudan uyanılan kabir benzeri evlerden alelacele çıkarak rızık için sabahları yeryüzüne dağılan insanların halini tasvir etmektedir

''Yaratıkların şerrinden'' (2)

Bütün yaratıklar şer(kötülük) işleyebilirler Allah bütün yaratıkları üzerinde galib olduğundan, bizim bilmediklerimizi bildiğinden ancak O'na sığınarak, hiçbir şeyin karşı çıkmasına güç yetiremeyeceği yüce bir Hakîm'e sığınılmış olmaktadır

Ser kelimesi, zarar, noksan, eziyet, keder için de kullanılır Hastalık, açlık, savaş ve ölüm, ateşte yanmak, evlâdın ölümü, gibi somut ve âfâkî veya küfür, şirk, her çeşit günah ve zulüm gibi şerlerle her çeşit ruhî ve nefsî olan enfüsî şerlerden Allah'a sığınırım demektir Bu âyette genel olarak şerler zikredildikten sonra, en fazla sakınılacak bazı şerlere geçilmektedir:

"Ve ortalığı kaplayan karanlığın şerrinden," (3)

"Gâsık" kelimesi de, "felâk" kelimesi gibi birçok mana ile tefsir edilmiştir Esas manası karanlık demektir Bunun masdarı olan "gâsak, gusûk, gâsekan" kelimeleri lügatta şiddetli karanlık, dolgunluk, akmak, dökülmek, soğukluk, korkaklık manâlarında verilerek dolmak, akmak, dökülmek manalarına tekabül etmektedir Bu suretle gecenin zulmeti hücum edip dolarak pek karanlık olmaya masdar gâsak, gâsakan, gûsuk denildiği gibi, ilk koyu karanlığa da isim olarak gâsak denilir ve gâsak felâka tekabül ettirilerek gasaktan felâka, gecenin kararmasından sabahın aydınlığına kadar anlamı çıkar Vâkab kelimesi ise, yüksek yerlerden sellerin aktığı çukurlar, dahil olmak, kaplamak demektir

Suçlar genellikle gece karanlığında işlenir, şeytan oynayacağı oyunları karanlıkta daha rahat oynar; kuruntu, vesvese, korku ve tasa geceleri kaynaşır Eziyet verici, zehirli, yırtıcı hayvanlar da gece ortaya çıkarlar Anarşistler geceyi bekler, cinayetler genelde geceleri işlenir Bu sebeple gecenin şerrinden Allah'a sığınırım Fecri getiren Allah'a Güneş battıktan sonra her tarafa dağılan şeytanlara karşı karanlık bitinceye kadar çocukların eve toplanması, hayvanların kapatılması bir sünnettir

Bazı tefsirlerde gâsak, şiddetli zulmet, gecenin şerri olarak alınarak, gece ansızın gelip çatan arıza ve hayalet gibi belâ ve musibetlere teşmil edilmiştir Bazıları da "gasık"ı kamer (ay) ve ayın tutulması ve kaybolması şeklinde almışlardır Ay tutulması ve mihak zamanını müneccimler zayıf bulur, sihirbazlar da sihirlerini o zaman icra ederler Bu manâda şerrin gecenin karanlığında ortaya çıkması kastedilir

Karanlığın bütün soyut ve somut manalarıyla şerri barındırması anlamında, maddî ve manevî şer ve zararların, gam ve kederin de kara talih ve karanlıkla vasıflandırılmasıyla "gecenin şerrinden, yıldızların kaybolmasıyla gelen karanlığın şerrinden, kamerin tutulmasında ve kaybolmasında gelen şerden* Allah'â sığınırım" demektir

"Düğümlere üfürenlerin şerrinden," (4)

Burada "Neffâsâtı fi'l-ukad" ifadesindeki ukad, ukdenin çoğuludur ve düğüm demektir Nefese; üflemek çoğulu neffâse'dir Bunu "allâme" kalıbında anlarsak anlamı "çok üfleyen erkek", dişi siğada alırsak "çok üfleyen kadınlar" demektir Nefese'nin çoğulu "Nüfus ve cemaatler" demekte olabilir, çünkü Araplar nüfus ve cemaat kelimesini dişil (müennes) kullanırlar Burada düğüme üflemek müfessirlerin çoğuna göre "sihir" demektir Ayetin anlamı, "sihirbazların şerrine karşı fecri getiren Rabbe sığınırım" olur Zemahşerî'ye göre ise bunun anlamı, kadınların kurnazlığı ve hileleridir Kur'an, sihri küfür saymıştır (el-Bakara, 2/102) Sihir haramdır ve yedi büyük günahtan (şirk, öldürmek, fâiz, yetim malı yemek, zina iftirası, cihaddan kaçmak, sihir) biridir Neffâsât, üfleyici karılar anlamında cadılara veya kadınların hilelerine şâmildir Mana şudur: İpliklere düğümler atıp onlara üfleyen (tükrükleyen) rukye ve efsun yapan cadıların veya nefislerin veya cemaatlerin şerrinden, fitneci kadınlardan, nefsin hayvanı isteklerinden, şehvet ve gadabın şerrinden Allah'a sığınırım Sihrin aslında bir gözbağcılık olduğu başka ayetlerde açıklanmıştır Sihir, şeytânı bir oyun olarak insanları etkiler, korkutur Sihrin şerrinden Allah'a sığınırım demekle Felâk ve Nâs surelerini okumak sihre karşı durmak demektir

''Ve hased eden hasedçilerin şerrinden'' (5)

Hased, Allah'ın bazı kullarına lütfettiği nimetler karşısında kıskançlık duygularına kapılarak o kulların bu nimetlerden mahrum olmasını dilemektir Bu şer bir niyet ve fiildir Hasedçinin şerrinden Allah'a sığınırım

Sahih hadislerde Hz Peygamber'in yatarken İhlâs, Felâk ve Nâs surelerini okuyarak ellerinin içine üflediği sonra başından ve yüzünden başlayarak üç defa elinin eriştiği kadarıyla bütün vücudunu sıvazladığı bildirilmiştir Müslümanlar da onu her şeyde örnek aldıkları gibi bu sünnete uymuşlar, beş vakit namazlarda Muavvizeteyn okumuşlar ve Allah'a emrettiği şekilde bütün şerlerden sığınmışlar ve Allah onları şerlerin her çeşidinden korumuştur (Seyyid Kutub, F; Zılâli'l-Kur'an, XVI, 441-447; Mevdûdî, Tefhîmu'l-Kur'an, VII, 322-326; Mehmed Vehbi, Hulâsatü'l-Beyân, XV, 6619-6626, Ömer Nasuhi Bilmen, Kur'an-ı Kerîm'in Türkçe Meâli Alisi ve Tefsiri, VIII, 41 17-41 19; İbn Kesir, Hadislerle Kur'an-ı Kerîm Tefsiri, XV, 8809-8824; M Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VIII, 6367-6409)

Sait KIZILIRMAK

Alıntı Yaparak Cevapla