Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (B)

Eski 11-04-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (B)



Beşer

İnsan, insanoğlu, insanüstü, ademoğlu Beşer bir şeyin güzelliğiyle ortaya çıkması, görünmesi demektir (İbn Fâris, Mu'cemul Mekayîsi'l-Luğa, Mısır 1969, I, 251)

İnsana beşer denmesi, hayvanların aksine üzerinde yün, kıl ve tüy gibi şeylerin bulunmayıp derisinin olduğu gibi görünmesindendir (Râğıp el-Isfahânî, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, Beyrut (ty) 47)

Aynı kökten gelen "beşere": Üst deri, derinin üst tabakası; "beşîr": güzel yüzlü, müjdeleyici; "beşâre": güzellik anlamına gelir (İbn Fâris, age, I, 251) "Beşerî" ise, insana ait olan, ilâhî olmayan anlamında kullanılır

Sözlük anlamından da anlaşılacağı üzere "beşer" tabiri, insan hakkında, onun maddî yönü ve dış görünüşüyle ilgili olarak kullanılır Kullanışta kelimelerin ince anlamlarını göz önünde bulunduran Kur'an-ı Kerîm, beşer sözcüğünü insanın bu yönüyle ilgili olarak ele almıştır (Râğıp el-Isfahânî, age, 47) Meselâ: "Ve O, sudan bir beşer yarattı" (el-Furkan, 25/54)

"Bir zamanlar Rabbin meleklere demişti ki: Ben kupkuru çamurdan, değişken balçıktan bir beşer yaratacağım Onu düzenleyip (insan şekline) koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın"(el-Hicr,15/28-29) "Rabbin meleklere demişti ki: Ben çamurdan bir beşer yaratacağım" (Sâd, 38/71) ayetlerinde beşerin maddî yönü ve şekli, bedeni sözkonusu edilmektedir

Burada özellikle ilk ayet (Furkan, 25)'teki mesaj, bu gerçeği açık biçimde ortaya koymaktadır Bilindiği gibi, her canlının sudan yaratılmış olmasının yanı sıra, insan da iki şekilde sudan yaratılmıştır Biri, suyun yeryüzündeki, hatta tüm görünür âlemdeki varlıkların temel kaynağını oluşturması ve özellikle topraktan meydana gelen tüm yaratıkların ancak suyla hayat bulmaları bakımından, diğeri de içinde insanın tohumunu barındıran meninin de su kabul edilmesi sebebiyledir İnsanın, beşeri yapısı ve yaratılışı gereği karşıt cinsiyle birleşip üremesi, akrabalık bağı kurması, çocuk yapması onun beşerî özelliğini yansıtır Allah'a iman etmeyenler insanı yalnızca bir beşer olarak kabul ederler ve onu sadece dış nitelikleriyle ele alırlar Bugün de bütün düşünce akımlarıyla Batı kültür ve medeniyetinin temsil ettiği bu anlayış, insanı hayvanlardan bir hayvan ve yeme, içme, uyuma ve cinsel ilişkiden ibaret bir hayata sahip varlık olarak değerlendirirler Müşrik kavimlere bir peygamber gönderilse, onlar beşerin peygamber olamayacağını söyleyip, peygamberlere karşı, hep cephe almışlardır Onlar peygamberlerine "Sen de bizim gibi bir beşersin" diyorlardı Nitekim müşrik liderlerinden Velid b Muğîre'nin Kur'an hakkındaki sözleri şöyle nakledilmektedir: "Bu, dedi, rivayet edilip öğretilen bir büyüden başka bir şey değildir Bu, sadece bir beşer sözüdür " (Müddessir, 74/24-25) Başka ayetlerde de şöyle buyurulur:

"Semûd (kavmi) de uyarıcıları yalanladı: "Bizden bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık içine düşmüş oluruz dediler " (el-Kamer, 54/24) "Böyledir, çünkü peygamberleri, açık deliller getirirlerdi fakat, onlar (peygamberlere): "Bir beşer mi bize yol gösterecek deyip inkâr ettiler ve yüz çevirdiler " (et-Teğâbun, 64/6)

