Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (A)

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (A)



ÂCİR

Kiraya veren, kira akdinde kiralananın sahibi, iş akdinde işçi anlamına gelen bir terimdir Âcir, kira veya iş akdinde akdi yapan tarafı ifâde eder İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre icâre* akdinin rükünleri; icap,* kabul*, akdin tarafları ve akdin konusu yani menfaat ve ücret olmak üzere dört tanedir Hanefilere* göre ise, yalnız icap ve kabul rükün olup, diğerleri akdi * tamamlayan şartlardır Akdi yapanlar âcir (mûcir) ile müstecir (kiracı) dan ibarettir Akdi yapan tek kişi olabileceği gibi bir topluluk da olabilir Mesela, bir köy halkı bir öğretmen veya bir imam yahut bir müezzin tutsa, bunlar hizmet yapınca ücretlerini köy halkından isterler

Kira akdinin meydana gelmesi için akdi yapanların akıllı* olması gerekir Bu yüzden akıl hastasının veya temyiz kudretine sahip olmayan küçüğün yapacağı kira akdi geçerli olmaz Hanefîlere göre, velisi izinli olan mümeyyiz* küçüğün, aldanma (gabn*) olmayan bir ücret karşılığında yapacağı kira akdi geçerlidir Şâfiîler* ise böyle bir kira akdini mutlak olarak geçersiz sayarlar Ancak böyle bir akit yapılmışsa kiraya veren kira bedeline hak kazanır Eğer mümeyyiz küçük, kiraya vermeye izinli değilse, akit velisinin icâzetine* kadar askıda kalır Çocuğun şahsı veya malı üzerinde velî olan kimsenin yapacağı kira akdi geçerlidir Çocuk, kira süresi bitmeden önce büluğ* çağına girerse, akit, süre sonuna kadar devam eder Ancak velîsi, çocuk üzerinde iş akdi yapmışsa, bu akit büluğ ile sona erer

İcâre akdi taraflarının -eğer erkekse- mürted* olmaması gerekir Çünkü mürtedin mâlî tasarrufları askıdadır İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed'e göre ise mürtedin tasarrufları geçerlidir, (el-Kâsânî, Bedâyetu's-Sanâyi, IV, 176-179; el-Fetâvâ-i Hindiyye,IV, 410-411; el-Mevsûatü'l-Fıkhıyye, Kuveyt 1980, I, 258, 259; Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, s 331-332; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 400 vd; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s 128-129 Geniş bilgi için bk İcâre)

Acz

Bir nesneye gücü yetmemek, kudreti olmama durumu, güçsüzlük, kifâyetsizlik Bu sıfatları üzerinde bulunduran kimseye de âciz denir Acz, kudretin zıddıdır Bir şeyi yapmaya gücü yetmeyen kimse ondan âcizdir

İslâm'da mükellefiyet (yükümlülük)'ler kudrete bağlıdır Bir şeyi yapmaktan âciz olan onunla mükellef* değildir Allah hiç kimseyi gücünün yetmeyeceği bir şeyle yükümlü tutmaz Allah kullarının âciz kaldığı konularda onlar için bazı kolaylıklar getirmiştir Meselâ su bulamayan ya da kullanmaktan âciz olan kimse teyemmüm eder Namazda ayakta durmaktan âciz olan kimse namazını oturarak kılar, oturmaktan da âciz ise işâretle kılar Ramazan orucunu tutamayacak kadar hasta ve âciz olan kimse yer, sonra iyileşince kaza eder Hacca gitmeye kudreti olmayana hac farz değildir

Acz, ehliyet* ârızalarındandır Bir işi yapmak için insanın ona ehil olması gerekir Buna edâ ehliyeti diyoruz ki iki kısma ayrılır:

