Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (H)

Eski 11-04-2012   #8
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (H)



Hazr

Menetmek, yasaklamak, haram kılmak, hayvanları ağıla kapamak, bir şeye mâlik olmak Kötü, sakıncalı, haram veya mekruh şeyler için mahzûr ve çoğulu mahzûrât da kullanılır Bunlar hazr kökünden ism-i mef'ûldür Hanefiler hazrı, şer'î yasaklar; ibâhayı da mübah şeyler anlamında birlikte incelerler Bazan hazr'a "kerâhiyye"; ibâha'ya ise "istihsân veya zühd ve vera" başlığı altında yer verirler Hanefîler dışındaki mezheber ise bu konuları "yiyecekler, içecekler, kaplar, fıtrî hasletler" başlıkları altında incelerler Mâlîkîlerden eş-Şeyh Halîl'in taksimi ise "mübah, haram ve mekruh" şeklindedir

İslâm, insanın beden ve ruhuna önem vermiştir İnsanını, kendine, âilesine, topluma ve Rabbine karşı görevlerini yapabilmesi için beden ve ruh sağlığını koruması gerekir Bunun için de yeme, içme, giyim, kazanç ve eşyayı kullanma biçimi gibi konularda bazı kurallara uyması, yasaklardan da kaçınması istenir Yasak çeşitlerinin tümü "hazr" terimi ile ifade edilir Hazr şöyle tarif edilmiştir "Terk edildiği zaman sevap kazanılan, işlendiği zaman cezası bulunan şeydir"(el-Cürcânî, et-Ta'rifât, s 61)

İslâm'da sakıncalı gıda maddeleri, ya bitki, ya da hayvan kabilinden olur Pis, zararlı ve sarhoş edici bitkiler dışındakilerin tümü helâldir Pis olan ve pislik bulaşan şeyler yenilmez Âyette; "O, temiz Şeyleri onlar için helâl, murdar (pis) şeyleri de haram kılar" (el-A'râf, 7/157) buyurulmuştur Hz Peygamber, tereyağının içine düşen ve ölen fare için yağ donuksa, fare ve çevresini alınıp kalanın yenilmesini; eğer erimişse, tamamının dökülmesini bildirmiştir (Buhârî, Zebâih, 34; Tirmizî, Et'ime, 8; Ahmed b Hanbel, II, 233, 265, 490) Sarhoş edici şeyler haramdır Ayette; "İçki, kumar, putlar ve fal okları sadece şeytanın işinden birer pisliktirler Bu pislikten kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el-Mâide, 5/90) buyurulmuştur İnsana zarar verebilecek şeyler de yenmez Zehir, toprak taş vb gibi Âyette; "Kendiniıi öldürmeyiniz" (en-Nisâ, 4/29), "Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız" (el-Bakara, 2/195) buyurulmuştur

Suda yaşayan hayvanlardan balık çeşidinin etini yemek helâldir Mâlikiler dışında çoğunluğa güre kurbağanın eti yenmez Çünkü Hz peygamber onun öldürülmesini yasaklamıştır Kara hayvanlarından ise, murdar, ölmüş hayvan akmış kan domuz eti, Allah'tan başka birinin ismi anılarak kesilen hayvan süsülerek, vurularak, yüksek yerden yuvarlanarak, normal kesim yapılmaksızın ölen hayvanların etlerini yemek câiz değildir Çoğunluğa göre kurt, arslan, kaplan gibi yırtıcı hayvanlar; doğan, şahin atmaca gibi yırtıcı kuşlar da helal değildir Mâlikiler birincileri mekrûh, yırtıcı kuşları ise mübah sayar Köpek, ehlî eşek ve katır eti haramdır Hadiste; "Köpek çirkindir, satış bedeli de çirkindir" (eş-Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, V,143, 384) denmiştir Mâlikilere göre, evcil köpek mekruh, su köpeği ise mübahtır Akrep, yılan, fare, karınca gibi toprak haşerâtını yemek câiz değildir Mâlikîlere göre ise, bunlar İslâm'a uygun kesim yaparak yenebilir Yiyecek ve içeceklerin mübahlığı konusunda en geniş mezheb Mâlikîlerdir

Zarûret hâlinde, yasak olan şeyleri yemek ve içmek mübah olur Âyette; "Kim darda kalırsa zulme sapmamak ve sınırı aşmamak şartıyla bunlardan yemesinde bir günah yoktur" (el-Bakara, 2/173) buyrulur

Giyim, kullanım ve süslenmeye gelince; erkek ve kadın için altın ve gümüş; kaplarda, yazı, süs vasıtalarında kullanmak mezheb imamlarının ittifakı ile câiz değildir Meselâ; altın ve gümüş kaplarda yemek, içmek, abdest almak, kokulanmak câiz olmadığı gibi, altın ve gümüş saatleri, kalemleri, büro malzemelerini kullanmak da caiz değildir Evleri ve koltuk takımları gibi eşyayı altın veya gümüşle süsleme de câiz olmaz Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Altın ve gümüş kaplardan içmeyiniz, bunlarda yemek yemeyiniz Şüphesiz bunlar dünyada müşriklere, âhirette de size aittir" (Buhârî, Eşribe, 28; Ekime, 29; Libâs 27; Müslîm, libâs, 4, 5,) "Gümüş kaptan içen kimse, ancak karnına cehennem ateşini yudumlamış olur" (Buhârî, Eşribe, 27; İbn Mâce, Eşribe,17; Mâlik, el-Muvatta', Sıfatü'n-Nebî, 11; İbnü'l-Esîr, en-Nihâye, I, 255)

Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, bu kapları mücerred edinmek de meşrû görülmemiştir Çünkü edinme bunları kullanmaya sebep olur

Ancak zarûret veya ihtiyaç sebebiyle bazı âlet ve edevâtı altın veya gümüşle kaplamak, yaldızlamak, diş tedavisinde kullanmak câizdir (bk İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VIII, 81, 82; el Meydânî, el-Lübâb, IV,159 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 75, 78; eş-Şirâzî, el-muhezzeb, I, 11 vd; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1985, III, 506 vd)

İpekli giymek, altın yüzük takmak erkeklere câiz görülmemiştir Rasûlullah (sas): "Altın ve ipek ümmetimin kadınları için helâl, erkekleri için ise haramdır" buyurur (Buhârî, libâs, 38, Cenâiz, 2, Hibbe, 28; Nesâî, Zînet, 40, Tatbik, 7; İbn Mâce, libâs, 19) Hz Ali, Hz Peygamber (sas)'in altın yüzük takmayı yasakladığını (Ebû Dâvud, libâs, 8, Hâtem, 3; Tirmizî, Salât, 80, libâs,12), İbn Abbas ise Rasûlullah'ın bir adamın elinde altın yüzük gördüğünü, bunu çıkardıktan sonra; "Sizden biriniz elinde ateşten bir parçayı taşımak istiyor" buyurduğunu nakteder (ez-Zeylaî, Nasbü'r-Râye, IV, 225, 235)

Kadın-erkek arasındaki ilişkiler ve sakıncalı sayılan durumlar şöyle özetlenebilir: Kadına eşi, ancak üreme organından cinsel temasta bulunabilir Livata haram kılınmıştır Âyette; "Kadınlarınız sizin tarlanızdır O halde tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın" (el-Bakara, 2/223) buyurulur Çocuk ekim yeri tarım ürünlerinin ekim yerine benzetilmiştir Burada ön cinsiyet unsurunun kastedildiği açıktır Eşine veya başka bir erkeğe arkadan yaklaşan livatacı erkeği Hz Peygamber lanet etmiştir (Ebû Dâvud Nikâh, 45; Tirmizi, Hudûd, 24; Amet b Hanbel, II, 444, 479) Hayızlı kadına kocasının cinsel teması da haramdır Âyette şöyle buyurulur: "Ey Muhammed sana kadınların hayız halinden soruyorlar De ki; zararlıdır Hayız halindeyken kadınlardan uzaklaşın Ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın Temizlendikten sonra onlara Allah'ın emrettiği yerden yaklaşın" (el-Bakara, 2/222)

