Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (H)

Eski 11-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (H)



Had, Hadler

Sınır çekmek, bilemek dikkatle bakmak, ayırmak ve ceza tatbik etmek Bir isim olarak; sınır, son, bıçak vb ağzı, tarif ve şer'î ceza Çoğulu hudûd gelir Bir hukuk terimi olarak hadler; İslâmî ölçüler, İslâm Dininin ortaya koyduğu helâl-haram sınırları, miktarı ve niteliği nasslarda belirlenmiş olan şer'î cezalar demektir

Mükellef, yani akıllı ve ergin kişilerin yaptığı işlerin Allah ve Resûlünün rızasına uygun olup olmadığını gösteren ölçüler vardır Bu ölçüler Kur'ân ve Sünnetle bildirilmiştir

İslâm'da mükelleflerin yaptığı işlerin (ef'al-i mükellefi) değer hükmünü gösteren ölçüler şunlardır: Farz, vacip, Sünnet, Müstehap, Helâl, Mübah, Mekruh, Haram, Sahih, Fâsit, Batıl Mükellefin yaptığı her iş, şer'î sınırları gösteren bu ölçülere göre değerlendirilir Sonuçta ona göre ceza veya mükâfaat alır; yapılan iş ya geçerli (sahih) veya geçersiz (fâsid, bâtıl) olur

Şer'î hadlerin genel anlamı Allah'ın koyduğu helâl-haram ölçüleridir Bu mana aşağıdaki âyet ve hadislerden anlaşılmaktadır: Nisâ suresi 12 âyette mirasla ilgili hükümler açıklandıktan sonra şöyle buyurulmaktadır: "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedî kalırlar İşte büyük kurtuluş budur Kim de Allah'â ve O'nun Elçisine karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu ebedi kalacağı ateşe sokar Onun için alçaltıcı bir azab vardır" (en-Nisa, 4/ 13, 14) Burada Allah'ın emirleri "O'nun sınırları' olarak ifade edilmiş, bu sınırları aşanların ceza ile karşılaşacakları haber verilmiştir

"Allah'ın yasak sınırına uyup o sınırı aşmayanlar kendilerine Cennet va'dedilen mutlu kişilerdir Allah onlarla alış-veriş yapmış, Cennet karşılığında mallarını ve canlarını satın almıştır (et-Tevbe, 9/111) "(Bu alışverişi yapanlar), tevbe eden, ibadet eden, hamdeden, rükü' eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan (onları çiğnemeyen) insanlardır O mü'minleri müjdele" (et-Tevbe, 9/ 112)

Allah'ın yasak sınırları, şüphesiz O'nun haram kıldığı işlerdir Allah'ın haram kıldığı fiiller yani günahlar, büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır (bkz en-Necm, 53/32; el-Kehf, 18/49)

Büyük günahların sayısı hakkında kesin bir rakam yoktur Doğruya en yakın olanının 125 olduğunu ifade eden A Ziyaeddin Gümüşhânevî (v 1311/ 1893) kitabında bunları tek tek açıklamıştır (bkz Gafillerin Kurtuluş yolu Terc Ali Kemal Saran, İkbal Yayınları, Ankara, (Tarihsiz)

Hadis-i Şerifte Allah'ın haram kıldığı şeyler "Allah'ın korusu" olarak nitelendirilmiştir: "Muhakkak helâl belli, haram da bellidir İkisinin arasında çok kimselerin bilemeyecekleri (birtakım) şüpheli şeyler vardır Kim şüpheli şeylerden sakınırsa dinini ve ırzını kurtarmış olur Kim şüpheli şeylere dolarsa, korunun etrafında (sürüsünü) otlatan çoban gibi, çok sürmez içine düşer Haberdar olun! Her hükümdârın bir korusu vardır Dikkat edin Allah'ın yeryüzündeki korusu da haram kıldığı şeylerdir Haberiniz olsun! Cesed içinde bir parça et vardır ki o iyi olursa bütün cesed iyi olur O bozuk olursa bütün cesed bozuk olur Biliniz ki o, (et parçası) kalbdir" (Riyazüssalihîn, 419, 420, M Emre terc)

İslâm ceza hukuku (Ukûbat) terimi olarak hadler; "belirli bazı suçlara İslâm'ın tayin ettiği cezalar" dır Bu cezayı gerektiren suçlar beş tanedir: zina, hırsızlık, içki içmek, kazf (namuslu kadına zina iftirası) ve yol kesme (hırâbe)

İslâm ceza hukukunda "had"ler "Allah hakkı" olarak kabul edilmiştir Yani haddi (İslâm'ın tesbit ettiği cezayı) gerektiren suçlar amme hukukuna tecavüz anlamı taşımaktadır Kısas kul hakkı olduğu için buna had denilmemiştir Haddin dışında kalan yani Kur'an ve Sünnetle tayin edilmeyip hâkimin takdirine bırakılmış cezalara ta'zir cezaları denir Hapis, teşhir, sürgün vb (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, 2 baskı, Dimaşk 1405/1985, IV, 284 vd)

İçki içme cezası dışındaki hadler Kur'an'la, içki içme cezası ise Sünnetle sabittir

1 Zina cezası (hadd-i zina): Evli erkek ve kadın için recm (taşlayarak öldürme), bekâr erkek ve kadın için yüz sopa (celde) vurmaktır: "Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun Allah'a ve ahiret gününe inanan (insan) lar iseniz Allah'ın dini (ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut (up engelle) mesin Mü'minlerden bir grup da onlara yapılan, uygulanan cezaya şahid olsun" (en-Nûr 24/2)

Recm cezası Hz Peygamber'in uygulamasıyla sabittir: "Cüheyne'den bir kadın zinadan gebe olduğu halde Rasûlullah (sas)'e gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Haddi icap eden bir iş yaptım, bana hadd(i şer'îyi) icra et' dedi Peygamber (sas) kadının velisini çağırdı: Buna iyi bak, çocuğu doğurduğunda bana getir' buyurdu (Velisi denileni) yaptı Peygamber (sas) emretti Kadının elbisesi sıkıca bağlandı, sonra emir verdi, kadın taşlandı Daha sonra (cenazesi) üzerine namaz kıldı Bunun üzerine Hz Ömer; Ey Allah'ın Rasûlü, onun üzerine namaz kıldınız, halbuki o zina etmişti' dedi Rasûlullah (sas): "O öyle bir tevbe etti ki Medine halkından yetmiş kişiye taksim olunsa hepsine kâfı gelirdi Allah için canını vermesinden daha faziletli bir şey biliyor musun?' "buyurdu (Müslim Hudûd 28; İbn Mâce, Diyet, 36' Malik, Müslim, Muvatta" Hudûd, 11)

Zina cezasının tatbik edilebilmesi için dört âdil erkek şahidin hakim huzurunda açıkça şahitlikte bulunması ve zina eden kişinin zinanın haram olduğunu bilmesi gerekir

2 Hırsızlık cezası (hadd-i sirkat):

"Akıllı ve ergin (baliğ) bir kimsenin nisab miktarı bir malı bulunduğu yerden çalması"na hırsızlık denir Cezası Kur'ân-ı Kerîm'de bildirilmiştir: "Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan bir ceza olarak ellerini kesin! Allah daima üstündür, hikmet sahibidir" (el-Mâide, 5/38)

El kesme cezasının tatbik edilebilmesi için iki âdil şahidin şahitlik yapması ve hakimin de sorgulaması (muhakemesi) neticesinde suçun sabit olduğuna kanaat getirmesi gerekir Hakim şahitlere sırasıyla:

Hırsızlığın mahiyetini, çalınan malın cinsini, kıymetini, nasıl çalındığını, hırsızlık yerini, hırsızlığın ne zaman yapıldığım, malı çalan şahsın kim olduğunu sorar

Hırsızlığın nisabı (el kesme cezasını gerektirecek en az miktarı) Hanefi mezhebine göre on dirhemdir Cezanın tatbik edildiği dönemdeki dirhemin değeri esas alınır (bk el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî', VI, 67; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr; IV, 220, 230; Nesaî, Sârık, 10; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 359, 360)

El kesme cezası tatbikatına örnek olarak ve Allah hakkı olan bu cezada herhangi bir şefaatçının kabul edilemeyeceği konusunda şu hadisi zikredebiliriz: " Mahzum kabilesine mensub bir kadının hali Kureyş (kabilesin)i üzdü Onlar: Kim Rasûlullah'a (gidip de) bu kadın (a şefaat) için konuşacak' dediler Bir kısmı da: "Bu işe Rasûlullah'ın sevgili (sahabî)si Üsâme b Zeyd'den başkası cesaret edemez' dediler Üsâme (kadına şefaat için) Resûl-i Ekrem'le konuştu Bunun üzerine Rasûlullah buyurdular ki: "Yüce Allah'ın hadlerinden bir hadd(in yapılmaması) hususunda şefaat mı ediyorsun?" Sonra kalkıp bize bir hutbe irad etti Daha sonra buyurdu: "Sizden evvelkilerden (şerefli bir kimse hırsızlık yaptığında (suçluyu) bırakırlardı (Şeref itibariyle) zayıf olan kimse çaldığında haddi tatbik ederlerdi Allah'a and olsun ki, Muhammed'in kızı hırsızlık yapmış olsaydı elbette onun elini de keserdim " (Eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VII,' 131, 136)

