Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (B)

Eski 11-04-2012   #12
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (B)



Bülûğ, Bülûğa Erme

Yetişmek, ulaşmak, ulaştırmak, kararlaştırılan bir iş, yer ve zamanın nihayetine ermek İnsan hayatının devrelerinden olan çocukluk çağının sona erip, olgunluk (erginlik) çağının başladığı nokta Yaş ile ilgili olarak bülûğ çağına erme ifadesi Kur'an'da bir çok yerde geçmektedir

İnsanın dünya hayatı merhalelerinden bahseden bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurur "Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz Sonra gücünüze ermeniz için (sizi büyütüyoruz) içinizden kimi (çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki bilirken birşey bilmez hale gelsin " (el-Hâc, 22/5)

Ayette bildirildiği gibi, insan tabii ecelin daha evvel gelmemesi halinde çocukluk, olgunluk ve ihtiyarlık çağlarını geçirir Yine Kur'an, henüz ergenlik çağına gelmemiş çocukların soyunma ve yatma vakti olan üç vakitte yatak odalarına izinsiz girmemelerini (en-Nûr, 24/58), bildirerek çocukluk çağından bahseder (Bülûğ çağı için bk Kur'an, 6/152,12/22,18/82, 28/14, 37/102, 40/67, 46/15)

İnsanın bir emir veya yasakla sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle akıllı ve çocukluk devresinden kurtulup bâliğ olması şarttır İslâm'da "ef'âl-i mükellefîn*, sorumluluk durumunda olan kimselerin yapmaları veya yapmamaları gereken bir takım emir ve yasaklar vardır Bunlar; farz, vacip, sünnet, müstehab helâl, mübah, mekruh, haramdır Müslümanlar da bunlardan bir kısmını yapmakla,bir kısmını da yapmamakla yükümlüdürler Bu yükümlülükler, büluğ çağı dediğimiz yaşa gelince başlar Bu nedenle İslâm'ın bülûğ çağı ile çok yakından ilgisi vardır Bülûğ çağının başlangıcı, kızlarda dokuz: erkek çocuklarda oniki yaşın bitimidir Son sınırı ise soğuk iklimlerde veya anormal hallerde erkeklerde onsekiz; kızlarda da onyedi yaştır Artık erkek onsekiz, kız da onyedi yaşına gelince bülûğa ermiş sayılırlar Ancak kız veya erkek, bülûğa erme sınırının son yaşlarına gelmeden, uykuda veya uyanıkken ihtilam olurlar, menileri gelir veya kadın ve erkek evlenmeleri halinde biri hamile kalmaya, diğeri de hamile bırakmaya müsait duruma gelirlerse, artık bülûğa ermiş sayılırlar (Mecelle, mad 985) Yukarıda saydığımız bülûğa erme sıfatları genellikle kızlarda dokuz, erkeklerde oniki yaşlarında meydana gelir İklimin sıcak olduğu bölgelerde yetişme daha erken olacağından, bu özellikler daha erken yaşlarda da görülebilir Bu özelliklerin görüldüğü andan itibaren de İslâmî sorumluluklar başlar Bu yaşa gelmeyenlere İslâmî sorumluluk yüklenmemiştir (Tecrid-i Sarîh, I, 80) İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, gerek erkek, ve gerek kızlar için bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır (Mecelle, mad 987) Hanefî mezhebinde fetva da buna göre verilmiştir Şâfiî ve Hanbelî mezhebinde bülûğ yaşının son sınırı onbeş, Mâlikî mezhebinde onsekiz yaş olarak belirlenmiştir

