Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (B)

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (B)



Berzah

Set, engel, iki şey arasındaki perde Istılahî anlamıyla berzah; madde âlemi ile mana âlemi (ruhlar âlemi), ruhlar âlemi yani ölümden sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları âlem, ya da kabir âleminin adıdır (es-Seyyit eş-Şerif el-Cürcanî, et-Târifat, Kahire 1938, s 38; Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât s 56)

Berzah kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de üç yerde geçmektedir Bunlardan "İki denizi kavuşmaları için salıvermiştir (Böyle iken) aralarında karışmalarına engel perde (berzah) vardır karışamazlar "(er-Rahman, 55/19-20) Ayrıca iki şey arasındaki engel anlamında kullanılmıştır (el-Furkan, 25/53) Müminun suresinde ise "Nihayet onlara ölüm gelip çatınca tekrar tekrar şöyle diyecekler: "Rabbım beni dünyaya geri gönder, tâ ki ben zaâyi ettiğim ömrüm mukabilinde iyi amel ve harekette bulunayım " Hayır onun söylediği hu söz hakikatte boş laftan ibarettir Önlerinde ise diriltilip kaldırılacakları güne kadar (dönmelerine mani) bir engel (berzah) vardır " şekliyle, yani dünya ve kabir âlemini ayıran perde anlamında kullanılmıştır (el-Mû'minun, 23/100) Bu ayetten anlamaktayız ki ruhlar ölmemekte; cesedin ölümünden sonra, İslâmî ıstılahta berzah denilen bir âlemde yaşamaktadırlar

Mümin öldüğünde ise kendisi için bir berzah olmayacaktır Hadislerde belirtildiğine göre kabirdeki soru ve cevaptan sonra salih amel işlemiş olanlara şöyle denilecektir: "Gelinler gibi uyuyun Gelin çok sevildikçe rahat uyur Allah onları bu uykudan uyandırıncaya kadar gelinler gibi uyurlar " (Tirmizî, Cenaiz, 70)

Bu delillerden anlaşıldığına göre berzahtaki yaşayışda ruh bedenden ayrıdır

Buradaki yaşayış nasıldır? sorusunun cevabında Şah Veliyyullah ed-Dehlevî şöyle der: "Bu âlemde insanların (yani ruhlarının) sayılamayacak kadar çok tabakaları vardır Fakat bu tabakalar başlıca dört sınıftır Birincisi uyanıklık (yakaza) ehli olanlar ki iyiliklerinden ve kötülüklerinden dolayı iyilik veya azap görecek olan ruhlardır İkincisi ise tabiî uyku halinde olup rüya gören, rüya ile ferahlandırılan veya azaplandırılan ruhlardır Üçüncüsü behîmî (hayvanî) ve melekî yönleri zayıf olanlardır Bunlardan başka bir de fazilet ehli iyi ruhlar vardır ki (dördüncü sınıf olsa gerek) bunlar meleklere karışır, melekî bir hayat sürerler" (Huccetullahi'l-Bâliğa, Kahire 1355, I, s 34-36)

Bilindiği gibi ruhlar birer emri ilâhidir Asıl mahiyetleri insanlar tarafından pek bilinmez, insan ölünce ruhu geçici olarak başka bir âleme gider; orada ameline göre ya rahat yaşar, veya azap görür O âleme "Âlemi Berzah" denir ki dünya ile ahiretten başka bir âlemdir Yaşayışla ölüm arasındaki uyku âlemi nasılsa; dünya ile ahiret arasındaki berzah âlemi de o gibi bir varlıktır Bunun mahiyetini ancak Allah bilir (Ömer Nasuhî Bilmen, Büyük İslâm İlmihali s 28),

Habil NAZLIGÜL

BESMELE

"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîym" sözünün kısaltılmış şekli Hayırlı ve helâl bir işe başlarken, Allah Teâlâ'nın adını anmak ve bu adla işe başlamak anlamına gelir İslâmiyet'ten önce Araplar, herhangi bir işe başlarken, bağlı bulundukları ilâhlarının adlarını anarak başlarlar, meselâ, Bismi'l-Lat (Lat'ın ismiyle), Bismi'l-Uzza (Uzza'nın ismiyle) derlerdi Her kavimde buna benzer sözlerin kullanıldığı ve meselâ bir hizmetlinin, âmirinin verdiği bir emri yerine getirirken,