3 İçki İçme Cezası (hadd-i şürb): İçki içmek Mâide suresi 90 âyetle kesin olarak yasaklanmıştır Fakat cezası Hz Peygamberin sünneti ve uygulamasıyla sabittir Hz Peygamber ve Hz Ebû Bekir, içki içene 40 sopa (celde) vurdular Hz Ömer zamanında içki içenler çoğalınca o, arkadaşlarıyla istişare etti Haddin en az miktarı olan 80 değnek vurulmasını kararlaştırdılar (bk Dârimî, Hudûd,10; A b Hanbel, IV, 389)

İçki içme cezası uygulanabilmesi için içen kimsenin akıllı, ergin müslüman ve konuşabilen bir kimse olması lâzımdır Sarhoş olarak yakalanan ve içki içtiği şahidler vasıtasıyla tesbit edilen kimseye bu ceza uygulanır

"Rasûlullah (sas)'a şarab içmiş bir adam getirdiler Rasûl-i Ekrem: "Ona hadd vurunuz" buyurdu Ebu Hüreyre demiştir ki: Bizden bir kısmı eliyle, (bazıları da) ayakkabısı ve elbisesiyle dövdüler (Dayaktan sonra) çekilip gidince: Allah seni rüsvay etsin!' dediler Peygamber (sas): "Böyle söylemeyiniz, ona karşı şeytana yardım etmeyiniz' buyurdu" (Buhârî, Hudûd, 4; Müslim, Hudûd, 35; Ebû Dâvud, 35, 36; Tirmizî, Hudûd,14, 15)

4 Zina iftirası cezası (hadd-i kazf): Namuslu (muhsan) kadınlara zina iftirasında bulunmanın cezası Nûr suresinde açıklanmıştır: "Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra (bu suçlamalarını ispat için) dört şahid getirmeyenlere ****en değnek vurun ve artık onların şahitliğini asla kabul etmeyin Onlar yoldan çıkmış kimselerdir" (en-Nûr, 24/4)

Namuslu bir erkeğe yapılan zina iftirası da 80 değnekle cezalandırılır Namuslu olmanın şartları şunlardır

Hür olmak, akıllı ve ergin olmak, müslüman olmak, iffetli olmak

5 Yol kesme cezası Yoldan geçenlerin önünü kesmek, kuvvet kullanarak geçişi engellemek ve yolcuları soymak Yol kesme suç, tek kişi veya topluluk, silah veya silahsız, meskun alanda veya kırda yahut şehir içinde ya da şehir dışında işlenmiş olabilir Bütün bu durumlarda suç işlenmiş sayılır ve şu âyette belirlenen ceza uygulanabilir: "Allah ve Rasûlüne karşı savaşan ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları, yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi ya da yeryüzünde başka bir yere sürgün edilmeleridir Bu dünyada onlar için bir zillettir Âhirette ise, onlar için büyük bir azap vardır Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tevbe edenler olursa, bilin ki, Allah, "Gafûr'dur, Rahîmdir" çok bağışlayan ve çok merhamet edendir" (el-Mâide, 5/33, 34)

Bu âyete ve İslâm hukukçularının bundan çıkardığı hükümlere göre, yol kesenin cezası şu şekilde belirlenmiştir

a) Soygun yapıp, adam öldürmüşse, yol kesici öldürülür ve ibret için asılır '

b) Yalnız adam öldürmüş olup, soyguna katılmamış bulunursa, asılmaksızın öldürülür

c) Adam öldürmeksizin, yalnız soygun yapmışsa, çapraz bir şekilde eli ve ayağı kesilir

d) Adam öldürmeden ve soygun da yapmaksızın, yalnız yolda korku ve terör meydana getirenlere "sürgün cezası" uygulanır Mâlikîlere göre ise; yalnız soygun yapılmışsa Devlet başkanı öldürme, asma ve çapraz kesim konusunda seçimlik hakka sahiptir Yolda öldürme soygun yapmaksızın yalnız korku ve terör yaratırsa, Devlet başkanı, öldürme, asma, çapraz kesim ve sürgün için seçimlik hakka sahip olur (İbn Teymiyye es-Siyâsetü'ş-Şer'iyye, Mısır 1951, s 82, 83; İbn Kudâme, el-Muğnî,1367, yy VIII, 228)

İslâm'ın koyduğu bu cezaları uygulamakta titiz davranılması ve kesinlikle taviz verilmemesi gerektiği birçok hadis-i şerifle bildirilmiştir Bu konuda acıma duygusuna kapılınmaması uyarısı da yukarıda ilgili âyet meâlinde geçmiştir

Hadlerin uygulanması konusunda bazı hadisler:

"Allah'ın hadlerini yakında ve uzakta yerine getiriniz Hiçbir kınayanın kınaması sizi Allah'ın hakkını yerine getirmekten alıkoymasın "

"Allah'ın yasaklarına uyan kimseyle o yasakları (hududu) ihlâl eden kimse, bir gemiye binip, kur'a çekerek bir kısmı alt kata bir kısmı üst kata yerleşen topluluk gibidir Aşağı katta olanlar su almak istedikleri zaman yukarı katta olanlara gidip: "Sizi zarara sokmadan biz kendi katımızda bir delik açsak!" derler Eğer yukarıdakiler onları serbest bırakırsa hepsi helâk olur, mani olursa hepsi kurtulur" (et-Terğib ve't-Terhib, 4/25, 27)

Şer'î hadlerin tatbiki konusunda gözden uzak tutulmaması gereken bazı hususlar vardır: Her şeyden önce had cezaları bütün müessese ve kurumlarıyla işleyen İslâm Devletinde ve Devletin hakiminin kararlarıyla uygulanır Toplumda suça sebeb olabilecek bütün unsurların ortadan kaldırılmış olması, insanların islâmî eğitimle yetiştirilmiş olması, fertlerin maddî manevî ihtiyaçlarını devlet tarafından eksiksiz giderilmiş olması gerekir

Suça götüren yolların tamamen kapatılamaması, şüphelerden sanığın faydalanması, suçun sübut bulması için gerekli şartların tam teşekkül etmemesi gibi sebeplerle geçmişte had cezaları nadir olarak uygulanmıştır Buna, yöneticilerin bu cezaları uygulamakta gösterdikleri ihmal, acz ve gevşekliği, kayıtsızlığı da eklemek gerekir

Hadis-i Şerifte: "Şüphelerden dolayı hadleri kaldırınız (uygulamayanız)" " (Ebû Dâvud, Salât,14; Tirmizî, Hudûd, 2) buyurulmuştur İslâm ceza hukukunda bu önemli bir prensiptir Bu prensibe göre, Hz Ömer'in tatbikatıyla, kıtlık yılında hırsızlık yapanın eli kesilmemiş; efendisinin veya akrabasının malından çalan kimseye de, o malda hakkı olabileceği şüphesiyle, bu had uygulanmamıştır Aşağıdaki örnekler de bu prensiple ilgilidir:

- Dört kişi bir şahsın zina ettiğine şehâdette bulunur; ancak bunlardan ikisi gönüllü diğer ikisi ise gönülsüz olarak şahitlik yaparlarsa Ebû Hanife'ye göre, bunların hiçbirine yani erkeğe, kadına ve şahitlere had tatbik edilmez

- Suçluya celde (dayak cezası) uygulanırken şahitlerden birisi şehadetinden dönse, kalan kırbaçlar vurulmaz

- İki kişiden birisi bir şahsın "içki içtiğine", diğeri ise, o şahsın "içki içtiğini ikrar ettiğine" şehadette bulunurlarsa yine sarhoşluk haddi uygulanmaz

- Bir kimse önce hırsızlık yaptığını ikrar eder; sonra bu ikrarından döner ve daha sonra da bu malın bir kısmını çaldığını tekrar ederse eli kesilmez (Geniş bilgi iç in bkz Cevat Akşit, İslâm Ceza Hukuku ve İnsanî Esasları, İst 1987, 2 bak)

Halit ÜNAL

HADES

Sonradan meydana gelme; pislik, necâset; abdestin bozulması anlamında fıkhî bir terim

