Prof. Dr. Sinsi
|
İslam Ansiklöpedisi (H)
Hâtemü'l-enbiyâ
"Peygamberlerin sonuncusu" anlamında Rasûl-ü Ekrem Efendimizin vasıflarından biri
Beşer tarihi boyunca Cenâb-ı Hak, insanları sapıklıktan doğru yola iletmek, onların sâdece kendisine kul olup ibâdet etmelerini sağlamak üzere peygamberler göndermiştir Geçmişte insanoğlunun hak dinden uzaklaştığı her dönemde kavimlerini îkaz etmek üzere her millete mutlaka bir peygamber gönderilmiştir Bu gerçek, bizzat Hak Teâlâ tarafından şöylece ifade edilir: "Andolsun ki her ümmete Allah'a kulluk edin, azdırıcılardan kaçının diyen bir peygamber göndermişizdir" (en-Nahl,16/36) Bu şekilde sayısını ancak Allah'ın bildiği pek çok peygamber hak dini tebliğ etmiştir Bu peygamberlerin sonuncusu, Hz Muhammed Mustafâ Efendimizdir Artık O'ndan sonra peygamber gelmeyecektir Çünkü O'nun getirdiği din en son, en mükemmel din olup cihanşümuldur ve çağlar üstüdür Hükümleri, bütün bir beşeriyetin kıyâmete kadar bütün problemlerine çözümler getirecek üstünlüktedir Bu sebeple Peygamber Efendimiz "Hâtemü'l-Enbiyâ: Peygamberlerin sonuncusu" diye vasıflandırılır
Peygamber efendimiz hakkında bu vasıf bizzat Kur'ân-ı Kerîm'de şu şekilde geçmektedir: "Muhammed içinizden herhangi bir adamın babası değildir Fakat O, Allah'ın Rasûlü ve peygamberlerin sonuncusu (hâtemü'n-nebiyyîn)'dir" (el-Ahzâb, 33/40)
Hz Peygamber'in bu vasfı bazan "Hâtimü'l-enbiyâ" şeklinde de kullanıldığı gibi hâtem ya da hâtim kelimesine mühür manâsı da verilmiştir Çünkü Arap dilinde hâtem ve hâtim, mühür, damga, bir şeyin sonu ve sonuncusu anlamlarına gelir Bu kelimeyi mühür manâsına aldığımızda terkip "Peygamberlerin mührü" anlamını kazanır ki manâ da neticede "Peygamberlerin sonuncusu" demek olur Çünkü mühür, bir şeyin en sonuna onun sonunu kapatmak için vurulur Peygamber Efendimiz de peygamberlerin en sonuncusu olarak âdetâ O'nunla peygamberlik müessesesi artık mühürlenmiştir
Gerek yukarıdaki âyet-i kerîmeden, gerekse Peygamberimizin bizzat kendi sözlerinden en ufak bir şüpheye yer vermeksizin Rasûlü Ekrem'in "hâtemü'l-enbiya" yani peygamberlerin hem sonuncusu, hem de peygamberlik müessesesinin sonu olduğu açıkça anlaşılmaktadır
Ebu Hüreyre'den nakledilen uzun bir hadiste insanların âhirette, kendilerine şefâat etsin diye Hz Âdem (a s)dan başla****** sırasıyla peygamberlerden şefâat isteyecekleri, ancak hiçbirinin şefâat edememesi üzerine neticede Hz Muhammed (s a s)'e gelip: "ya Muhammed! Sen Rasûlüllah ve hâtemü'l-enbiyâ'sın Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını affetmiştir Bize Rabbin huzurunda şefâat eyle  " diyecekler (Buhârî, Tefsir, sûre 17; Müslim, İman, Hadis no: 327)
Ayrıca Hz Peygamber (s a s); " Risâlet ve nübüvvet son bulmuştur Benden sonra ne bir rasûl ne de bir nebî gelmeyecektir" (Tirmizî, Menâkıb, 8; Dârımî, Mukaddime, 3)
Bir diğer hadiste: "Bana özgü olan beş isim vardır Ben Muhammedim ve Ahmedim, ben o mâhî (yok eden, silen)yim ki, Allah benimle küfrü izale edecektir Ben o hâşirim ki insanlar beni takibederek haşrolunacaktır Ben akîb (hatemü'l-enbiya)im" (Buhârî, Menâkıb, 17)
Yine Ebû Hureyre'den, Peygamber (s a s): "  Ben bütün insanlara gönderildim peygamberler de benimle son buldu" (Tirmizî, es-Sîre, 5) ve "Benim, benden önce gelen peygamberlere nisbetle durumum buna benzer: Bir adam büyük bir bina yaptırıp onu güzelce dayayıp döşedi, fakat bir köşede bir tuğlalık boş yer bıraktı Ahali binanın etrafında dolaşıyor, güzelliğine hayran kalıyor fakat şunu söylemeden edemiyordu: Niçin bu tuğlanın yeri boş? İşte ben o tuğlayım ve peygamberlerin sonuncusuyum" (Buhârî, Menâkıb,18; Müslim, Fedail 32, Ebû Davûd, Fiten, 1)
