Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (H)

Eski 11-04-2012   #10
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (H)



Hîle

Aldatacak tarz ve tedbir Sahtekarlık, düzenbazlık

Başkasını kurnazca hareket ve fiilleriyle aldatmak Alış-verişlerde hîleden maksat, bir kimseyi söz, fiil ve davranışlarıyla etkileyerek, satım akdinin onun yararına olduğunu telkin etmek ve onu piyasa fiyatının dışında bir satış bedeli ödemeye razı etmektir Hîle, ayet ve hadislerle yasaklanmıştır

Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Ey iman edenler, Allah'a ve Peygambere hâinlik etmeyin Kendiniz bilip dururken emânetlerinize de hâinlik etmeyiniz" (el-Enfâl, 8/27) Ebû Hureyre (ö 57/676)'den rivâyete göre, Hz Peygamber bir gün pazar yerinden geçerken elini bir hububât yığınının içine sokmuş, altının ıslak olduğunu görünce satıcıya sebebini sormuştur Satıcı yağan yağmurun ıslattığını bildirince, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Bu ıslaklığı herkesin görmesi için hububatın üzerine çıkarman gerekmez miydi? Hîle yapan, bizi aldatan benden değildir" (Müslim, İman, 164; Ebû Davud, Büyû', 50; Tirmizî, Büyû', 72)

Bu hadis alış-verişte hile yapmanın yasak olduğunu gösterir

Satılan malda ayıp varsa, satıcının bunu müşteriye açıklaması gerekir Ticaret örfünde, satılacak malın kıymetini ve dolayısıyla satış bedelini azaltan kusurlara "ayıp" denir (Ali Haydar, Düraru'l Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, I, 554 vd; Mecelle, mad, 338)

Hadis-i şerifte şöyle buyurulur:

"Satıcı doğru söyler ve sattığı şeyin ayıbını açıkça beyan ederse, satışı bereketli olur Yalan söyler ve sattığı malın ayıbını gizlerse, satışın bereketi yok olur" (Buhârî)

Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Ey iman edenler, birbirinizin mallarını bâtıl yollarla yemeyiniz Bu mallar, sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret yoluyla olursa bu müstesnâdır" (en-Nisâ, 4/29) "Azap olsun, ölçü de tartıda noksanlık edenlere Onlar insanlardan ölçüp aldıkları zaman tam olarak alırlar; fakat insanlara verilmek üzere ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler" (el-Mutaffifın, 83/1, 2, 3) "Ölçüyü ve tartıyı doğru yapın Biz insana ancak gücünün yeteceği kadarını yükleriz" (el-En'âm, 6/ 152)

"Ölçüyü tam yapın, eksiltenlerden olmayın, doğru terazi ile tartın İnsanların hakkını azaltmayın Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın"(eş-Şuarâ, 26/181-183)

Bu ve benzeri âyet ve hadisler müslümanın bütün iş ve muâmelelerinde doğru hareket etmesini hîle ve hud'adan uzak durmasını bildirmektedir

Allah Rasûlü özellikle ticaret yapanlara bu konuda şu tavsiyede bulunmuştur: "Bu tüccarlar topluluğu, alış-verişe boş söz ve yalan yere yemin çokça karıştığı için bunu sadakalarınızla telâfi ediniz" (Ebû Dâvud, Büyû', 1)

Hîle, ya sözle veya fiille karşı tarafı etkilemek suretiyle vuku bulur Sözlü hile; tarafların birbirini etkilemek ve akde razı etmek için, bir takım aldatıcı ve yanıltıcı sözler konuşmasıdır Amaç, ayıplı bir malı, müşteriye ayıpsız gibi satmak veya normalin üstünde bir fiyatla satışı gerçekleştirmektir Meselâ, satılan malı mevcut olmayan sıfatlarla övmek, malın kusurunu giılemek, üçüncü bir kişi aracılığı ile fiyatın yükselmesini sağlamak bunlar arasındadır (Abdülkerîm Zeydan, İslâm Hukukuna Giriş, Terc Ali Şafak, İstanbul (ty), s 521) Fiilî hile ise; taraflardan birisinin diğerini etkilemek ve alış verişe razı etmek için birtakım hîleli hareketler yapmasıdır Meselâ; kalitesi düşük bir mala, aynı cins fakat kalitesi yüksek bir malın damgasını vurmak; kalan değeri yüksek olan kömüre düşük kalitelisini karıştırmak; sütsüz ineğin memelerini bağlayarak süt biriktirmek ve alıcıya çok süt varmış gibi göstermek (Buhârî, Büyû', 64) ve böylece normal fiyatının üstünde fâhiş gabn * derecesinde bir satış bedeli ile satmak gibi hilelerdir Günlük hayatta buna benzer pek çok hile ve aldatma çeşitleri görülmektedir