Abdest, boy abdesti veya teyemmümle giderilen ve varlığı hükmen kabul edile" pislik Ayrıca buna "necâset-i hükmiyye" de denir Namazın altı şartından birincisi hadesten tahârettir

Hades; hades-i asğar (küçük hades) ve hades-i ekber (büyük hades) diye ikiye ayrılır

Küçük hades; abdestsizliktir Büyük hades (hades-i ekber), boy abdestidir; yani guslü gerektiren hallerdir bunlar cünüblük, aybaşı (hayız) ve lohusalık halleridir

Kendisinde büyük hades meydana gelen kimse; namaz kılamaz, camiye giremez, Kur'ân-ı Kerîm okuyamaz Kur'ân-ı Kerîm'i tutamaz Kur'ân âyetlerine el süremez, hayızlı ve lohusa ise eşiyle çiftleşemez

Hades-i asğar (küçük hades): yalnız namaz kılmaya, Kur'ân-ı Kerîm'i tutmaya ve Kur'ân âyetlerine el sürmeye engeldir

Küçük hades, abdest ile giderilir Büyük hades ise boy abdesti (gusül) ile giderilir

Su bulunmadığı yerlerde; gerek hades-i asğar, gerekse hades-i ekber için teyemmüm yapılır (Geniş bilgi için bk Abdest, Gusül, Namaz, Teyemmüm)

Yahya ALKIN

el-HÂDÎ

Allah'ın Esma-i Hüsnâ'sından biri, Hâdî, doğru yolu gösteren, demektir Allah'ın, kendisini tanıma yollarını kullarına gösterip tanıtması, yaratıklarına hayatlarını devam ettirme yollarını öğretmesi ve onları buna yöneltmesi anlamına gelir O, bu yönüyle insanlara kurtuluş yolunu; dünya ve âhiret mutluluğunun yollarını gösterir

Allah, hayvanlara içgüdü vermiştir Onlar içgüdüleriyle kendilerine yararlı olanı bulurlar İnsanlara ise, akıl verilmiştir İnsanlar, akıllarını kullanarak bilinçli seçim yapma imkânına sahiptirler ve bu sebeple de yükümlü tutulmuşlardır Bununla birlikte yüce Allah, akıllarının yanısıra onlara peygamberler de göndermiştir Hattâ yüce Allah, insanlara akıl vermek ve peygamber göndermenin yanında, fıtratlarına hakkı kabul etme eğilimini vermiştir Her insan, hak dini kabul edecek istidatta yaratılmıştır: "Biz ona vermedik mi; iki göz, bir dil, iki dudak? Ona iki tepe (iki hedef hayır ve şer yolunu) gösterdik" (el-Beled, 90/8-10) "Rabbimiz, herşeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra ona doğru yolu gösterendir" (Tâhâ, 20/50)

Hz Peygamber (sas) de, "Her doğan çocuk (İslâm) fıtratı üzerine doğar Sonra ebeveyni onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecûsileştirir" (Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvûd, Sünnet, 17) buyurmaktadır

Allah bizi bu fıtrat üzere yaratmakla birlikte yükümlü tutulmamızın bir gereği olarak dilediğimizi seçebilmemiz için akıl ve irade de vermiştir Akıl ve irademizi kullanarak doğru yolu bulmamızı istemektedir

Kur'ân-ı Kerîm'de insanın çevresine bakıp ibret almasını teşvik eden birçok âyet vardır

"İnsan (bir kere) yiyeceğine baksın (Nasıl) biz suyu döktükçe döktük Sonra toprağı güzelce yardık, orada bitirdik;' tâne(ler), üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalar, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyvalar ve çayırları sizin ve hayvanlarınızın geçimi için"(Abese, 80/24-32) " Allah gökten bir su indirdi, onunla yeri ölümünden sonra diriltti Şüphesiz bunda işiten bir kavim için bir âyet (Allah'ın kudretine işaret) vardır Hayvanlarda da sizin için ibret (alınacak dersler) vardır Onların karınlarından, fers (yarı sindirilmiş gıdalar) ile kan arasından (çıkardığımız) hâlis, içenlere (içimi) kolay süt içiriyoruz" (en-Nahl, 16/65-66)

Yüce Allah bu delilleri gözler önüne sererek insanlara yol göstermektedir

Peygamberler, öğüt vermek, mucizeler göstermek sûretiyle insanları hakka dâvet ederler Hidâyet yolunu gösterirler ama, hidâyetin yaratıcısı, Allah'ın kendisidir Hidâyet vermek O'na âittir:

"Ey Peygamber sen, sevdiğini doğru yola iletemezsin; fakat Allah dilediğini doğru yola iletir O, yola gelecek olanları daha iyi bilir" (el-Kasas, 28/56)

"Allah kimi doğru yola iletirse o, yolu bulmuştur, kimi de sapıklığında bırakırsa, artık onun için yol gösteren bir dost bulamazsın " (el-Kehf, 18/17)

Allah'ın Hâdî oluşu Kur'ân'ın birçok âyetinde dile getirilmiştir İnsanın hidâyet vasfı, sadece hak dine dâvet ve yol gösterme şeklindedir Peygamber de olsa, bundan öte bir etkinliği yoktur

Allah'ın hidâyetinden mahrum kalanlar ise, zâlimlerdir Onlar apaçık delillerle karşılaştıkları halde inat ederek yüz çevirirler:

"İman ettikten, Rasûlün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkâr eden bir kavme Allah nasıl yol gösterir? Allah, zâlim kavmi doğru yola iletmez" (Âlu İmran, 3/86) ; "Allah zâlim toplumu doğru yola iletmez" (el-Bakara, 2/258)

Kula yaraşan, çevresinde olup bitenleri ibretle değerlendirmek; Allah'ın gözler önüne serdiği delilleri gözardı etmemek, daima âciz bir kul olduğunun şuurunda olup Allah'tan hidâyet dilemektir

M Sait ŞİMŞEK

Hz HADİCE, HATİCE (ra)

Hz Hatice, Hz Muhammed (sas)'in temiz, iffetli ve yüce ahlâk sahibi olan hanımlarının ilki

O, Arapların en asil kavmi olan Kureyş kavminden ve Kureyş kavminin de, en asil, pak ailelerinden idi Babası Huveylid, annesi Fâtıma'dır (İbn İshak, es-Sîre, Neşr Muhammed Hamidullah, s 60)

Hz Hatice'nin baba tarafından soyu Kusay'da Peygamberimizin baba tarafından soyu ile birleştiği gibi, annesi tarafından da soyu yine Peygamberimizin baba tarafından dedesi olan Lüey'de bileşmektedir (M Asım köksal, İslâm Tarihi, Mekke Devri, 96)

Hz Hatice, ticaretle uğraşan zengin, haysiyetli, şerefli bir kadındı Ücretle tuttuğu adamlarla Şam'a ticaret kervanları düzenlerdi Hz Muhammed (sas)'in doğru sözlü, güzel ahlâklı ve son derece kendisine güvenilen bir insan olduğunu öğrenince, O'na ticaret ortaklığı önerdi Hz Muhammed (sas) Hz Hatice'nin bu teklifini kabul etti Hz Hatice O'nun başkanlığında bir ticaret kervanını Şam'a gönderdi Aynı zamanda kölesi Meysere'yi de O'nunla beraber gönderdi Meysere, yolculuk sırasında Hz Muhammed (sas)'de harikulade hallere şâhid oldu Gittikleri yerde, Peygamberimiz (sas) satacaklarını sattı ve alacaklarını da aldı Ondan sonra geri döndüler Hz Hatice bu ticaret kervanından çok memnun oldu Daha önce gönderdiği ticaret kervanlarına nazaran, bu sefer daha fazla kâr elde etti Hz Peygamber (sas) hakkında Meysere'yi de dinleyince, O'na olan itimadı ve sevgisi daha da arttı O'na anlaştıkları ücretten fazlasını verdi ve Hz Muhammed (sas)'e evlenme teklifinde bulundu (İbn İshak, age, 59)

Hz Peygamber (sas) durumu amcası Ebu Talib'e anlattı Ebu Talib Hz Hatice'yi Hz Muhammed (sas) için istedi İki aile anlaştı Düğünleri o zamanın örf ve adetlerine göre, Hz Hatice'nin evinde yapıldı düğünde Ebû Talib ve Hz Hatice'nin amcası Amr b Esed birer konuşma yaptılar İkisi de konuşmalarında hikmetli ifadelerde bulundular ve evlenecekler hakkında güzel şeyler söylediler Ondan sonra misafirlere ikram yapıldı, yemekler yenildi Ebû Talib nikâhlarını kıydı Mehir olarak 500 dirhem altın tesbit edildi (İbn, Sa'd Tabakat, VIII, 9)