Ahmet ÖNKAL
HÂTEMÜ'L-MÜRSELÎN
Arapça bir isim tamlaması olan bu terim sözlükte, "peygamberlerin sonu ve mührü" anlamına gelmektedir Arapçada noktalı "ha" ile yazılan "hateme" fiili, "mühür vurdu, bir işi bitirip serbest kaldı" demektir Mektubu okunmasın diye katlayıp mühürlemek, içine bir şey girip çıkmasın diye tencerenin ağzını sıkıca kapatmak, hiçbir şeyi anlamasın veya unûtmasın diye kalbe mühür vurmak" mânâlarına hep bu fiil veya masdarı kullanılmaktadır İkinci kelime "el-Mürselîn" ise "irsâl (göndermek)" fiilinin "ism-i mef'ûlü (edilgen ortacı)" olan "mürsel"in çoğulu olup "gönderilen peygamberler" mânâsına gelmektedir
İslâm literatüründe "Hâtemü'l-Mürselîn" terimi aynı anlamda, hatta daha kapsamlı olarak "Hâtemü'n-Nebiyyîn" şeklinde şu âyetin metninde geçmektedir
"Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir Fakat O, Allah'ın Rasûlü ve "Hâtemü'n-Nebiyyîn" Peygamberlerin sonu, mührüdür Allah herşeyi lâyıkıyle bilendir" (el-Ahzâb, 33/40)
Âyet Hz Peygamber'in çevresindeki İslâm düşmanlarının, Hz Muhammed (s a s)'in Zeyneb binti Cahş ile evlenmesi üzerine yönelttikleri suçlamaları bertaraf etmektedir Onlar Hz Muhammed'in, evlâtlığı olan Hz Zeyd'den ayrılan Zeyneb ile evlenmesini; gelini ile, gelini olmasa bile evlatlığının önceki karısı ile "yasak bir evlenme" sayıyorlardı Adı geçen âyet Hz Muhammed'in Zeyd dahil hiçbir adamın babası olmadığını, bir câhiliyye devri haramı olan "evlatlığın bıraktığı kadınla evlenme"nin aslında helal olduğunu ve bu sosyal değişikliğin son peygamber olarak Hz Muhammed'in görevlerinden olduğunu son derece açık bir şekilde ifâde etmektedir
Âyette geçen "hâtem" kelimesi Âsım kıraatine göredir Diğer kıraat imamlarına göre "hâtim" şeklinde okunur Hâtem, "mühür", "hâtim" ise "sona erdiren ve mühürleyen" demek olur Mühür, bir şeyin doğru ve geçerli olduğunu, mühürden sonra eklenecek bir şeyin hiçbir hukûkî kıymetinin olamayacağını belirtmek için en sona basıldığından, hem "son", hem de "tasdîk" mânâsını içine alır Şu halde iki kırâat şekli de, "Hâtemü'l-Mürselîn"in ayrı ayrı iki anlamını belirtiyor Yani Hz Muhammed (s a s), hem önceki peygamberleri tasdîk edip belgelendiren, hem de nebîler silsilesini hitama erdirip kendisinden sonra peygamber gelmeyeceğini vurgulayandır Eğer o gelmeseydi, Kur'ân-ı Kerîm'i getirmeseydi; önceki peygamberlerin hepsi unutulup gidecek; tarihteki varlıklarından ve peygamberliklerinin gerçek olduğundan ilmen söz etmek mümkün olmayacaktı Çünkü diğer peygamberlerin hayatları ve peygamberlikleri Hz Muhammed'inki kadar açık ve belgeli değildir Bugün Kur'ân olmasaydı, hatta Hz Musa ve Hz İsâ'nın bile varlıkları ciddiyetle isbat olunamazdı (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, VI, 3906)
Hz Muhammed'in (s a s) Hâtemü'l-Mürselîn olduğu, pek çok hadîslerde de izah edilmiştir Meselâ Câbir b Abdillah'dan rivayet edilen bir hadîs-i şerîf'de şöyle buyurulur:
"Ben ve diğer peygamberler şuna benziyoruz; bir adam bir ev yaptırır ve binayı tamamlayıp süsler de yalnız bir tuğlası noksan kalır Bu durumda halk binayı gezmeye başlar ve (eksik yeri görüp) hayret ederek "şu tuğlanın yeri boş kalmasaydı"derler Rasûlüllah buyurmuşlar ki: "Îşte o noksan tuğla benim Geldim ve Peygamberleri (tamamlayıp) sona erdirdim" (Müslim, Fedâil 23)
