Prof. Dr. Sinsi
|
İslam Ansiklöpedisi (H)
Hased
Kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar En çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir:
Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset sonuncusudur İmam Gazalî'ye göre haset ancak bir nimete karşı olur Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir Birincisi, o nimeti çok görerek onun elinden gitmesini istemektir; buna haset denir Hasedin tezâhürü de insanın elindeki varlığı, nimeti çok görmek ve yok olması halinde sevinmektir İkinci hal ise ne varlığa sevinmek, ne de yok olmasını istemektir Buna karşılık o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemektir Buna da gıpta denilir
"Mü'min gıbta; münâfık haset eder" sözü bu iki durumun farkım ve bulunduğu insanın niteliğini ortaya koymaktadır
Haset, yani başkasının elinde bulunan bir nimetten hoşlanmayarak onun yok olmasını istemek haramdır Ancak bir fâcir veya kâfirde bulunup fitne uyandıran, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, herkese eziyet edilmesine neden olan nimetin ortadan kalkmasını istemek, bundan hoşnut olmamak haram ve günâh değildir Çünkü onun yok olmasını istemek bir nimeti çekemeyerek yok olmasını istemek değil; bir fitne ve zulüm aracının ortadan kalkmasını istemek demektir
Hasedin haram olmasının sebebi Allah'ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamayı, teslimiyet göstermemeyi ifade etmesi ve Kur'ân-ı Kerîm'de ifade ettiği gibi kâfirlerin özelliklerinden birisi olarak sayılmasıdır: "Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır," size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler" (Âlu İmran, 3/120) Ehl-i kitabın içlerindeki hasetlerin kendilerini nasıl bir yola sürüklediği de şöyle anlatılmaktadır: "Kitap sahiplerinin çoğu, gerçek kendilerine belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler" (el-Bakara, 2/109) Kendilerine kitap ve ilim geldikten sonra insanların birbirlerine düşmelerinin sebebi de haset olarak ifade edilmiştir: "Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece azalarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler Eğer belli bir süreye kadar (azabın ertelenmesi hakkında) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işlerileri bitirilir)di" (eş-Şurâ, 42/14)
Hasedin dereceleri:
İmam Gazali hasedi başlıca dört dereceye ayırarak inceler:
1- Haset ettiğin kimsenin elindeki nimetin yok olmasını istemektir Bu nimet ister kendi eline geçsin, ister geçmesin, yeter ki haset ettiği kişide bulunmasın Hasedin en kötü olanı budur
2- Haset ettiği insanın elindeki nimetin, kendi eline geçmesini istemektir Bunun isteği o nimetin kendi eline geçmesi, amacı o nimete kendisinin sahip olmasıdır
3- Başka birisindeki nimetin aynısının veya benzerinin kendisinde de olmasını istemesidir Eğer kendi eline geçmeyecekse, onun elinde de olmamasını arzu etmesidir ,
4- Başka birisinde bulunan nimetin benzerinin kendi elinde de olmasını istemesi, fakat hased ettiği kişideki nimetin yok olmamasını istemesidir İşte hasedin bu son derecesi eğer sırf dünyalık nimetler ise affedilmiştir Eğer din hususunda ise tavsiye edilmiştir Çünkü bu, hayırda yarışma buyruğunun kapsamına girmektedir
Hasedin ortaya çıkmasına bir çok sebepler vardır Bunların başlıcaları şunlardır:
1 Düşmanlık Bu, hasedin en önemli sebeplerinden birisidir Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler Kendi başlarına kaldıkları zaman size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar De ki, "Öfkenizden ölün Şüphesiz Allah göğüslerin özünü bilir" (Âlu İmran, 3/119) Böyle kin ve düşmanlık sebebiyle ortaya çıkan hased çok kere çekişme ve kavgalara da yol açar, hayat boyunca devam eder, hileli yollarla nimetin izalesine gidilir, insanın şerefi ile oynanır ve gizli işlerinin açığa çıkarılması için çaba harcanır
2 Teazzuz Bir kişinin üstünlük taslaması karşısında diğer bir kişinin ağırına gitmesidir Kişinin, emsallerinden, mevki, ilim veya servet sahibi olan birisinin kendisine karşı kibirlenmesi halinde bunu hoşgörü ile karşılayamadığı için hased etmesidir