O zaman, rivâyetlerin ekseriyetine göre, Hz Muhammed (sas) 25 ve Hz Hatice 40 yaşında idiler Aralarında 15 yaş fark vardı (İbn Hacer, el-İsâbe, 539) Bazı rivâyetlerde bu yaş farkının daha az olduğu kayıtlıdır

Rasûlullah (sas)'in evlendiği ilk kadın, Huveylid'in kızı Hatice'dir Hz Hatice ilk olarak Atik b Aziz'le evlendi, ondan bir kızı oldu Onun ölümünden sonra, Temim oğullarından Ebû Hale ile evlendi Ondan da bir oğlu ve bir kızı oldu Onun da ölümünde sonra, Rasûlullah (sas) ile evlendi (İbn İshak, age, 229)

Hz Hatice'nin Rasûlullah (sas)'den Fâtıma, Ümmü Gülsüm, Zeyneb ve Rûkiyye adında dört kızı, Kâsım ve Abdullah adında da iki oğlu dünyaya geldi Kelbî'nin rivâyet ettiğine göre, önce Zeynep, sonra Kâsım, sonra Ümmü Gülsüm, daha sonra Fâtıma, ondan sonra Rûkiyye ve en sonunda Abdullah dünyaya geldi Ali b Aziz el-Cürcânî de, Kâsım'ın Zeynep'ten daha önce doğduğunu nakletmiştir (İbn el-Esir, Usdü'l-Ğâbe, I, 434)

Hz Hatice(ranha), Rasûlullah (sas)'e, Peygamberliğinden evvel son derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi, Peygamberliği döneminde de, ona ilk inanan, onunla beraber namaz kılıp ona ilk cemaat olan kişi vasfını kazandı Daima Hz Muhammed (sas)'e destek oldu, ona moral verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile, onun başarılarına katkıda bulunmaya çalıştı

Hz Hatice, Rasûlullah (sas)'e (Allah kendisini Peygamberlikle şereflendirdiği zaman) teskin etmek için; "ey amca oğlu, beni melek geldiği zaman haberdar edebilir misin?" diye sordu Resûlullah (sas); "evet" cevabını verdi Bir gün Hatice'nin yanında iken, ona Cibril geldi ve; "Ey Hatice! İşte bu Cibril'dir, bana geldi" dedi Hatice "Şu anda onu görüyor musun?" diye sordu "Evet" karşılığını verdi Hatice bu kez sağ tarafına oturmasını söyledi Rasûlullah (sas) Hatice'nin sağ tarafına oturdu Hz Hatice; "Şimdi görüyor musun" sorusunu tekrarladı Rasûlullah (sas) yine olumlu cevap verince, Hz Hatice örtüsünü çıkarıp attı O sırada Rasûlullah (sas)in hâlâ kucağında oturuyordu "Onu, şimdi görüyor musun?" diye tekrar sordu Rasûlullah (sas) bu kez "hayır" cevabını yerince, Hz Hatice; "Bu şeytan değil; bu kesinlikle melek, ey amca oğlu! Sebat et, seni müjdelerim" dedi (İbn İshâk, age, 114)

Hz Hatice(ranha), Allah'ın selâmına ve Rasûlullah (sas)'in övgüsüne nâil olacak derecede faziletli ve şerefli bir kadındı O, imanda, sabırda, iffette, güzel ahlâkta, kısacası her yönü ile örnek olan bir anneydi Rasûlullah (sas); "hristiyan kadınlarının en hayırlısı İmrân'ın kızı Meryem, müslüman kadınlarının en hayırlısı ise Hüveylid'in kızı Hatice'dir" buyurdu Bu konudaki diğer bir hadisinin meali şöyledir: " Dünya ve âhirette değerli dört kadın vardır İmran'ın kızı Meryem; Firavun'un karısı Asiye, Hüveylid'in kızı Hatice ve Muhammed (sas)'ın kızı Fâtıma" (İbn İshak, age s 228)

Bir gün Cebrâil (as) Rasûlullah (sas)'e gelerek şöyle buyurdu: "Hatice'ye Allah'ın selâmlarını söyle" Rasûlullah (sas): "Ya Hatice, bu Cebrâil'dir, sana Allah'tan selam getirdi" deyince, Hz Hatice, Allah'ın selamını büyük bir memnuniyetle kabul etti ve Cebrâil'e de iadei selâmda bulundu (İbn Hişâm, es-Sîre,, I, 257)

Allah'ın rızasını, yuvasının mutluluğunu, dünya ve âhiretin huzur ve saadetini düşünen bütün anneler için en güzel örneği teşkil eden Hz Hatice (ra), nübüvvetin onuncu yılında, Ramazan ayında vefât etti ve Mekke'deki Hacun kabristanına defn edildi (M Asım Köksal, age s 302)

Nureddin TURGAY

HADİD SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerîm'in elli yedinci sûresi Yirmi dokuz âyet, beş yüz kırk dört kelime, bin dört yüz yetmiş dört harften meydana gelir Fâsılası, be, dal, ra, ze, mim ve nun harfleridir Sûre adını yirmi beşinci âyetinde geçen demir anlamındaki "hadid" kelimesinden almıştır Mekkî mi Medenî mi olduğu konusunda ihtilâf olmasına rağmen sûrenin Medenî olduğuna dair görüş daha kuvvetlidir, ulemânın çoğunluğu da bu görüştedir Nitekim onuncu âyette geçen, "Zaferden önce İslâm'ı yayma yolunda mallarını sarfedip, canlarıyla savaşanlar elbette (zaferden önce mal ve canlarıyla savaşan)larla bir değildir" seslenişi müslümanların zaferler kazandıgı Medine döneminde yaşanan bir durumu anlatmaktadır Rivâyetler sûrenin Uhud savaşından sonra Hudeybiye antlaşması öncesi hicri 4-5 yılların da nâzil olduğu yolundadır Haşr, Saff, Cum'a, Teğabun sûreleriyle birlikte bu sûreye "Müsebbihat" sûreleri de denmiştir Sûre genel olarak müslümanları terbiye etmeyi hedef almakta, onlara İslâm toplumunu oluşturacak insanların ne gibi özellikler taşıması gerektiğini öğretmekte Kur'ân'ın genelinde olduğu gibi bu emirleri âhiretteki ceza ve mükafatla desteklemekte, onlara Allah'ın azâbını hatırlatmaktadır

Sûre Allah'a hamd ile başlamakta ve altıncı âyetin sonuna kadar Allah'ın bazı sıfatları mü'minlere hatırlatılmaktadır O, Öldüren, Dirilten, Evvel, Ahir, Zahir, Batın, Alimdir Mülk onundur Sonunda bütün işler ona döndürülür Ardından mü'minlere bir uyarı gelir: "O, göğüslerde saklı olanı bilir" (6)

Yedi ilâ on birinci âyetler arası mü'minleri Allah yolunda infak etmeye ve gerçekten iman etmeye çağırıyor: "Size ne oluyor ki Allah yolunda infak etmiyorsunuz" (10) tehditvari emrinin ardından Allah'a güzel bir borç verecek olanın bunu âhirette kat kat geri alacağı müjdesi verilmektedir On üçüncü âyette bu vasıftaki mü'minlerin nurlu yüzlerle cennete gireceği haberi verildikten sonra, müslümanlardan görünüp de onları arkadan çekiştiren münâfıklara dönülüyor ve on üç ilâ onbeşinci âyetle de onlar başlarına gelecekler konusunda uyarılıyorlar: "Artık bu gün sizden herhangi bir fidye alınmaz Barınma yeriniz ateştir"(15)

Mü'minler ve münâfıklar uyarıldıktan sonra on altıncı âyette müslümanım dediği halde Allah'ın dini konusunda hiçbir endişesi olmayanlar saygılı, korkulu, yumuşak bir kalp ile gerçek imana çağrılıyor Ardından yine mü'minlere dönülüyor ve yapmaları gerekenler hatırlatılarak; sadaka vermeye, sözü ile fiillerinde uyumlu olmaya, gerektiğinde Allah için canlarını verip şehid olmaya, iyilikte yarış yapmaya, elden çıkana üzülmeyip verilen nimet için de şımarmamaya, kibirli olmamaya, cömertliğe ve onu teşvik etmeye dâvet ediliyorlar