Bir başka hadîs-i şerîf: Hz Peygamber (s a s) müslümanlar ordusunun başında Tebûk Gazâsına giderken, şehrin savunması için Hz Ali'yi Medîne'de bırakır ve ona; "Harun Mûsa'ya nasılsa, sen de bana öylesin " der Yani Mûsâ (a s) Tûr dağına çıkarken, İsrâiloğullarına nezaret için arkasından nasıl Hârûn (a s)'ı bıraktıysa, ben de seni Medîne'ye nezaret için öyle bırakıyorum, dedi ve bu mukayese yanlış anlamaya yol açmasın diye hemen şunu ilâve etti: "ancak benden sonra bir peygamber yoktur" (Tecrid-i Sarih tercümesi, X, 418 vd )
Âhir zamanda Arap ülkesinde İsmail (a s)'ın evladından "Hâtemü'l-Mürselin"in geleceği, önceki peygamberlere gönderilen kitaplarda yazılıydı Geçmiş peygamberlerden bazıları da onun, vasıflarını sayarak tarif etmişlerdi (Bkz Tevrat, V Sifir, 18 fasıl)
Bu husus Kur'ân-ı Kerîm tarafından da şu âyet ile desteklenmiştir "Meryem oğlu İsâ: Ey İsrâiloğulları, ben size Allah'ın elçisiyim Benden önce gelen Tevrat'ı tasdîk edici ve benden sonra gelecek, ismi de Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim " dedi Onlara belgeler getirince "bu apaçık bir sihirdir' dediler" (es-Saff, 61/6)
İsrâiloğullarından gelen peygamberler Hâtemü'l-Mürselîn'i bazan "Ahmed", bazan da "Muhammed" diye zikretmiş ve alâmetlerini söylemiş olduklarından, o zamanki Yahûdî kâhinler arasında "Hâtemü'l-Mürselîn"e dair çok sözler konuşulur, geleceği beklenirdi
Hâtemü'l-Mürselîn sünnetli ve göbeği kesilmiş halde doğmuştu İki kürek kemiği arasında, kalbinin hizasında da "hâtem-i nübüvvet (Peygamberlik mührü)" denilen bir nişan vardı Bu konuda Hz Aişe'den şu sözler rivayet edilir:
"Hz Muhammed'in doğduğu gecenin ertesi günü Mekke'de bir yahûdî, Kureyş'in topluca bulunduğu yere gelip "bu gece aranızda bir oğlan doğdu mu?" diye sormuş; "evet" demişler, "Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu oldu " Bunun üzerine Yahûdî, "işte son peygamber O'dur ve arkasında da alâmeti vardır" diye haber vermiş Beraber gidip Muhâmmed'i görmüşler; Yahûdî o hâtem-i nübüvveti görünce aklı başında gitmiş ve "artık peygamberlik İsrailoğullarından alınmıştır Bundan sonra başka peygamber gelme ümidi de kalmamıştır Kureyşliler büyük bir devlete erişecek, şöhretleri doğudan batıya kadar ulaşacaktır" demiştir (Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, İstanbul 1972, I, 59)
Son zamanda gelecek Hâtemü't-Mürselîn'de böyle bir nübüvvet mührünün bulunacağını Busra'daki Râhip Bahîrâ'nın da bilmesi ve Hz Muhammed'in oniki yaşındayken gittiği Şam seferinde, bir münasebetle bu mührü görerek tanıması hadîs ve tarih kitaplarında meşhur bir vak'a olarak zikredilir
Kısacası, Hz Muhammed (s a s)'in en son ve en kâmil peygamber olduğu güneş gibi açıktır Hz Muhammed ile insanlık din konusunda tekâmülün zirvesine ermiştir O'ndan sonra başka bir peygamber beklemek boşunadır
Tarihî rivâyetlerden anlaşıldığı gibi, Rasûlullah'ın aniden vefatı üzerine peygamberlik iddiasında bulunanlar ile bunları kabul edenlere karşı ashab-ı kirâm topyekün savaşmışlardır Özellikle Müseylimetü'l-Kezzab'ın, "risâlette Hz Muhammed'e ortak olduğu" iddiasına kendisini kâfir saymakla cevap vermişler, üzerine ordu göndermiş, mağlup edildiğinde kendisinin ve takipçilerinden kadın ve çocukların köle yapılması Hz Ebû Bekir tarafından bildirilmişti Öyleyse suçları âdî bir isyan suçu değil, "peygamberlik iddiası" ve bu iddianın taraftar bulmasıydı Hz Ebûbekir zamanında ve bütün sahabenin icmaı ile bu iddia bastırıldı