İşte, İslâm bütün hîle ve aldatmaları yasaklamış, müslümanın özünün ve sözünün bir olmasını istemiştir Bütün namazların her rek'atında okunan Fâtiha suresinde "Ey-Rabbimiz, bizi dosdoğru yola ilet" (el-Fatiha, 1/6) dûasının tekrar edilmesi toplumu en doğruya, en güzele ulaştırma amacına yöneliktir

Hamdi DÖNDÜREN

HÎLE-İ ŞER'İYYE

Hîle, çözüm, çare, beceriklilik demektir Çıkış yolu anlamına gelen mahrec ve çoğulu mehâric de hîlenin eş anlamlısı olarak kullanılır Hîle-i şer'iyye; amel ve tasarrufları şekil ve dış görünüş bakımından fıkha uygun düşürmek, İslâm'da yasak olan hususları görünüşte meşrû olarak yapabilmek için bulunan yollar, çâreler, çıkış noktaları demektir Karşılaşılan güçlüğü çözmeye çalışırken başvurulan muâmeleye "muâmele-i şer'iyye", bu işlem sonucu kazanç elde edilmişse, buna da "ribh-i şer'î" denir Meşrû kâr demektir

Hîle prensibi ilk Hanefî müctehidlerince İslâm hukukunu yürüyen hayatla uyumlu hâle getirmek, zarûret yoluyla haramların mübah sayılmasını azaltmak, insanların apaçık şer'î kaideleri çiğnemesini önlemek gibi güzel amaçlar için kullanılmış ve daha çok yemin, talâk (boşanma) gibi konularda uygulanmıştır Ancak bu kaide zamanla çığırından çıkmış "kanuna karşı hile yapmak" şekline dönüşmüştür

İmam Muhammed, muâmele-i şer'iyyeye "iyne" adım vermiştir Bu yüzden iyne satışını açıklığa kavuşturmak hîle-i şer'iyyeyi anlamaya yardımcı olur Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Însanlar dinar ve dirhemlerin peşine düşer, iyne satışı yapar, hayvancılık yapar ve Allah yolunda cihadı terkederlerse, Allah onlara bir belâ indirir ve bu belâyı yeniden dinlerine dönünceye kadar da kaldırmaz" (Ebû Dâvud, Büyû', 54; Melâhim,10; Ahmed b Hanbel, II, 42)

İyne satışı, ödünç para isteyen bir kimseye bir malını veresiye bir bedelle satmak, aynı malı daha az peşin bir bedelle geri almaktır Bu konudaki bir uygulama örneğini Ebu'l-âli'ye HzÂişe'den şöyle nakleder: "Zeyd b Erkam (ö 66/689)'ın ümmü veledi olan bir kadın O'na dedi ki: Ey mü'minlerin annesi, Zeyd'e veresiye sekizyüç dirheme bir köle sattım Sonra onu ondan altıyüz dirheme peşin satın aldım Hz Aişe şöyle dedi: Ne kötü bir satım, ne kötü bir alım yaptın Zeyd'e şunu bildir ki, eğer tevbe etmezse Rasûlullah (sas) ile yaptığı cihadın sevabım kaybetmiş olur Kadın dedi ki; "Satışı bozup, altı yüze geri alsan olmaz mı?" "tabii, kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, önceden verdiği kendinindir" (el-Bakara, 2/275) (Ahmet b Hanbel, IV,180; el-Kâsâni, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 198, 199; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, Dimaşk 1984, IV, 469)

Şâfiîler dışında İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu iyne satışını geçersiz saymışlardır Çünkü bu fâize götürür Hanefîlerden Ebû Yusuf ise "iyne câizdir ve sevabı vardır Sevabının olması haramdan kaçınmayı sağladığı içindir" (Kâdîhân, II, 244, 245) demiştir İmam Muhammed ise, iyne satışını faizcilerin uydurduğunu ve bu akde kalben razı olamadığını söyler (İbnü'l-hümâm, Fethu'l-kadîr, V, 207, 208; İbn Âbidîn, age, IV, 244)

Muâmele-i Şer'iyyesiz alınacak bir kâr mutlaka haramdır Fakat muâmele-i şer'iyye suretinde İmam Ebû Yusuf'a göre riba kalkar kâr câiz olur Bu bir şer'î kurtuluş yoludur Çünkü yetimin veya vakfın malını velî veya mütevellî bir kimseye kârsız (ribhsiz) karz olarak veremez, fâiz alması ise haramdır O halde meşrû bir alım-satım akdi vasıtasiyle bunların menfaatleri sağlanmış olur Artık bu muâmeleyi gayr-i meşrû bir hiyle olarak kabul etmek doğru değildir" (Ö N Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul 1969, V, 47-48) Ö N Bilmen, diğer borçlar konusunda farklı sonuca ulaşır ve şöyle der:

"Ödünç para alanın üzerine, muâmele-i şer'iyye ile bir kâr (ribh) yüklemek sahih ise de, fakihlerin büyük çoğunluğuna göre kerâhetten uzak değildir İbnü'l-Hümâm Fethu'l Kadîr'de şöyle der: Böyle bir işlemde kerâhet yoktur Şu kadar var ki, bu tercihe şayan değildir Çünkü bundan karz-ı hasen suretiyle yapılacak bir iyilikten yüz çevirme vardır (Ö N Bilmen, age, VI, 100, 101)

Hanefilerde genel olarak muâmele-i şer'iyye faiz sayılmayarak câiz görülmüş, dolayısıyla uygulama bu şekilde olmuş, fetvalar ile hükümler bu yolda verilegelmiştir Osmanlı sultanları hâkim ve müftîlerin, Hanefi mezhebinde sahih görülen görüşlerle hüküm ve fetvâ vermelerini emretmiştir (Ali Haydar, Dürarü'l-Hükkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, IV, 696-700, İstanbul 1330) Bunun bir sonucu olarak Belh fakîhleri; "Zamanımızda iyne usulüne göre yapıları alış-veriş, çarşılarımızda yapılmakta olan alışverişlerden hayırlıdır" demişlerdir

Ancak hîle-i şer'iyye açıkça veya gizlice fâizli işleme yol açmamalıdır Mecelle'de de yer aldığı gibi "akitlerde itibar lafza değil mânâyadır" Diğer yandan, alacaklıya menfaat sağlayan borç akdinin, bütün mezheplerce fâiz sayılarak yasaklandığı görülür (Abdurrahman b Süleyman (Damad) Mecmau'l Enhur, İstanbul 1301, II, 303) Bu yüzden yapılan akit gerçekçi olmalı, yapmacık olmamalıdır Amellerin niyetlere göre olduğu âyet ve mütevatir hadîslerle sâbittir Bu hüküm amellerin âhiretteki durumu ile ilgili görülse bile, akitlerde tarafların gerçek niyet, maksat ve iradelerini araştırmaya bir engel yoktur Meselâ, bir kimse ödünç olarak 1000 gram altın verip, yıl sonunda 1300 gram olarak geri alsa, bu işlem, bir İslâm ülkesinde fâiz sayılacaktır Bunun yerine evini 1000 gr altın karşılığında satıp, bir yıl sonra 1300 gr altına geri alsa, bu bir alım satım muamelesi olur 300 gr fazlalık kârdır Ancak alım-satım faizi gizlemek için yapılmışsa o zaman muvazaalı bir akit sözkonusu olur Böyle bir durumda Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre dışa karşı açıkça yapılan satım akdi geçerli sayılır Meselâ; evi alan, artık bir yıl sonra tekrar geri satmaya zorlanamaz İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise tarafların gerçek iradesi araştırılır Gerçek irade satım akdi ise ona göre, fâiz alıp-vermek ise, buna göre işlem yapılır (el-Mavsılî, el-İhtiyar Li Ta'lîli'l-muhtâr, II, 21; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, I, 171) Kanun boşluklarından yararlanarak, kanuna karşı hîle yapmak isteyenler her devirde olmuştur Hükümlerin amaçlarından ve özünden uzaklaşmamak için akitlerde gerçek iradeyi araştırmak veya Ebû Hanîfe'nin dediği gibi dış görünüşe (âhire) göre hükmetmek gerekir Bu taktirde hîle-i şer'iyyelerin önüne geçilebilir veya bu konuda tarafların muvâzaalı akit değil de gerçek akitler yapması sağlanabilir

Bize kadar ulaşan hîle ve mehâric kitapları daha çok Hanefi ve Şâfiîlere aittir

İmam Muhammed (ö189/805)'in el-Hiyel ve'l Mehâric'ini el Hâkim eş-Şehîd özetlemiş, İmam Serahsî de bunu şerhetmiştir el-Hiyel'in iki ayn rivâyeti Sahabe tarafından " el Mehâric fi-Hiyel" adıyle neşredilmiştir (Leipzig, 1930)

el-Hassâf, Alî b Muhammed en-Nehaî ve Sad b A es-Semerkandî gibi fakihlerin de müstakil "el Hiyel" kitapları vardır Diğer bir takım fıkıh ve fetvâ kitaplarında da hiyel için fasıllar açılmıştır