1- Ehliyet-i Kâsıra: Kudreti noksan olanların ehliyetidir Çocukların ve delilerin akılları eksik olduğundan kudretleri de noksandır Bu gibi kimselerin fiilleri namaz ve oruç gibi Allah hukuku ile ilgili ise edâsı sahîh ve muteber olur, kul hakkıyla ilgili ise yapılan işin cinsine göre üç durum söz konusudur:

a- Hibe ve sadaka kabul etmek gibi kendileri için faydalı olan şeyler geçerlidir

b- Borç vermek ve bağışta bulunmak gibi, kendileri için zararlı olan hususlar sahih değildir, geçersizdir

c- Alışveriş gibi olan şeyler ise velisinin iznine bağlıdır

2- Ehliyet-i Kâmile: Aklı tam olanların ehliyetidir Ergenlik çağına gelmiş ve aklı yerinde olan kimselerin ehliyeti gibi (Ömer Nasuhi Bilmen Hukuki İslâmiye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, I, 228)
âd Kavmi

Kur'ân'da adı geçen eski bir Arap kavmi

Hz Âdem* (as) ile başlayan tevhîd mücadelesinin mâhiyeti, Kur'an-ı Kerim'de kıssalar yoluyla insanlara tebliğ edilmiştir Esasen kıssaların nakledilmesinin sebeblerinden birisi de onlardan ibret alınmasıdır Meydana gelen olayların sebeblerini iyi tesbit etmek ve aynı hataları tekrarlamamak esastır Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Andolsun onların kıssalarını açıklamada selîm akıl sahipleri için birer ibret vardır Bu (Kur'an) uydurulacak bir söz değildir Ancak kendinden evvel indirilen kitap'ların tasdîki, (Dine ait) her şeyin tafsilidir" (Yusuf, 12/111) hükmü beyan buyurulmuştur Dikkat edilirse selîm akıl sahiplerinin ibret alması ön plândadır

Âd kavminin yaşadığı beldenin ismi Ahkâf'tır Müfessirler Yemen ile Umman arasındaki geniş bir beldenin, bu isimle anıldığını kaydederler

Kur'an-ı Kerim'de: "Âd (kavmi)ne gelince: Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve "Kuvvetçe bizden daha güçlü kimmiş!" dediler Onlar kendilerini yaratan Allah'ı -ki o, bunlardan pek kuvvetlidir- hiç düşünmediler mi? Onlar bizim mu'cizelerimizi bilerek inkâr ediyorlardı" (el-Fussilet, 41/15) hükmü beyan buyurulmuştur Fizikî yapıları hakkında değişik rivâyetler vardır Fakat gerek boy, gerek fizikî güç olarak, gayet kuvvetli oldukları bilinmektedir Hz Âdem (as)'in boyunun altmış zira (arşın) olduğu, Buhârî'de kaydedilen haberlerle sabittir Kendisinden sonra gelen nesillerin giderek kısaldığını iddia edenler, Âd kavminin boyunun altmış ziradan aşağı olduğunu ifade etmişlerdir Bazı müfessirler ise, Âd kavminin, boy itibariyle Hz Âdem'den de büyük olduğu üzerinde durmuşlardır (Kurtubî, XX, 48; Buharî, Enbiyâ, I; İbn Hanbel, II, 3 1 5-325)

Hz Hûd döneminde Âd kavminin lideri Şeddâd'tır Temel hedefi, yeryüzündeki bütün insanları kendisine boyun eğdirmektir Heykeller çevresinde geliştirdiği siyâsî yorumlarla, zorbalığı ve kan dökmeyi meşrû gösterme gayretinde olmuştur (eş-Şuarâ, 26/130; Hûd, 11/59) Bu lider Hz Hûd (as)'un tebliğine muhatap olmuştur Fakat gerek kendisi, gerek kavmi, vahye karşı, heykellerine (putlarına) ön planda yer veren mevcut siyâsî yapıyı savunmuştur Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "İşte Âd kavmi! Onlar Allah'ın âyetlerini bilerek inkâr ettiler Peygamberlerine isyan ettiler Böylece başları (liderleri) olan her zorbanın emrine uyup gittiler Onlar bu dünyada da, kıyâmet gününde de lânet cezasına tâbi tutuldular" (Hûd, 11/59-60) hükmü beyan buyurulmuştur