Kıyamet alâmeti olarak Hz İsa'nın tekrar dünyaya gelişi de Hz Muhammed'in son peygamber olmasına ters düşmez Çünkü İsa (a s)'ın kendisi, önceden gönderilmiş peygamberlerden birisidir İkinci kez geldiğinde Hz Muhammed'in şerîatının bir izleyicisi ve onun ümmetinin bir üyesi olarak gelecektir (en-Nesefî, Medâriku't-Tenzîl, 471; el-Beydâvî, Envaru't-Tenzîl, I,164) O sadece, Deccal'in sebep olacağı fitneyi ortadan kaldırmakla görevli olacaktır Dolayısıyla onun gelişiyle, Hz Muhammed'in
"Hâtemü'l-Mürselîn" olmasına ters düşmeyecektir
Hz Muhammed (s a s)'in bu dünyada "peygamberlik ve hâtemü'l mürselîn" rütbesiyle şereflendirilmesi, onun ardından herhangi bir insan veya cinnin peygamberliğinin sözkonusu olmadığı anlamına gelir (Âlusî, Rühu'l-Meânî, XVIII, 32) Çünkü Rasûlullah Muhammed, "kendisinden sonra rasûl gelmeyecek biri" olduğundan, ümmetine İslâm Dinini tamamlamış ve eksiksiz bir kılavuzluk yapmıştır (el-Mâide, 5/3)
Bilâl TEMİZ
HATÎB
Genelde, yazılı herhangi bir metne bağlı kalmadan, irticâlen bir toplum huzurunda konuşabilen kişiye denir Bu itibarla, meydanlarda seçim propagandası yapan siyasîler bir hatib sayılabileceği gibi, televizyonda belli konularda görüşünü irticâlen açıklayabilenler de hatîb sayılırlar
Özel manâsıyla ve İslamî literatürde ise hatîb, cuma ve bayram namazlarında, minberlerde cemaati dinî konularda aydınlatan veya irşat eden resmî cami görevlilerine denir Hatîbler, o günün şartlarına veya haftanın özelliğine göre bir hutbe hazırla****** kabiliyetlerine göre ya irticâlen veya yazdıkları metinlerden okuyup halka İslâmî konularda bilgi verirler Hatîbler bu hutbelerini hem hazırlarken, hem de cemaate sunarken, halkın kültür seviyesini ve durumunu göz önüne tane, gür sesle ve tatlı bir üslupla okumaları sonuç açısından daha etkileyicidir
Hatîblik mesleği, esasında oldukça eskidir Bazı bilgin ve devlet adamları hatîblikle meşhurdur Bilhassa İslâm öncesi câhiliyye çağında hatîblik mesleği oldukça revaçta idi Bu devirde hatîbler, yılın belli zamanlarında kurulan panayırlarda halka şiirler okurlar veya konuşmalar yaparlardı Özellikle İslâm tarihi açısından önemli olan bir hatîb vardır ki, adı Kuss b Sâide idi Bu zat hanîf dinine mensup olup, daha sonra Hz Peygamber, peygamberlikle görevlendirilmeden, söylediği meşhur bir hutbesinde, yakında bir peygamberin geleceğini haber vermiş ve halka putlara tapmamayı tavsiye etmiştir
Talat SAKALLI
HATİM
Mühürlemek, sona erdirmek ve bitirmek Istılahta; Kur'ân-ı Kerim'i başından sonuna kadar okuyup bitirmeye hatim denmektedir Bir kimsenin Kur'ân-ı Kerîm'i hatmetmesi demek, Kur'ân'daki 114 surenin tamamını okuyup bitirmesi demektir Hatim, Kur'ân'ı yüzünden okumak suretiyle yapılabileceği gibi, ezberden okumakla da yapılabilir
Kur'ân-ı Kerîm'i okumanın fazîletine dair Hz Peygamber'den pek çok hadis nakledilmiştir: "Ümmetimin ibadetinin en faziletlisi, Kur'ân okumaktır" (Suyûtî, Câmiu's-Sağîr,, I, 51), "Evlerinizi namaz kılmakla ve Kur'an okumakla nurlandırınız" (Suyûtî, Camiu's-Sağîr, II, 188)
Bunlardan başka olarak, Kur'ân okunan yere melekler, rahmet ve huzurun indiği, Kur'ân okuyanın misk kabına benzediği, Kur'ân okumanın gıpta edilecek bir durum olduğu, Kur'ân'ı ezberleyenlerin toplumun en şereflileri olduğu sözkonusu hadislerde anlatılan hususlardır Bu nedenle sahabe Kur'ân okumaya büyük önem vermişler ve sabah evden çıkmadan önce bir miktar Kur'ân okumaya büyük önem vermişler ve sabah evden çıkmadan önce bir miktar Kur'ân okumayı alışkanlık haline getirmişlerdi