"Bunu falanın adına yapıyorum" demesi âdettendir

Resulullah (sas), İslâm dinini tebliğ etmeğe başladıktan sonra, cahiliye Arapları'nın kullandığı sözü değiştirmiş ve, "Ey Allah'ım, senin adınla" anlamına gelen, "Bismike Allahümme" ve "Allah'ın adıyla" anlamına gelen, "Bismillahi" sözlerini kullanmıştır Ancak Kur'an-ı Kerîm'de Neml suresinin otuzuncu ayeti nazil olduktan sonra besmele son şeklini almıştır Bu ayette Süleyman (as) tarafından yazılan bir mektup söz konusudur Mektupta "Bu mektup Süleymandan'dır ve Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla başlamaktadır" denilmektedir Kısaca besmele dediğimiz ve "Rahman, Rahim olan Allah'ın adıyla" anlamına gelen Bismi'llahi'r-Rahmani'r-Rahim'in Kur'aân-ı Kerîm'den bir ayet, yahut bir ayetin bir kısmı olduğu anlaşılmaktadır

"İşime, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyorum O'nun emriyle ve O'nun için bu işin başındayım ve O'nun adına teşebbüste bulunuyorum, O'nun emriyle yapıyorum Çünkü bu başladığım işin tamamlanmasında gerekli olan kuvvet ve kudret O'rıun tarafından bana verilmiştir ve O'ndandır O bana bu kuvvet ve kudreti vermezse ben bu işi tamamlayamam"

Helâl ve hayırlı bir işe başlarken, Allah'ın adını anmak, her müslümanın üzerinde titizlikle durması gereken görevlerindendir Kur'an-ı Kerîm'de buna işaret eden pek çok emirler, vardır

"Atalarınızı andığınız gibi, hatta daha çok Allah'ı anın " (el-Bakara, 2/200)

"Namazlarınızı kıldıktan sonra, ayakta otururken ve yanlarınızın üzerinde iken Allah'ı anın " (en-Nisa, 4/103)

"Rabbı'nın adını an İhlâs ile O'na yönel " (el-Müzzemmil, 73/8)

"Rabbı'nın adını sabah akşam an" (İnsan, 76/25)

Resulullah (sas)'den nakledilen bir hadîsde şöyle denilmiştir: "Bismillah ile haşlamayan her ciddi iş noksandır "

Besmele, Neml suresinde bir ayet olmasına rağmen, gerek Fatiha suresinin, gerek diğer surelerin başındaki "besmele"lerin, o surelerden bir ayet olup olmadığı konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür Hatırlanacağı üzere Fatiha suresi başındaki besmele, surenin bir ayetidir Bu, diğer surelerin başındaki besmele gibi değildir Berae suresi dışındaki diğer bütün sureler ise besmele ile başlar Fatiha suresinin ilk ayetinin besmele olduğunu kabul eden Şafiî mezhebi âlimleri ayrı bir besmeleyi öteki surelerde de kabul etmez ve sure başlarındaki besmeleyi sureden sayarlar

Bilindiği gibi, bugün müslümanların ellerinde bulunan mushaflar, Hz Osman b Affân (ra) zamanında yazılan, sonra çoğaltılarak çeşitli vilayetlere gönderilen nüshaların kopyasıdır Bu nüshalarda Berae suresi dışındaki bütün surelerin başına besmele yazılmıştır Hz Osman'ın (ra) bu işi yaparken, şüphesiz, ne yaptığını çok iyi bildiği ve yazılan mushaf nüshalarına herhangi bir sözün girmemesi için büyük dikkat ve titizlik gösterdiği muhakkaktır İşte bu görüşten hareketle sure başlarına yazılan besmelenin, ilgili oldukları surelerden bir ayet olması düşünülebilir Nitekim İmam Şâfiî, bu görüşe kâni olarak, Fatiha suresi başındaki besmelenin bu sureden bir ayet olduğunu söylemiş ve namazda okunmasını farz saymıştır Diğer sureler hakkında ise, kendisinden, bir defasında, besmelenin surelerden bir ayet olduğu, bir defasında da olmadığı tarzında iki değişik rivayet mevcuttur

Hanefilere göre, besmelenin mushafta yazılmış olması, onun Kur'an' dan olduğunu işaret eder Ancak namazda, Fatiha suresinin başında okurken, Fatiha gibi cehren (sesli) okunmaması, besmelenin Kur'an'dan bir ayet olmadığını gösterir Diğer surelerin başında yer alan besmeleler de böyledir O halde her sure başındaki besmele, Kur'an'dan bir ayet olsa bile, başında bulunduğu sureden bir ayet değildir Sadece surelerin arasını ayırmak için, teker teker indirilmiştir