Şâfiîlerden Gazâlî ve İbn Ziyad gibi âlimler hiyele cephe almışlarsa da, İbn Hacer, Fetâvâ'sında bunlara karşı çıkmış ve uygulamayı hiyelin lehine çevirmiştir

Hîle-i şer'iyye usûlüne en büyük tepki Hanbelîlerden İbn Teymiyye (ö728/1327) ile öğrencisi İbnü'l-Kayyim (ö 751/1350)'den gelmiştir İbn Teymiye'nin " Kıyamu'd Delîl alâ Butlânu't-Tahlîl", İbn Kayyim'in " Î'lâmü'l-muvakkıîn ve İgâsetü'l-Lehfân" isimli eserlerinde bu konu geniş olarak tartışılmış, "gaye ve çâre mübah ise hîle mübah, değilse hîle haramdır" sonucuna varılmıştır (İbn Teymiyye Mecmau'l-Fetâvâ, XXIX, 446; İbn Kayyim, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Mısır 1955, III,107-417, İgâsetü'l-Lehfân, Mısır 1310, s 183-285; A Emîn, Duha'l-İslâm, II, 190 vd)

Hamdi DÖNDÜREN

HİLEKÂR, HÎLEKÂRLIK

Hîleci, hîle yapan, düzenbaz, oyuncu Hîlekârlık, ayin kökten Arapça, Farsça bileşik isimdir Bir işi, muhatabını yanıltarak yapmaya sevk eden kimseye "hîlekâr" denir Hîle ahlâka aykırı bir davranış olup, bütün semavî dinlerde yasaklanmıştır

Kur'ân-ı Kerîm'de Hz Şuayb (as)'ın kavmini hîleye karşı uyarışı şöyle ifade edilir:

"Ey kavmim, Allâh'a kulluk edin, sizin için ondan başka ilâh yoktur Ölçü ve tartıyı eksik tutmayın Ben sizi bolluk ve bereket içinde görüyorum Sizin için çepeçevre kuşatacak bir günün azabından korkarım" (Hud, 11 /84)

Hz Şu'ayb (as) puta tapan Medyen halkını yalnız Allah'ın hakimiyetini tanıyan tevhîd dinine çalıştır Onlar ölçüleriyle, tartılarıyla ve silik, ke**** vezni eksik paralarıyla devamlı halkı aldatırlardı Zeyd b Eslem (ö 136/753)'den rivâyete göre, bunlar dirhemlerin (gümüş para), dinarların (altın para) etrafını keserek bunları piyasaya sayı ile sürerler, halktan alırken de bu paraları tartı ile kabul ederlerdi,Şuayb (as), onları bu hîle ve hud'alarından vazgeçirmeye çalışmış, söz dinlememeleri sonucu helâk olmuşlardır Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle haber verilir: "Azab emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla birlikte iman edenleri rahmetimizle kurtardık Zulümleri ise, korkunç bir çığlık yakaladı Böylece yurtlarında dizüstü yığılıp kaldılar" (Hud, I1/94)

Medyen halkının bu felâketle karılaşmasında iki sebep geçerli olmuştur 1) Puta tapıcı olmaları, 2) Alış-verişte hilekârlık yapmaları (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VII, 293-298) (Daha geniş bilgi için bk Hile)

Hamdi DÖNDÜREN

HİLFU'L-FUDÛL

Zulme karşı İslâm öncesi Arapların yaptığı Hz Peygamber'in de katıldığı antlaşma

Bütün cahili toplumlar gibi İslam öncesi Arap toplumu da kuvvet sahibi zorbaların hâkim olduğu, zulüm ve haksızlığın kol gezdiği bir toplumdu Fil olayının yirminci yılında Ficâr savaşı olarak adlandırılan kanlı kabile kavgalarından sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve koruyucusuz kimsenin mal, can ve namus güvenliği kalmamıştı İşler çığırından çıkmıştı Yabancı tacirlerin malları alınır, parası ödenmezdi Hac için gelenlerin hoşa giden kadın ve kızları zorla ellerinden alınır, kimsenin feryadına kulak asılmazdı

Böyle bir ortamda Yemen Zebid kabilesinden bir adam Mekke'ye satmak için bir deve yük mal getirmişti Mekke'nin ileri gelenlerinden As b Vail, Zebidî'nin mallarını almış fakat parasını ödememişti Zavallı Zebidî parasını almak için Mekke'nin güçlü ailelerine başvurdu ise de bir sonuç alamadı Başvurduğu kimseler yardım etmek bir yana, aşağılayarak kovmuşlardı adamı