Hatmin faziletleri hakkında da Hz Peygamber'den birtakım hadisler nakledilmiştir Ebû Hüreyre'den nakledilen bir hadiste, bir adamın kalkıp, ey Allah'ın Rasûlü, hangi amel daha faziletlidir veya hangi amel Allah'a daha sevimlidir, diye sorduğu, Hz Peygamber'in de: "Konup göçendir ki, Kur'ân sâhibi (hâfız) Kur'an'a evvelinden başlar, sonuna kadar okur, sonundan başlar, evveline döner ve hatmeder Böylece o, her zaman konup göçer" buyurduğu anlatılmaktadır (Hâkim, Müstedrek, I, 562) Enes b Mâlik'ten rivayet edilen bir hadiste de Hz Peygamber: "Âmellerin en hayırlısı,-Kur'an okumaya başlamak ve hatmetmektir" buyurmuşlardır (Kurtubî, Tezkâr, 127) Onun için müslümanlar, sahabe döneminden bu yana hatim indirmeyi, yani Kur'ân'ı baştan sona kadar okumayı bir alışkanlık haline getirmişlerdi Nitekim "arza" olayı da bu geleneğin dînî dayanağını oluşturmaktadır
Burada önemli olan diğer bir nokta da, Kur'ân-ı Kerîm'in yüce manalarını ve ondaki hikmetleri düşünerek okumaya çalışmaktır Kur'ân okuyan kişinin dili lafızlarla meşgul olurken, kalbi de o lafızların manalarını düşünmekle meşgul olmalıdır İbn Abbâs şu sözleriyle bu konunun önemini dile getirmiştir: "Âğır ağır, manasını düşünerek yalnız sure okumayı, tamamını okumaktan daha çok severim" (Ebû Şâme, el-Mürşidü'l-Veciz,197)
Kur'ân okuyan kişi, rahmetle ilgili bir ayet okuduğunda gönlü mesrur olur ve Allah'ın kendisine de o rahmeti vermesi için dua eder Bir azab âyeti okuduğunda da durur O âyetin mânâsı üzerinde düşünür, o âyet kafirlerle ilgili ise, kendisinin iman üzere olduğunu itiraf eder ve "Allah'a inandık, sadece O'na" der, sonra da kendisini Cehennem azabından koruması için Allah'a dua eder (Zerkeşî, el-Burhân, I, 450) Kur'ân tilaveti böylece canlılık kazanır, okuyucu dâima Kur'ân'ın kendisine hitap ettiğinin bilincinde olur
Erdoğan PAZARBAŞI
HATÎM
Kesilmiş, bölünmüş Mescid-i Haram'ın içerisinde yer alan bölümlerden birinin adı Kabe'nin kuzey tarafında Rukn-ı Irâkî ile Rukn-ı Şâmî arasında Altın Oluğun altında bir metre yüksekliğinde ve bir buçuk metre eninde olup, iki ucu Kâbe duvarlarından ikişer metre kadar uzaklıkta, beyaz mermerden yarım dâire şeklinde bir duvarla çevrili olan yerdir Hatîm ile Kâbe arasında bulunan bu yarım daire şeklideki sahanın, yani Hatîm'in içinin önceden Kabe'nin bir bölümü olmasından dolayı, bu bölüm özel bir önem taşımaktadır Bu nedenle Kâbe tavaf edilirken, buraya ayak basılmaz Hatîm'in dış tarafından ve mümkün mertebe yakınından geçilir Fakat bu bölümün Kâbe'den olduğuna dair kesin bir delil bulunmadığı için, Kâbe'ye yönelmeden, sadece bu duvara karşı namaz kılınamamaktadır Bu bölüme "Hicr" veya "Hicr-i İsmail" denilmekte ve Hz İsmail ve annesi Hz Hacer'in kabirlerinin burada olduğu rivayet edilmektedir (Bkz A J Wennsinck, "Kâbe"maddesi, İA , VI, 6-7; Eyilb Sabri, Mir'atü'l-Haremeyn, İstanbul, I, 1301)
Erdoğan PAZARBAŞI
HATİM DUASI
Kur'ân-ı Kerîm'i başından sonuna kadar okuyup, bitirdikten, yani hatmettikten sonra yapılan duaya "hatim duası" adı verilir Peygamberimizden, Kur'ân'ı hatmetmeye teşvik; eden pek çok hadis nakledildiğini görmekteyiz Konuyla ilgili hadislerden birinde Hz Peygamber; "Kim Kur'ân'ı hatmederse, onun kabul olunmuş bir duası vardır" (Suyûtî Camiu's-Sağîr, II,175) buyurarak, gerek ezberden, gerekse yüzünden Kur'ân'ı hatmeden kişinin, duasının Allah katında makbul olduğunu ve bir diğer hadislerinde de Allah'ın bu kimselere "cennette bir ağaç ihsan edeceğini" haber vermişlerdir (Suyûtî, Câmiu's-Sağîr, I, 96)