İslâm hukukçuları gebeliğin başlangıcından yüz yirmi gün sonra ana karnındaki çocuğun düşürülmesinin haramlığı konusunda görüş birliğindedirler Bu, gurre'yi gerektiren suç olur Gurre tam diyetin yüzde beş'i, yani 50 dinar (200 gr altın) veya 500 dirhemlik bir tazminattır Yine onlar, hayatın sabit olması sebebiyle gebeliğin başlamasından itibaren bir zaruret veya özür olmadıkça çocuk düşürmenin câiz olmadığı görüşünü tercih ettiler Kadının ağır veya bulaşıcı bir hastalığa yakalanması zarûrete, sütünün kesilmesi, babanın süt anne tutacak imkânlara sahip olmaması, hatta ahlakın bozuk olması yüzünden doğacak çocuğun iyi eğitilememesi korkusu özür hâline örnek verilebilir Hanefîlerden bazılarına göre, bu şekilde özürsüz düşürme mekruh olup, düşüren kimse günahkâr olur (İbnu'l-Hümâm, age, II, 495; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, el-Emîriyye, I, 278, II, 522, V, 418; el-Fetevâ-ı Hindiyye, V, 365, 367)

Kadının rahmine kocasının spermi, cinsel temas olmaksızın yerleştirilip, doğum yapması sağlansa, bu câiz olur Ancak yabancı bir erkeğin spermini yerleştirmek, zina anlamı taşıyacağından câiz olmaz

Bir kimse, eşinin bütün vücûduna dokunabilir ve bakabilir Ancak bir ihtiyaç olmaksızın eşlerin birbirinin cinsiyet organlarına bakması mekruh görülmüştür Hz Âişe'nin; "Ben, Rasûlullah (sas)'den bir şey görmedim, O da benden yani benim cinsiyet organımdan bir şey görmedi" dediği nakledilmiştir (ez- Zeylaî, age, IV, 248) Kadın; kız kardeş, teyze, hala gibi yakın hısımlarından ise; erkek onun yüz, baş göğüs, diz kapaklarından aşağısı ve kolları gibi yerlerine bakabilir Ancak, sırt ve karnına bakamaz Çünkü Allah, bir erkeğin eşini, annesinin sırtına benzetmesini yasaklamıştır Buna zıhâr * denir (el-Mücâdele 58/2-4) Bu yüzden yakın hısmının sırtına ve buna kıyasla karnına bakmak câiz görülmemiştir Şâfiîler ise, yakın mahrem hısımların göbek diz kapak arası dışında kalan yerlerine bir erkeğin şehvetsiz bakabileceğini söylerler

Yabancı (ecnebî) kadına gelince, bir erkek onun ancak yüz, el ve topuklarından aşağı ayak kısımlarına bakabilir Âyette şöyle buyurulur: "Ey Muhammed, Mü'min kadınlara söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar, görünmesi zarurî olanlar hariç zinetlerini göstermesinler" (en-Nûr, 24l31)

Kadın da kocasının bütün vücuduna bakabilir Mahrem hısımların avret yeri dışında tüm bedenine, yabancı erkeğin ise, şehvetinden güvende olunca göbek diz arası dışında yine bütün bedenine bakabilir

Erkek erkeğin, Şehvetten güvende olunca avret yeri dışında tüm vücuduna bakabilir Burada avret yeri göbek ile diz kapakları arasıdır Kadının kadına bakması da yukardaki esaslara göredir Ancak şehvet ve fıtne korkusu varsa bakmak câiz olmaz (İbnü'l Hûmâm, age, VIII, 97, 107; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 119, 124; el-Meydânî, el-Lübâb, IV, 162 165; İbn Âbidîn, age V, 257, 264; ez-Zühaylî, age III, 560 vd)

Bakmak câiz olmayan yerde, şehvetle dokunmak da câiz olmaz Çünkü dokunma ve okşama, cinsel isteği, bakmaktan daha çok kamçılar Bu yüzden bakma sonucu boşalma halinde oruç bozulmazken, aynı durum dokunmakla meydana gelirse oruç bozulur Şehvetinden güvende olan kimsenin, mahrem hısmının bakılması caiz olan yerlerine dokunması da câizdir Nitekim Rasûl-i Ekrem (sas) kızı Hz Fatma'nın başını öpüyordu Ancak bakmanın aksine, zarûret bulunmaması yüzünden, şehvetten güvencede olursa bile, yabancı genç kadının yüz ve ellerine dokunmak câiz görülmemiştir Hz Peygamber yabancı kadınlarla musâfaha yapmamıştır (bk Nesâî, Bîat,18; İbn Mâce, Cihâd, 43; Mâlik, Muvatta', Bîat, 2; Ahmet b Hanbel, müsned, II, 213, IV, 357, 454, 459) Şâfiîler dışında İslâm hukukçularının çoğunluğu, cinsel istek duyulmayan yaşlı kadınlarla musâfahayı ve onları ellerini öpülmesini, fitne korkusu olmadığı gerekçesiyle câiz görmüşlerdir Bir erkek dokunması câiz olan mahrem hısımı olan bir kadınla yolculuk yapabilir, kendisi ve kadın cinsel istekten güvencede oldukça, böyle bir hısımı ile yalnız kalabilir Mahrem hısımla yalnız kalma süt kız kardeş ve baldız dışında mübahtır Dokunmak haram olan kadınla yolculuk ve yalnız birlikte kalmak da haram olur Hadislerde şöyle buyurulur: "Kadın üç günden uzak yola, yanında kocası ve mahrem hısmı olmadıkça yolculuk yapamaz" (Buhârî, Taksîr, 4, Mescidu Mekke, 6, Sayd, 26, Savm, 67; Müslim, Hac, 413, 424; Tirmizî, Radâ', 15; İbn Mâce, Menâ**** 7; Mâlik, Muvatta', İsti'zân, 38) " Dikkat ediniz, bir erkek yabancı bir kadınla başbaşa kalırsa, üçüncüsü ancak şeytan olur" (Buhârî, Nikâh, 111, 112; Müslim, Hacc, 424; Tirmizî, Ra dâ', 16, Fiten, 7; Ahmed b Hanbel, I, 222, III, 339, 446)

On yaşına girince erkek ve kız çocukların yâtaklarını ayırmak gerekir Hz Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Çocuklarınız yedi yaşına girdiklerinde, onlara namazı emrediniz On yaşına girince onları (namaz kılmazlarsa) hafifçe dövünüz ve yataklarını ayırınız" (Ebû Dâvud Salât, 26; Ahmed b Hanbel, II, 180, 187)

Kumar niteliği olan her çeşit oyunun câiz olmadığı konusunda görüş birliği vardır Bu da ortaya konan parayı bir tarafın kazanıp, karşı tarâfın kaybetme ihtimali bulunan oyundur (el-Mâide, 5/90)

Kumar niteliği olmayan bazı oyunlar da, değerli vakti kaybetmek, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak gibi özellikleri yüzünden mekruh veya bu özelliği yoksa mübah sayılır Hanefîlere göre tavla Şafiîlere göre ise satranç oyunu mekruhtur Ancak oyunu kazanana bir bedel konulursa bu haram olur Bazı hanefi ve bazı Hanbelîlere göre çalgı âleti olmaksızın bile türkü söylemek câiz olmaz (İbn Kudâme, el-Muğnî, IX,175) Bazı Hanefi, Hanbelî ve Mâlikîlere göre ise, mücerred şarkı söylemek kerâhetsiz mübahtır Şâfiîler âletsiz şarkı söylemeyi ve dinlemeyi mekruh görür, haram saymaz Delilleri Hz Aişe'den nakledilen şu hadistir: "Aişe (r anhâ) dedi ki; yanımda şarkı söyleyen iki câriye vardı Derken Ebû Bekir içeri girdi Rasûlullah'ın evinde şeytanın düdüğünün işi nedir? dedi Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Onları bırak Bu, bayram günleridir" (Buhârî İdeyn, 2, 3; Müslim, Îdeyn,16,17,19; İbn Mâce, Nikâh, 2l) İmam Gazzâlî (ö 505/1111) âletsiz mücerred şarkı söylemenin helâl olduğunu belirtir (eş-şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII,101; lhyâu Ulûmiddîn, II, 238 vd) Fert ve toplum için yararlı bir takım ödüllü ödülsüz yarışlar düzenlenmesi, sağlıklı olmak için eğitim sporları yapılması mümkün ve câizdir (bk İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 97,107, 132; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 119, 124; el-Meydânî, el-Lübâb, IV, 162, 165; eş-Şîrazî, el-Mühezzeb, II, 34, 35, 325, 328; İbn Kudame, el-Muğnî, VI, VI, 552, IX,170,176; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, V, 363; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 257, 264, 279, III, 337)