İnsanlara kuvvetle ve silâhla gâlip gelen zorbalara boyun eğmek bir zillettir Nitekim Âd kavmi heykel'lere izâfe edilen siyâsî teorilere ve zorbalara boyun eğdiği için, lânetlenmiştir Esasen İslâm'ın dışındaki bütün sistemler temelde zulme* ve zorbalığa dayanırlar

Âd kavmi, gerek siyâsî, gerek ekonomik açıdan büyük bir güçtü! "Bağ-ı İrem" diye anılan; muhteşem sarayların süslediği büyük bir şehir, dillere destan olmuştu! Kur'an-ı Kerim'de: "Ey Muhammed, Rabbinin, ülkelerde benzeri yaratılmayan, sütunlara (büyük saraylara) sahip İrem şehrinde yaşayan Âd kavmine ne yaptığını görmedin mi?" (el-Fecr, 89/6-8) denilmek suretiyle, bu mahiyet meydana konulmuştur Fakat heykellere (putlara) tapan Âd kavmi, zorbalıkta ve zulümde de şöhret sahibiydi! Yeryüzünde kendilerinden daha güçlü hiçbir şeyin bulunmadığına inanmışlardı Kendi içlerinden Hz Hûd* (as)'a peygamberlik görevi verildiğinde, büyük bir mücadele başladı Akılları ve bilimsel teorileri, zorbaların safında yer almak gerektiğini esas alıyordu Şimdi bu mücadeleyi Kur'an-ı Kerim'i esas alarak özetleyelim: "Hani kardeşleri Hûd onlara: "Allah'dan korkmaz mısınız?" demişti "Şüphesiz ben size gönderilmiş, emin bir peygamberim Artık Allah'tan korkun ve bana itaat* edin Sizden buna karşılık hiçbir ücret istemiyorum Benim mükâfatım âlemlerin Rabbinden başkasına aid değildir Siz her yüksek yerde bir âlâmet (saray, kule) bina edip, eğlenir misiniz? Tutup yakaladığınız vakit,zorbalar gibi yakalar mısınız? Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin Size bilip durduğunuz şeylerden (nimetlerde) yardım eden, size davarlar, oğullar, bağlar, ırmaklar ihsan eden Allah'tan sakının Ben cidden üstünüze gelecek büyük bir günün azâbından korkuyorum" (eş-Şuarâ, 26/124-135)

Bu tebliğ karşısında Âd kavminin ileri gelenleri, ulusal çıkarlarını bahane ederek, iftira kampanyasını başlatırlar

"(Âd) kavminin ileri gelenlerinden kâfir bir cemâat de: "Biz seni muhakkak bir beyinsizlik içinde görüyoruz Seni muhakkak yalancılardan sayıyoruz" dedi (Bunun üzerine Hûd) "Ey kavmim" dedi Bende hiç beyinsizlik yoktur Fakat ben âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim Size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum Ben sizin emin bir hayırhahınızım Size o korkunç âkıbeti haber vermek için içinizden bir kimse (vasıtasıyla) Rabbinizden size bir ihtar gelmesi tuhafınıza mı gitti? Düşünün ki o, sizi Nûh kavminden sonra hükümdarlar yaptı, size yaratılışta onlardan ziyâde boy-pos (ve kuvvet) verdi O halde Allah'ın nimetlerini unutmayıp hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz" (el-A'raf, 7/66-69)

Şeddâd'ın çevresinde yer alan politik güçler, Hûd (as)'un tebliğine engel olabilmek için, değişik yöntemlere başvuruyorlardı:

"Dediler ki: "Sen bize yalnız Allah'a kulluk* etmemiz, atalarımızın ibâdet etmekte olduklarını bırakmamız için mi geldin? O halde sıddıklardan (doğru sözlülerden) isen bizi tehdit etmekte olduğun şeyi (azâbı) getir bize!" (el-A'raf, 7/70)

" Bize, bizi ilâhlarımızdan (heykellerimizden, putlarımızdan) alıkoymak için mi geldin? Doğru sözlülerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" (el-Ahkâf, 46/22)