Hz Peygamber'in Kur'an'ı hatmettikten sonra dua yaptığına dair İbn Kesîr'den gelen bir rivayet de bulunmaktadır İbnü'l-Cezerî, Câbir b Abdullah'dan rivayet edilen; "Kur'an sahibinin kabul olunmuş bir duası vardır Allah isterse onu sahibine hemen dünyada verlr dilerse onu âhirete bırakır" hadisine işaret ederek, "Kur'an'ı hatmedenin bu hadisin zâhirî manasına göre, dua etmesi müstehaptır" demektedir (İbnü'l-Cezerî, Takrîbu'n-Neşr, 194)
Kurtubî bu konunun önemini belirtmek üzere tefsirinde şu rivayetlere yer vermektedir: Hakem b Uteybe bir kısım insanların Kur'ân okuyup hatim indirecekleri sırada kendilerine haber verdiklerini; "Biz Kur'ân'ı hatmedeceğiz, sizin de hatim duasında bulunmanızı arzu ediyoruz, çünkü Kur'ân-ı Kerîm hatmedileceği zaman rahmet iner,yahut ilâhî rahmet hatim esnasında hazır bulunur" dediklerini anlatmaktadır (Kurtubî, Tefsir, I, 31) Mücâhid de, sahabenin hatim duasına iştirak etmeye özel bir önem verdiğini belirtmek üzere "Ashab-ı Kiram, ilâhî rahmet iner diye hatim esnasında hazır bulunurlardı" demektedir (Suyûtî, ltkân, I, 311) Enes b Mâlik'ten rivayet edilen bir hadise göre Hz Peygamber, hatim yapacağı zaman ehl-i beytini toplar ve hatim duası yapardı (el-Fûrî, Kenzü'l-Ummâl, I, 392) İbn Mes'ud'un rivayetine göre de, Hz Peygamber ehl-i beytini toplar, dua eder, onlar da "âmîn" derlerdi (Sehavi, Cemalü'l Kurrâ, vd 34)
Sahabe her konuda olduğu gibi bu konuda da Hz Peygamber'i kendisine örnek almıştır Enes b Mâlik Kur'an'ı hatmedeceği zaman, ailesini, çocuklarını ve komşularını toplar ve hatmin sevabını umarak onlarla birlikte dua ederlerdi (Kurtubî, Tefsir, I, 30) Bu ve benzeri örneklerden hareketle, âlimler, hatim esnasında âile ve dostları toplayarak birlikte dua etmenin müstehap olduğunu ifade etmişlerdir (Kurtubî, Tefsîr, I, 30; Suyûtî, ltkan, I, 311)
Hatim duasına geçmeden önce Nâs ve Fâtiha sureleri ile Bakara suresinin başından beş âyet okumak sünnettir Bu konuda Übey b Ka'b: "Rasûlullah, Nas suresini okuduğu zaman, Fatiha suresine başlar, sonra Bakara suresinin başından "ve ülâike hümü'l-müflihûn"a kadar okur, hatim duasını yapar, daha sonra da kalkardı" (Suyûtî, ltkân, I, 313) demektedir Rasûlullah'ın, Kur'ân-ı Kerîm'i terkedilmiş bir vaziyette bırakmamak için böyle yaptığı rivayet edilmektedir (Kurtubî, Tefsir, I, 30)
Erdoğan PAZARBAŞI
HAVA PARASI
Bir dükkan veya işyerini kira ile tutacak kimseden, kira bedeli dışında karşılıksız olarak alınan bedel
İslâm hukukuna göre kira akdinin geçerli olması için şu şartların bulunması gerekir:
1- Tarafların rızası Satım akdinde olduğu gibi, kira akdinde de tarafların rızası gerekir (en-Nisâ, 4/29) Malı malla mübâdele niteliği yüzünden kira akdi de ticârî bir muamele sayılır
2- Akdin konusu olan "yararlanma"nın, anlaşmazlığa yol açmayacak şekilde belirli olması Bu şart; kiralanan malın, kira süresinin ve iş akdinde, yapılacak işin belirlenmesini gerektirir Çoğunluk bilginlere göre, kira süresi kısa olsun, uzun olsun akit geçerlidir Hatta kiralanan malın var olabileceği süreye kadar akit yapılabilir Çünkü süre belli olunca yararlanma miktarı da belirlenmiş olur Ancak Hanefîlere göre, vakıf ve yetim mallarında kiracının mülk iddiasında bulunmaması için, bunlara ait gayr-i menkullerde en uzun kira süresi üç yıl, menkullerde ise bir yıl olarak sınırlandırılmıştır (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', IV, 179, 180; es-Serahsî, el-Mebsût, XVI, 43; İbnü'l-Hümâm, Tekmiletü Feti'l-Kadîr, VII, 150; el-Meydânî, el-Lübâb, II, 88)
Diğer yandan kiralanan kiracıya tesliminin mümkün olması ve yararlanma şeklinin meşrû bulunması da gereklidir