Toprağın verimini arttırmak için bir kimsenin hayvan gübresini satması, bir müslümanın alacağını Hristiyan veya Yahudinin şarap, domuz eti satışı gibi satıştan kazandığı paradan tahsil etmesi, şarap yapımı için üzüm satması câizdir Yine fitne ehline silah satımı da bunun gibidir Çünkü suç ancak bu üzüm veya silahın kullanımı ile gerçekleşir Ancak ma'siyete sebep olacağı için bu tip satışlar mekruh (çirkin) görülmüştür

Bir müslümanın, gayri menkulünü kilise olarak kullanılmak üzere kiraya vermesi veya zimmîye ait şarabı nakil işini üstlenmesi Ebû Hanîfe'ye göre câizdir Dayandığı delil kıyastır Ebû Yusuf, İmam Muhammed, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b Hanbel'e göre ise bu çeşit kira akitleri mekruhtur Çünkü bu, ma'siyette destek sağlamak anlamına gelir Rasûlullah (sas) içki konusunda, on ilgiliye lanet etmiştir Bunlardan birisi de içkinin nakliyesini yapan kimsedir (Tirmizî, Büyû', 59; İbn Mâce, Eşribe, 6)

Gıda maddesi ve hayvan yemi gibi aslî ihtiyaçların karaborsacılığını yapmak, belde halkına zarar verdiği sürece mekruhtur Hanefîlerden el-Kâsânî (ö 587/1191) ve diğer mezheb imamları karaborsacılığı haram saymışlardır Bunu yasaklayan pek çok hadis vardır "Bir gıda maddesini kırk gün satmayıp depolayan kimse, Allah'tan uzaklaşmıştır Allah da onu kendisinden uzaklaştırmıştır" (İbn Hanbel, Müsned, II, 33; bk Müslim, Usâkât,129,130; Ebû Dâvud, Büyü', 47) Yine yerleşim merkezine dışarıdan mal getirenleri yolda karşılayıp, malını almak suretiyle üretici veya dağıtıcı ile tüketici arasında girmek (Buhârî, Büyû', 72, İcâre,11,19; Nesâî, Büyû',18) Veya üretici adına komisyonculuk yapmak gibi (Buhârî, Büyû', 58, 64, 68, 72, İcâre,14, Şurût, 8; Müslim, Büyû',11,16,18, 21) malın piyasaya kontrollü ve pahalı olarak sürülmesine veya karaborsaya düşürülmesine yol açabilecek işlemler, topluma zarar verdiği sürece yasaklanmıştır (İbnü'l-Hümâm, age, VIII,122,126,127; el-Kâsânî, age, V, 129; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 272, vd; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve'n-Nezâir, II,176; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, III, 88, ez-Zühaylî, age, III, 580 vd)

Hamdi DÖNDÜREN

HAZREC

Medine'nin iki kardeş kabilesinden biri Hazrec, Hâris b Sa'lebe b Amr oğullarındandır Hazrecliler, Evs kabilesi ile beraber Yemen'den Medine'ye gelmiştir (İbn Hişâm, es-Sîrelü'n-Nebeviyye, I,13-14; İbn Kuteybe, el-meârif, 49) Hazrec ve Evs kabileleri iki kardeş ve dost kabile olmalarına rağmen, zaman zaman aralarında savaşlar meydana gelmiştir En önemlilerinden birisi, Rasûlüllah'ın Medine'ye hicretinden önce meydana gelen Buâs savaşıdır Bu iki kabilenin aralannın açılmasına Yahûdiler sebep olmasına rağmen, biri diğerine karşı güç kazanmak için Medine'deki diğer Yahudi kabileleri ile ittifak bile kurmuşlardır Nitekim Hazrecliler, Kaynukaoğulları; Evsliler ise; Nadîr ve Kureyzaoğulları ile müttelik idiler Hazrec kabilesi dört ana kola ayrılır Bunlar Mâlik, Adiyy, Mazin ve Dînâr oğullarıdır Ancak bunların hepsi Neccâr oğulları olarak isimlendirilir Hazrec kabilesi Hz Peygamber'in soyu olan Hâşimoğuları ile akraba idiler Çünkü Abdülmuttalib'in annesi Selmâ b Amr Hazrec kabilesini meydana getiren Neccâr oğullarındandır (İbn Hişâm, I, 144-145)

Hazrec kabilesi Evs kabilesi ile birlikte müslüman olmadan önce putperest idiler ve Müşellel dağı üzerindeki Menât adındaki puta taparlardı Hattâ Câhiliyye döneminde yaptıkları hacc görevi dönüşünde Menât putunu ziyaret etmeden hacı olduklarını kabul etmezlerdi (Ömer Rızâ Kehhâle, Mu'cemü Kabâili'l-Arab, Beyrut 1982, I, 342)

Hz Peygamber kendisine nübüvvet verildikten sonra, Mekke'ye gelen Medinelilerle nübüvvetin XI yılında görüşmüştür Bu görüşmedeki topluluğu altı kişilik Hazrecliler oluşturmakta idi Nübüvvetin XII ve XIII yılında, yani Hicretten önceki yıllarda yapılan görüşmelerde yani birinci ve ikinci Akabe beyatlarında çoğunluğu yine Hazrec kabilesi meydana getirmekte idi Rasûlullah'ın bu görüşmelerde Medineli müslümanlardan; Allah'a şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, hiç bir kimseye bühtan ve iftirada bulunmamak, Rasûlüllah'a itaat etmek gibi önemli konularda bey'at almıştı Ayrıca Medinelilerin Rasûlullah'ı orada koruyacaklarına dair verdikleri söz gereği, Hz Peygamber ve sahabiler oraya hicret etmişlerdir Bu görüşmelerde Medinelilerin liderliğini Hazrec kabilesinden Es'ad b Zürâra yapmakta idi (İbnü Hişam, II, 70-76, 84; İbn Sa'd et-tabakat, I, 217-224 İbn seyyidin-Nâs, Uyûnü'l-eser I/156, 212)

Hazrec kabilesi, Evs kabilesi ile Rasûlullah Medine'ye hicret ettikten sonra müslümanları ve Hz Peygamber'i korumuşlar, müslümanlarla kafir ve müşrikler arasında meydana gelen bütün savaşlara katılmışlardır Bundan dolayı Kur'ân-ı Kerîm onları "Ensar" diye isimlendirmiş ve Allah'ın kendilerinden hoşnut olduğunu bildirmiştir (et-Tevbe, 9/100)

M Ali KAPAR

HEDİYE

Bağış, armağan, insanlar arasında sevgi; ülfet, muhabbet ve yakınlığa vesile olan, karşılık beklemeden birisine ikram edilen nesne

Hediye, sadaka ve hibe arasında bir şeydir Sadaka ve hibe de karşılık beklenilmez Bu durum hediye için de sözkonusudur Hediye veren kişi karşılık beklemeden verir Ancak karşılığı verilemez diye de bir kural olmadığından hediyeye karşılık vermekte bir sakınca yoktur, aksine daha faydalı ve daha faziletlidir

Karşılık şartıyla yapılan hediye sahih olup konulan şart muteberdir Bağışlama esnasında, bağışlanılan şeyin mevcud olması şarttır Bağışlanılan şeyin belli olması, bağışlayanın rızasının bulunması, akıl sahibi ve ergenlik yağında olması da şarttır Hediyeden dönmeyi engelleyen bir durum yoksa bağışlayan bağışından dönebilir, fakat bu tahrimen mekruhdur Bazan hediyye ile hibe aynı zamanda kullanılmaz, hediyye mutlak olarak ikram edilen mal manasında kullanılıp, hibede aranılan hukuki şartlar aranmaz

Müslüman olarak bütün meselelerde olduğu gibi hediye konusunda da, rehberimiz olan Hz Peygamber (sas), müslümanların tavrının nasıl olması gerektiğini örnek yaşantısıyla göstermiştir

Peygamberimiz en basit iyiliği bile karşılıksız bırakmazdı Karşılığını mutlaka verirdi Bunu ümmetine de öğütlerdi Bir hadisi şerifte "size her hangi bir iyilikte bulunana mukabele ediniz Verecek bir şey bulamazsanız, ona dua ediniz ki, kendisine mukabelede bulunduğunuz bilinmiş olsun" buyurulmaktadır (Ebu Davud Zekat 8)

Basit bir iyiliğe bile karşılık veren Allah Rasûlü elbette hediyeyi karşılıksız bırakmazdı Bunu yakınlarına da öğütlerdi Hz Aişe Peygamberimiz için "Allah Rasûlü hediyeyi kabul eder ve karşılığını verirdi" buyuruyor