3 Doğrudan doğruya kendisinin kibirlenmesinden, karşısındaki insanı küçük görüp onu kendine hizmet etmesi ve bütün arzularında kendi emrinde olması isteğinden kaynaklanan haseddir Müşriklerin "Kur'ân iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi" (ez-Zuhruf; 43/31), demeleri böyle bir hasedin ifadesidir
4 Şaşkınlık ve hayranlık Kur'ân, geçmiş ümmetlerden bahsederken, onların kendileri gibi bir insanın risâlet, vahiy ve Allah'a yakınlık gibi bir mevkiye ulaşmasına şaştıklarını ve bunun sonucu olarak haset ettiklerini anlatır: "Siz de bizim gibi birer insansınız" (Yâsin, 36/15); "Bizim gibi iki insana mı inanacağız?" (Mü'minun, 23/47) ve "Kendiniz gibi insana itaat ederseniz hüsrana uğrayacağınızdan hiç şüphe yoktur" (Mü'minun, 23/34)
5 Amacına ulaşamama korkusu Kişilerin belli bir amaca ulaşmak konusunda birbirine üstünlük sağlama arzularına dayanır Diğerinin amacına ulaşmasına yardımcı olan her nimet, diğeri için bir hased kaynağıdır
6 Makam ve mevki sevgisi, önderlik isteği Sözgelimi bir kimsenin bir ilim dalında parmakla gösterilen tek adam olmayı istemesi, bu konuda kendisine rakip olabilecek veya göz diktiği yere ulaşmış kimselere hased etmesinin başlıca nedenidir Sürekli övülmek ve üstün gelmek isteğinde olan kimse, "işte bu adam kendi sahasında zamanın en büyüğüdür, eşi ve benzeri yoktur" denildiğinde nasıl sevinirse, başka bir kimsenin kendisine ortak gösterilmesi, yerini alması hafinde de kıskançlık duyar, hased eder
7 Kötü huyluluk ve Allah'ın kullarına verdiği nimetlere karşı cimrilik Kişinin mal, önderlik sevgisi ve derdi olmamakla birlikte; ona Allah'ın nimetler verdiği, iyi huylarla donattığı bir kimseden söz edilince bundan rahatsız olur, hased eder Buna karşılık birisinin içinde bulunduğu zorluk ve çektiği sıkıntılardan söz edildiğinde de sevinç duyar Böylesi kimseler başkalarının kötü durumda olmalarını sever ve Allah'ın lütuflarına karşılık cimrilik gösterirler
Kalpten hasedi atmanın yollan: Hased daha önce de ifade edildiği gibi kalbin en büyük hastalıklarındandır Kalp hastalıkları ise ancak ilim ve amel ile tedavi edilebilir Hased hastalığını tedavi edebilmek için öncelikle hasedin din ve dünya için getirdiği zararları bilmek, bu hususta ilim sahibi olmak gerekir Üstelik hased, kendisine hased edilen kimseye zarar getirmez Bu nedenle kişinin kendine düşman olması anlamına gelen hasedden kurtulmak için, hasedin şu zararlarını iyice anlamalıdır:
Hased eden, Allah'ın yaptığı taksim ve takdire rıza göstermiyor, onun iradesine karşı geliyor demektir O'nun bizce gizli olan hükümleri ile mülkünde gerçekleştirdiği adalete kızmak, onu çirkin bulmak anlamına gelmektedir Bu ise, kişinin tevhidin özüne ters düşmesinden, dolayısıyla imanının zedelenmesinden başka bir şey değildir Hasedden vaz geçmek için onun bu zararını bilmek bile yeterlidir Fakat bunun yanında hased eden kimsenin bir mü'mini aldatmak, ona nasihat etmeyi terketmek, mü'minleri sevmek yolundaki İslâm'ın açık emirlerini terketmek, mü'minlerin zarara uğramaları halinde bundan en çok sevinecek olan şeytan ve kâfirlerle birleşmiş olmak gibi hiç de küçümsenmeyecek suç ve günâhları işlemiş olacağı unutulmamalıdır
Bütün bu özellikleriyle kalbin saflığını ve temizliğini gideren bir pislik olan hased, ateşin odunu yakıp yok etmesi gibi insanın iyi huy ve amellerini giderir, yok eder (Ebû Dâvud Edeb 44; İbn Mâce, Zühd 22)
Hased eden kimsenin içinde sürekli bir ateş yanar Bu ateş onu yakar, yavaş yavaş eritir Çünkü birisine hased edildikçe Allah onun nimetini artırır Onun nimetinin artması da hasedçinin hasedini, dolayısıyla rahatsızlık ve sıkıntısını çoğaltır Hasedçinin göğsü daralır, uykusu kaçar Amansız bir hastalığa düşer Bu ise ancak kişinin düşmanlarının isteyebileceği bir durumdur hased edilenin perişanlığı istenirken, hasedçi perişan olur Bunun yanında hased edilen kimsenin durumunda bir bozulma, bir kötüleşme olmaz O halde, kişi bir âhiret hesabı ve korkusu çekmese bile, aklın gereği olarak bu yararsız azaptan kurtulmayı istemelidir Üstelik âhirette neden olacağı ceza da unutulmamalıdır Öyleyse insanın âhirette Allah'ın gazabına çarpılmak istemesinden, azaba uğramak için çalışmasından daha akıl dışı ne olabilir?