Bazı insanlarda erkek ve kadın tenasül uzuvları aynı nisbette vardır Bunlara "hünsa-i müşkil" denir Bunlarda bülûğ yaşının son sınırı onbeş yaştır Bülûğ yaşının son sınırına gelmeden evvel kız ve erkekte meydana gelen ihtilam olma, meni gelme ve hayız olma halleri, bülûğa ermenin alâmetleridir Bülûğ çağına eren kız ve erkek gusül, abdest, namaz, oruç, malî imkânlar müsait ise hac* ve zekât*, erkekler için cuma* ve bayram namazları* gibi vecibeleri, kendi malında tasarruf hakkı ve diğer dinî sorumlulukları yerine getirmek zorundadırlar Bu yaşa gelen çocuklar, ebeveynlerinin ve büyük kardeşlerinin soyunma odalarına giremezler, ayn cinsten kardeşler bir yatakta yatamazlar, ayrı cinsten nikâhlanmaları yasak olmayan kimselerle yalnız başlarına kalamazlar Hz Peygamber (sas):

"Çocuklarınız yedi yaşına gelince onlara namazı emrediniz; on yaşına geldikleri halde kılmazlarsa -incitmeyecek şekilde- dövünüz" (Ebû Davûd, Salât; 26) buyurmuştur Bülûğ yaşının başlangıcına geldiği halde henüz bâliğ olmayan şahsa hakikaten veya hükmen bâliğ oluncaya kadar erkek ise "mürahik* ", kız ise "mürahika" denir (Mecelle, mad 986)

Cengiz YAĞCI

BÜYÜ

Din ile ilgisi olmayan dualar ve hareketlerle ruh üzerine tesir yapmak Buna Arapça'da "sihir" adı da verilir Bir insanı istenilen şeyi yapmağa sevk eden gizli kuvvet, tabiata aykırı haller vücuda getiren etkiler Bunları yapanlara "büyücü" denilir Büyüyü şöyle tarif etmek mümkündür Herhangi bir çıkar uğruna başkasına zarar vermeye yönelik meşru olmayan yollarla bir takım gizli kuvvetleri yönlendirerek yapılan ve gerçeğe uymayan gözbağcılık, düzenbazlık, oyunculuk şeklindeki işler Gözbağcılık, düzenbazlık gibi oyunlarla insanları aldatan kişiye büyücü, bu kişilerin yaptığı işe büyü, bu işin meslek haline getirilmesine de büyücülük denir Büyücülük, İslâm'dan önce Araplar'da, Rumlar'da, Hintliler'de, Mısırlılar'da yaygın idi Özellikle Hz Musa zamanında büyücülük itibarlı bir meslek idi Hz Süleyman zamanında da yaygındı Büyünün kendine göre özellikleri ve çeşitleri vardır

Kara büyü: Asıl sihir bu olup bazı kimseler, perilerin ve özellikle şeytanların müdahalesiyle, tabiatüstü bir takım fiiller yapabilecekleri iddiasındadırlar

Mecaz yoluyla büyü: Anlaşılamaz, akıldan hariç şey demektir

Beyaz yahut (tabii) büyü: Zahiren acaip, fakat aslında tabii sebeplerle meydana gelmiş bir takım fiiller yapmak sanatıdır Hokkabaz kuleleri gibi

Büyü, muhtelif kavimlerde mevcuttu Keldânîler'de, Keldânî büyüsü, her yere dağılmış olan perilerin tabiat hadiselerini vücuda getirdikleri itikadına dayanıyordu Bazı yaratıklar şeytanî bir kuvvetle mücehhez idiler Bununla beraber, bu kuvvet erkekten ziyade kadında bulunuyordu Cadılar ve şeytanlar insanların bedenine girmek gücüne sahip idiler

Mısır'da, Musa (as)'dan evvel Mısırlılar, kanunen caiz olan bir büyü kabul ediyorlardı Bununla beraber kanunen yasak olan büyünün her türlü icra usullerini daha az bilmez değillerdi Sihirbazların hayata ve ölüme tasarruf ettiklerine, iyi veya kötü cinleri yardım için çağırma gücüne sahip olduklarına ve tabiat kuvvetlerini diledikleri gibi kullanabileceklerine inanıyorlardı

Uzak Şark'ta büyüye gelince: Çinliler büyünün her türlüsüne karşı derin bir alâka besliyorlardı Konfüçyüs'ten önceki dönemlerde Wu denilen bir tür cadı, devletin sosyal yapısında resmi bir mevki sahibi idi Büyü usulleri arasında geleceği bilerek geleceğe ait hususları söylemeye, cinleri uzaklaştırmaya çalışıyorlardı