İmam Mâlik'in bu konudaki görüşü diğerlerinden farklıdır O'na göre, sure başlarındaki besmele, Kur'an' dan değildir Bununla beraber yeni bir sureye başlarken her işte olduğu gibi, başlama alâmeti olarak yazılmıştır Bu sebepledir ki İmam Mâlik, farz namazlarda, Fâtiha'dan önce besmelenin cehren okunmasına karşıdır Aynı şekilde o, sessiz (sırren) okunmasını da meneder

Bismillahi'r-rahmani'r-rahim sözü dört kelimeden oluşan bir cümledir Bunlar: İsim, Allah, Rahman, Rahim kelimeleridir Ancak isim kelimesinin başına bir "b" harfi getirilmiştir Bu harf, kendinden önce var olduğu düşünülen bir fiile, sonraki cümleyi bağlamak için kullanılmıştır 'b' harfinden önce var sayılan fiil başlarım, 'okurum', 'yaparım' olabileceği gibi 'başla', 'oku', 'yap' şeklinde emir de olabilir Buna göre besmele, bu fiillerden birisinin var kabul edilmesiyle beş kelimeden meydana gelmiş olur

"(Rahim) ve (Rahman) olan Allah'ın adıyla başlarım" gibi

Besmeledeki ilk kelime olarak görülen isim, bir hususa işaret etmek üzere konulmuş addır Ahmet, Ali, ağaç, su gibi isimler, özel isim ve cins ismi olmak üzere iki kısımdır Şahıs isimleri ile yer veya şehir isimleri özel isimdirler Bu isimler kimin adı ise, hangi yer, şehir, kurumu belirtiyorsa başkalarında bulunmayan, kendilerine özgü özellikleri vardır Buna karşılık, tahta,masa,ağaç,insan gibi isimler cins ismidirler Genel bir anlam belirtirler Bu sebeple "Ahmet" denildiği zaman, onun insan olduğu anlaşılır Çünkü Ahmet, insan cinsi içinde yer alır Fakat insan denildiği zaman mutlaka Ahmet anlaşılmaz Çünkü Ahmet'ten başka insanlar da vardır

Özel isim olan Ahmet kelimesi ile, cins isim olan insan kelimesi arasındaki bu farklılık, Ahmet'in her insanda müşterek olan sıfatlarla tarifini imkânsız kılar Meselâ Ahmet, iki eli ve kulağı olan, iki göze ve bir buruna sahip bulunan kimsedir demekle tarif edilmez Çünkü bunlar, her insanda bulunan uzuvlardır Bu sebepledir ki, bir kişiye veya bir şeye and olarak verilen özel isim, sadece ona hastır Ve onu diğer benzerlerinden ayıran özelliklerin alâmetidir Yine bu sebeple özel isimlerin eş anlamlısı aranmaz Başka bir kelimeye tercemesi yapılmaz

Besmele'de yer alan ikinci kelime Allah ismidir Allah, kendine has doksandokuz sıfatı olan zatın yüce ismidir Gerçek mabudun adıdır ve özel ismidir Allah Teâlâ'nın kendine has sıfatlarından bazılarını, Kur'an-ı Kerîm'in aşağıdaki birkaç ayetine işaret ederek gösterebiliriz

"O, öyle Allah'tır ki, O'ndan başka ilâh yok'tur O, gizliyi de aşikârı da bilendir O, esirgeyen, bağışlayandır O, öyle Allah'tır ki O'ndan başka ilâh yoktur Hükümrandır Mukaddestir, selâmdır, mümindir, müheymindir, azizdir, cebbardır Allah müşriklerin ortak koşmasından münezzehtir O öyle Allah'tır ki, yaratan, yarattıklarına şekil verendir En güzel isimler O'nundur Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nu tesbih eder O, hüküm ve hikmet sahibidir " (el-Haşr, 59/22-24)

İşte Allah, bazılarını işaret ettiğimiz bu ve buna benzer, üstün sıfatları zatında toplamaktadır