Uğradığı zulümden bağrı yanan Zebidî, bir sabah Ebu Kubeys dağına çıkarak Kâbe çevresinde toplanan Mekke halkına, "ey Fihr halkı" hitabıyla uğradığı zulmü şiir biçiminde haykırdı Bunun üzerine Hz Peygamber'in amcası Zübeyr bir daha böyle olayların tekrarlanmasını engellemek düşüncesiyle girişimlerde bulundu Kendisine katılan Hâşim, Muttalib, Zühre, Esed, Hâris ve Teymoğullarının ileri gelenleri ile birlikte Mekke'nin zengin ve saygı değer adamlarından Abdullah b Cud'an'ın evinde toplandılar Uzun görüşmelerden sonra Mekke'de hiçbir yabancı ve yerli kimsenin zulme uğramasına meydan verilmemesi, hakları alınıncaya kadar mazlumların yanında hareket edilmesi yolunda karar aldılar

Yakubî'ye göre antlaşma şu şekilde gerçekleştirildi: Abdulmuttalib'in kızı Atike veya Beyda ortaya hazırladığı bir çanak koku koydu Oradakiler birer birer ayağa kalkıp elini çanaktaki kokuya batırarak, "Vallahi, bundan böyle Mekke'de yerli olsun, yabancı olsun, zulme uğramış hiç bir kimse bırakmayacağız Zulme meydan vermeyeceğiz Mazlumlar zalimlerden haklarını alıncaya kadar mazlumlarla birlikte hareket edeceğiz Denizlerin bir kıl parçasını ıslatacak suları kalmayıncaya, Hira ve Sebir dağları yerlerinden silinip gidinceye, Kâbe'ye istilam ibadeti ortadan kalkıncaya kadar bu ahdimizde sebat edeceğiz" diye and içtiler

Bu antlaşma, daha önceki zamanlarda aynı amaçla Cürhüm ve Katura kabilesinde Fadl ve Hidayl adlı bir kaç kişinin yaptıkları andlaşmaya çok benzediği için onların adına izafe edilerek "Fadl'ların andlaşması" anlamındaki "Hıtfu'l-Fudûl" olarak adlandırılmıştır Fudûl kelimesi "fazlalık şey" anlamına da gelmektedir Bu antlaşmayı yapanlar zulmedenlere fazladan zulmen alınan mallarını geri vermek üzere yemin ettikleri için bu isimle anılmıştır da denilir

Andlaşmaya katılanlar ilk iş olarak As b Vail'in kapısı önüne dikilmiş ve ondan Zebidî'nin hakkını almışlardır Daha sonra da benzeri olaylarda zulmün ortadan kaldırılması yolunda başarılı girişimleri olmuştur Bunlara örnek olarak anılan iki olay şöyledir:

Has'am kabilesinden birisi kızı ile birlikte Hac için Mekke'ye gelir Mekke'nin güçlü kişilerinden Nübeyh b Haccac çok beğendiği kızı babasının elinden zorla alarak evine kapatır Kızını kurtarmak için çırpınıp duran adama Hılfu'l-Fudûl'a başvurması tavsiye edilir Adamın başvurusu üzerine hemen Nubeyh'in evi kuşatılır ve çaresiz kalan zalim, kızı babasına teslim eder

Sumale kabilesinden bir tacir mallarını bir kısmını Mekke reislerinden Ubey b Halef'e satar Ancak Ubey üzerinde anlaştıkları bedeli tacire ödemez Hılfu'l-Fudûl'a başvuran adama, "şimdi sen hemen Ubey'e git ve ona Fudulî'lerden geldiğini, ödemeyi derhal yapmazsa biıim gelişimizi beklemesini söyle" derler Bu haber Ubey'e ulaşınca vakit geçirmeden adamın parasını öder

"Fadl'lar Andlaşması"na, o zaman yirmi yaşlarında olan Rasul-i Ekrem (sas) de katılmıştır Ahmed b Hanbel'in rivayetine göre Hazret-i Peygamber bu antlaşma hakkında şöyle demiştir: "Âbdullah b Cud'an'ın evinde yapılan And'da ben de bulundum Bence o and kırmızı tüylü bir deve sürüsüne malik olmaktan daha sevgilidir O zaman Haşim, Zühre ve Teym Oğulları, deniz bir kıl parçasını ıslatacak kadar suya malik oldukça mazlumlarla birlikte bulunacaklarına and içmişlerdi Ben ona İslâm devrinde bile çağrılsam icabet ederdim"(Ahmed b Hanbel, I,190, 193)