Eğer hediyeyi veren kişi karşılık bekleyecek birisi ise örfe göre bunu alması hakkıdır Kölenin efendiye, fakirin zengine hediyesi böyledir İmam Malik ve İmam Şâfiî bu görüşü kabul etmektedir

Eğer hediye veren kişi karşılık beklemiyorsa, böyle bir şartı yoksa İmam-ı Azam ve İmam-ı Şâfî'ye göre karşılık vermek gerekmez İmam Mâlik "Rasûlullah'ta sizin için güzel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21) ayetine istinaden hediyeye karşılık vermenin vâcib olduğunu savunuyor

Bu konuyla ilgili olarak peygamberimizin nasıl bir tavır takındığını Hz Aişe'den nakledilen bir hadisten öğreniyoruz

Peygamberimize bir Bedevi hediye veriyor, Peygamberimizde hediyeye karşılık veriyor Bu haber İbn Abbâs'tan naklediliyor Bu haberi istidlal edenler hediyeye karşılık vermenin vacip olduğuna inanıyorlar; Bu düşünceyi ve sünneti delil gösteriyorlar

Peygamberimiz başka bir hadiste de "hediyeleşiniz ki birbirinize sevginiz artsın" buyuruyor

Peygamberimiz bütün müslümanlar için en büyük örnektir Müslümanların ondan alması gereken bir çok örnekler vardır Allah Rasûlü hediyeyi karşılıksız bırakmamıştır Müslümana yakışan da budur

Hediyeye karşılık verilmesi bunun zorunlu olmasından değil, insanlar arasında sevginin saygının artmasına sebep olmasındandır

Şâmil İA

HEDY

Kâbeye sevkedilen kurbanlık hayvan, saygı değer kişi, hâl ve gidiş Allah'ü Teâlâya mânen yaklaşmak için veya hac sırasında bir ihram yasağını çiğnemekten ötürü, keffâret olarak kesilmek üzere Harem-i Şerîfe götürülen veya kendisi yahut parası gönderilen "kurban" demektir Hedy kurbanı deve, sığır, koyun veya keçi cinsinden olabilir Deve beş, sığır iki, koyun veya keçi ise bir yaşında olmalı, yahut gösterişli ise altı ayını doldurmuş bulunmalıdır Bunların erkeği ile dişisi birdir Kurbanda aranan nitelikler bunlarda da aranır Hac veya umre için ihrama giren kimsenin, nâfile olarak, Harem-i Şerif te keseceği her cins kurban da birer hedy'dir

Kur'ân'da şöyle buyurulur: "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın Eğer hacdan men olunursanız, size gücünüzün yettiği bir kurban gerekir Bu kurban (hedy), yerine varmadan başınızı tıraş etmeyin Sizden kim hasta olur veya başında bir rahatsızlık bulunursa tıraş olabilir Ve bunun için oruç tutmak veya sadaka vermek yahut kurban kesmek suretiyle fidye,verir Eğer güvenlik içinde iseniz, hac zamanına kadar umre yapana, gücünün yettiği bir kurban gerekir Kurban bulamayana, hacc sırasında üç gün, döndüğünüzden sonra da yedi gün oruç tutması gerekir Bu, tam on gündür Bu hüküm, ailesi mescid-i haram çevresinde oturmayan kimse içindi; Allah'tan korkun ve bilin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir" (el-Bakara, 2/196, bk, el,Mâide, 5/2, 95, 97; el-Feth, 48/25; el-Hacc, 22/36, 37)

Hedy kurbanı, farz ve nâfile olmak üzere ikiye ayrılır

1- Nâfile olan hedy; Bir kimsenin hacda, zorunluluk olmaksızın Allah'a yaklaşmak için kestiği kurbandır Hac veya umre için Mekke'ye yönelen kimsenin, oraya bir kurban sevkedip kesmesi müstehab görülmüştür Çünkü Hz Peygamber Hubeybiye yılında, umre yapmaları engellendiği zaman yüz deve (bedene) kurban kesmiştir (Buhârî, Hacc,121,122; Müslim, Harc, 349; İbn Mâce, menâ**** 14, 84) İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, hacının hedy kurbanını kendi ülkesinden, bu mümkün olmazsa, mikat'taki yolu üzerinden veya benzeri yerden yahut Mekke yada Mina'dan temin etmesi daha faziletlidir Günümüzde kurbanlar yalnız Mina'da temin edilip, kesilmesi ve etinin dağıtılması sağlanmaktadır

2- Farz olan hedy; Bu ya adak kurbanı, yahut kıran veya temettü haccı yapanın keseceği şükür kurbanı olur, yahut da haccın vaciplerinden birisini terketme veya bir ihram yasağına uymama yüzünden keffâret amacıyla kesilen kurban türünden olabilir (bk hacc mad)

Hac aylarında umre yapan kimse, tavaf ve sa'yi tamamlar, daha sonra aynı yıl farz hac için ihrama girerse; temettü haccı yapmış olur Bu kimsenin şükür kurbanı kesmesi gerekir Cenab-ı Allah: "Hac zamanına kadar umre yapana gücünün yettiği bir kurban gerekir" (el-Bakara, 2/196) buyrulur Bu kimse kurban kesme imkânı bulamazsa aynı âyetin devamında şu kolaylık getirilmiştir: Hac sırasında üç gün, memleketine döndüğü zaman da yedi gün olmak üzere, toplam on gün oruç tutar Harem bölgesinde oturanlar için şükür kurbanı kesme zorunluluğu yoktur (el-Bakara, 2/ I 96)

Nâfile olarak veya temettu' yada kıran haccı yapanların keseceği kurbanının etinden sahipleri yiyebilir Keffâret, adak, haccı engellenen kişinin (muhsar) ihramdan çıkmak zorunda kalması nedeniyle keseceği kurban ve yerine, yani Mekke veya Mina'ya ulaşmamış olan nâfile hedy kurbanınin etinden sahibi yiyemez (el-Meydânî, el-Lübâb, I, 217)

Hacc ve umresi; düşman, hastalık, parasını çaldırma, hapis gibi sebeplerle engellenen kimse ihramdan çıkmak isterse, gücünün yettiği bir hedy kurbanı kesmesi gerekir Bu, hacc veya umreyi tamamlamadan ihramdan çıkmanın keffâretidir Çünkü hacdan mücerred engellenme kurban cezasını gerektirmez Hedy kurbanının kesilme yeri, Harem bölgesidir Hacdan engellenme nedeniyle (ihsad) kesilecek kurban ancak harem'de câiz olur Kesilme zamanı; Ebû Yusuf ve Muhammed'e göre, temettü ve kıran hacılarının keseceği şükür kurbanı gibi kurban bayramı günleridir Ebû Hanîfe'ye göre bayramdan önce de kesebilir (bk İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 321, 326, 333; el-Meydânî, age, I, 215, 220; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, I, 363, 367; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 235,237; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 470; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 172, 179)

Hamdi DÖNDÜREN

HELÂL

Mübah ve câiz olmak, haramdan dışarı çıkmak Allah tarafından yapılmasına müsaade edilen mübah şeyler, zıddı haram olup, Allah tarafından kesin emirle yasaklanan şeydir Bir şeyin yasaklığı kesin emirle değil zan ile sâbit ise o şey mekruhtur Mekruh, helâle daha yakınsa tenzihen; harama daha yakınsa tahrîmen mekruh adını alır

Eşyaya asıl olan helâl olmaktır Hakkında bir hüküm gelmemiş olan şeyler helâldir Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "O, Allah ki yerde olanların hepsini sizin için yarattı" (el-Bakara, 2/29) "Allah'ın göklerde ve yerde olanları sizin emrinize verdiğini ve size açık ve gizli nimetlerini bolca ihsan ettiğini görmez misin " (Lokman, 31/20) Âyetlerden yerde ve gökte olanların insanların yararlanması için yaratıldığı açıkça anlaşılmaktadır Yenilmesi, içilmesi veya kullanılması âyet veya hadislerle yasaklanmamış olan herşey câiz ve helâldir Bunlar insan için yararlı şeylerdir Haramlar ise zararlı olanlardır