Besmele'de yer alan üçüncü kelime, 'Rahman' kelimesidir Bu kelime kendinden önce ismi zikredilen yüce zatın sıfatıdır Yani Allah Teâlâ'nın sıfatıdır Rahman kelimesi, rahmet kelimesinden türetilmiştir Rahmet, sözlükte, insan kalbinin bir kimseye acıma ile birlikte meydana gelen bir yakınlık duygusudur ki, bu acıma ile yakınlığın artması ve şiddet kazanması halinde, o kimseye karşı fiilî yardıma dönüşür Bu sebepledir ki, o kimse hakkında 'çok merhametli' denir Ancak insandaki bu merhamet duygusunu, Allah Teâlâ'nın merhametini arılamakta bir ölçü olarak kullanmamız mümkün değildir Çünkü insandaki merhamet duygusu geçici bir haldir Ancak bir üzülme ve acıma neticesinde ortaya çıkar Üzülme ve acımanın ortadan kalkması ile merhamet duygusunun da yok olduğu görülür Allah Teâlâ ise üzülme ve ani olan, sönüp geçen acıma duygusundan münezzehtir Acıma kelimesindeki insanî haslet geçicidir Allah Teâlâ bu geçici hasletlerden münezzehtir Bu sebeple Allah Teâlâ'nın rahmeti, kullarının merhametiyle kıyas olunamıyacak bir üstünlük arzeder ve ezelden ebede, eser ve neticesi nimetler ve bağışlar olarak ortaya çıkan sonsuz bir merhameti gösterir

İlâhi rahmetin ezelden ebede sonsuzluğu, Allah Teâlâ'nın zatına has olan, zatıyla birlikte kadîm olan irade sıfatının bir sonucudur Bu kulları için daima hayrı murat ettiğini gösterir

Allah Teâlâ'nın iradesi, olabilecek veya olmayabilecek her şeyi, irade sıfatının taalluku ile dilediği zamanda ve dilediği şekilde yapması veya yapmaması anlamına gelir Bir şeyi yapmasında veya yapmamasında, O'nun iradesine dışarıdan tesir edecek, yapmaya zorlayacak veya yapmamaktan vazgeçirecek hiç bir güç yoktur Allah Teâlâ'nın bu sıfatı, O'nun zatına has bir sıfat olması dolayısıyla, zatıyla kaim ve kadîm bir sıfattır İşte ilâhî rahmet, böyle bir sıfatın insanların hayrına, yahut iyiliğine ortaya çıkmasını gösterir

Allah Teâlâ'nın bütün âlemleri, canlı cansız bütün varlıkları iradesiyle yaratması, yaşayışlarını sürdürebilmeleri için çeşit çeşit rızıklar vermesi, bunlar arasında insana ayrı bir mertebe vererek, onu akıl, duygu ve düşünce ile diğerlerinin üstüne çıkarması, kısacası, her şeyi yerli yerinde sevk ve idare etmesi, O'nun sonsuz rahmetinin bir neticesidir

Rahman, yukarıda da işaret edildiği gibi, rahmet kelimesinden türemiş olup, son derece merhametli, çok rahmet sahibi anlamlarına gelen bir sıfattır Ancak bu sıfat, ezelî ve ebedî bir rahmeti işaret ettiği için hiç kimse hakkında kullanılmamış, yalnız Allah Teâlâ'ya tahsis edilmiştir

Rahman kelimesinin diğer bir özelliği de Kur'an-ı Kerîm'de, Allah ismi makamında özel bir isim olarak kullanılmış olmasıdır

"İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın, hangisi ile çağırırsanız, en güzel isimler O'nundur " (el-İsra, 17/110)

"Senden evvel gönderdiğimiz resullerimizden sor: Biz, Rahman'dan başkasını ilâhlar yapmış mıyız?" (ez-Zuhruf, 43/45)

"Sen ancak Kur'an'a uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseleri korkutacaksın " (Yâsin, 36/1 I )

"(Cennet), görmeden Rahman'dan korkan ve (O'nun tâatına) yönelmiş bir kalp ile gelen kimselere hastır " (Kaf 50/33)

"Ey babam, şeytana tapma, Çünkü şeytan Rahman'a çok asi olmuştur " (Meryem, 19/45)

"Rahman'ın yaratışında hiç bir düzensizlik göremezsin" (Mülk, 67/3)

Mealleri zikredilen bu ve sayıları elliye varan diğer ayetlerde Rahman' kelimesinin Allah'a has ve Allah ismine eşit bir anlamda nasıl kullanıldığı açıkça görülmektedir Bu sebepledir ki, Rahman özel bir isimdir Ve diğer özel isimler gibi herhangi bir dile terceme edilemez