Bütün bunların arasında tarih boyunca gönderilen peygamberlerin hangi amaçla gönderildiğine değiniliyor: "İnsanlar adâleti ayakta tutsunlar diye, apaçık âyetlerle gönderdiğimiz Peygamberle birlikte, kitabı ve mizanı da indirdik (âyetlerden, haktan, adâletten yüz çeviren, nasihat ve uyarının yola getiremediği insan için de) kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için çeşitli yorarlar bulunan demiri indirdik" (25) buyurarak peygamberlerin aynı zamanda adâleti ayakta tutacak siyasî ve askerî güçle donanmaları gerektiği beyan edilmekte ve sonraki âyetlerde bu peygamberlere Nuh, İbrahim, İsa, örnek verilmekte, onlara uyanların sonradan fâsıklâr olup kendilerine gelen dini bozan ruhbanlar gibi olmamaları konusunda mü'minler uyarılmaktadır: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve O'nun Rasûlüne iman edin (sadece iman ettiğinizi söylemekle kalmayın, imanınızı amellerinizle de gösterin)" (28) Sûre boyunca Allah yolunda harcamaya teşvik edilen mü'minlere sûrenin bitiminde güvence veriliyor: Eğer siz karşılık beklemeden onun yolunda cömertlik yaparsanız, zenginlik Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir Size de verir çünkü"Allah büyük fazl sahibidir"(29)

Fedakâr KIZMAZ

HADÎS

Hz Peygamber (sas)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş şekli Bu mânâda hadis, sünnet ile eş anlamlıdır

Hadis kelimesi, "eski"nin zıddı "yeni" anlamına geldiği gibi, söz ve haber anlamlarına da gelir Bu kelimeden türeyen bazı fiiller ise haber vermek, nakletmek gibi anlamlar ifade eder Hadis kelimesi, Kur'ân'da bu anlamları ifade edecek biçimde kullanılmıştır Sözgelimi, "Demek onlar bu söze (hadis) inanmazlarsa, onların peşinde kendini üzüntüyle helâk edeceksin" (el-Kehf, 18/6) âyetinde "söz" (Kur'ân); " Musa'nın haberi (hadîsu Mûsa) sana gelmedi mi?" (Tâhâ, 20/9) ayetinde "haber" anlamına gelmektedir "Ve Rabbinin nimetini anlat (fehaddis)" fiili de "anlat, haber ver, tebliğ et" anlamında kullanılmıştır

Hadis kelimesi zamanla, Hz Peygamber'den rivâyet edilen haberlerin genel adı olarak kullanılmaya başlanmıştır Kelime, bizzat Rasûlullah (sas) tarafından da, bu anlamda kullanılmıştır Buhârî'de yeralan bir hadîse göre Ebû Hüreyre, "Yâ Rasûlullah, kıyâmet günü şefâatine nâil olacak en mutlu insan kimdir?" diye sorar Hz Peygamber şöyle cevap verir: "Senin "hadîse" karşı olan iştiyakını bildiğim için, bu hadis hakkında herkesten önce senin soru soracağını tahmin etmiştim Kıyâmet günü şefâatime nâil olacak en mutlu insan, "Lâ ilâhe illâllah" diyen kimsedir" (Buhârî, İlim; 33)

Hadisin Dindeki Yeri ve Önemi:

Rasûlullah (sas), Allah'tan aldığı vahyi yalnızca insanlara aktarmakla kalmamış, aynı zamanda onları açıklamış ve kendi hayatında da tatbik ederek müşahhas örnekler hâline getirmiştir Bu nedenle O'na "yaşayan Kur'ân" da denilmiştir

İslâm bilginleri genellikle, dinî konularla ilgili hâdislerin, Allah tarafından Hz Peygamber'e vahyedilmiş olduklarını kabul ederler; delil olarak da, "O (Peygamber), kendiliğinden konuşmaz; O'nun sözleri, kendisine gönderilmiş vahiyden başkası değildir" (en-Necm, 54/3-4) âyetini ileri sürerler Ayrıca, "Andolsun ki; Allah, mü'minlere büyük lütufta bulundu Çünkü, daha önce apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, kendi aralarından, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi" (Âlu lmrân, 3/164) âyetinde sözü edilen "hikmet" kelimesinin, "sünnet" anlamında olduğunu da belirtmişlerdir Nitekim, Hz Peygamber ve O'nun ashâbından nakledilen bazı haberler de, bu gerçeği ortaya koymaktadır Rasûlullah'tan (sas) şöyle rivayet edilmiştir: "Bana kitap (Kur'ân) ve bir de onunla birlikte, onun gibisi (sünnet) verildi" (Ebû Dâvûd, Sünen, II, 505) Hassan İbn Atiyye, aynı konuda şu açıklamayı yapmıştır: "Cibrîl (as) Rasûlullah (sas)'e Kur'ân'ı getirdiği ve öğrettiği gibi, sünneti de öylece getirir ve öğretirdi" (İbn Abdilberr, Câmiu'l Beyâni'l-ilm, II, 191)

Yukarıda zikredilen âyet ve haberlerden de anlaşılacağı gibi, Kur'ân ve hadîs (daha geniş ifadesiyle sünnet), Allah (cc) tarafından Rasûlullah (sas)'a gönderilmiş birer vahiy olmak bakımından aynıdırlar Şu kadar var ki; Kur'ân, hadîsin aksine, anlam ve lâfız yönünden bir benzerinin meydana getirilmezliği (i'câz) ve Levh-i Mahfûz'da yazı ile tesbit edildiği için, ne Cibrîl (as)'in ve ne de Hz Peygamber'in, üzerinde hiçbir tasarrufları bulunmaması noktasında hadîsten ayrılır Hadîs ise, lâfız olarak vahyedilmediği için, Kur'ân lâfzı gibi mu'ciz olmayıp, ifade ettiği anlama bağlı kalmak şartıyla sadece mânâ yönüyle nakledilmesi câizdir

Hz Peygamber'den hadîs olarak nakledilen, fakat daha ziyade, O'nun (sas) sade bir insan sıfatıyla, dinî hiçbir özelliği bulunmayan, günlük yaşayışıyla ilgili sözlerinin, yukarıda anlatılanların dışında kaldığını söylemek gerekir O'nun (sas) bir insan sıfatıyla hata yapabileceğini açıklaması (Müslim, Fedâil, 139-140-141) bunu gösterir Nitekim bazı ictihadlarında hataya düşmesi, bu konularda herhangi bir vahyin gelmediğini gösterir Ancak bu hataların da, bazan vahiy yolu ile düzeltildiği unutulmamalıdır

Vahye dayalı bir fıkıh kaynağı olarak hadis, Kur'ân karşısındaki durumu ve getirdiği hükümler açısından şu şekillerde bulunur:

1 Bazı hadisler, Kur'ân'ın getirdiği hükümleri teyid ve tekit eder ana-babaya itâatsizliği, yalancı şâhitliği, cana kıymayı yasaklayan hadisler böyledir

2 Bir kısmı hadisler, Kur'ân'ın getirdiği hükümleri açıklar, onları tamamlayıcı bilgiler verir Kur'ân'da namaz kılmak, haccetmek, zekât vermek emredilmiş, fakat bunların nasıl olacağı belirtilmemiştir Bu ibadetlerin nasıl yapılacağını hadislerden öğreniyoruz

3 Bazı hadisler de, Kur'ân'ın hiç temas etmediği konularda, hükümler koyar Hadîsin başlı başına müstakil bir teşri' (yasama) kaynağı olduğunu gösteren bu tür hadislere, ehlî merkeplerle yırtıcı kuşların etinin yenmesini haram kılan, diyetlerle ilgili birçok hükmü belirten hadisler örnek olarak verilebilir

Buraya kadar anlatılanlar, hadîsin (sünnet) İslâm dinindeki önemli yerini gözler önüne sermektedir Din açısından, Kur'ân'dan hemen sonra gelen bir hüküm kaynağı olarak hadislere gereken önemin verilerek Hz Peygamber'in sünnetine uyulması, başta Allah (cc) olmak üzere, O'nun Rasülü Hz Muhammed (sas) tarafından da çok kesin ifadelerle emredilmiştir Bu konuda Kur'ân'da şu âyetlere yer verilmiştir: "Ey Peygamber de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki; Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın"(Âlu İmrân, 3/31); "Ey Peygamber de ki: Allah'a ve peygamber'e itâat ediniz Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki Allah kâfirleri sevmez" (Âlu İmran, 3/32; "Allah'a ve Peygamberlere itâat ediniz, umulur ki rahmet olunursunuz" (Âlu İmrân, 3/132); "Peygamber size neyi getirmişse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan sakının" (el-Haşr, 59/7) Görüldüğü gibi bu âyetlerde, Rasûlullah (sas)'e itâat, Allah'a (cc) itâat ile birlikte emredilmiş, hatta Peygamber (sas)'e itâatin Allah'a (cc) itâat demek olduğu açıkça belirtilmiştir