Onların bu isimlendirmelerine karşılık Kur'an-ı Kerîm, peygamberlerin de beşer olduklarını beşer olma yönüyle diğer insanlarla eşit olduklarını ifade ettikten sonra, ancak onlara vahiy geldiğini ve bu sebeple diğerlerinden farklı olduklarını vurgular Bu nedenledir ki Yüce Allah Peygamberimize şöyle demesini emreder: "Ben de sizin gibi bir beşerim; ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bana vahyolunuyor " (el-Kehf, 18/110)

Buna karşılık ayrıca müşrikler insanı yalnızca, fizikî görünümüyle, yani beşeri yanıyla değerlendirdiklerinden, kendilerine fizikî açıdan normalin dışında güzel gelen bir insan karşısında hayrete kapılıp: "Allah için böyle beşer olmaz, bu ancak kerim melektir " (Yusuf,12/31 şeklinde tepki gösterirler Ama, insan yalnız beşerî yönüyle değil, vahy alan yönüyle de insandır

İşte, topraktan yaratılan insanın beşeriyet yanı, Kur'an'ın ifadeleriyle unutkanlığının, nankörlüğünün, aceleciliğinin, haklı-haksız tartışmayı pek sevmesinin, bilgisizliğinin, zalimliğinin ve zayıflığının sembolüdür Bu olumsuz nitelikleri bastıracak olan da, insanın Ademiyyet yanıdır, batınî duyularıdır, kalbidir İnsan beşer olarak kalmamalı beşeriyetini ademiyetinin emrine vererek, ilk yetkin halini kazanmaya çalışmalıdır Kur'an'da, yetkin hale ahsen-i takvîm -en güzel kıvam, en güzel yaratılış denirken, insanın bu yetkinlikten bütünüyle uzaklaşmış ve hayvanlaşmış beşeriyete yuvarlanmış haline de 'esfel-i sâfilin- alçakların alçağı' denilmektedir (et-Tin, 95/4-5)

Şâmil İA

BEŞÎR

Müjdeci ve müjde veren, güleç yüzlü insan Bu kelime korkutucu ve tehlikeyi haber verici anlamına olan "nezîr" ifadesiyle beraber Kur'an-ı Kerîm'de sekiz yerde geçmekte olup peygamberler hakkında kullanılmaktadır (el-Bakara, 2/119; el-Mâide, 5/19; A'râf 7/188; Hud,11/2; Sebe', 34/28; Fâtır, 35/24) Çünkü peygamberler insanlara Allah'ın rahmet ve nimetini müjdelerler, inanmayanları ise Allah'ın azabıyla korkuturlar Bu ayetlerden birinde Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Ey kitap ehli! Peygamberler'in arası kesildiğinde, "bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi" dersiniz diye, size (Allah'ın dinini) açıkça anlatacak peygamberimiz geldi Şüphesiz o, size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir " (el-Mâide, 5/19)

Beşîr sıfatını taşıyan peygamberler, Allah'a iman edip onun hüküm ve emirlerine itaat edenlere verilecek mükâfaatları bildirir ve mümin kitleyi Cennet nimetleriyle müjdelerler Allah'ın dinine davet eden beşîr, peygamberlik görevini yerine getirirken nefret ettirmeden ve en güzel hikmetle, yumuşaklık ve nezaketle davetini yapar (en-Nahl, 16/125) Dolayısıyla peygamberlerin getirdiği hükümlere ve akideye davet yapan tebliğcilerin de, davet görevini aynı tavırla bir "beşîr" olarak yerine getirmeleri gerekir

Peygamberler zorlayıcı, baskı kullanan değil, sadece "(azabı) haber verici ve (Cennet nimetleriyle) müjdeleyici (beşîr)" dir

Ahmed AĞIRAKÇA

BEY' Bİ'L-İSTİĞLÂL

Bey', satmak ve satın almak; istiğlâl ise, gelirini istemek, kâr ve gelirini almak, sömürmek gibi anlamlara gelir İstiğlâl yoluyle satış, bey bi'lvefâ*, yani vefâ yoluyle satış sonunda ortaya çıkabilir Bu iki çeşit satış şekli de ödünç para bulabilmek için başvurulan yollardandır Şöyle ki;