Bir şeyin mübah ve helâl olduğu şu üç şeyden birisiyle sâbit olur:

a) Günah olmadığı bildirilmekle, âyette şöyle buyurulur: "Şüphesiz O, size murdar eti, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası anılarak kesilen hayvanı haram kılmıştır; fakat darda kalana, aşırı gitmemek ve haddi aşmamak şartiyle günah yoktur" (el-Bakara, 2/ 173)

b) Haram olduğuna dair bir nass bulunmamak

c) Helal olduğuna dair nass bulunmak Temiz şeyleri yiyip içmek gibi Âyette şöyle buyurulur: "Bugün, size temiz olan şeyler helâl kılındı Kendilerine kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 5/5)

Bir şeyin mübah oluşu, vakit ve çeşidini tayinle ilgilidir Meselâ; yemeğin vakit ve çeşidini seçmek mübahtır İnsan istediği zaman, istediği kadınla evlenebilir Kişi nezih bir şekilde eğlenebilir Ancak bütün vaktini eğlence ile geçirmesi câiz değildir Yaşamak için helâl bir şey bulunmaması hâlinde, haram olan şeyler ölmeyecek miktarda yenilip içilebilir Bu konuda prensip şudur: Zarûretler yasakları mübah kılar İslamî ölçülere uyan güzel şeyler helâldir Cenab-ı Hak, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister Meşru şekilde giyinmek ve süslenmek helâldir A'raf suresinde şöyle buyurulur: "Ey Âdem oğulları, avret yerlerinizi örtmeniz ve süslenmeniz için size elbiseler gönderdik Ey Âdem oğulları, her mescide girdiğinizde süsünüzü alın; yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz" (el-A'raf, 7/26,31)

İslâmî sınırlar içinde süslenmek helâldir Yüce Allah şöyle buyurur: "De ki, Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim yasakladı? De ki onlar dünyada mü'minler içindir, âhiret de tamamen mü'minlerindir" (el-A'raf, 7/32)

Erkeklere gümüş yüzük takmak helâldir Altın takmak ve ipek giymek ise yalnız kadınlara helâldir Allah elçisinin erkeklere hitaben; "İpek giymeyin, çünkü onu dünyada giyen, âhirette giymeyecektir" (Buhari, Eşribe, 28; Mardâ, 4; Libâs, 25, 36; Edeb,124; Müslim, Libas, 2;12, 25; Ebû Dâvud, Libâs, 40) dediği bir sahabenin parmağında altın yüzük görünce de, onu çıkarıp attığı ve "biriniz, ateşten bir kor parçasını eline almaya yelteniyor" (Müslim, Libâs,11) buyurduğu nakledilir

Vücudu ruhen ve bedenen geliştirecek sporlar helâldir Ok atma, ata binme, yüzme, silah kullanma, kılıç oyunu, güreş, at yarışları ve kahramanlık oyunları, yapılması sünnet olan sporlardır

Allah elçisi evin geniş olmasını severdi Bir hadiste şöyle buyurulur:

"Üç Şey Ademoğlunun mutluluğundandır salih kadın, geniş mesken ve iyi bir binit" (Ahmet b Hanbel, I,168) Buna bazı rivayetlerde "iyi komşu" da eklenir (bk Ahmet b Hanbel, III, 407, 408) Hz Peygamber şöyle dua ederdi: "Allah'ım günahımı bağışla, bana evde genişlik ver, rızkımı bereketlendir" (Ahmed b Hanbel, IV, 63,188, V, 65, 367, 370; Tirmizi, Dua, 78)

Evdeki kapkacağın altın ve gümüşten başka madenlerden imal edilmiş olması gerekir Çünkü Nebî (sas) altın ve gümüş kaptan yiyip içmeyi yasaklamıştır (bk Tirmizi, Eşribe, 27, 28, Ebû Dâvûd, Eşribe, 17) Tarım, ticaret ve hayvancılık gibi meşru işler yaparak rızık kazanmak hem helâl bir çalışma hem de kişiye ibadet sevabı kazandıran bir ameldir Allah elçisine hangi kazancın daha helâl olduğu sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: " Kişinin elinin emeği ve hayırlı olan (Mebrûr) alış-veriştir" (İbn Hanbel, II, 466; IV, 141; el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, Beyrut 1967, III, 60, 61)

Hamdi DÖNDÜREN

HELALLEŞMEK

İnsanların birbirleri üzerindeki haklarını karşılıklı olarak helâl etmeleri; o hakkı bir diğerine bağışlamaları, haktan vazgeçmiş olduklarını bildirmeleri

Helalleşmedeki helâl kelimesi, haram'ın karşıtı olan helâl ile aynıdır Ancak haram'ın karşıtı olarak kullanıldığında helâl kesin bir durum belirttiği halde, helalleşme olayında bir izâfîlik, göreceli bir özellik belirtir Helalleşmeden sonra kulun hakkı ortadan kalkmakla birlikte, helâllik dilemeğe yol açan fiil helâl hale gelmiş olmaz Yani ortada bir haramı helâl haline getirme durumu yoktur, yalnızca kişinin yapılan şeyden dolayı kendi hakkından vazgeçmesi hadisesi vardır "Helalleşme ile, zâlim, mazlumdan üzerindeki hakkı bağışlamasını dilemiş olur Allah'ın haram kıldığı şeyden hasıl olan günahı bir kimsenin helâl kılması mümkün değildir" (Tecrîd-i Sarîh, Tercümesi, VII, 376)

Borcun ödenmesi, yükten kurtulmak, düğümü çözmek gibi anlamları taşıyan helâl kelimesinden türetilmiş olan (istihlâl) helalleşme, insanın kul borcundan kurtulması yollarından biri olarak Hz Peygamber (sas) tarafından tavsiye edilmiştir Nitekim, bu konuda Rasûlullah (sas) "Kimin uhdesinde (bir din) kardeşinin nefsine, yahud malına tecavüzden doğan bir hak bulunursa, dinar ve dirhem bulunmayan (kıyamet gün gelmez)den evvel bu gün dünyada mazlumdan o hakkı helâl etmesini istesin (yoksa) zâlimin salih ameli bulunursa o amelden zâlimin zulmü miktarınca alınır (da mazluma verilir) Eğer zâlimin hasenâtı bulunmazsa, mazlumun seyyiâtından alınıp, zâlim olana yükletilir" (Tecridî Sarih Tercümesi, VII, 375, 376,1090 nolu Hadis) buyurarak helalleşmenin önemi ve soncu üzerinde durmuştur

Helalleşmenin dünyada yapılmaması durumunda, âhirette gerçekleşeceğini de yine bir Buhârî rivâyetinden öğreniyoruz: "Kıyametle mü'minler Cehennem (üzerindeki sırattan) kurtulduktan sonra Cennet ile Cehennem arasındaki (ikinci bir) köprüde durdurulurlar Burada, dünyada aralarında bulunan (ufak tefek) mezâlimden bir birlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir" (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, VII, 353-354, 1085 nolu Hadis)

"Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine verilecektir Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır" (Tirmizi, Sifatu'l Kıyâme, I) haberi de, kul hakkının ve dolayısıyla bundan kurtarıcı helalleşmenin önemini ortaya koyar

Helalleşme yoluyla gidilecek, çözümlenebilecek kul hakkı öylesine önemlidir ki, Allah Rasûlü "Şehidlerin kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur" (Tecrîdi Sarih Tercümesi, VII, 349, 1084 nolu Hadis) buyurarak bu önemi haber verir

Helalleşme ihtiyacı içindeki kimseleri, Allah'ın Rasulü "müflis" olarak niteleyip, bunların durumunu şöylece anlatmıştır: "Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât ile gelir Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekiyi dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasanât-ı tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra cehenneme atılır" (Buhari, Edeb, 102)

Helalleşme, öteki dünyadaki iflâstan kurtulmak için, bu dünyada insanlardan haklarını helâl etmelerini dileme ve böylece borçtan kurtulma yoludur

Zübeyir YETİK

HENDEK SAVAŞI

Hz Peygamber (sas)'in müşriklerle yaptığı büyük ve en önemli savaşlarından birisi Uhud savaşından iki yıl sonra, Hicret'in beşinci yılının şevval ayında (23 şubat 627) Medine'nin kuzeyinde cereyan etmiştir