Yunan-Roma büyücülüğü de şöyle idi: Görünmez kuvvetleri beşerin iradesine mahkûm kılmak sanatı, Yunan-Roma medeniyetinde Şark'ta olduğundan daha az rağbet bulmuş değildi Yunan sihirbazları daha çok kendilerine hizmet edebilecekleri ümidiyle yabancı ilâhlara müracaat ediyorlardı Tesalya kıtası gizli sanatlara mensup en meşhur adamları yetiştirmekle meşhurdu Büyü, imparator Ogüstüs zamanında, büyük bir ehemmiyet kazanmıştı

Yahudilik'te sihre itikat pek revaçta idi Perileri davet etmek, şeytanları insanın iradesine mahkûm kılmak, her türlü harikalar, hulâsa medeniyette şöhret bulmuş itikatların bütünü Yahudilik'te mevcuttu Yahudiler büyü formüllerinde, eski zamanlardaki geleneklerden yahut yabancı dinlerden gelen cin ve peri isimlerini almışlardır

İslâm toplumlarında sihir: Müslümanlardan bazıları büyüde Yahudilerden, Suriyeliler'den, İranlılar'dan, Keldânîler'den ve Yunanlılar'dan ders almışlardır Tütsü, tılsım, muska, cadılık, fala bakmak vs hep oralardan gelmiştir Müslümanlar cinlere inandıkları için bu inanç sihre inanmaya da yolaçabiliyordu Rasûlullah (sas) "isabet-i ayn"a, yılan sokması ve genellikle hastalıklara karşı rukyayı yani duayı caiz görmüştür Fakat büyü ile Hz Peygamber'in (sas) duası arasında hiçbir ilişki yoktur Bir takım fal kitapları vardır ki kelime ve harflerin suretiyle geleceği bilmeye çalışırlar

Batı dünyasında büyü: Bütün milletlerin arşivleri tetkik olununca, büyüye müteallik bu türlü inançlara rastlanır Keltler, Tötonlar, İskandinavlar, Finler, Doğu milletleriyle bu konuda bir çok esaslı benzerlikler göstermektedirler Bugün akıl ve mantığın ilerlemesiyle büyünün ortadan kalktığına inanmak pek cesur bir davranıştır

Büyü ve büyücülük İslâm'da yasaklanmıştır Kur'an-ı Kerîm'de büyücülerin iflah olmayacağı (Tâhâ, 20/69) belirtilmiştir Kâfirler, kendilerini haklı çıkarabilmek, Allah'ın elçilerini yalanlamak için onları büyücülükle, büyü yapmakla suçlamışlardır Büyücülükle suçlananlar arasında Hz İsa (es-Sâf, 61/6); Hz Musa (ez-Zuhruf, 43/49); (ez-Zâriyat, 51/39), Hz Süleyman (el-Bakara, 2/102), Hz Muhammed (el-Hicr, 15/6) zikredilmektedir Başka bir ayette, inanmayan kişilerin bütün peygamberleri büyücülükle suçladıkları görülmektedir (ez-Zâriyat, 51/52) Hz Peygamber (sas) bir hadisinde yedi şeyden sakınınız" buyururken ikinci sırada "sihir yapmayı" zikretmiştir (Buhârî, Iiasâya 23; Müslim, İman,144) Başka bir hadiste büyü yapan kişinin küfre girdiğini belirtmiştir Muhabbet için efsun yapmanın, ipliğe okumanın, büyü yapmanın şirk olduğunu da belirtmiştir (Nesâî, Tahrim 19) Büyüye inanan kişinin Cennet'e giremeyeceği de (Ahmed İbn Hanbel, II, 83; IV, 399) belirtilmiştir

Başka bir hadiste de büyücüye, müneccime, gaibden haber veren kimseye inanan kişinin Kur'an'ı inkâr etmiş olduğu belirtilmektedir (Ebû Davûd, Tıp, 21)

Şâmil İA

BÜYÜK GÜNÂHLAR (KEBÂİR)