Paraya ihtiyacı olan bir kimse sermaye sahibine gidip "Bana yüz altın ver, buna karşılık sana falan dükkânımı borcumu ödeyinceye kadar geçici olarak satayım Borcumu ödeyince dükkânı geri alırım Bu arada dükkânın kira gelirinden yararlanabilirsin" der Sermaye sahibi bu teklifi kabul edip parayı verince "bey' bi'l-vefa" akdi yapılmış olur Burada dükkânı teslim alan sermayedar, onu bizzat kullanabilir, ya da kiraya verebilir Çünkü bu, temelde rehin (ipotekli mal) niteliğindedir (Ali Haydar, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, İstanbul 1912, I, 664-666; Mecelle; madde 397) Hanefilere göre rehin alan kimse, mal sahibinin izni olunca ondan yararlanabilir İşte alacaklı böyle bir dükkânı mal sahibine kiraya verirse, bu muameleye "bey'bi'l-istiğlâl" adı verilir (Mecelle, madde, 119)

Osmanlılar devrinde faize düşmeden bu şekilde satım, hibe veya kira akdi gibi muamelelere borçlunun fazla bir meblağ ödemesi işlemlerine "muâmele-i şer'iyye"; fazla olarak alınan meblağa "ribh-i şer'î" denilmiştir Bu muameleleri sermaye sahipleri yanında para vakıfları da uygulamıştır Çünkü hanefilerden İmam Züfer, para, yiyecek, ölçü veya tartı ile alınıp satılan menkûl malların da vakfedilmesini caiz görmüştür Hanefi ve Şâfiî mezhepleri genel olarak muamele-i şer'iyye'ye cevaz verirken, Mâlikî ve Hanbelîler bunu temelde reddederler (İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, Mısır (ty) II, 123, 124; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1969, 5, 47, 48) Bey'bi'l-İstiğlâl da Malikî ve Hanbeliler'in reddettiği satışlardan biridir

İstiğlâl yoluyle satışta, mal sahibinin ipotekli mülkünü müşterinin bu yeri kabzetmesinden sonra kiralaması gerekir Böylece, başlangıçta kiralama şartıyle satış ihtimali kalkmış olur Bu durumda mal sahibinin kiracı sıfatiyle, kira süresince kira bedelini, süre bittikten sonra ise ecr-i misili* ödemesi gerekir (İbn Âbidîn, Reddü'l- Muhtar, Beyrut (ty) 4, 248)

İslâm hukukuna göre, mislî malların ödünç verilmesi âriyat* akdi kabul edilmiştir Karzda verilenden fazlasını almanın faiz sayılması ödünç para temininde güçlükler meydana getirince, bu mûâmeleler uygulamaya girmiştir Çünkü ödünç sırasında kararlaştırılan veya örfleşmiş bulunan menfaat faiz olur (es-Serahsî, el-Mebsut, 14, 31, 35; İbn Âbidin, age, 4,179,182,195) Kimi zaman da borçlunun borcunu vadesinde ödememesi veya geciktirmesi mağduriyete sebep olur Bu durumlar karz-ı hasenin işleyişi önündeki engellerdir

İşte, sermaye sahibi verdiği ödünç parayı zamanında alabilmek için borçludan teminat isteme hakkına sahibtir Rehin borç ödenmediği takdirde satılmış sayılması onun teminat yönünü güçlendirir İpotekli malı kiracı sıfatıyla da olsa borçlunun kullanması, ona ödeme gücü kazandırır Malı istiğlâl yoluyla elinde tutan mâlik kiracı, onu alacaklının izni olmadan başkasına satamaz Borçlunun durumu da böyledir Bu hak, tarafların mirasçılarına intikal eder (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', 6, 135, 138; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'an, 2, 20) Borçlu, alacaklı ile kira sözleşmesi yapmakla, bu maldan onun yararlanmasına izin vermiş sayılır

Sonuç olarak; başkasına borç para veren kimse menkûl veya gayri menkûl bir malı teminat olarak isteyebilir Ayrıca, bu malı vefâ yoluyle satın alarak borç ödeninceye kadar mâlikine kiraya verebilir Bu mal temelde rehin niteliğinde olduğu için, mal sahibinin izniyle alacaklarının bundan yararlanması mümkündür Kira gelirini almak da yararlanma kapsamına girer (Ali Efendi, Fetâvâ, İstanbul, 1311, I, 300-302)

Alıntı Yaparak Cevapla