Kureyş müşrikleri Uhud savaşında başarılı olmuşlardı ama müslümanların gücünü kıramamışlardı Tam tersine müslümanlar Medine'deki birlik ve beraberliklerini sağlamlaştırmış, askeri bakımdan daha güçlü bir duruma gelmişlerdi Medine'de sürekli problem çıkaran Yahudi Benu Nadir kabilesi sürülmüş; doğuda Zatu'r-Rika, kuzeyde Dumetü'l-Cendele yapılan seferler kesin zaferle sonuçlanmış, müslümanların gücü ve etkinliği gün geçtikçe daha da büyümüştü Bunun sonucu olarak Mekke müşriklerinin Mısır, Suriye ve Irak yönündeki kervan yolları tamamen kapatılmıştı

Müslümanların bölgeye hakim bir güç olmaya başlaması İslâma katılanların sayısını hızla artırmış, geçen zaman, müslümanların sosyal hayatlarını düzenleme ve yerleştirme yolunda önemli adımlar atmasına fırsat tanımıştı İslâm'ın bu gözle görülür güçlenişi karşısında müslümanların başlıca düşmanlarından olan yahudiler, düşmanca faaliyetlerine hız verdiler Özellikle Medine'den sürülen Benu Nadir kabilesi bütün çevrede İslâm aleyhinde sürekli propaganda yapıyor, İslâm'ın güçlenmesini önlemek için müslümanlara kesin bir darbe vurmanın yollarını arıyordu Bu çalışmaları sonuçsuz kalmamış, yahudiler aralarında görüş birliği sağlanarak Kureyş ve diğer müşrik kabilelerle birleşmenin yolları aranmaya başlamıştı

Yahudilerden oluşan bir heyet Mekke'ye gelerek kışkırtıcı çalışmalardan sonra Kureyş'e ortak düşmanları olan müslümanlara birlikte saldırmayı Rasûl Aleyhisselâm'ı ve İslâm'ı ortadan kaldırmayı teklif ettiler Ticaret yollarının kesilmesiyle ekonomik bir çıkmaza düşen ve içlerinde hala Bedir'in acısını taşıyan müşrikler bu teklifi olumlu karşıladı (Taberî, Tarihu't-Taberi, Mısır,1961, II, 564-5) Yahudi heyeti ve Kureyş'ten seçilen elli adam Kâbe örtüsünün altına girip göğüslerini kâbe duvarına dayayarak tek başlarına kalıncaya kadar müslümanlarla savaşmaya yemin ettiler Artık tek düşünceleri vardı Bu savaşı mutlaka başarmak ve İslam'ı ebediyyen yok etmek (İbnü'l-Hişâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1407/1987, II, 254, 255)

Yahudiler Kureyş'le anlaştıktan sonra Necid'e giderek Benu Süleym ve Gatafan kabilelerini de bu ittifaka dahil etmeye çalıştılar Gatafan kabilesini Hayber'in bir yıllık hurmasının yarısı karşılığında müslümanlara karşı savaşmaya razı ettiler Arkasından diğer Arap kabilelerini dolaşarak putperestliğin İslam'dan üstün olduğunu, fakat müslümanlarla savaşılmadığı takdirde putperestliğin sonunun yaklaştığı propagandasıyla savaşa kışkırttılar Bu çalışmaları sonunda Fezare, Süleym, Sa'd ve Esedoğulları kabileleri de ittifaka dahil oldu (Taberî, age, II, 566)

Savaş hazırlıklarına başlayan Kureyş, üçyüz at, bin beşyüz devenin bulunduğu dörtbin kişilik bir ordu donattı Buna Yahudi ve diğer Arap kabilelerinin kuvvetleri de eklenince yaklaşık onbin kişilik bir ordu meydana geldi Bu büyük ordu İslâm'a son ve öldürücü darbeyi vurmâk, Allah'ın nurunu boğmak niyet ve umuduyla Medine'ye yöneldi Arap yarımadası belki de o güne kadar böyle büyük bir orduya şahit olmamıştı (İbn Hişam, es-Siretit'n-Nebeviyye, Mısır, 1375/1955, II, 214, 216, 220):

Râsulullah (sas) müttefiklerin girişimini haber alır almaz derhal bir savaş meclisi topladı Mecliste düşmana karşı ne gibi tedbirler alınması, nasıl bir savaş taktiği izlenmesi gerektiği konusunda istişare edildi Ashâbın çoğunluğu Medine'yi içerden savunmanın uygun olacağı görüşünde idi Bu görüş benimsendikten sonra Selman-ı Farisî hazretleri, "bizde bir şehir üstün kuwetlerle kuşatıldığı zâman daima çevresine bir hendek kazılır ve şehir bu şekilde savunulur" şeklinde görüş bildirince Rasûl aleyhisselam bunu uygun görerek savunma planının bu doğrultuda hazırlanmasını emretti Vakidî'nin Hendek Savaşı sırasında Rasûlullah'ın Kureyş lideri Ebû Süfyan'a yazdığım söylediği bir mektuba göre ise, şehrin çevresine hendek kazılmasını doğrudan doğruya şanı yüce Allah, Rasûlüne ilham etmiştir Düşmanın geleceği yöne kazılacak hendekle şehrin koruması esas olmakla birlikte Selmân-ı Farisî'nin teklifi içinde Medine'yi çevreleyen binalar arasına kapatmak da vardı, zaten şehrin diğer tarafı dağ ve hurmalıklarla çevrili idi (İbn Hişam, age, II, 255)

Rasûlullah, vakit kaybetmeden, ileri gelen sahabîlerle birlikte keşfe çıkarak hendek kazılması gereken yerleri tesbit etti Düşmanın saldırısına açık bulunan yerlerin tesbitinden sonra bütün müslümanlar toplanarak hendek kazma çalışmalarına başladılar Medine'deki bütün araçlar toplandığı halde yine de birçok müslüman araçsız kalmıştı Bunun üzerine Rasûlullah, müslümanlarla anlaşmalı bulunan Benu Kurayza kabilesinden ödünç aletler aldırdı

Başta Rasûl aleyhisselam olmak üzere bütün müslümanlar canla başla çalışıyorlardı Mevsim kış olduğu için çalışmak oldukça güç ve yorucuydu Buna rağmen müslümanlar büyük bir coşkuyla çalışıyor, hep bir ağızdan "bizler ömrümüz oldukça Muhammed'le birlikte savaşa devam etmek üzere bey'ât etmişizdir" anlamında mısralar okuyorlardı Hendek kazarken Hz Peygamberin birçok mucizesinin geldiğini yine İslâm tarihçileri nakletmektedirler (İbn Hişam, a g e, II, 217, 219)

Rasûlullah da coşkuyla çalışan arkadaşları ile birlikte toprak kazıyor, taşıyor, onlarla bir ağızdan şu anlamdaki beyitleri okuyordu: "Allah'ın lütfu ve hidayeti olmasaydı biz ne hidayete erer, ne sadakalar verir, ne de ibadet ederdik Ya Rab! Bizi huzur ve sükuna erdir Düşmanla karşılaşırsak bize sebat ve metanet ver Bize saldıranlar fitne çıkararak fesat peşinde koşuyorlar Biz ise onlara karşı koyuyoruz" Münafıklar ise bu işi ağırdan alıyor ve çeşitli bahanelerle çalışmamak istiyorlardı (İbn Hişam age, II, 216; Taberî, age, II, 566, 567)

Bu şekilde iki hafta boyunca süren gayret sonunda Medine çevresinin gerekli yerleri hendeklerle kuşatılmış, hendeklerden çıkan topraklar iç tarafa yığılarak siperler oluşturulmuştu

Hendek kazma çalışmaları biter bitmez Rasûl aleyhisselam savaşabilecek durumdaki bütün müslümanları topladı Müslüman mücahitlerin sayısı üçbindi ve otuz altı da at vardı Müslüman savaşçılar gruplar halinde siperler gerisine yerleştirildi Bu sırada Ebû Süfyan komutasındaki ordu Medine'nin Batısından, Necid kabileleri de Doğudan Medine önlerine geldiler

Kureyş ordusu Medine'nin kuzeyinden dolaşarak Uhud dağı civarına geldi Ortalığı boş görünce evvelce Uhud savaşında aldıkları mevkiye doğru yaklaştılar Burada diğer kuvvetlerle birleşerek Uhud-Medine yolu üzerinde ilerlemeye başladılar Bir müddet sonra Rasûlullah'ın hendekler gerisinde görülen çadırları karşısına geldiler ve onun karşısında yer aldılar (Taberî, age, II, 570)