Andlaşmaya katılanlar sonradan aralarına başka kimseleri alamadıkları için onların ölümüyle "hılfu'l-fudûl" son bulmuştur Fakat fiilen devam etmese de yıllarca sonra bile hılfu'l-Fudûl'dan söz etmek zalimleri korkutmaya yetmiştir Nitekim Muaviye'nin yönetimi döneminde Medine valisi Velid b Utbe, bir meseleden dolayı kendisine zulmetmeye kalkışınca Hazreti Hüseyin, "vallahi, ya adalete riayet eder hakkımı verirsin, yahut kılıcımı sıyırarak Rasûlullah'ın Mescidi'nin kapısına dikilir halkı Hılfu'l-Fudûl'a davet ederim" diyerek onu tehdit etmiştir Bunu duyan Abdullah b Zübeyr, "Vallahi, eğer Hüseyin böyle bir davette bulunacak olursa, ben de kılıcımı çeker, ona adalet üzerine hakkı verilinceye kadar onunla birlikte ayaklanırım, yahut hep ölürüz" demiş, buna daha başkaları da katılınca Velid çaresiz Hazreti Hüseyin'e hakkını teslim etmiştir

Ahmed ÖZALP

HİLL

Haremin dışında kalan saha, mübah, hedef, ikâmet eden gibi anlamlara gelir Bir fıkıh terimi olarak hill; hac veya umre için ihrama girme yerleri olan mikatlarla, Kâbe'nin harem bölgesi arasında kalan bölgeyi ifade eder Bu yörede oturan halka "ehlü'hıll", hâc veya umre için, mikatlerin dışında kalan belde veya ülkelerden hicaza gelenlere ise "âfâkî" denir

Mekke'de oturanların hac için ihrama girme yeri, bulundukları yerdir Hz Peygamber Mekkelilerin bulundukları yerden ihrama girebileceklerini bildirmiştir (Buhârî, Hac, 9,11; Müslim, Hac,1 l, Ebû Dâvud, Menâ**** 23) Evi Mekke'nin dışında, ancak harem bölgesinde bulunanların durumu da böyledir Ancak bunların Mescid-i Haram'dan ihrama girmeleri mendub'tur

Mekkelilerin Umre için mikatı ise, hıll bölgesinin bir adım bile olsa hareme en yakın yeridir Yolculuğun gerçekleşmesi için bu gereklidir Çünkü haccın edası, hıll'da bulunan Arafat'tadır İhramı ise harem'den olur Umre'nin edası harem bölgesinde cereyan eder İhramı da hıll bölgesinde olur ki, böylece ihramda hıll ve harem birleşmiş bulunur Çünkü bu, her ihramda bir şarttır Aksi halde yeniden geri dönüp ihram eksikliği giderilmedikçe bir kurban cezası gerekir

Umre'de ihrama girmek için, yerlilere en faziletli hıll noktası,

"Ten'îm" denilen yerdir Çünkü Hz Peygamber (sas), Abdurrahman b Ebî Bekr'e emir vererek, Hz Âişe'ye Ten'îm'den ihrama girerek Umre yaptırmıştır (Buhârî, Cihâd,125, Umre, 6; Müslim, Hac, 135; Tirmizî, Hac, 91) Hıll'ın, Mekke'ye en yakın yeri Ten îm, sonra, Cirâne, sonra Hudeybiye'dir

Evleri, beş mıkatla, (bk Hac mad) harem bölgesi arasında bulunan ve "ehlü'l-hıll" denilen kimseler ise Hac veya Umre için, oldukları yerden veya hill'ın herhangi bir yerinden ihrama girebilirler Âyette; "hac ve Umre yi Allah için tamamlayınız" (el-Bakara, 2/196) buyurulur Hz Ali (ö 40/660) ve Abdullah b Mes'ûd (ö 32/632) bu âyeti, "ihrama ailesinin bulunduğu yerden girerek tamamlayınız" şeklinde tefsir etmişlerdir

Sonuç olarak, mîkatlerden içerde oturanların hac veya umre için ihrama girme yerleri "hıll" bölgesidir Hanefilere göre, bu kimselerin, bir ihtiyaç sebebiyle, ihramsız olarak Mekke'ye girmeleri câizdir (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Senâyi', 1 baskı, Beyrut 1328/1910, II, 163, 167; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Kahire, ty, II, 131-134; el-Meydânî, el-Lübâb, Kahire, ty, I, 178 vd; eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, I, 202-204)

İA

HİLM (Hilim)

Yumuşak huyluluk, yumuşak karakterlilik, sakin tabiatlılık, nefsi hakim olma hali