Rasûlullah (sas) da bir hadîsinde: "Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur'ân ve onunla beraber onun bir benzeri (sünnet) daha verilmiştir Karnı tok bir halde rahat koltuğuna oturarak;' Şu Kur'an'a sarılın; O'nda neyi helâl görürseniz onu helâl, neyi koram görürseniz onu da haram kabul ediniz' diyecek bazı kimseler gelmesi yakındır Şüphesiz ki, Allah Rasûlünün haram kıldığı şey de Allah'ın haram kıldığı gibidir" (Ebû Davûd Sünnet, 5; İbni Mace, Mukaddime, 2; Ahmed b Hanbel, Müsned, IV,131) buyurarak, sünnetini küçümseyip dinden ayırmak isteyenlere karşı müslümanları uyarmış ve dinin sünnetsiz düşünülemeyeceğini vurgulamıştır Nitekim, Hz Peygamber'in burada geleceğini ikaz ettiği kişi ve gruplar Hicri birinci ve ikinci asırlarda ve bir de XIX-XX asırlarda müsteşriklerin etkisiyle, Hindistan (Ehl-i Kur'an Cemiyeti) ve Mısır'da (Tevlik Sıdkı, Mahmud Ebû Reyye) ortaya çıkmış, fakat bunların hadis ve sünnete hiçbir etkisi olmamıştır

Hadisin Yapısı:

Hadisler yakından incelendiği zaman, birbirinden farklı iki ana kısımdan oluştuğu görülür: Sened ve metin

Sened: Güvenmek, dayanmak anlamın gelen "sened" kelimesi, bir hadis terimi olarak, metnin başında yeralan ve biri diğerinden almak ve nakletmek suretiyle hadîsi rivâyet eden kişilerin, Rasûlüllah'a varıncaya kadar sayıldığı kısımdır Başka bir deyişle, râvîler zincirinin adı olup bu zincir, hadîsin Hz Peygamber'den kimler aracılığıyla ve hangi yollarla bize ulaştığını gösterir: Meselâ:

"Haddesenâ Muhammed İbn Beşşâr, kâle; haddesenâ Yahyâ kâle; Haddesenâ Şu'be, kâle; haddesenâ bu't-Teyyâ'h, an Enes, ani'n-Nebiyyi sallellahü aleyhi ve sellem kâle: (Enes'ten Ebu't-Teyyâh, ondan Şu'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed İbn Beşşâr naklederek, Rasûlullah (sav)'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir" Senette geçen "haddesenâ" (bize nakletti, rivayet etti) ve "an" (ondan) kelimelerine "rivâyet lâfızları" denir "Kâle", dedi anlamındadır

Senedi, yani râvîler zincirini zikretmeye "isnâd" adı verilir Râvîlerin hadisleri nakletmesine "rivâyet", rivâyet ettikleri hadise de "mervî" denir Senede "târik" veya "vecih" adı da verilmektedir Sened daha çok hadis uzmanları için, hadisin sıhhatini, yani, hadîsin Hz Peygamber'e âit olup olmadığını kontrol edebilmek açısından önem taşımaktadır

Metin; Senedin, ya da râviler zincirinin kendinde son bulduğu, rivâyet edilen asıl hadis kısmına metin denir Yukarıda örnek olarak verdiğimiz sened, metni ile birlikte şu şekilde kaydedilir: "Enes'ten Ebiı't-Teyyâh, ondan Şu'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed İbn Beşşâr naklederek, Nebi (sas)'in şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir: "Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz "

Hadislerin Sınıflandırması:

Sağlamlık yönünden hadisler üç kısma ayrılır: Sahih, hasen, zayıf Hadislerin çeşitli yönlerden değerlendirilmesi yapılmıştır Bu değerlendirmelerde doğruluğu (sıhhati) araştırılan, hadîsin Hz Peygamber'e âit olan metin kısmı değil; metnin Rasûlullah (sas)'e âit olup olmadığını gösteren sened kısmıdır Bu durumda değerlendirme sonunda bir hadîse sahih, hasen veya zayıf denildiğinde bu, Hz Peygamber'in söz veya fiilinin sahih veya zayıf olduğu anlamında değil, hadis metnindeki ifadenin Rasûlullah'a (sas) âit oluşunun sahih veya zayıf olduğu anlamındadır

1 Sahih hadis: Adâlet ve zabt sahibi râvîlerin, yine aynı durumdaki râvîler vasıtasıyla Hz Peygamber'e kadar ulaşan kesintisiz bir senedle rivâyet ettikleri, şâz ve illetli olmayan hadistir Bu tür hadislerin Hz Peygamber'den geldiğinde herhangi bir şüphe yoktur Yukarıdaki tariften de anlaşılacağı gibi, bir hadisin sahih olabilmesi için bazı şartların bulunması lâzımdır Bu şartlar şunlardır:

a) Hadîsi nakleden râvîler âdil olmalıdır Burada sözü edilen adâlet, zulmün zıt anlamlısı değil; şirk, fısk ve bid'at gibi bütün büyük ve küçük günâhlardan sakınmak ve takvâ sahibi, samimi bir müslüman olmak anlamındadır Bu özelliğe sahip kimselere hadis ıstıladımda, "adl" (âdil) denir Hakkında gerekli araştırmalar usûlüne uygun şekilde yapılıp, adâlet prensibine aykırı davranışları nedeniyle "âdil' olmadıkları anlaşılan (mecruh) râvîler ile kim oldukları bilinmeyen, ya da durumları belirsiz olduğu için adâletleri tesbit edilemeyen kimselerin (meçhûl) rivayet ettikleri hadisler, "sahih" hadislerin dışında kalır

b) Râvîler, rivâyet edecekleri hadisleri, doğru bir şekilde öğrenme, aradan uzun bir zaman geçse bile aynen hatırlayabileck ölçüde "öğrendiğini koruma" (zabt) yeteneğine sahip olmalıdır Öğrenme ve öğrendiğini koruma yeteneğine sahip olamayan râvîlerin naklettikleri hadisler de "sahih" kabul edilmez

c) Hadîsi nakleden râvîlerin her biri, kendisinden hadis naklettikleri kimseler ile bizzat görüşerek hadis almış veya en azından, görüşme imkân ve ihtimaline sahip, çağdaş (muâsır) kişiler olmalıdır Râvîler arasında gizli veya açık bir kopukluğun (inkıta') bulunması, yani senedin muttasıl olmaması hadîsi "sahih"likten çıkarır

d)Güvenilir (sika) bir râvî tarafından rivâyet edilen hadis, daha güvenilir bir veya birden fazla râvînin rivayetine ters düşerek, tek (şâzz) kalmamalıdır Çünkü bu durum, hadîsin sihhatine engeldir

e) Hadîsin metin veya senedinde, onu zaafa düşüren herhangi bir kusur bulunmamalıdır İlletli (muallel) kabul edilen bu tür hadisler, sahihlik vasfını kaybeder

İşte bu beş şartın hepsini taşıyan hadisler sahihtir; yani teknik olarak bu hadislerin Hz Peygamber'e âit olduğunda şüphe yoktur

2 Hasen hadis: Sözlükte "güzel" anlamına gelen "hasen" kelimesi, hadis ıstılahında sahih hadisle zayıf hadis arasında yer alan, fakat sahih hadîse daha yakın olan hadis türüne verilen addır Daha açık bir ifade ile, hasen hadisle sahih hadis arısındaki fark, hasen hadîsin râvîlerinin durumu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yalancılıkla suçlanmamış, dürüst ve güvenilir olmalarına rağmen, titizlikleri (itkân) ve hâfızalarının sağlamlığı (zabt) açısından sahih hadis râvîlerinden daha aşağı derecede bulunmasıdır Hasen hadis, bu iki özellik dışında sahih hadîsin bütün özelliklerini taşır Bir de, hasen hadislerin mütâbi'teri olmalıdır Mütâbi', bir râvînin naklettiği hadîsin başka râvîler vasıtasıyla da rivâyet edilmesidir Böylece hasen hadis râvîlerindeki zabt eksikliği takviye edilmiş olur

Hasen hadis terimi, yaygın şekilde ilk defa Tirmizî tarafından kullanılmıştır Tirmizî'den önce hadisler, sahih ve zayıf diye ikiye ayrılır, zayıf hadis de; terkedilmiş, terkedilmemiş olmak üzere iki kısımda değerlendirilirdi "Terkedilmeyen zayıf hadisler", Tirmizi (279/892) tarafından hasen cerimiyle "zayıflıktan" çıkarılmış oldu Bunun tabii sonucu olarak da Tirmizî'nin Câmi'i, hasen hadîsin başlıca kaynağı sayılmıştır Ebû Dâvûd'un Sünen'i de, hasen hadîsin çokça bulunduğu eserlerden biri olarak kabul edilir