Müşrikler çevrede müslümanları görmeyince hızla Medine üzerine atıldılar Fakat müslümanlar tarafından kazılan hendeklere gelir gelmez ne yapacaklarını şaşırdılar O zamanlar böylesi istihkamlar inşa etmek Araplar tarafından bilinmiyordu Rasûlullah'ın bu değişik savunma yöntemi müşrikleri hayret ve şaşkınlık içinde bıraktı İçerlerinde bazıları atlarını hendekler boyu sürerek bir geçit aradılar Fakat hendek gayet derin kazılmış olduğu için geçmeyi başaramadılar Bu arada hendek gerisinde siperlenen müslümanlar düşmanı ok ve taş yağmuruna tuttular Düşman süvarileri de bu şekilde karşılık vermek zorunda kaldılar Müşrikler bir aya yakın bir süre hendek gerisinde kaldılar İki taraf arasında herhangi bir savaş olmadı Bir kaçı mübareze ve karşılıklı ok atmaktan başka ciddi bir hareket olmadı (Taberî, age, II, 572)

Müslümanlar arada sırada taarruz eden düşmanı bu şekilde karşılayarak savunma süresini uzatıyorlardı Fakat bu sırada müslümanlarla anlaşma içindeki Benu Kurayza kabilesinin anlaşmayı bozarak geceleyin Medine üzerinde baskın yapmak için hazırlandıkları söylentisi yayıldı Bu haber müttelik ordulara göre oldukça zayıf olan müslümanlar arasında büyük bir endişeye neden oldu Rasûl aleyhisselam durumun açıklığa kavuşturulması için Kurayza kabilesine birisini gönderdi Benu Kurayza kabilesinin reisi Kaab b Esed'in Benu Nâdir kabilesi reisi Nayy b Ahtab tarafından kandırılmış olduğu ve Kurayzalıların gerçekten anlaşmayı bozmuş oldukları anlaşıldı Kurayza kabilesi ile Evs kabilesi arasında dostluk bulunduğu için Evs'in lideri Sa'd b Muaz ve bazı Evs ileri gelenleri özel olarak Benu Kurayza kabilesine gönderildi ise de olumlu bir sonuç alınamadı

Kur'ân düşmanın gelişini ve durumun vehametini şöyle dile getirir:

"Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi Gözler dönmüş, yürekler ağızlara gelmişti Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz" (el-Ahzab, 33/10) Rasûlullah zaman geçirmeden ortaya çıkan yeni duruma uygun tertibatı aldı Müslümanlara hitaben, "emin olunki bunun sonu hayırlıdır Müslümanların yegane koruyucusu Allah'tır" buyurarak müslümanlara güven verdi Şehir içinde ve savunma hattı çerçevesinde güvenlik önlemleri bir kat daha artırıldı Geceleri düşmanın ani bir baskın yapmasını önlemek amacıyla devriye kolları çıkarılmaya başlandı

Gece basar basmaz bütün devriye görevlileri görev yerlerine dağılıyor, Rasûlullah ise savunma hattının en zayıf noktasında bekliyordu Geceleri çok soğuk olduğu için savaşın zorlukları kendisini daha ağır biçimde hissettiriyordu Bununla birlikte Müslümanlar inançla ve sabırla görevlerini yerine getiriyorlardı

Bu arada münafıklar da boş durmuyor bir takım teşvikler ve aldatıcı sözlerle imanı zayıf kimseleri kandırmaya çalışıyorlardı Nitekim Kur'ân bu duruma "İki yüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar" Allah ve Rasûlü size sadece kuru vaadlerde bulundu" diyorlardı (el-Ahzab, 33/12) Ayetiyle işaret etmektedir

Kuşatma onbeş günden fazla sürdüğü halde müşrikler hiçbir sonuç alma başarısını gösteremediler Muhasaranın devamı sabahlara kadar siperlerde bekleyen müslümanları oldukça kötü etkiliyordu Şehrin dışarıyla bütün bağlarının kestirilmiş olması yiyecek sıkıntısının başlanmasına neden oldu Münafıklar bundan da güç alarak yersiz konuşmalarını çoğalttılar Eskiden beri meydan savaşlarına alışmış olan müslümanlar düşman karşısındâ hiçbir şey yapmadan beklemekten sıkılmaya başlamışlardı Mevsimin şiddeti bu durumu daha da etkiliyordu Özellikle geceleri çıkan soğukta devriye görevini yapanlar fazlasıyla muzdarip olmaya başladılar Hatta hayvanlarına yedirecek birşey bulamaz hale geldiler Müslümanların direnci yavaş yavaş kırılmaya yüz tutmuştu Kur'ânın deyimiyle "İşte orada mü'minler denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğramışlardı" (el-Ahzab, 33/11)

Durumun vehameti karşısında Hz Peygamber, Müşriklerin birliğini bozabilmek için bir ara Gatafanlıların reisleri Uyeyne b Hısn b Huzeyfe ve el-Haris b Avf b Ebi harise el-Murriye haber göndererek dönüp gitmeleri karşılığında Medine hurmalarının üçte birini onlara vermek üzere anlaşmak istediyse de (hatta anlaşma metni bile hazırlanırken) Sa'd b Mu'az ve Sa'd b Ubâde ile istişaresi sonucu bu fikirden vazgeçti (İbn Hişam, age, II, 223; Taberî, age, II, 572-3)

Diğer yandan düşman ordusu baskısını giderek arttırıyordu Değişik yönlerden peşpeşe saldırılarda bulunuluyor, hendeği aşamayarak çaresiz geri dönüyordu Muhasaranın olağanüstü şiddet kazandığı bir sırada müşrikler ne pahasına olursa olsun hendeği aşmaya karar verdiler Savaşçılıktaki büyük ustalığı ve Kahramanlığıyla şöhret kazanmış olan Amr b Abdived ile İkrime b Ebû Cehl, Nevfel b Abdullah, Dırar b Hattab, Hübeyre b Ebî Vehb hendeği geçmek üzere ileriye gönderildi Ebû Süfyan ve Halid b Velid de onun arkasından genel bir saldırı için kuvvetlerini ileriye doğru hareket ettirdiler Amr ve yanındakiler binbir güçlükle de olsa hendeği aşmayı başardılar

Amr b Abdived atını ileriye sürerek müslümanları kendisiyle savaşacak bir savaşçı taleb etti Amr birçok savaşlarda bulunmuş, yiğitlik ve gözüpekliği sayesinde birçok birlikleri dağıtmış gayet usta bir silahşor, çevik bir süvari olduğundan, onunla dövüşmeye kimse cesaret edemezdi Nitekim müslümanlardan da kimse onun isteğine cevap veremedi

Bu duruma gören Hz Ali, Amr'a karşı çıkmak için izin istedi Fakat Rasûlullah izin vermedi Amr tekrar ileriye atılarak müslümanlara hitaben; "İçinizden kahramanlık meydanına çıkacak kimse yok mu? Hani ölenlerinizin gideceğini söylediğiniz Cennet?" diye bağırdı Müslümanlardan yine ses çıkmayınca Hz Ali ikinci defa izin istedi Rasulullah kendi zırhını çıkarıp Ali'ye giydirdi, beline zülfikâr'ı taktı ve ellerini açarak "Ya Rabb amcam Übeyd Bedirde; Hamza Uhudda şehid oldular bu Ali ise kardeşimdir ve amcamın oğludur Onu koru, beni kimsesiz bırakma Sen Varislerin en hayırlısısın" diye dua ederek uğurladı

Amr'ın karşısına çıkan Hz Ali kendisini tanıttı Amr, Ali'nin gençliğini ve babasıyla olan dostluğunu ileri sürerek onunla savaşmak istemedi Hz Ali ise kendisiyle savaşmayı ve onu öldürmeyi arzuladığını bildirdi Kendisinin savaşa çıkanların üç tekliflerinden birini kabul ettiğini duyduğunu; eğer öyleyse, üç teklifi olduğunu söyledi Ya müslüman olmasını, ya savaşı bırakıp gitmesini, yada kendisiyle dövüşmesini teklif etti İlk ikisini reddeden Amr dövüşmeyi seçti

İlk saldırı Amr'dan geldi Vurduğu kılıç darbesi Ali'nin kalkanını parçalayarak başından yaralanmasına neden oldu Sıra kendisine geldiğinde Ali indirdiği darbe ile Amr'ı cansız yere yuvarladı Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müşrikler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar

Hz Ali Amr'ın işini bitirince Dırar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler Dırar Hz Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya başladı Sonradan Dırar, "ölüm meleği surete bürünmüş bana görünmüştü," diyecektir, bu kaçış hakkında Çarpışmaya yeltenen Hübeyre de Ali'nin bir kılıç vuruşu ile zırhı delinince kurtuluşu kaçmakta buldu, (İbn Hişam, age, II 224-225)