Nefsi ve tab'ı, gazabın heyecanından alıkoymak

Nefsini kızgınlığın heyecanından koruyan, hilm sahibi olan kimseye "halîm" denir Halîm, Kur'an-ı Kerîm'de çeşitli âyetlerde Allah Teala'nın sıfatı olarak geçer Çok sabırlı, isyanlarına rağmen isyan eden kişilere cezâ vermekte aceleci olmayan, gazabın kendisini kızdırmadığı, bir dalâlete düşenin düşüncesizliğinin, bir asînin isyan etmesinin kendisini öfkelendirmediği, af ve teennî sahibi kimse gibi anlamlara gelir Halîm aym zamanda, güçlü kuvvetli olduğu halde affeden, ceza vermekte acele etmeyen, teennî gösteren kimsedir Cezâlandırmaktan âciz olarak affeden kimse ise, hilm sahibi olamaz Bu gibilere halîm denilmez

Hilm "bulûğ çağı" manâsına gelmekte olan "hulüm" ile aynı köktendir Çünkü ancak bu çağa ve yaşa erişen kimse, hilm vasfım taşıyabilir Çocukluk çağlarında iken bu vasfın dile getirilip zikredilmesi mümkün değildir Zira, yukarıda ifade edildiği gibi hilm, güçlü olmayı gerektirmektedir

Hilm Kur'ân-ı Kerîm'de zikredildiği ayetlerin birinde şöyle geçer: "Doğrusu, zevâl bulmasın diye, gökleri ve yeri tutan Allah'tır Eğer onlar zevâle uğrarsa, O'ndan başka andolsun ki onları kimse tutamaz; muhakkak ki O Halîm'dir, Gafûr'dur" (el-Fâtır, 35/41) Surede bu âyetten önce geçen iki âyet ile, bundan sonra gelen âyette, inkâr edenlerin davranışları anlatılmaktadır Kullarını kendisine karşı isyan içinde gördüğü halde, O, halîm sıfatıyla onlara muamele ediyor, sabır gösteriyor, suçtan vazgeçme imkânı veriyor Arkasından, bu inkârdan dönenleri bir mağfiretin beklediğini ilân ediyor İşte bundan dolayı, "Halîmdir, Gafûr'dur" buyurmuştur

Hilm; Kur'an-ı Kerîm'de mühlet verme, yumuşak davranma anlamlarına gelmek üzere de kullanılmıştır (el-İsra, 17/43-45)

Allahu Teâla'nın hilm sıfatı Kur'ân-ı Kerîm'de aşağıda zikredilen şu hadise ve davranışlardan sonra geçmektedir Ağız alışanlığı ile yapılan yeminler (el-Bakara, 2/225); Kocası ölen kadınlara, iddet müddetleri bitmeden önce yapılan evlenme teklifleri (el-Bakara, 2/235); Verilen sadakaları minnet ederek boşa çıkarmak, sevâbını yok etmek (el-Bakara, 2/263); Allah Teala'nın emirlerini güç yettiğince yerine getirmek, cimrilikten sakındırmak, Allah yolunda harcayıp sarfetmek (et-Teğâbün, 64/17); Mü'minlerden cihad etmekten ve savaştan geri dönenler (Âlu İmrân, 3/155); Bildirilen mîras paylarına riâyet etmek (en-Nisâ, 4/12), Rasûlullah (sas)'in eşlerinin kendisine karşı davranışları (el-Ahzâb, 33/51), dînî hükümlerde zorluğa götürecek lüzumsuz soruların Hazreti Peygamber (sas)'e tevcih edilmesi (el-Mâide, 5/101) vb Maddeler halinde zikrettiğimiz bu âyetlerde geçen hilm cezalandırmakta aceleci olmamak, affetmek ve müsamahakârlık etmek anlamındadır

Tolerans diye de ifade edilen müsamahakârlığı (hilm'a) dînî esaslardan fedakârlık etme şeklinde anlamak ve yorumlamak doğru değildir Zira buna kimsenin yetkisi yoktur Dîn, Allah'ın dîni; o esasın uygulanmasını isteyen de Allah'tır Yapılan bir kötülük veya ayıp, şayet toplumu ilgilendiriyorsa, onu hoş görmeye ve affetmeye çalışma, o hususta halîm-selîm davranma hakkı kimseye verilmemiştir Hazreti Aişe (ra) Peygamber efendimiz'in hilm anlayışını ve müsamahasını anlatırken şahsî hiç bir meselesinden, uğradığı zararlardan dolayı kimseyi incitmediğini, hiç bir kimseden intikam almaya kalkmadığını belirttikten sonra der ki: "Allah'a ait bir hak ayaklar altında çiğnenirse, onu hiç affetmez, hemen o kimseden Allah adına intikam alırdı" (Müslim, Fedâil, 79)