3 Zayıf Hadis: Zayıf hadis, sahih veya hasen hadîsin taşıdığı şartların birini veya birkaçını taşımayan hadistir Bu şartların bulunup bulunmadığı, hadisin çeşitli yönlerden tetkik ve tenkide tâbi tutulmasıyla anlaşılır Sözgelimi, hadîsin râvîsi adâletindeki kusur sebebiyle, zabtının zayıflığı, seneddeki kopukluk, râvînin kendindan daha sikâ bir râvî veya râvilere aykırı rivâyeti sebepleriyle hadîsin Hz Peygamber'e âit olduğu zayıf kabul edilir Hadis bilginleri, zayıf hadisleri çeşitli yönleriyle pek çok kısma ayırmışlardır

Hadis âlimleri, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği konusunda üç görüş ileri sürmüşlerdir

a) Hiçbir konuda zayıf hadisle amel edilmez Yahya b Maîn'den nakledilen bu görüşü, Buhârî ve Müslim'in yanısıra İbn Hazm ve Ebû Bekr İbnu'l-Arabî benimsemiştir

b)Her konuda zayıf bir hadisle amel edilebilir Ahmed b Hanbel ve Ebû Dâvûd "zayıf hadis re'y, yani kıyastan daha iyidir" diyerek bu görüşü tercih etmişlerdir

c) Bazı şartları taşıması hâlinde, amellerin fazileti ile ilgili konularda zayıf hadisle amel edilebilir İbn Hacer el-Askalânî bu şartları şöyle sıralar:

aa Hadis aşırı derecede zayıf olmamalıdır

bb Zayıf hadis, kitap veya sünnete dayalı olarak amel edilen bir aslın kapsamına girmelidir

cc Zayıf hadisle amel edilirken sâbit olduğuna kesin gözle bakmamalı, ihtiyaten amel edildiği bilinmelidir

Bazı alimlerin ileri sürdüğü, "gerek şer'î hükümler ve gerekse fezâil konusunda, elimizde zayıf hadîse lüzum bırakmıyacak kadar çok sahih ve hasen hadis vardır" görüşü, tercihe şâyân bir görüş olsa gerektir

Kudsi ve Nebevi Hadis: Mânâsı Allah'a, lâfızları Hz Peygamber'e âit olan hadislere kudsi hadis; mânâ ve lâfzı Hz Peygamber'e âit olan hadislere de nebevî hadis denir "İlâhî hadis" ve "Rabbânî hadis" diye de adlandırılan kudsî hadis: Ha Peygamber'in, anlam bakımından Allah'a dayandırdığı, başka bir deyişle O'ndan nakiller yaparak söylediği sözdür Kur'ân ile nebevî hadis arasında yeralan bu tür hadislerin "kutsal"lığı, mânâsının Allah'a âit olmasından; "hadis" diye adlandırılması ise, Hz Peygamber tarafından dile getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır

Allah tarafından gelen vahiy olmaları bakımından, Kur'ân âyetleriyle kutsî hadisler arasında bir fark yoktur Fakat Kur'ân hem anlamı, hem de lâfızları yönünden Allah'a âit iken, kutsî hadis, sadece mânâ açısından Allah'a âittir Kur'ân ile kutsî hadis arasındaki diğer farklar şunlardır:

a) Kutsî hadis, namazda okunmaz

b) Abdestsiz olarak dokunulması câizdir

c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için Kur'ân gibi mu'ciz değildir

d) Lafzî rivâyeti şart olmayıp, sadece anlam olarak rivâyet edilmesi câizdir

Kutsî hadîsin ilk kaynağı Allah olduğu ve esasen hitap O'ndan geldiği için, rivâyet edilirken başına, "Hz Peygamber'in rivâyet ettiğine göre Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:" veya "Rasûlullah (sas), Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu:" şeklinde bir rivâyet lafzı getirilir

Diğer hadislere göre kutsî hadislerin sayısı çok azdır

Hadisin dindeki önemli yeri zamanla müstakil bir ilim hâline dönüşmesine sebep olmuştur Hadis âlimleri, İslâm'da Kur'ân'dan sonra en önemli yeri işgal eden bu ilim dalını, sahih olanlarını sahih olmayanlardan ayırmak için, hadîsin sened ve metninin araştırılmasını konu edinen bir ilim olarak tanımlamışlardır

Hadis ilmi üzerinde devamlı gelişen çalışmalar, bazı konularının bağımsız araştırma alanına dönüşmesine yol açmıştır Bu ilim dalları şunlardır:

1 Rivâyetü'l-Hadis İlmi: Hz Peygamber'in sünnetini (hadisler) toplayan, nakleden ilim Hadislerin yazılı şekillerini ihtivâ eden bütün hadis kitapları (Sahihler, Câmiler, Sünenler, Müsnedler)'bu ilme âit malzemeyi oluştururlar

2 Dirâyetü'l-Hadis İlmi: Hadislerin sıhhat durumlarını tesbit için, sened ve metnin durumlarını anlamaya imkân veren ilim dalıdır

3 Cerh ve Ta'dil İlmi: Sahâbeden itibaren bütün hadis râvîlerinin doğruluk ve güvenirlik durumlarının incelendiği bir ilim dalıdır Genellikle râvîler isimlerine ve künyelerine göre alfabetik bir tarzda sıralanır ve her birinin hayatı, kimlerden hadis rivâyet ettiği, kimlere hadis naklettiği, râvîler arasındaki yeri, adâlet ve zabt yönünden durumu, kendisi hakkında hadis münekkidlerinin görüşü teknik tâbirlerle ifade edilir İlk asırlardan itibaren pek çok kıymetli eserin kaleme alındığı bu ilim dalında, İbn Ebi Hâtim er-Razi'nin "el-Cerh ve't-Ta'dil" adlı kıymetli bir kitabı vardır

4 Râvîler Tarihi İlmi: Hadis rivâyeti açısından ravilerin biyoğrafilerini, tabakalarını veren ilimdir İbn Sa'dın "Tabakat" ı, Buhârî'nin "Tarîh"i, İbn Hacer'in "el-İsâbe"si, bu ilmin en meşhur kaynaklarındandır

5 Hadislerin Vürûd Sebepleri İlmi: Hadislerin söyleniş sebeplerini tesbit etmeye çalışan ilim dalıdır Hadislerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan bu dalda, Suyûtî'nin "el-Lüma" isimli bir eseri vardır

6 Garîbu'l-Hadis İlmi: Hadis metinlerinde geçen, az kullanıldığı veya Arapça'ya sonradan girdiği için anlaşılması zor olan kelimelerin açıklanması bu ilmin konusunu teşkil eder Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe'nin "Garîbu'l-Hadis"adlı eserleri ile, Zemahşerî'nin "el-Fâik" ve İbnü'l-Esîr'in "en-Nihâye" si, bu ilim dalının önemli kaynaklarıdır

7 İlelü'l-Hadîs İlmi: Herkesin farkedemediği, ancak hadis uzmanlarının tesbit edebildiği ve hadisin sıhhatine engel olan gizli kusurları araştıran bir ilimdir Ahmed b Hanbel'in "Kitabu'l-İlel" i bunlardandır

8 Muhtelifu'l-Hadîs İlmi: Bu ilim, gerçekte olmadığı halde dış görünüşü bakımından aralarında çelişki var gibi görünen hadisleri ele alır ve görünürdeki bu çelişkiyi giderir Bu sahada İbn Kuteybe'nin yazdığı "Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis" adlı eseri, hadis Müdafaası adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir

9 Nâsih ve Mensûh İlmi: Biri diğerinin hükmünü ortadan kaldıran hadisleri konu edinen bir ilimdir Bu sahanın en önemli kaynağı Hâzimî'nin "el-İ'tibâr" adlı eseridir

Hadisler Günümüze Nasıl İntikal etmiştir?