Hasedin amelle tedâvî edilmesine gelince; amel ile hasedi tedâvî etmenin yolu, onun isteklerini yerine getirmeyerek, hatta aksini yaparak ona hükmetmesini öğretmektir Sözgelimi içindeki hased duygusu birisini kötülemesini istediğinde kişi, bunu şeytanın kendisi için hazırladığı tuzağa düşmek demek olduğunu anlayarak tersini yapmalı onu övmelidir Kendisinden birisine karşı kibirli davranmasını istediğinde karşı koyarak tevazu göstermeli; vermemeyi fısıldadığında, vermelidir Kişinin bu davranışları, karşısındaki insanı memnun eder ve onun tarafından sevilmesine neden olur Bu şekilde karşılıklı sevgi başlar ve zamanla hased hastalığı yok olur Baştan zorla yapılan bu davranışlar zamanla insanın kişiliği doğası hafine gelerek kökleşir Doğal olarak şeytan bu gelişmeden hoşnut olmayacak, olumlu gelişmeyi engellemek isteyecektir Bu davranışının güçsüzlüğünden, korkusundan ileri geldiğini öne sürerek onu iğfal etmeye çalışacaktır Fakat mü'min şeytanın vesvesesine kendisini kaptırdığında sapacağım, ziyana uğrayacağını unutmamak zorundadır
Ahmet ÖZALP
HASEN HADİS
Lügatta güzel, hoş anlamına gelen bu kelimenin istılah mânâsı hakkında değişik görüşler vardır
Bir hadisin "hasen" diye tanımlanması hadisin metin veya mânâsı nedeniyle değil hadisin râvî zincirindeki kişilerin durumundan kaynaklanmaktadır Buna göre; "Adâlet şartını taşımakla birlikte, zabt yönünden sahih hadis râvîlerinin derecesine ulaşamamış kimselerin muttasıl (kesintisiz) isnatla rivâyet ettikleri, şâz ve illetten uzak hadis" (İbn Hacer, Nuhbetü'l-Fiker, s 24); "Râvîsi doğruluk ve emânetle meşhur olmakla birlikte, zabt vasfındaki kusurundan dolayı sâhih derecesine ulaşamayan hadis" (Suyuti, Tedrib, s 89) şeklinde tarifler yapılmıştır
Hasen olup olmama râvîlerden kaynaklandığı için bir hadis bir imama göre hasen olarak görülürken bir- başkası için zayıf ve sahih olabilir Hadis imamlarının hadîsin râvî zincirindeki kişiler hakkındaki kanâatleri o hadîsin sahih, hasen,  olarak farklı şekilde tanımlanması sonucunu doğurur Bir hadisin senedi hakkında "sahih" veya "hasen" hükmü vermek hadîsin metnininde bu hükme girmesi anlamına gelmez Muhadisler bu konuda şu görüştedir: "Senedi sahih olan her hadîsin metni de sahih olmaz" (Subhi Salih, Hadis İlimleri ve Istılahları, terc M Yaşar Kandemir Ankara 1973, s 130) Sahih veya hasen olan metin midir, yoksa sened midir bu açıklanır
Hasen hadîs tabirini ilk kullanan muhaddisin Tirmizî olduğu zikredilmekle birlikte, kendisinden önce Ahmed b Hanbel, Buhârî ve başka hadisçiler kitaplarında hasen hadis tabirini kullanmışlardır (Subhi Sâlih, Ulûmü'l-Hadîs, s 132) Başta Tirmizî'nin Câmi'i olmak üzere Ebû Dâvûd ve Dârekutnî'nin Sünen'leri hasen hadislerin yeraldığı önde gelen kaynaklardır
Hasen hadis ikiye ayrılır a) Hasen lî zâtihi, b) Hasen lî gayrihi Hasen lî zâtihi hadis, girişte tarifi yapılan hasen hadistir Yani adâlet ve emânet yönünden güvenilir olmakla birlikte zabt yeteneği zayıf olan râvînin rivayet ettiği hadis Hasen lî gayrihi hadis ise; bir hadisin senedinde yeralan râvîlerden biri çok hata yapacak kadar dalgın ve ehliyetsiz ise, aynı hadis başka bir yolla da rivâyet edilmişse o takdirde kendi dışındaki isnadlar ile hasen durumuna yükseldiği için "hasen lî gayrihi" adını alır Tirmizî hasen hadis tabirini daha da inceleyerek küçük farklılıklarını dikkate almış ve gruplandırmıştır: "Hasen-Sahih", "hasen garib", "hasen-garip-sahih", "ceyyid-hasen" ifadelerini kullanmış Ancak bunlardan neyi kasdettiğini belirtmediği için bu terkiplerin ne anlama geldiği kesinlik kazanmamıştır
Tirmizî, "Bu kitabımızda her nerede "hasen hadis" dedikse muradımız; senedi bizce hasen olandır Yalancılıkla itham edilmemiş bir râvî tarâfından rivâyet edilip, başka kanallardan da onun gibisi mervî olan şâz da olmayan her hadîs bizce hasendir" demiştir "Hasen-sahih-hadis" hasen ile sahih arasında değerlendirilen hadistir Tirmizî, "ceyyid-hasen" tabirini sahih derecesine yükselen hadis için kullanmıştır Muhaddisler bir hasen hadîsin sahih olma ihtimâli bulunduğu durumlarda, "sahih" veya "hasen" yerine, "ceyyid", "kavi", "sabit", "mahfuz", "maruf", "salih", "müstahsen" gibi sıfatlar kullanmışlardır Hasen hadis sahih ile zayıf hadis arasında bir derecede olmasına rağmen bazı hadisçiler (Hâkim, İbn Hibbân, İbn Huzeyme  ) onu sahih veya zayıf hadis grubuna dahil ederek değerlendirirler; onlara göre hadis ya sahihtir ya zayıf