Allah'ın emirlerine aykırı davranış, kötü amel, isyan, karşı gelme, suç, kabahatlerin büyükleri İslâm literatüründe bu tür fiillerin bir kısmı büyük günah, bir kısmı da küçük günah olarak adlandırılır Bu tabirin geçtiği ayetlerde şöyle denilmektedir: "Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız " (en-Nisâ, 4/31)

"Büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar, kızdıkları zaman onlar, affederler" (eş-Şurâ, 42/37)

"O (muhsin ola)nlar ki günahın büyüklerinden ve çirkin işlerden kaçınırlar, yalnız bazı küçük kusurlar işleyebilirler " (en-Necm, 53/32)

Aynı ifadenin geçtiği hadislerden bir kısmında ise Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:

Abdullah b Mes'ud anlatıyor: Rasûlullah'a "Allah indinde en büyük günah nedir?" dedim "Seni yaratan Allah'a Şirk koşmandır" buyurdu

"Bu gerçekten pek büyük, bundan sonra nedir?" dedim "Seninle beraber yemek yemesinden, tüketici olmasından korkarak evlâdını öldürmendir " dedi "Ondan sonra nedir?" dedim "Ondan sonra komşunun hanımı ile zina etmendir" buyurdu

Yine Abdullah b Mesud'dan değişik bir senetle aynı hadis rivayet edildikten sonra şu ayetin nazil olduğu ilâve edilmiştir

"Allah'ın (halis) kulları o kimselerdir ki, Allah'tan başka ilâha dua etmezler; Allah'ın haram kıldığı nefsi öldürmezler; meğer ki hakla ola Zina da etmezler Her kim de bunları yaparsa ağır cezaya çarptırılır " (el-Furkan, 25/68)

Abdurrahman b Ebû Bekr, babasından, şöyle dediğini rivayet ediyor:Rasûlullah (sas)'ın yanında idik Üç defa şöyle buyurdu: "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi? Allah'a Şirk koşmak, anaya babaya itaatsizlik etmek ve yalancı Şahitliği yapmak " (Buharî, Edeb 6; İman, 16)

Başka bir hadiste, büyük günahlar, "el-Mubîkât: helâk edici" kelimesiyle ifadelendirilerek şöyle buyurulmuştur: "Yedi helâk edici Şeyden kaçının" Bunlar nedir yâ Rasûlallah diye sorulunca: "Allah'a şirk koşmak; sihir yapmak; Allah'ın haram kıldığı halde bir kimseyi haksız yere öldürmek; yetim malı yemek; faiz yemek; düşmana hücum anında harpten kaçmak: namuslu, kendi halinde mümin kadınlara zina iftirası atmaktır" buyurdular Diğer bir hadiste ise: "Büyük günahlar dokuzdur: Allah'a şirk koşmak; haksız yere adam öldürmek; temiz bir kadına kötülük isnat etmek; zina yapmak; düşmana hücum esnasında firar etmek; sihirbazlık; yetim malı yemek; müslüman ana babaya asî olmak; emredilenleri yapmamak ve yasakları yapmak sûretiyle aileye karşı doğruluğu terketmektir " Diğer hadislerde yukardaki maddelere faiz yemek, hırsızlık ve şarap içmek de ilâve edilmiştir (Buhârî, Vasâya 23; Müslim, İman 141-146; Ebû Davûd, Vasâya 10)

Kebâir kelimesiyle ifade edilmediği halde, yukardaki hadislerde bildirilen fiillerin dışında bir çok suçlar daha vardır ki, onlar İslâm âlimlerince, ayet ve hadisler doğrultusunda, büyük günah kabul edilmiştir: Bilerek ve kasten İslâm'ın şartlarını terketmek; içki içmek; kumar oynamak; hırsızlık yapmak; adaletten ayrılmak gibi İslâm âlimlerinden bir kısmı genel hatlarıyla "büyük günah"ları şöyle tarif etmişlerdir:

İbn Abbâs'a göre: "Allah'ın yasak ettiği her şey büyük günahtır Ayrıca büyük ve küçük günah arasındaki fark şudur: Allah'ın Cehennem, gazap, lânet, veya azap gibi ifadelerle sona erdirdiği her günah büyüktür Diğerleri küçüktür" Hasan Basrî de buna yakın bir ifade kullanmıştır

Ebû Amr İbn Salâh'a göre: "Büyük ismi verilecek şekilde büyük olan ve mutlak surette büyüklükle vasıflanan her günah büyüktür" Buna göre büyük günahların bazı alâmetleri vardır

"Şer'i cezayı icab ettirmek; Cehennem azabıyla tehdit olunmak; yapana fasık denilmek; lâ'net olunmak"

Cumhûr-ı ulemaya göre; günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır Beş vakit namaz, Ramazan orucu, hac, umre, abdest gibi hayırlı amellerin kendilerine keffaret olabileceği günahlar "küçük günah"; bu tür ibadetlerin keffâret olamadığı günahlar ise "büyük günah"lardır Mesela: "İki umre, aralarında yapılan günahlara keffarettir (Ahmed İbn Hanbel, II, 461) "Kabul edilmiş bir hac, o yıl ki hatalara keffarettir " (Ahmed İbn Hanbel, II, 348), "Şehidden akan ilk damla kan, onun bütün günahları için keffarettir" (Ahmed İbn Hanbel, IV, 300), "Allah, cuma'yı kılanın iki cuma arasındaki günahlarını örter" (Ahmed İbn Hanbel, V, 181) Hadislerde, başka ibadetlerin kendilerine keffaret olduğu bildirilen cinsten günahlar küçük günahtır Ancak herhangi bir ibadetin, kendisi hakkında keffaret kabul edilmediği günahlar ise büyük günahlardır Meselâ: hiç bir ibadet adam öldürmeye, zina yapmaya, içki içmeye ve benzeri günahlara keffaret olarak kabul edilmez; bunlara ancak Şerîat'ın, haklarında takdir ettiği cezalar tatbik edilir

Hz Ömer'le İbn Abbas (ra) "İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz" demişlerdir Yani (Şerîat'in verdiği cezalar tatbik edildikten sonra) istiğfarla büyük günahlar affedilir Fakat küçük günahlar ısrarla işlenmeye devam edilirse, onlar da büyük günah olur Bu ifadelere göre büyük günahlara sayısal açıdan sınır koymak mümkün olmaz

Büyük günahların başında gelen ve en büyük günah olarak kabul edilen "şirk"in küfür olduğu muhakkaktır Diğer günahların, onu işleyen mümin bir kulu imandan çıkarıp çıkarmayacağı hususunda İslâm Kelâm âlimleri ihtilaf etmişlerdir

Özetle, Şerîat'ın hakkında tehdit edici bir nass (korkutucu bir delil) tahsis ettiği veya büyük günah olarak bildirdiği bir günahı işleyen hakkında Ehl-i Sünnet mezhebinin görüşü şudur: Büyük günah mümini imandan çıkarmaz ve onu küfre sokmaz Ancak böyle bir mümin asi sayılır Ameller imandan bir cüz (parça) değildir Ancak işlenen günahı helâl saymak, onu hafife ve alaya almak, kesinlikle küfürdür

Mu'tezile mezhebinin görüşü: Büyük günah işleyen ne mümin, ne de kâfirdir O fasıktır ve iki menzil arasındaki bir menzildedir Bu mezhep, imanı kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve amellerin yapılması şeklinde tarif ettikleri için; büyük günah işleyenleri mümin kabûl etmemişlerdir Ancak kâfir de kabul etmemişlerdir Çünkü, Peygamber (sas) asrında ve takip eden dönemlerin hiçbirinde büyük günah işleyenlere, dinden çıkanlara verilen ölüm cezası verilmemiştir Eğer kâfir olsalardı, imandan sonra küfre gitmenin cezası olarak öldürülmeleri gerekirdi Bu yapılmamıştır, onun için bunlar iman ile küfür arasındadırlar Bunlara "fâsık" denir