Bu duruma göre, bir kimse menkul veya gayri menkulünü, peşin veya ay, ya da yıl sonlarında alacağı kira bedeli ile kiraya verebilir Kira bedelinin bir bölümünü peşin, yani akit yapılırken topluca; geri kalanın da sözleşmeye veya örfe göre va'de sonlarında alabilir Peşin aldığı meblağ, akitte şart koşulan ücretin peşin bir parçası sayılır İleride ay veya yıl sonlarında ödenecek kira ise, peşin kirayı tamamlayan başka bir parçayı oluşturur Kısaca, mal sahibinin, gerek ilk kiraya vermede ve gerekse kiralananın başlaması hâlinde, daha sonraki kiraya vermelerinde bu hakkı vardır
Kiracının, menkul veya gayr-i menkul üzerinde, kira akdinden doğan "yararlanma hakkı"ndan üçüncü bir şahıs lehine feragat etmesi karşılığında alacağı bedele gelince, şu temelde mücerred bir hakkı başkasına satmak demektir Hanefîler şuf'a hakkı gibi mücerred haklarını bir bedel karşılığında satılmasını câiz görmemişlerdir Ancak Hanefilerin çoğu, imamlık, hatiplik ve müezzinlik gibi görevlerden bir bedel karşılığında feragatın câiz olduğuna fetvâ vermişlerdir Bu fetva, zarurete ve örfe; Kıyas olarak ise, iki hanımlı bir evlilikte bir kadının kocasının nöbetini diğer eşe bırakmasının câiz olduğu esasına dayanır Çünkü bunlardan her biri, mücerred hakkı düşürmek anlamındadır Nitekim vakıf nâzırı da, hâkim önünde, görevinden başkası lehine bir bedel karşılığında feragat ederek kendisini azledebilir
Hanefiler dışındaki İslâm hukukçuları ise yararlanma hakkı verme mücerred hakların satımını caiz görürler Ancak kira akdinde kiracının bir bedel karşılığında ferâgatının akit süresi içinde olması gerekir Şâfiîler bu konuda, bir görevden, bedel karşılığı feragatın caiz olduğu prensibine dayanır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî fî Uslübihi'l-Cedîd, Dımaşk (t y) I, 566, 567)
ez-Zühaylî bu konuda müteahhirûn âlimlerine ait "Tunuslulara Göre Hava parası ve Yararlanma Hakkından Ferâğat Konusundaki Ölçü ve Fetvâlara Toplu Bir Bakış (Cümletu Tekâdîr ve Fetâvâ fî'l-Huluvvât ve'l İnzâlât ınde't-Tûnusiyyîn)" adlı bir risaleden söz eder Burada, hava parasının örf ve âdet deliline göre câiz olduğu belirtilir ve şöyle denir: Kiracı, kiralanan maldan yararlanma hakkına sahiptir Bu hakkından kira akdinde olduğu gibi bir bedel karşılığında, âriyette olduğu gibi bedelsiz feragat edebilir Diğer yandan hava parasını mugâreseye (bk Mugârese) benzetenler de olmuştur Ancak hava parası yararlanma karşılığı olduğu için, bununla kuru mülkiyet üzerinde bir hak meydana gelmez (ez-Zühaylî, a g e , I, 567, 568)
Hamdi DÖNDÜREN
HAVÂİC-İ ASLİYYE
Hâcet, çoğulu Havâlic; ihtiyaç Aslî; temel, esas Hâcet-i asliyye; temel ihtiyaç demektir Bir zekât terim olarak; zekâttan muaf tutulan ve bir kimsenin kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin temel ihtiyaç maddelerini teşkil eden şeylerdir Zekât yükümlüsü hür, müslüman, âkıl-bâliğ ve nisap miktarı mala sahip olan kişidir Nisap miktarı, aslî ihtiyaçların dışında hesaplanır Ayrıca zekât yükümlüsü olacak kimsenin mala tam mâlik olması, malda alış-veriş veya doğurmakla nemâ (gelişme-çoğalma) kabiliyetinin bulunması, malın temel ihtiyaç maddelerinden fazla olması ve nisap miktarına ulaşması dâ gereklidir (Yusuf el-Kardâvî, İslâm Hukuku'nda Zekât, Terc İbrahim Sarmış İstanbul 1984, c I, s 134-168)
Kişiyi zekât yükümlüsü hâline getiren nisap miktarı malın üzerinden bir yıl geçmesi lâzımdır Hadîste: "Kim servet elde ederse, zekât bir yılın geçmesiyle farz olur" (Tirmizî, Mişkât, 6)