Hasen hadisler kendisiyle amel edilecek birer dini delil olarak kabul edilirler Ancak istinbata değil ihticaca selahiyetlidirler
İA
HASENE
İyilik, güzellik, sevab, iyi âkibet, iyi söz ve iş, nimet
Arapça'da iyiliğin ve güzelliğin her türünü anlatmak için kullanılan bir kelimedir Karşıtı, suç, kötülük, günah demek olan "Seyyie"dir
Türkçeye de hemen hemen aynı anlamları taşıyarak girmiş olan bu kelime konuşma dilinde daha çok, hayır-hasenat biçiminde, bir deyim gibi kullanıla gelmekte ve özellikle kalıcı ve sürekli hayır işlerini ifade etmektedir "Hasene" kelimesi Kur'ân-ı Kerîm'de yirmi sekiz yerde bu tekil haliyle, üç yerde de "hasenât" olarak çoğul şekliyle geçer Sözkonusu âyetlere baktığımızda hepsinde ortak nokta olarak "hasene"nin yüce Allah'tan gelen bir üstünlük oluşunun özellikle vurgulandığını görürüz
Nitekim, kulların amellerinin övüleni ve buyurulanı "sâlih amel" olarak anılıp, bu fiil kula izafe edildiği hâlde; "hasene" için kesin bir biçimde "sana ne iyilik (hasene) gelirse, Allah'tandır" buyurulduktan sonra, "ne kötülük dokunursa, o da kendindendir" ifadesiyle, "hasene" yüce Allah'a hasredilir (en-Nisâ, 4/79) Aynı sûredeki bir önceki âyet de "Onlara bir (hasene) iyilik gelirse, "bu Allah'tandır' derler; bir kötülüğe uğrarlarsa "bu da senin tarafındandır" derler De ki, hepsi Allah'tandır" (en-Nisâ, 4/78) buyuralarak, bu durumun ön açıklaması da yapılır
Kul planında "hasene", yapılan iyi işlerin/sâlih amellerin doğurduğu bir sonuç olarak belirir "İnsanlar ve salih amelde bulunanlar, onlar sakınırlar, inanırlar, yorarlı işler işlerler, sonra (haramdan) sakınıp inanırlar ve sonra (isyandan) sakınıp iyi davranırlarsa, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur; Allah iyi davrananları sever" (el-Mâide, 5/93) mealindeki âyet, "hasene"ye ulaşmanın bir çok özellik gerektirdiğini belirttiği gibi, "sâlih amel" ile "ahsen amel" arasındaki farkı ve birinin diğerine götüren bir davranış biçimi olduğunu açık bir biçimde ortaya koyar "Âncak tevbe eden, inanıp yararlı iş işleyenlere, Allah merhamet eder" (el-Fûrkân, 25/70) âyet-i kerimesindeyse, bu durum çok açık görülür "Hasene" kulun gerçekleştirdiği değil, ulaştırıldığı bir olgudur
"Hasene"; "Rabbımız, bize dünyada iyilik (hasene), âhirette de hasene ver, bizi ateşin azabından koru" (el-Bakara, 2/201) âyetinde olduğu gibi istenen bir nimet ve âkibet olmakla birlikte; zaman zaman "Biz onların yeryüzünde salihler ve aşağılıklar olarak bölük bölük ayırdık; (gerçeğe) dönerler diye onları iyilikler (hasenât) ve kötülükler (seyyiât) ile sınadık" (el-A 'râf, 7/ 168) âyetinde belirtildiği gibi, sınama öğesi olarak da gündeme gelebilir
"Ey inananlar, andolsun ki, sizin için, Allah'a âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için, Rasûlullah en güzel örnektir" (el-Ahzâb, 33/21) âyetinde hasene'nin "en güzel" anlamına tanık oluruz
"Hasenât ": İyilikler Âyet-i kerîmede "haseriât"ın kötülükleri gidereceği yok edeceği anlatılmıştır "Gündüzün iki tarafında ve gecenin de yakın saatlerinde namaz kıl Çünkü hasenât kötülükleri giderir"(Hûd, 11/114) Âyette geçen hasenâttan maksat beş vakit kılınan namazdı Beş vakit kılınan namaz, namaz aralarında işlenen küçük günâhlara keffârettir Hz Peygamber (s a s) şöyle buyurur: " Ne dersiniz? Şayet birinizin kapısında bol sulu bir nehir olsa, her gün onda beş kere yıkansa, onun kirinden birşey bırakır mı?" "Hayır hiç bir şey bırakmaz" dediler Hz Peygamber de şöyle buyurdu: "İşte beş vakit namaz da böyledir Allâhu Teâla bununla günah ve hataları siler" (Müslîm, mesâcîd, 284)
"Hasenât"; Subhânallah ve'lhamdülillah ve lâilahe illallah vallahu ekber" kelimelerini tesbih etmektir diye de tefsir edilmiştir (Kurtubî, e! Câmiu lî-Ahkâmi'l-Kur'ân, IX, 110)