"Dediler ki: "Ey Hûd! Sen bize açık bir mûcize* getirmedin Biz de senin sözünle tanrılarımızı (heykellerimizi, putlarımızı) bırakmayız Senin söylediklerine inanıcılar da değiliz Biz: "Tanrılarımızdan bazıları seni fenâ çarpmış " (demekten) başka bir şey söylemeyiz" (Hûd, 11/53-54)

Hûd (as)'un tebliği* karşısında iyiden iyiye hırçınlaşan Âd kavmi, heykellerinin kendilerini koruyacaklarından oldukça emin görünüyordu Hâkimiyetin kayıtsız-şartsız kendilerine ait olduğu iddiasına iman etmişlerdi Bu hâkimiyetlerini, heykellerinin ifâde ettiği ideolojileri sayesinde sürdürdüklerini kabul ediyorlardı Sürekli olarak;

"Biz azâba uğratılacak da değiliz" (eş-Şuara, 26/138) diyerek kendi kendilerini ikna etme yoluna gidiyorlardı Hûd (as)'un tebliğini kabul eden müminlere, işkence etmekten asla çekinmeyen ve zindanlarda çürütmeyi hedef alan Âd kavmi alay ederek: "Haydi tehdit ettiğin azâbı getir" sloganına sarılmıştı! Kısa bir süre sonra azâbın belirtileri görüldü Akarsular kurumaya, yeşillikler sararmaya başladı Ünlü İrem bağları birer birer yok oluyordu Kuraklık etrafı kasıp kavuruyordu O yiğit yapılı, güçlü kuvvetli insanlar bir yudum suya, bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelmişlerdi Bu noktada Hûd (as) yeniden tebliği denedi ve;

"Eğer şimdi yüz çevirirseniz (ne diyeyim) Ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim Rabbim sizin yerinize diğer bir kavmi getirir de, ona (Allahü Teâlâ 'ya) hiçbir şeyle zarar veremezsiniz Şüphesiz ki benim Rabbim her şeyi koruyandır" (Hûd, 11/57) dedi

Âd kavminin Şeddâd ve çevresinin geliştirdiği ideolojiyle beyni yıkanmıştı! Heykellerinin izinden ayrılmıyorlardı Belirli bir süre sonra her zaman yağmur getiren bulutların geldiği yönde bir bulut gördüler, sevindiler Çünkü kuraklığı "tabiat kanunlarıyla" açıklama âdetleri vardı Bunun "Allahü Teâlâ (cc)'nın bir ihtarı" olduğunu kabule yanaşmıyorlardı Şimdi hadisenin cereyan ediş şeklini Kur'an-ı Kerim'den öğrenelim:

"Artık onu (azâbı) vâdilerine doğru gelen bir bulut halinde görmüşlerdi Dediler ki: "Bu bize yağmur verici bir buluttur" (Hûd) "Hayır" (dedi) bu çarçabucak gelmesini talep ettiğiniz (bu hususa beni sıkıştırdığınız) şeydir Bir rüzgârdır ki, onda elem verici bir azâb vardır O (Rüzgâr) Rabbimin emriyle her şeyi helâk edecektir" (el-Ahkâf, 46/24-28)

İnkârcı Nûh kavmi tufan sonucu helâk edilmişti! Âd kavmi ise, korkunç bir rüzgârla, şirk'in ve zulmün cezasını bu dünyada gördü:

"Âd kavmi (Peygamberleri Hûd'u) yalanladı İşte benim azâbım (ve bundan evvel) tehditlerim nice imiş (düşünün) Çünkü biz (haklarında) uğursuz ve (uğursuzluğu) sürekli bir günde onların üstüne çok gürültülü bir fırtına gönderdik (Öyle bir fırtına) ki, insanları, sanki onlar köklerinden sökülmüş hurma kütükleri imiş gibi tâ temelinden kopar(ıp, helâke) uğratıyordu" (el-Kamer, 54/18-20)

Bu azâb sırasında Hz Hûd (as) ve beraberinde bulunan müminlerin durumu ne olmuştu? Bunu da Kur'an-ı Kerim'den öğreniyoruz:

"Hûd'u ve beraberindeki iman edenleri rahmetimizle kurtardık " (el-Âraf, 7/22)

Âd kavminin durumu, bütün insanlara büyük bir ibrettir Politik ve ekonomik güçlerine güvenerek şirki ve zulmü yaymak için gayret sarfeden, bütün müstekbir'lerin zaferleri geçicidir! Elbette azâbın en şiddetlisine şahid olacaklardır Kısacık dünya hayatı için zorbalara boyun eğen ve şirkin hâkimiyetine râzı olanlar Âd kavmini asla unutmamalıdırlar
Ad Koymak

İsim vermek Yeni doğan çocuğuna güzel bir isim koymak, öncelikle babanın sonra annenin görevlerindendir Konulan ismin, güzel bir mânâsının olması, İslâm inancına ve hükümlerine uygun olması gerekir İslâm'da çocuğa genellikle doğduğu gece isim verildiği gibi, doğumunun üçüncü veya yedinci gününde ad konulmaktadır Rasûlullah (sas), oğlu İbrâhim dünyaya gelince: "Bu gece bir oğlum doğdu; ona atam İbrâhim'in adını verdim" buyurmuşlardır Bu hadis, ismin ne zaman konacağı hususunda önemli bir delildir (Ebû Dâvud, Cenâiz, 24) Ayrıca bir kimseye birden fazla isim verilebileceği de yine Rasûlullah (sas) belirtilmiştir (Buharî, Menâkıb, 17; Müslim, Fezâil, 124)

Anlamı İslâmî akîdeye uygun olmayan, dinin yasakladığı bir anlam taşıyan isimlerin çocuklara verilmesi uygun değildir Hz Peygamber (sas) yeni Müslüman olanların şirk dönemindeki isimlerini değiştirmez, genellikle aynen bırakırdı Ancak bu isimler arasında, mânâsı çirkin veya Allah'tan başkasına kulluğu ifâde edenler varsa, meselâ müşriklerin taptığı putlardan biri olan Uzzâ'nın kulu anlamındaki Abdüluzzâ, Kâ'be'nin kulu anlamındaki Abdülka'be ve benzeri isimleri genellikle, Allah'ın kulu mânâsında Abdullah veya Rahman'ın kulu mânâsında Abdurrahman gibi isimlerle değiştirirdi Kesmek anlamına gelen Sarim ismindeki bir sahâbinin ismini de, mutlu anlamına gelen Saîd; Berrâ olan bir kadının adını Zeyneb olarak değiştirmiştir (Buhârî, Edeb, 108; Ebû Dâvud, Edeb, 62; İbn Mâce, Edeb, 32) Ayrıca, Firavun ve Kârun gibi zulüm ve küfür önder ve sembolleri olan isimlerin verilmesi de İslâm'da yasaktır

"Allah katında isimlerin en güzeli Abdullah ve Abdurrahman'dır" hadisi (Buhârî, Edeb, 105-106; Müslim, Âdab, 2; İbn Mâce, Edeb, 2; Tirmizî, Edeb, 64; İbn Hanbel, II, 24, 128) isim koyma hususunda İslâm'ın genel prensibini belirlemektedir Çocuklarımıza vereceğimiz isimler, Allah'a kulluk ifâde eden, İslâmî gayelere ve insan haysiyetine uygun, çevremizdeki insanların genellikle hoşlanacakları, kulağa hoş gelen, İslâm büyüklerinden hâtıra kalan mânâsı güzel olan isimlerden herhangi biri olabilir Daha önceden pek duyulmamış diye, yapmacık ifâdeler taşıyan, İslâm toplumunda hiç kullanılmayan uydurma ve müslüman olmayanlara ait isimlerin çocuklarımıza ad olarak verilmesi doğru değildir Çünkü, Rasûlullah (sas) "Kıyâmet gününde babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız Bu bakımdan çocuklarınızın isimlerini güzel koyunuz" (Ebû Dâvud, Edeb, 61; İbn Hanbel, V, 194) buyurmuştur

Alıntı Yaparak Cevapla