Haricîlere göre; büyük ve küçük günah işleyen kimse kâfir olur İslâm'ın, yapılmasını emrettiği ameller imanın bir parçasıdır Yani amel imandan bir cüz'dür

Hasan el-Basrî'ye göre; büyük günah işleyen kimse "münafık"tır Kalben inanmadığı halde dıştan inanmış gibi görünenlere münafık denildiği halde Hasan Basri nifâkı; imanı gizleyip büyük günahı işlemek suretiyle küfrü açığa çıkarmak, şeklinde kabul etmiştir

Haricîlerden bir fırka olan el-Ezârika'nın görüşü: Büyük günah işleyen kimse "müşrik"tir Çünkü böyle kimse hem Allah için, hem de Allah'tan başkası için amel etmektedir Yaptığı büyük günah ile Allah'tan başkasını (nefsini veyahut şeytanı) ona ortak koşmuştur

Yukarda belirlenen bütün görüşler, sahiplerince bir takım delillere dayandırılmıştır Biz bunlardan sadece Ehl-i Sünnet'in deliline bakacağız Diğerleri için akaid kitaplarında geniş malûmat verilmiştir; oraya bakılabilir

1 Delil: İman, kalp ile tasdiktir Mümin'in imandan çıkması için kalbindeki tasdikin değişmesi gerekir Hangi beşerî zaaflardan kaynaklanırsa kaynaklansın, işlenen büyük günahlar, tasdiki değiştirecek mahiyette olmadığı sürece işleyenini imandan çıkarmaz Kalpteki tasdiki değiştirme ise ancak yapılan günahı helâl sayarak veya o hükmü alaya alarak meydana gelir Şer'i hükümlerle alay etmedikçe, hafife almadıkça ve helâlleri haram, haramları da helâl kabul etmedikçe; kalpteki tasdik değişmemiş olur O değişmedikçe de kâfir olunmaz

"Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez Bunun dışındaki (günahları) dilediğine affeder " (en-Nisa, 4/116) ayeti, ancak şirkin affedilmeyeceğini, diğer günahların ise -eğer Allah dilerse- affedebileceğini ifade etmektedir Eğer büyük günahlar da küfür kabul edilseydi, ayetin ikinci bölümünde "ma dûne zâlik = bunun dışındakiler" ifadesinin kullanılmasına gerek kalmazdı

2 Delil: "Asi" denilen büyük günah sahiplerinin gerçekte mümin olduklarını belirten bir çok ayet vardır:

"Ey iman edenler, şarap, kumar, dikili taşlar, şans okları, şeytan işi pisliklerdir " (el-Mâide, 5/90)

"Eğer müminlerden iki zümre birbirleriyle savaşırlarsa " (el-Hucurât, 49/9)

"Ey iman edenler, yürekten, hâlis (samimi) bir tevbe ile tövbe ederek Allah'a dönün " (et-Tahrim, 66/8)

"Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı " (el-Bakara, 2/178) Ayetlerde görüldüğü gibi büyük günah işleyenlere "Ey inananlar" diye hitap edilmiştir

3 Delil: Mümin bir kimse öldüğü zaman cenaze namazı kılınır ve müslüman kabristanına defnedilir Asr-ı saadetten bugüne kadar büyük günah işlemiş ve tövbe etmemiş olsa bile (gizli halleri Allah'a ait olmak üzere), ölen her müslüman için, günahkâr veya günahsız ayrımı yapılmaksızın cenaze namazı kılınmış ve müslüman kabristanına defnedilmiştir Peygamber'in tatbikatı böyle olmuştur ve İslâm âlimleri bu konuda icmâ* etmişlerdir

"Kendisine emanet edilemeyen kimsenin imanı yoktur "Zina eden kimse, mümin iken zina etmez, mümin iken hırsızlık yapmaz, mümin iken içki içmez " (Buhârî, Mezalim 30; Müslim, İman 100,104; Ebû Davûd, Sünnet, 15; Tirmizî İman, 11) Şeklinde varid olan hadisler, büyük günah işleyenlerin kâfir olduklarına delil değil; ancak imanlarının kâmil olmadığına delildir Kâmil bir iman, büyük günahların işlenmesine engeldir