Besmele'de de görüldüğü gibi, Rahman kelimesi, Allah Teâlâ'nın sıfatı olması ve ezelden ebede O'nun sonsuz rahmetine delâlet etmesi dolayısıyla, kapsamı geneldir Yani gözle görülsün veya görülmesin, yoktan var edilmiş veya yaratılmış her ne varsa, hepsi de Rahman'ın eseri neticesidir Bu rahmetin dışında kalmış hiç bir varlık düşünülemez Bu bakımdan her şeyin vücut buluşu, ortaya çıkışı, veya yaratılışı kesbî değil, vehbîdir, irâdî değil cebrîdir, Rahman'ın eseridir İşte bundan dolayıdır ki "Allah Teâlâ, dünya ve ahiretin Rahmanı'dır" denilmiştir

Allah Teâlâ, hiç bir şeyi sebepsiz ve kıymetsiz yaratmamış, yarattıklarını başı boş bırakmamıştır Rahmet-i Rahman'ın bir eseri olarak insanı yarattığı zaman, ona kendi iradesinden bir de irade ihsan etmiş; böylece insanın kendi irade ve ihtiyariyle çalışıp kazanmasını ve değişip gelişmesini sağlayacak yolu göstermiştir Zira insana çalışmakla tembelliği, ilim ile cehaleti, hak ile haksızlığı, adalet ile zulmü, şükür ile nankörlüğü, itaat ile isyanı, iman ile küfrü, kendisini dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak doğru yol ile hüsrana götürecek eğri yolu biribirinden ayırt etmesini sağlıyacak bir akıl vermiş; aklını kullanıp doğru yolu bulana rahmetini artıracağını; akılsız davranıp eğri yolu seçeni bu rahmetten mahrum bırakacağını, üstelik akılsızlığının cezasını çok ağır bir şekilde ödeteceğini bildirmiştir

İşte, Allah Teâlâ'nın, Rahman sıfatının bir eseri olarak, âlim, cahil, çalışkan, tembel, haklı, haksız, adil, zalim, mutî, âsi, mümin, kâfir ayırımı yapmadan herkese ve her yarattığına teşmil ettiği rahmetine ilâve olarak; sadece, âlime, çalışana, haklıya, adile, mutîye, mümine hasılı kendi iradelerini Allah'ın iradesiyle ahenk içerisinde tutabilen herkese ihsan ederken diğerlerini mahrum bıraktığı rahmeti, O'nun Rahîm sıfatının icabıdır Bu Rahîm sıfatı, besmelenin dördüncü kelimesi olarak yer almıştır O halde bunu kısaca ifade etmek gerekirse; başlangıçta çalışana ve çalışmayana bakmadan, onu vücuda getirerek öylece idare etmek, Allah Teâlâ'nin Rahman sıfatının eseri iken, sonradan çalışana çalıştığının semeresini vermek de O'nun Rahîm sıfatının sonucudur Bir başka ifadeyle denebilir ki, insan istese de istemese de, kendisine vücut verilmiş ve bunun bekâsı için gerekli nimetler ihsan edilmiştir Bu, ezelden ebede Rahman olan Allah Teâlâ'nın rahmetidir Fakat insan, Allah Teâlâ'nın irade ve ihtiyarını temsil etmek ve O'na yakınlaşarak rızasını kazanmak için yaratılmıştır Bunun için kendisine irade ve akıl verilmiştir Bunları doğru yolda kullanarak rızasını kazanan insan, Allah Teâlâ'nın mükâfatına nail olur Doğru yoldan sapan ise bundan mahrum olur Bu da Cenâb-ı Hakk'ın Rahîm sıfatından yayılan rahmetidir Bu sebeple denilir ki "Allah Teâlâ, ahiretin Rahîmidir Yani ahiret günü bütün müminlere rahmeti ile muamele eder"

Allah Teâlâ'nın Rahman sıfatı, kendisine has zât sıfatı olduğu halde; Rahim sıfatı, kendi iç güdüleri veya iradeleriyle hareket eden yaratıklara bir nebze olsun bahşedilmiş bir sıfattır İnsanların kendi yavrularına veya biribirlerine besledikleri şefkat ve merhamet dolu yardım duygusu, yahut bir kuşun, yavrusu başında kanat çırpışı, sahip oldukları bu rahîm sıfatının bir eseridir Bundan dolayı insanın, Allah Teâlâ'nın zatına has olan Rahman sıfatıyla nitelendirilmesi mümkün olmadığı halde rahîm sıfatıyla nitelendirilmesi mümkün olabilir Nitekim bir kimse hakkında çok merhametli anlamına rahîm denilmesi bundandır

Alıntı Yaparak Cevapla