Kur'ân âyetleri nâzil oldukça onları vahiy kâtiplerine bizzat yazdıran Hz Peygamber, önceleri kendi hadislerinin yazılmasını yasaklamış, fakat hadisleri birbirlerine rivâyet etmelerine izin vermişti Bu yasağın sebebi, ashâbın Kur'ân'la hadisleri birbirine karıştırma tehlikesiyle Arap yazısının henüz gelişmemiş olması, okuma-yazma bilenlerin azlığı, yazı malzemesinin kıtlığı gibi sebepler olabilir Daha sonraları bu mahzurlar ortadan kalkınca veya azalınca Hz Peygamber'in, hadislerin yazılmasına izin verdiğini görmekteyiz Nitekim, hadis yazan 30-40 kadar sahâbîden biri olana Abdullah b Amr 1000 civarında hadis yazmış ve bunları bir sahife (kolleksiyon) hâline getirmiş, adına da "es-Sahîfetü's-Sâdıka" (Doğru Sahife) demiştir Sağlığında Hz Peygamber'den pekçok hadis öğrenen sahâbe, O'nun (sas) vefâtından sonra bunları başkalarına nakletmiş, böylece hadisler hem sözlü, hem de yazılı bir halde sonraki nesillere intikal etmiştir Hz Peygamber'in vefatından sonra başlayan hadis toplama yolculukları (rıhle) ve hicrî birinci asır ortalarından itibaren görülen "tedvin" (dağınık haldeki hadis malzemesini bir araya toplama) faaliyetleri H 99-101 yıllarında halife Ömer İbn Abdülaziz (H 101) zamanında vâliliklere gönderilen emirnamelerle resmî tedvin hâlinde devam etmiş; toplanan bu hadisler konularına göre tasnif edilerek hicrî ikinci asır ortnlarından itibaren hadis kitapları meydana getirilmeye başlanmıştır Günümüze kadar gelen en eski hadis kitapları bu devrelere âittir Bu kitaplardan sonra hicrî üçüncü asırda " Kütüb-i Sitte" (altı kaynak eser) denilen hadis külliyâtının meydana getirilmesiyle hadis tasnifi altın çağına ulaşmıştır Kütüb-i Sitte; Buhârı ve Müslim'in "el-Câmiu's-Sahîh" leri ile, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin "Sünen" lerinden oluşmaktadır

Hadis Kitaplarının Dereceleri:

İhtiva ettikleri hadislerin güvenilir olup-olmamalarına göre hadis kitapları şu derecelere ayrılır:

Birinci Tabaka: Mütevâtir, meşhûr, sahîh ve hasen hadisler Buhârî ve Müslim'in "Sahih"leri ile İmam Mâlik'in " Muvatta"adlı eserleri Bu kitaplardaki hadislerle amel edilir

İkinci Tabaka: Birinci tabakadaki kitaplar seviyesine çıkamayan, fakat, müelliflerinin titizlikle bazı şartları uygulayarak hadisleri aldıkları kitalar Bunlar da hadis kaynağı olarak benimsenmiş, asırlar boyu faydalanılmıtır Tirmizî'nin Câmi'i, Ebû Dâvûd'un Sünen'i Ahmed b Hanbel'in Müsned'i, Nesâî'nin Sünen'i (Müctebâ) bu tabakadandır

Üçüncü Tabaka: Bu tabakadaki kitaplarda sahih hadisler yanında zayıf hadisler de olduğu gibi, râvîleri içinde halleri meçhul olanlar da vardır Abdürrezzâk'ın "Musannef" i, Beyhakî, Taberânî ve Tahâvî'nin kitaplarıgibi Bu kitaplardaki hadislerden ancak, hadis uzmanları yararlanabilir

Dördüncü Tabaka: Bu dereceye giren kitaplar, büyük muhaddisler döneminden ve "tasnif" devrinin bittiği tarihlerden sonra ortaya çıkan, hadis ilmiyle ilgisi olmayan ve bu yolu bir menfaat kapısı haline getiren ehliyetsiz kişilerin yazdığı, içi uydurma ve hurafelerle dolu olan kitaplardır İbn Mürdeveyh, İbn Şâhîn, Ebû'ş-Şeyh gibilerin kitapları bu tabakadan olup, bunlardan, amel edilmek üzere asla hadis alınamaz

İsmail Lütfi ÇAKAN

Akif KÖTEN

HÂDİS

Varlığının başlangıcı olmayan, varlığı kendinden olan; kadîm'in zıddı

Lügatte; vâki olmak, yok iken var olmak, yeniden meydana gelmek anlamına gelen (ha-de-se) kökünden ism-i fâil

Istılahta ise lügat anlamını korumakla birlikte, daha ziyâde âlem için kullanılmakta olup, bir şeyin yokluktan (adem) sonradan meydana gelmesi, öncesinin yokluk olması ve mevcut olmasının bir var ediciye (mûcide) muhtaç olmasıdır

Bilindiği üzere İslâm kelâmına göre, temelde iki tür varlık vardır Bunlar; vâcib ve mümkün olan varlıklardır Bir de hüküm itibâriyle yokluğu zâtının gereği olan mümteni' varlık vardır ki, bu varlığın özelliği var olmamaktır Bu iki tür varlıktan vâcib varlık, varlığı zâtının gereği olan, var oluşumda bir başkasına muhtaç olmayan, özelliği var olmak olan varlıktır ki, buna kadîm (öncesiz) varlık denir Mümkün varlık ise, ne varlığı ne de yokluğu kendinden olmayan, kendine nisbetle varlığı da yokluğu da birbirine eşit olan varlıktır İşte hâdis tabiri ancak bu tür, yani mümkün varlık için sözkonusudur Kadîm varlık için bir var edici sözkonusu değildir; zâtı (özü) varlığını gerektirir

Buradan hareketle kelâm ilminde fazlaca kullanılan hudûs delilinde âlemin mümkün varlık olması dolayısıyla hâdis olduğu kabul edilerek, buradan, Allah'ın varlığının isbâtına gidilmektedir Bu delili ilk defa kullanan, Ca'd b Dirhem (ö 118/736)'dir Ancak İslâm aleminde sistemli bir şekilde ilk olarak bu delilden bahseden el-Kindî (ö 252/866) olmuştur

Bu delil şöyle ifade edilir: Âlem hâdistir (sonradan meydana gelmiştir) Her hâdisin de bir muhdisi (meydana getiricisi) vardır O halde, âlemin de bir muhdisi vardır; o da Allah'tır

Bizim için burada sözkonusu edilen "hâdis" meselesini, yani birinci öncülü ele alırsak, bunu kelâm âlimleri şöyle açıklamışlardır: Âlem cevherlerden, cisimlerden ve arazlardan meydana gelir Cevherler ârazlardan hâli değildir Yani, cisim arazsız olamaz Ârazlar ve sıfatlar ise daima değişmekte, dolayısıyla daima yenilenmektedirler Yenilenen ve değişen şeyin ise ezelî yani kadîm olması mümkün değildir Buna göre; cevher, cisim ve arazlardan meydana gelen âlemin de hâdis olması gerekir; zirâ bunlar hâdistir Âlem hâdis olunca, var olup olmaması da eşit olmuş olur Bu eşitliği var olma yönüne kaydıran bir yaratıcı gerekir ki, o da irade ve kudret sahibi olan yüce Allah'tır

İki türlü hâdis vardır Bunlar, yaratılmış olan, yok iken sonradan var olan, öncesi zaman itibariyle yokluk olan zamanî hudûs ile, varlığı kendinden olmayan, var olmak için başkasına muhtaç olan zâtî hudûs'tur Zâtî hudûs, zamanî hudûstan daha umûmîdir Her ikisinin zıddı da, her iki şekliyle zamanî ve zâtî kıdemdir (Curcânî, Ta'rîfât, Beyrut,1983, s 81-82)

Fahreddin er-Râzî, cisimlerin hâdis olması konusunda ihtilâfın söz konusu olduğunu, ancak bu hususta mümkün olan görüşlerin şu dört ihtimali aşmadığını söyler:

a) Özü (zâtı) ve sıfatları hâdis olur: Bu görüş müslümanların, hristiyanların, yahudilerin ve mecûsîlerin görüşüdür

b) Özü ve sıfatları kadîm olur: Aristo, Thophrastus, Samistiyos, Proclus ve Farâbi ile İbn Sinâ gibi filozofların görüşüdür

c) Özü kadîm, sıfatları hâdis olur: Bu görüş de, Aristo'dan önce yaşamış olan Tales, Phisagor ve Sokrat gibi filozofların görüşüdür

d) Özü hâdis, sıfatları kadîm olur: Bu görüş kâinatın sıfatlarının kadîm, özünün hâdis olması demektir ki, bunu hiçbir âlim iddia edemez (Fahreddin er-Râzî, el-Muhassa, Kelâma Giriş çev Hüseyin Atay, Ankara 1978, s109-113) Yukarıda işaret edilen cevher ve cisimlerin hudûsundan âlemin hudûsuna ve dolayısıyla da Allah'ın varlığına ulaşmanın Hz İbrâhim'in metodu olduğu söylenir Zirâ, Hz İbrâhim Kur'ân-ı Kerîm'de geçtiği üzere yer ve gökte hüküm süren ilâhî kudretin tecellîsini görmek ve sağlam bir kanâate varmak için yıldızlardan başlayarak, sonra ayın ve daha sonra da güneşin doğup batmasını yani önce görünüp sonra yok olmasını dikkate alarak, "Ben sönen, batanları sevmem" demiştir (el-En'âm, 6/75-79) Hz İbrahim'i bu sonuca ulaştıran şey, değişikliğe uğrayan cisimlerin hâdis oluşu ve O'nun anlayışındaki ilâhî tecellînin ise, doğup batmayan, kaybolmayan yani hâdis olmayan; kısacası, dâim ve kadîm olan bir varlık olmasıdır İşte o da Yüce Allah'tır

Abdurrahim GÜZEL

Alıntı Yaparak Cevapla