Zübeyr YETİK
HÂSS
Tek bir mânâyı ifade etmek üzere konmuş ve bir tek ferde delâlet eden lafız Bir fıkıh usûlü terimi Kelimenin kapsamında çokluk bulunmakla birlikte bu çokluk sınırlı ise, lâfız yine hâss sayılır İki, üç, dört, yüz gibi
Hâss'ın konulduğu mânâya kesin bir şekilde delâlet ettiği ve aksine delil bulunmadıkça konulduğu mânâdan başka bir anlama çekilemeyeceği konusunda İslâm hukuk usûlü bilginleri görüş birliği içindedir Meselâ; "Onlaza ****en değnek vurun" (en-Nûr, 24/4) âyetindeki "****en (semânîn)" lâfzı, "Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yüz değnek vurun" (en-Nûr, 24l2) âyetindeki " yüz (mie)" lâfzı ile miras âyetlerindeki "sülüsân (üçte iki)", "nısıf (yarım) ", "dörtte bir (rubu)" gibi lâfıılar hâss lafızlardır Bunların başka bir anlama çekilmeleri söz konusu değildir
Âyet veya hadislerden hüküm çıkarırken lâfzın hâss veya âmm oluşu sonucu etkiler Meselâ; "Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç kuru' süresi iddet beklerler" (el-Bakara, 2/228) âyetindeki "kuru" lâfzı Hanefi ve Hanbelîlere göre "hayız hali" Şâfiî Mâlikîlere göre ise "tuhur (temizlik) günleri" anlamındadır Hanefiler konuyu şöyle açıklar: âyetteki üç (selâse) lâfzı, "hâss" bir lâfız olup, iddetin eksik veya fazla olmaksızın tam üç kur' olduğunu ifade etmektedir Bu durum ise, âyetteki "kuru"'un hayız olarak anlaşılması ile gerçekleşebilir, tuhur anlamı verilmesi hâlinde ise, hâss'ın yani ilç (selâse) lâfzının anlamı bozulmuş olurdu Çünkü, kadının içinde boşandığı tuhur (temizlik günleri) bir tuhur sayılsa, sayı da; iki tam, bir yarım şeklinde eksiklik; bu ilk tuhrun dikkate ahnması hâlinde ise; üç tam tuhur, bir de yarım tuhur şeklinde fazlalık ortaya çıkar
Hâss'ın Çeşitleri:
Bulunduğu durum veya sıyga bakımından hâss'ın birçok çeşitleri vardır Mutlak, mukayyed, emir ve nehiy bunlar arasında sayılabilir
1) Mutlak ve Mukayyed:
Belirli olmayan bir ferdi veya fertleri gösteren ve kendisinin herhangi bir sıfatla kayıtlandığına dair delil bulunmayan lâfza "mutlak", herhangi sıfatla kayıtlanmış olan lâfza da
"mukayyed" denir Meselâ; adam veya adamlar, kitap veya kitaplar "mutlak lafız" sayılırken, imanlı adam veya adamlar, kıymetli kitap veya kıymetli kitaplar "mukayyed lâfız" çeşidine girer (Zekiyüddîn Şa'bân, İslâm Hukuk ilminin Esasları (Usûlü'l-Fıkh), terc İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara 1990, s 270)
Âyet veya hadiste mutlak olarak gelen ve kayıtlandırıldığına dair bir delil bulunmadıkça mutlak haliyle amel edilir Örnekler: "Kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca orucu, başka günlerde kaza etsin" (el-Bakara, 2/185) Bu âyetteki "günler (eyyâm)" kelimesinden sonra "peşpeşe" kaydı gelmediği ve kaza orucunun peşpeşe tutulmasını bildiren başka bir delil de mevcut olmadığı için, kelimenin mutlak anlamı ile amel edilecektir Buna göre, Ramazan ayında hastalık veya yolculuk nedeniyle oruç tutamayan kimse, bu oruçları Ramazandan başka günlere peşpeşe veya ayrı ayrı tutabilecektir
"  Ve karılarınızın anaları (ile evlenmek size haram kılındı)" (en-Nisâ, 4/23) âyetindeki "karılarınız (nisâikum)" kelimesi mutlaktır "Zifafa girilmiş olmak" kaydını taşımadığı ve bu konuda başka kayıtlayıcı bir delil de bulunmadığı için; bir kadınla zifafa girmeksizin mücerred nikâhlanmış olmak, bu kadının annesi ile damadı arasında ebedî evlenme engeli doğması için yeterlidir
Bir nass'ta mukayyed olarak bulunan lafızla, bu kaydın kaldırıldığına dair bir delil bulunmadıkça, kayıtlı hâliyle amel edilir Örnek:
"  Ve kendileriyle cinsel temasta bulunduğunuz kanlarınızdan olup da, evlerinizde bulunan üvey kızlarınız (ile evlenmek size haram kılındı)" (en-Nisâ, 4/23) âyetinde; "karılarınızdan" kelimesi "zifafa girmiş olma" kaydını taşımaktadır Bunun sonucuna göre ise, bir kimse, evlendiği karısı ile cinsel temasta bulunmadan önce boşanır veya bu karısı ölürse üvey kızlarıyla evlenebilecektir