Hz Ömer, kaçan kardeşi Dırar'ın peşinden, Zübeyr b Avvam da Hübeyr'in arkasından koştular Bu sırada Nevfel b Abdullah hendeğe düşmüş, yaralanmıştı Müslümanlar onu taşa tuttular Fakat Ali onları durdurdu, hendeğe inerek boynu kırılmış Nevfel'in kafasını uçurdu

Bu kötü sonuç karşısında Ebû Süfyan çaresiz ordugahına döndü

Ertesi günü Benu Kurayza Kabilesi de düşman ordusuna katıldı Müttefikler böylece kuvvet kazanınca bir kat daha cesaretlenerek saldırılarını sıklaştırmaya, tazyiklerini arttırmaya başladılar Ok ve taş muharebeleri akşama kadar sürüp gitti Karanlık basınca müşrikler ordugahlarına çekildiler Genel bir saldırı düşüncesi müslümanlar arasındaki endişeyi bir kat daha artırdı

Bu arada savaşın yönünü değiştirecek önemli bir olay oldu Düşman saflarında iken müslüman olan Nuaym b Mes'ud es-Sakafî gizlice Rasulullah'ın ordusuna katıldı Durumun kötülüğünü gören Nuaym, müttefiklerle Benu Kurayza Kabilesinin arasını bozmak için iyi bir vesile oldu Hz Peygamber ona Benu Kurayza ile müşriklerin arasını açması için talimat verdi İslâma girdiği bilinmediği için rahatça Benu Kurayza lideri Kaab b Esed'in yanına gitti Kaab'ın yanında daha başka Yahudi liderleri de bulunuyordu Onlara yahudilere bir iyilik etmek isteğimi söyleyerek Kureyş ve Gatafan kabilelerinin artık savaştan usandığından söz etti "hatta daha fazla zahmet çekecek olurlarsa sizi bırakıp gidecekler O zaman siz İslâm ordusuna karşı koyamazsınız Bu tehlikeyi önlemek için Kureyş ve Gatafan kabileleri ileri gelenlerinden birkaç kişiyi rehin alın" dedi Yahudiler bu haberden son derece memnun oldu

Nuaym, oradan Ebû Sufyan'ın ordugahına geldi Ona Kurayzalıların anlaşmayı bozduklarından dolayı pişmanlık duyduklarını ve anlaşmayı gizlice yenilediklerini, hatta suçlarını affettirmek için Kureyş ve Gatafan liderlerinden birkaç kişiyi rehin alarak müslümanlara teslim etmeyi düşündüklerini söyledi Bu haber Ebû Süfyan'ı vesveseye düşürdü Derhal kurayza liderine İkrime b Ebî Cehl ve Benî Gatafanlı bir grupla haber göndererek muhasaranın çok uzadığını, askerin açlıktan şikayet ettiğini bu nedenle ertesi günü genel bir saldırı ile bu duruma bir son verilmesi gerektiği arzusunda olduğunu söyledi Buna karşılık Kurayzalılar, Kureyş ve Gatafan ileri gelenlerinden birkaç kişi rehin verilmedikçe kendilerine güvenemeyeceklerini bildirdiler Kureyş ve Gatafan liderleri bu haberi işitince Nuaym'ın sözüne hak vererek rehin vermekten imtina ettiler Kurayza kabîlesi ise onların tavrının Nuaym'ı doğruladığını görünce müttefiklerden ayrılarak onları kendi başlarına bıraktılar, (İbn Hişam, age II 230) (Taberî, age II 578-9)

Kuşatma yine sürüyordu, ama eski şiddetini kaybetmişti Rasûlullah (sas) bu günlerde, bugün Ahzab Mescidinin bulunduğu yerde ayakta durup ellerini yukarıya kaldırarak müşrik kabileleri aleyhinde üçgün boyunca dua ettiler Üçüncü gün öğle ile ikindi namazı arasında duasının kabul edildiği kendisine vahyedildi Ashab bunu Rasûlullah'ın yüzünde dalgalanan sevinçten anladı Cebrail (as) "sevininiz, Allah onlara bir rüzgar saldı"diyerek Allah'ın müşrikleri kasırga ile perişan edeceğini haber vermişti Allah Rasûlü hemen iki dizi üzerine çöküp ellerini kaldırdı gözlerini yere indirdi ve "bana ve ashabıma acıdığın için sana şükranlarımı sunarım Allah'ım" dedi Sonrada haberi ashâbına o müjdeledi

Beklenen rüzgar birkaç gün sonra geldi Bu soğuk, dondurucu bir rüzgardı Tozları, toprakları müşriklerin gözlerini dolduruyordu Rüzgar, onları kendi başlarının derdine düşürmüş, çekilmek, zorunda bırakmıştır Çadırların bezlerini, derilerini yırtıyor, direklerini söküyor, sergileri kumlara gömüyor, yakılan ateşleri, aşıkları söndürüyor, develeri, atları birbirine karıştırıyor, hiç kimse kimsenin yanına gidemiyor Müşrikler ordugahlarından devamlı tekbir sesleri, silah şakırtıları duyuyorlardı Kalplerine büyük bir korku düşmüş, amansız bir paniğe kapılmışlardı Kur'an sonradan bu olayı mü'minlere şöyle hatırlatmaktadır: "Ey mü'minler Allah'ın size olan nimetini anın Hani üzerinize ordular gelmişti Biz de onların üzerine rüzgar ve görmediğiniz ordular göndermiştik Allah yaptıklarınızı görüyordu "(ef-Ahzâb 33/9)" "Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi Hiçbirşey elde edemediler Savaşta iman edenlere Allah'ın yardımı kâfi geldi Allah güçlüdür, herşeye galiptir" (el-Ahzâb; 33/25)

Gece boyunca devam eden fırtına, sabahleyin biraz sükûnet buldu Allah Rasûlü, Huzeyfe b Yeman'ı düşman ordusu hakkında bilgi alması için gönderdi Huzeyfe, düşman ordusunun perişan halini görerek geri döndü Hz Peygamber bundan son derece memnun oldu ve sonucu beklemeye başladı (İbn Hişâm, age II 231-2)

Ebû Süfyan ansızın uğradığı bu büyük felâket üzerine Kurayza kabilesinin ordudan ayrıldığı ve orduda ihtalâf çıktığı bahanesiyle kuşatmayı sona erdirerek geri çekilme emrini verdi Amr İbnû'l-âs ile Halid b Velid ikiyüz süvari ile müşriklerin geri çekilişini denetlediler Müşrikler başansızlıklarından doğan umutsuzluk ve sıkıntı içerisinde hızla ricat etmeye başladılar

Kureyş ordusu Mekkeye, Gatafan kabileleri Necid'e doğru yol alırken müslümanlar savunma hattından çıkarak düşman ordugahına vardılar Düşmanın telaş ve heyacan içinde geri çekilirken bırakmış oldukları erzak ve zahirelere ve Ebû Sufyan'ın yahudi reislerinden Hayg'a gönderdiği yirmi deveye el koydular Develer kurban edildi, hurma dolu sepetler boşaltıldı ve müslümanlara dağıtıldı Bu ganimet vasıtasıyla muhasaranın ortaya çıkardığı kıtlık ortadan kalkmıştı Rasûlullah (sas) müslümanlara hitab ederek, "Ey İslâm mücahidleri! Emin olunuz ki bu muzafferiyet sizin için ölümsüz bir başaııdır Bundan böyle Kureyş kabilesi size değil, siz Kureyş'e taarruz edeceksiniz" buyurdu Rasûlullah'da bu sözleriyle müşriklerin bütün gücünün tükendiğini, artık müslümanların zafer yollarının açıldığını da müjdelemiş oluyordu

O gün öğleye doğru Hz Peygamber, aldığı ilâhi bir emir gereği müslümanlara derhal bir ilan yaptırarak bu savaşta müşriklerle bir olup, kendilerini arkadan vuran Benu Kurayzaya karşı savaşmak üzere şu emri verdi: "Kim dinler ve itaat ediyorsa, ikindi namazını Benû Kurayza önlerinden başka yerde kılmasın" Bu emri alan müslümanlar derhal hareket ederek bu yahudi belasını da ortadan kaldırdılar, (bk Benû Kurayza Savaşı) (İbn Hişam, age II 233-34)

İA

Alıntı Yaparak Cevapla