Hepsi bu kadar olmamakla birlikte aşağıda sıralayacağımız suçlar, İslâm'da büyük günahlar olarak kabul edilmiş ve bunlardan bir kısmına İslâm hukukuna göre bazı cezalar takdir edilmiştir:

" Allah'a şirk koşmak, içki içmek, kumar oynamak " (el-Bakara, 2/219); haram aylarda harbetmek (el-Bakara, 2/217); bakmakla yükümlü olduğu yetimin malını kendi malına katarak O'nun rızası olmaksızın yemek (en-Nisa, 4/2; İsra, 17/34); fakirlik korkusuyla kendi çocuğunu öldürmek (İsra, 17/31); insanlar arasında fitne çıkarmak (el Bakara 2/217); faiz yemek (el-Bakara, 2/275); Allah'tan başkasına ibadet etmek (İsra,17/23); ana-babaya isyan etmek (İsra,17/23), akrabaya miras hakkını vermemek (en-Nisa, 4/7, 13; İsra, 17/26); malı gereksiz yere israf etmek (İsra, 17/27); zina yapmak (İsra 17/32; en-Nisa, 4/15-16); haksız yere adam öldürmek (İsra, 17/33); ölçü ve tartıyı tam yapmamak (İsra, 17/35); kibirlenmek (İsra, 17/37); iffetli kadına zina isnat etmek (en-Nisa, 4/23); tesettüre riayet etmemek (en-Nur, 24/31 ); yalan yere yemin; Peygamber'e (sas) yalan hadis uydurmak (Peygamber'e yalan yere hadis uydurmak, büyük günah olmanın ötesinde, küfür sayılabilir Çünkü şerîat'ın temel kaynaklarından ikincisi "sünnettir" Sünnete yalan isnat etmek; bazı konularda İslâm'ı temelinden yıkabilir); insanları diliyle çekiştirmek; kaş göz hareketleriyle alay etmek (Hümeze, 104/1 )

Cengiz YAĞCI

BÜYÜK MELEKLER

Cenâb-ı Allah'ın bütün melekler içinde üstün kıldığı dört büyük melek

Melek kelimesi Arapça'da "haberci" anlamına gelmektedir Çoğulu "melâike" olarak gelmekte ise de, gerek Türkçe'de ve gerekse Arapça'da çoğul manasına "melek"' olarak da kullanılmaktadır

Melekler, ruh gibi lâtîf, nûrânî, mahiyetleri Allah katında malum, varlıkları bizim dünyamıza ait olmayan fakat insanlarla ilgili bir takım görevleri bulunan varlıklardır Akıl ve nutukları olup; şehvet ve gadap gibi beşerî ihtirasları, yemeleri, içmeleri yoktur Evlenmek, doğmak ve doğurmaktan uzaktırlar Çeşitli şekillere girebilirler Allah'ın emrine asla isyan etmezler, yerde ve gökte bir takım vazifeler ile meşgul olurlar Daima Yüce Allah'ı tesbih ve zikrederler Meleklerin bu özellikleri için bakınız: (el-En'âm, 6/9,100; el-Hicr 15/8; el-Fâtır 35/1; el-Meâric 70/4)

Meleklerin sayısı ve her birinin hangi işlerle vazifeli oldukları bizce malûm değildir Ancak bunlardan bir kısmı ve vazifeleri Kur'an-ı Kerîm'de ve Hz Peygamber'in hadislerinde bildirilmiştir Bu bilgilere göre"büyük melekler" olarak tanınan dört melek vardır ki, bunlar: Cebrâil, Azrail, İsrafil ve Mikâil'dir

Cebrâil: Kur'an'da üç yerde "Cibrîl" olarak geçmekte (el-Bakara 2/97, 98; et-Tahrim 66/4) diğer bazı ayetlerde de kendisinden Rûhu'l-Kudüs ve Rûh olarak bahsedilmektedir (el-Bakara 2/87, 253; el-Mâide 5/110)

Vazifesi, Allah'ın emir ve nehiylerini peygamberlerine bildirmektir Bütün vahiy onun vasıtasıyla nazil olmuştur