Diğer yandan yukarıdaki âyette: "üvey kızlarınız" lafzı "evlerinizde bulunan" kaydını taşımaktadır Bu, üvey babanın evinde ve gözetiminde bulunan demektir Fakat bu kayıt âyetin devamında kaldırılmaktadır "Eğer onlarla (üvey kızlarınızın anaları ile) zifafa girmemişseniz (evlenmenizde) bir sakınca yoktur" (en-Nisâ, 4/23) Burada anne ile cinsel temasta bulunulmamışsa üvey kızı ile evlenmenin helâl olduğu bildirilmektedir
2) Emir:
Fiili ileride yerine getirilmesi isteğine delâlet eden sözlerdir Bu talep şu şekillerde olabilir Emir sıygası ile: "Namazı kılın, zekâtı verin" (el-Bakara, 2/43) âyetinde olduğu gibi Başına emir lâm'ı gelmiş muzari sıygası ile: "Îçinizden kim Ramazan ayına yetişirse, farz olan onıcu tutsun" (el Bakara, 2/185) âyetinde olduğu gibi Talep anlamında kullanılan haber cümlesi ile: "Anneler çocuklarını emzirirler" (el-Bakara, 2/233) âyetinde amaç emzirmeyi haber vermek değil, bir görevi hatırlatmaktır
Her emir sıygası farz anlamında istek bildirmez Emir bazan vücûba, bazan mübahlığa, bazan nedbe, irşada veya te'dıbe delâlet eder (bk Zekiyüd dîn Şa'bân, a g e , s 280 vd )
3) Nehiy:
Fiilden el çekme ve fiili terketme talebine delâlet eden sözdür Bu yasaklama aşağıdaki şekillerde olabilir Nehiy sıygası ile: "Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın" (el-İsrâ, 17/33) Yasak anlamı taşıyan emir sıygası ile: "  Ve alış-verişi bırakın" (el-Cum'a, 62/9) Nehiy mastarından türetilmiş fiil ile: "  Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar" (en-Nahl,16/90) Haram kılma (tahrîm) kökünden türetilmiş fiil ile: " Size, analarınız, kızlarınız  (ile evlenmek) haram kılındi" (en-Nisâ, 4/23) veya helallığın kaldırılması ile: "   Onlara (kadınlara) verdiklerinizden bir şey almanız helâl değildir" (el-Bakara, 2/229) âyetlerinde olduğu gibi
İslâm hukukçularının çoğunluğuna,göre, âyet ve sahih hadislerdeki nehiy, prensip olarak haramlık bildirir Bunun dışında bir anlam taşıdığına dair bir delil veya karine bulunursa hüküm değişir Çünkü nehiy, bazı durumlarda işin çirkinliğini göstermek, irşad veya te'dib amacına ulaşmak için yapılmış olabilir Hatta bazan duâ anlamı da taşıyabilir (bk el-Cum'a, 62/9; el-Mâide, 5/121; Âlu İmrân, 3/8)
Hamdi DÖNDÜREN
HASTA NAMAZI
Sıhhatini kaybeden bir müslümanın namazın tüm şartlarını yerine getirme imkânı olmadığı durumlarda yüce Allah bazı kolaylıklar göstermiş ve namazı "imkânı elverdiği" şekilde kılmasına izin vermiştir Hasta müslümanın tüm rükünlerini yerine getirmeyerek kıldığı bu namaza hasta namazı adı verilir
İslâm'daki ibâdetlerin amacı insanı zora koşmak olmadığı için ibâdetler katı şekilci kurallarla çevrili değildir En önemli ibâdet olan namaz, günde beş defa müslümanlara farz kılınmıştır; ancak namazın amacı Allah'ı sürekli olarak hatırlamak, günde beş kez O'nun huzuruna çıkıp iki namaz arasında yaptıklarının muhâsebesini yapma fırsatını ona vermektir Bu şekilde günde beş kez Allah'ın huzuruna çıkan bir müslüman kötülük duygusunu kalbinden atıp onun yerine Allah korkusu ve sevgisini yerleştirir Namazın amacı bu olunca, yani insanları kendi rızalarıyla Allah'ın gözetimine sokmak olunca sıhhatli ya da sıhhatsiz olması bunu yapmaya, yani Allah'ın huzurunda boyun eğmeye engel değildir O halde hasta olan bir müslüman bu görevini gücünün yettiği şekilde yerine getirir Bunun bazı kuralları vardır: Namazda; farzlar, sünnetler, müstehablar vardır
"Sıhhatli müslüman tüm bunları dosdoğru yerine getirerek namaz kılar Allah, "namazı dosdoğru kılın" emrini şekil açısından, sadece sıhhatli olanlara farz kılmıştır Hasta olanlar ise görünen şekil yönünün dışında kalben, ruhen ve tüm düşüncesiyle "dosdoğru kılmak" zorundadır Ona gösterilen kolaylık yapacağı hareketler yönündendir
Hastalığı eğer ayakta duramayacak kadar şiddetliyse ve ayakta durması hastalığı arttıracaksa oturarak; oturarak kılınamayacaksa, yattığı yerde; hareket edemeyecek durumdaysa baş ile başını dahi oynatamıyorsa göz hareketiyle, bu da olmuyorsa düşünceyi yoğunlaştırarak namaz kılınır Ama hiçbir zaman terkedilmez
Temel ölçü yapılabileceğinin en son şeklini yapmaktır Örneğin bir yere yaslanarak kılabilecekken yatarak kılmak nefsin kontrolüne girmenin göstergesidir ki bu yanlıştır