Temel ihtiyaç ve yıllık zorunlu harcamalar zekâttan muaftır Buna geçim indirimi de denilebilir Bu geçim indirimi için, para yerine belli ihtiyaç maddeleri geçtiğinden mal sahiplerinin mağduriyeti sözkonusu olmaz Çünkü bir kimse önce temel ihtiyaç maddeleri ve borçları düşürdükten sonra geri kalan altın, gümüş, ticaret eşyası veya nakit para nisap miktarını aşar ve üzerinden de bir yıl geçmiş olursa zekât farz olur
Âyette; "Sana, neyi fakirlere harcayacaklarını sorarlar; de ki; artan malı verin"(el-Bakara, 2/219) buyurulur İbn Abbâs, artan malın, "Aile fertlerinin ihtiyaçlarından arta kalanı" olduğunu belirtir (İbn Kesîr Tefsîri, Mısır (t y ), I, s 255-256) Elmalılı, âyetteki "arta kalanı infâk ediniz" hükmünün şu anlama geldiğini belirtir: "Malınızın temel ihtiyaçlarınızdan fazlasını infâk ediniz Meşrû yoldan mal kazanınız ve bu maldan kendinizin ve aile fertlerinizin zorunlu ihtiyaçlarından fazlasını hayır için harcayınız Çeşitli âyetlerde belirtildiği üzere karı, küçük çocuklar, fakir durumdaki ana-baba, dede ve nineler aile ferdidir Bunların nafakası, bir kimsenin kendi nafakası kabilindendir Bu yüzden hayır yapacağız diye kendinizi ve aile fertlerini nafakasız bırakmak câiz olmaz" (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul 1960, II, s 767)
İşte bir kimsenin zekât yükümlüsü olması için kendisinin ve yukarıda belirtilen aile fertlerinin bir yıllık temel ihtiyaçlarını karşılayacak mâlî güce sahip olması, ayrıca nisap miktarı mala da bir yıl süreyle mâlik bulunması gerekir Altının zekât nisabı 80 gr gümüşün 640 gr olup, nakit para veya ticaret mallarının nisabı da bunlardan birisi esas alınarak belirlenir Nakit para veya ticaret malı nisabı aşınca, nisap miktarı da eklenerek kırkta bir zekâta tâbi olur
Hadiste, "Ancak zengin olan, sadaka ile yükümlüdür", başka rivâyette, "Zenginden başkası sadaka (zekât) ile yükümlü değildir" (Ahmed b Hanbel, Müsned, H No: 7155)
Hz Peygamber bir kimseye şöyle demiştir: "Sadaka vermekte önce kendinden başla; eğer senin ihtiyacından bir şey artarsa onu çoluk çocuğuna harca; eğer bundan da birşey artarsa yakınlarının muhtaçlarına harca; yakınlarına harcadıktan sonra birşey artarsa onu da sırayla yakınlık derecesine göre sağına soluna, önüne arkana (çevrendekilere) harca" (Müslim, c II, s 692, H No: 997)
Buna göre temel ihtiyaç maddeleri ve ailenin bir yıllık zarûrî ihtiyaçları zekâttan muaftır Hadîste: "Müslümana atı ve kölesinden dolayı zekât yoktur" (Buhârî, II, s 121; Müslim, II, s 676) buyurulur Bunun dışındaki temel ihtiyaçlar isim olarak nass'larda yer almamış, ancak bu konuda "ma'rûf=bilinen, örfleşen, devirlere göre aslî ihtiyaç sınıfına giren şeyler" esas alınmıştır
Aslî ihtiyaçlar şöylece sıralanabilir:
1) Bir kimsenin ömür boyu içinde oturacağı evi, bağ, bahçe ve tarlası
2) Binek ve koşum hayvanları, otomobil, servis arabası, traktör, su motoru, meslek ve sanatını ifa için kullandığı makine, tezgah, fabrika vb âletler Bunlar geliri üzerinden zekâta tâbi olur
3)Örfe uygun giyim ve ev eşyası Halı, kilim, altın ve gümüş olmayan yemek takımları, koltuk, çamaşır makinesi, buzdolabı, televizyon, radyo vb elektronik âletler
4) İlim adamlarının kütüphanesi
5) Kendisinin ve bakmakla yükümlü öldüğü kimselerin bir yıllık yeme, içme, giyim vb harcamaları
6) Nisap miktarına ulaşmayan ve ticaret için kullanılmayan süs ve zinet eşyası
İbnü'l-Hümâm bunları "oturulacak ev, giyilecek elbise, ev eşyası, binilecek hayvanlar ve kullanılan silâhlar için zekât yoktur" (Fethu'l-Kadîr, I, 487) şeklinde özetler
Hamdi DÖNDÜREN
|