Cebrâil, bu görevi yerine getirirken peygamberimize çeşitli şekil ve suretlerde gelirdi Birçok defa insan şeklinde bu görevini ifa ederdi İnsan şekline girdiğinde daha ziyade Dıhye isimli sahabenin kılığında, bazan da normal bir bedevî olarak gelirdi ki, "Cibrîl hadisi" diye bilinen hadisin vukûunda Hz Peygamber'e bu kılıkta gelmiştir

Cebrâil bu gelişlerinin sadece iki defasında aslî suretinde görünmüştür Bunlardan birisi (en-Necm, 53/6-7) ayetlerinin nuzûlünde, diğeri ise yine Necm suresinin 13 ve 14 ayetlerinin nuzûlü esnasındadır (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX, 95)

Azrâil: Kur'an-ı Kerîm'de

"Melekü'l-mevt" ( = ölüm meleği) olarak geçmektedir " Ey Muhammed de ki; size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz" (es-Secde, 32/11)

Allah'ın emri ve izni ile canlıların, ölecekleri zaman canlarını almakla vazifelidir

İsrafil: Kur'an'da "İsrâfil" olarak ismi geçmemektedir Ancak, kıyametin vukûu ile ilgili ayette "(İsrâfil tarafından birinci sefer) Sûr'a üflenince Allah'ın dilediği (melekler) müstesna göklerde olanlar ve yerde olanlar bayılırlar (ölürler) Sonra Sûr'a (ikinci defa) üflenince ölüler mezarlarından kalkıp bakınıp dururlar" (ez-Zümer 39/68) buyurulmakta, dolayısıyla isim olarak olmasa da bu meleğin vazifesi bu ayetle belirtilmektedir Buradan kıyametin ve ahiret gününün yani yeniden dirilmenin başlangıcında bir Sûr'a üfürme olacağı anlaşılmaktadır ki, bu işle vazifeli melek İsrâfil (as) dır Bu görevinden dolayı İsrafil'e "Sûr meleği" ismi de verilmektedir

Ayrıca İsrâfil'in, "Levh-i Mahfuz"* da yazılanları okumak ve ilgili meleğe haber vermekle de görevli olduğu bilinmektedir

Mikâil: Kur'an-ı Kerîm'de bir yerde "Mikâil" olarak zikredilmektedir (el-Bakara 2/98)

Mikâil'in görevi: yağmurun yağdırılması, rüzgârın estirilmesi ve mevsimlerin tanzimi gibi tabiat olaylarını Allah'ın emri ve izni ile vukua getirmektir

Bu dört meleğin dışında, her insanın yanında bulunan ve daima onun küçük, büyük, gizli ve aşikâr yaptığı bütün işleri yazan melekler vardır ki, bunlara "Kirâmen kâtibîn"* denir Ayrıca öldükten sonra kabirde sual sormakla vazifeli "Münker* ve Nekir"* melekleri de vardır

Meleklere inanmak, müslümanlığın iman ve itikat esaslarındandır İnanmayan, müslüman olamaz; inkâr eden de dinden çıkar Zira, Kur'an-ı Kerîm'de meleklerin varlığından bahsedilmekte, bir kısmının ise bizzat isimleri geçmektedir Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Her kim Allah'a ve meleklerine ve peygamberlerine ve Cibrîl'e ve Mikâil'e düşman olursa Allah da kâfirlere düşmandır" (el-Bakara 2/98) Ayrıca Kur'an'da Fâtır suresinin bir diğer adı da "Melâike suresi"dir

Melekler, bilfiil vardır Onları görememiş olmamız onların yokluğu yolunda bir delil teşkil etmez Onların bizim tarafımızdan görülmemesi, farklı bir şekilde yaratılmış bulunmalarından, vücudlarının rûhânî ve nûrâni olmalarındandır Bizim gözümüz ise onları görebilecek şekilde yaratılmamıştır Nitekim kendi aklımızı ve ruhumuzu da göremiyoruz, fakat onların varlığına inanıyoruz

Alıntı Yaparak Cevapla