Namazın diğer bir farzı olan okuyuşlarda da durum böyledir, dili ile okuyamıyor, dilini kullanamıyorsa kalbinden okur
Diğer bir kolaylık okuyuşlarını kısaltabilir ve eksiltebilir Örneğin uzun süre rükû ve secdede kalması rahatsızlık veriyorsa, ta'dili erkan üzere kılınan namazda en az üç kez okunan
"Sübhane rabbiyel azim" ve "sübhane rabbiyel a'lâ" cümlelerini birer kez söyler Örneğin son oturuşlardaki
"Allahûmmâ salli ve barik" dualarını okumadan selâm verebilir Mümkün olanı en iyi şekilde yapmak, gücünün yettiği kadarını yapmak, terketmemek esastır Çünkü insanın açığa vurduğunu da kalplerde gizli olanını da bilen Allah, hastalığın şiddetini hastadan daha iyi bilir Ufak hastalıkları bahane edip namazları hafifletmek ve kolaya kaçmak ancak imanı zayıf olanların yapacağı bir tercihtir İmanda samimi olanların yapacağı, gücünün tamamını kullanarak namazı hâlis bir kalp ile kılmaktır
Namaz öncesinde farz olan "maddî ve manevî pisliklerden temizlenmek" hasta için de farzdır Gusül abdesti ve namaz abdesti alması o an hastalığına zarar verecekse teyemmüm alarak namazını kılar Yatalak bir hastanın istenmeyen durumlar sonucunda yatağında maddî pislikler varsa ve yatağının değiştirilme imkânı yoksa görünen yüzeysel pislikler temizlenerek namazını kılabilir Elbise için de durum aynıdır
Hastalık durumunda şartları tam olarak yerine getirilmeden kılınan namazlar hastalıktan kurtulduktan sonra tekrar kılınmaz Hasta, daha önceden kazaya kalan namazlarını da kılabildiği şekilde kılar Abdesti bozan durumlardan herhangi biri sürekli olsa; örneğin sürekli kanama durumu devam ettiği halde namaz kılınır Ancak bir sonraki namaz için yeniden abdest alınır, Özürlü halde kılınan bir namazın vakti çıkmadan özür hali sona erse kılınan namaz tekrar edilir Özür, bir namaz vaktinin tamamında sürerse geçerlidir Özür nedeniyle elbiseye bulaşan pislikler de bu hal devam ettiği sürece namaza engel değildir Ancak imkânı varsa Allah'ın huzuruna en güzel "zinetlerini (elbiselerini) giyip durmak daha güzeldir
Fedakar KIZMAZ
HASTA ZİYARETİ
Hasta bir mü'mini ziyaret etmek Peygamberimizin (s a s) sünnetidir O, hastaları ziyaret eder, mü'minlere de hasta ziyaretini tavsiye ederdi (Buhârî, Cenâiz, 2; Müslim, Libâs,114) Hasta bir mü'mini ziyaret eden kişi hem hastaya moral vermiş olur, hem de kendisi sevap kazanır (Tirmizî, Edep, 45; Nesâî, Cenâiz, 53)
İnsan, hasta olmadıkça sağlığının kıymetini bilemez Hastalıklar imtihandır Kaza ve kadere inanan bir mü'min için hastalıklara karşı tevekkül göstermek ve istircâ etmek (Allah'a teslimiyet) gerekir Allah'ın her hastalığın şifasını yarattığı unutulmamalıdır (Buhârî, VII,158) "Rasûlullah, karın ağrısından şikayet eden bir hastaya "bal içmesini" tavsiye etmişti" (Buhâri, VII, 159) Bu, bir "tedavi" öğütüydü
Peygamberimiz (s a s) hastaların ziyaret edilmesini, cenazelerin takip edilmesini, zira bunların "ahireti" hatırlatacağını söylemiştir (Buhârî, Cihâd 171; Atime, I) Hastaları ziyaret ettiğinde elini hastanın alnına kor, hastanın elini kendi eli içine alır, şefkatle hatırını sorar: "Geçmiş olsun, inşallah hastalığın günahlarını temizler "buyurur (Buhârî, Tevhid 31) ve hasta için dua ederdi Kıyamet günü Allah Teâlâ'nın, " Falan kulum hastalandı da sen onu ziyaret etmedin, etseydin beni onun yanında bulacaktın" diyeceğini bir kudsî hadisinde bize bildiren Rasûlullah (Müslim, Birr, 43), Hz Âişe'nin nakline göre ailesinden hasta olan birine şöyle dua ederdi: "Ey insanların Rabbi olan Allah'ım! Bu ızdırabı gider Şifayı veren sensin, senden başka kimse şifa veremez" (Tirmizî, Cenâiz, 4; Ebû Dâvud, Tıb, 17) Yine o şöyle buyurmuştur: "Vücudunun ağrıyan yerine elini koy ve üç defa Bismillah dedikten sonra yedi kere şöyle de; " Hissettiğim hastalığın zararından ve tehlikesinden Allah'ın yüceliğine ve kudretine sığınırım" (Tirmizî Tıb, 32; Hanbel, I, 239)
Eğer hasta, ölüm hastası ümitsizse, ona kelime-i tevhîd telkin edilir (Buhârî, İsti'zân, 29) Hasta yanında daima hayır konuşulur Ban rivayetlere göre Yasin ve Ra'd suresi okunur