Hilm sahibi ve hoşgörülü olmak, büyük gönüllerin işidir Kendinden emîn, yaptığının doğruluğundan şüphe etmeyen ve ilâhî hikmet gereği, insanoğlunun çeşitli hazımsızlık ve zaaflarla malûl olduğunu bilen asîl ve güçlü insanlar halîm ve müsamahakâr olabilirler Yüce Peygamberimiz, olgunluğun yüce doruğunda bulunduğu için şahsına karşı yapılan kalabalıkları hilmle ve tebessümle karşılamıştır

İslâm Tarihi'nde Hz Osman'ın (ra) sıfatının "halîm" olduğu bilinmektedir

Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU

HİLYE-İ SAADET

Hilye; cevher, süs, sûret, görünüş ve güzel sıfatlar

İslâmî ıstılahta hilye; Rasûlullah'ın yüce sıfatlarını anlatan manzûm veya nesir halindeki yazılara Hilye-i Saadet veya Hilye-i Şerif denilir

Hilye-i Saadet, çok kere nesihle yazılmıştır Başta besmele yazılır, besmelenin sağından başlanarak Râşid halife (Hz Ebû Bekir, Hz Ömer, Hz Osman, Hz Ali) isimleri sülüsle yazılırdı Bu kısıma göbek tabir olunur Biraz daha aşağıda yine sûlüsle "Ve mâ ersalnâke illâ rahmeten li'lâlemîn" âyet-i kerîmesi yine sûlüsle yazılır ve bu âyetin altına da hilye-i saadetin geri kalan kısmı yazıldıktan sonra yazan şahsın adı kaydedilirdi Bu kısma da etek tâbir edilir Bu etek kısmının sağına ve soluna Efendimiz (sas) torunları olan Hz Hasan ve Hz Hüseyin (ra)'in adları yazılır

Müslümanlar, Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sas)'in her haline ve şekline son derece önem verdikleri için, usta san'atkârlar çok sayıda hilyeler yazmışlardır Bugün bile gayet san'atkârane yazılmış ve yapılmış Hilyelere, müzelerde veya şahısların meydana getirdikleri özel kolleksiyonlarında rastlamak mümkündür

Yahya ALKIN

HİRÂ MAĞARASI

Peygamber Efendimize ilk vahyin nâzil olduğu mağara

Hirâ aslında, Mekke'nin üç mil kuzeydoğusunda bir dağın adı olup bu dağdaki bir mağarada Peygamber efendimize ilk vahyin gelmesiyle İslam tarihinde meşhur olmuştur İlk vahyin geldiği mekân oluşu sebebiyle bu dağa "Cebelü'n-nûr (Nur Dağı)" adı da verilir

Peygamber efendimiz, risâlet görevinin kendisine verilmesinden önce, özellikle 35 yaşından sonra Mekke'nin şirk, ahlâksızlık, haksızlık ve zulümle dolu havasından sıyrılarak sık, sık Hirâ Dağı'ndaki bu mağaraya gidip uzlete çekiliyor, Hirâ Mağarası'nda kendisini Allah'a vererek O'nun varlığını, birliğini, kudret ve azametini; insanların aczini ve Allah'a olan ihtiyaçlarını, ama buna karşılık onların isyanını, ahlâksızlık ve sapıklıklarını tefekkür ederek Cenâb-ı Hakk'a ubûdiyette bulunuyordu İşte bu şekilde Hak Teâlâ'ya kullukta bulunduğu anlardan birisinde kırk yaşında iken bu mağarada O'na ilk vahiy indirildi ve peygamberlik verildi

Rasûlü Ekrem, peygamberliğinden sonra da bazan Hirâ Dağı'na gitmiştir Meselâ bir defasında ashâbından bir grupla Hirâ'nın zirvesine çıkmış, bu sırada dağ sarsılıp sallanmaya başlamıştı Bunun üzerine Peygamber efendimiz; "Sâkin ol, ey Hirâ! Şu anda senin üzerinde bulunanlar ya bir peygamber, ya bir sıddîk, ya bir şehittir" buyurmuştu (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 50)

Hirâ Dağı'nda susuzluk sebebiyle hemen hemen hiç nebat ve ağaç mevcut değildir Sadece çok az miktarda dikenli çalılar görülür Hirâ Mağarası bugün dahi mevcûdiyetini korumakta olup hacca ve umreye gidenlerin ziyaret ettiği bir yerdir

Ahmet ÖNKAL

Alıntı Yaparak Cevapla