Rasûlullah (s a s), mü'min, gayr-i müslim ayırdetmeden hasta olan bütün insanları ziyaret etmiştir (Ahmed b Hanbel, III, 175) Hasta ziyareti gerçek müslüman için bir görevdir Çünkü Rasûlullah, mü'mileri bir vücudun organları gibi birbirine bağlı görmüş, "Sevilmede, merhamet ve şefkatte mü'minleri bir vücut gibi görürsün O vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa diğer azalar da onunla beraber ızdırap duyarlar" (Buhârî, VIII, 12) buyurmuştur
Rasûlullah, müslümanın müslüman üzerindeki beş hakkından söz ederek şöyle buyurmuştur: "Onunla karşılaştığında selâm ver, seni davet ederse icabet et, senden nasihat isterse nasihat et, aksırır da Allah'a hamdederse ona yerhamükallah' de, hastalandığında ziyaret et, öldüğünde cenazesini takip et"(Tirmizî, Edeb,1; Nesâî, Cenâiz, 52; İbn Mace, Cenâiz, I)
En güzel ahlâkı yaygınlaştıran Allah'ın Rasûlü Hz Muhammed (s a s) en insanî duygularla donatılmış bir yardımlaşma ve kardeşlik ortamı oluşturmuştur Hasta ziyareti, insanî duygulardan biridir Çünkü hasta, kendini yalnız hissetmez, ölüm karşısında kendini biçare görerek bedbaht ve ümitsizliğe düşmez, acıları hafifler Yahudi bile olsa, Rasûlullah'ın yaptığı gibi hasta ise ziyaretine gidilir Enes b Malik'ten rivayet edilen hadiste şöyle denilmektedir:
Rasûlullah (s a s)'e hizmet eden bir köle vardı Bir gün bu köle hastalandı Hz Peygamber (s a s) onu ziyaret için geldi ve başucuna oturdu Ona: " Müslüman ol" dedi Köle yanında, olan babasına baktı Babası: "Ebu'l Kasım'a itaat et" dedi Köle de müslüman oldu Nebi (s a s) dışarı çıkarken şöyle buyurdu: "Onu ateşten kurtaran Allah'a hamdolsun" (Buhârî)
Mü'min kullar hastalıklarından dolayı ziyaretçilerine şikayet etmezlerse, Allah onu azad eder, hastalıktan önceki etine karşılık daha iyi et, kanına karşılık daha iyi kan verir, sonra sıhhat bulur ve yeniden işe başlar Hastalık halinde ne hasta, ne de ziyaretçiler sabırsızlık göstermemelidirler Kahırlanmak, feryat ve figan ederek ağlanıp sızlanmak hatta ölümü istemek iyi değildir Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Kendisine isabet eden bir zarardan dolayı sizden biriniz ölümü istemesin Eğer mutlaka istiyorsa şöyle desin: Allah'ım Benim için hayat hayırlı ise bana hayat ver, ölüm hayırlı ise beni öldür" (Buhârî, VII, 157) Hasta olan birine sen hastasın yani şu hastalığın var denildiğinde hastanın "ben hastayım" demesi gerekir Çünkü bu durumda sadaka ve hastalıkların gizlenmesi (sünneti)ne aykırı gelinmiş olmaz İbn Mesud, bir gün Hz Peygamber'in yanına gitmiş ve onu sıtmadan titrerken bulmuştu Elini dokundurmuş ve ateşini yükseldiğini görmüştü Rasûlullah da " Evet sizden iki kişinin ateşi kadar" demişti Yani doğru davranış, ne hastalığı gizlemek, ne de onu abartmaktır (Hâkim, I, 339; Buhârî-Müslim) Erkeğin, kadın hastayı usulüne uyarak ziyaret etmesinde sakınca yoktur (Ebû Dâvûd, II, 85) Hatta mü'min, fasık müslümanı da ziyaret etmelidir Çünkü fasık da olsa müslümandır Ziyaretçinin bütün amacı hastayı yalnız olmadığına inandırmak, onu ümitlendirmek, moral ve yaşama sevinci vermektir Hastaların psikolojik hali ölüm düşüncesine meyillidir Bu durumda hastaya Allah'ın buyruklarından hiçbir nefsin zamanı gelmeden ölmeyeceği, her ömür için kararlaştırılmış bir zamanın bulunduğunu ve bu zaman gelince hiçbir gücün onu öne alamayacağı gibi geciktiremeyeceği de söylenmelidir (Sebe, 34/30; el-A'râf, 7/34; Hud, 11/3) Hastaya, canı çeken şeylerden hediye götürmek adaptandır Zaten hastalıkta insanın canı çekip alamadığı, yiyemediği şeyler vardır (İbn Mâce, Cenâiz, 1)
' Yine, hasta zaman zaman yakınlarından sorulmalıdır Bir ziyaretten sonra hastayla ilgiyi kesmek, sünnetten kaçınmak gibidir (Buhâr"ı, İstizan, 29)
Rasûlullah bir müslüman hastayı ziyaret etmiş, ona şöyle dua etmeyi öğretmiştir "Allahümme atina fıddünya haseneten ve fıl ahireti haseneten ve kına azabennar Allah'ım Bize dünyada türlü türlü iyilik ver, ahirette de sayıya hesaba gelmez iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru" (el-Bakara, 2/201; Tirmizî, Daavât, 112)
İA
|