Prof. Dr. Sinsi
|
Fizilal-İl Kuran Tefsiri - Necm Suresi Tefsiri ( Seyyid Kutub )
29- Bizi anmaktan yüz çeviren ve sadece dünya hayatını isteyenlerden yüz çevir
30- Onların bilgilerinin erişebileceği sınır budur Hiç kuşkusuz senin Rabb'in kimin yolundan saptığını bildiği gibi kimin doğru yolda olduğunu da bilir
31- Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi Allah'a aittir Amaç kötülük işleyenlere kötülüklerinin ve iyilik yapanlara da iyiliklerinin karşılığını vermektir
32- İyilik işleyenler büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar Sadece küçük kusurları olabilir Senin Rabb'inin bağışlayıcılığı geniş kapsamlıdır O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız Çünkü o kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir
Bu ayetlerde yüce Allah'ı aklına getirmeyen, ahirete inanmayan ve dünya hayatından başka hiç düşüncesi olmayan kimselerden yüz çevirilmesi emrediliyor Bu emir öncelikle Peygamberimize yöneliktir Yüce Allah, Peygamberimizden bu surenin daha önceki ayetlerinde masallarından, kuruntularından ve ahirete inanmazlıklarından sözedilen müşrikleri umursamamasını, önemsememesini istiyor
Fakat bu emir, Peygamberimizden sonra bütün müslümanlara da yöneliktir Müslümanlar da Peygamberimizin karşılaştığı türden sapıklardan yüz çevirmelidirler Bu sapıkların başlıca ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Bu adamların akıllarında Allah yoktur, O'na inanmaya yanaşmazlar, tek düşünceleri dünya hayatıdır, gözleri onun dışında hiçbir şeyi görmez, ahirete inanmazlar, onu hiç hesaba almazlar, insanın yeryüzündeki hayatını varoluşunun tek amacı sayarlar, insanın varoluşunun başka bir amacı olduğuna ihtimal vermezler, hayat tarzlarını bu bakış açısına dayandırırlar, insanın hayatını yönlendiren, şu kısa yeryüzü yolculuğunun arkasından onun davranışlarına karşılıklar biçecek olan bir Allah'ın varlığına şiddetle karşı çıkarlar, bu kavramın bütün izlerini insan vicdanından silmeye yeltenirler Günümüzde bu niteliklerin en somut örneği materyalistlerdir, maddeci akımların taraftarlarıdır
Yüce Allah'a ve ahiret gününe inananlar, Allah'ı aklına getirmeyen ve ahireti hiç hesaba katmayan insanlar ile dostça yanyana yaşamak şöyle dursun, onlara zihinlerinde bile yer vermezler Çünkü bu iki grup, karşıt hayat felsefelerine bağlıdırlar Bu hayat felsefelerinin hiç bir ortak adımı, hiçbir ortak noktası yoktur Bu iki grubun kafalardaki hayatın bütün ölçüleri, bütün değerleri ve bütün amaçları birbirlerine zıttır Böyle olunca bu iki grubun hayatta işbirliği yapmaları, şu dünyanın herhangi bir işinde ortak çalışmaları mümkün değildir Hayatın değerlerine, amaçlarına, çalışma yöntemlerine ve çalışma amaçlarına ilişkin bu temel çelişki ortada dururken bu iki grubun birbiri ile bağdaşması, uyuşması düşünülemez Aralarında işbirliği ve ortak çalışma düşünülemeyeceğine göre birbirlerine niye önem versinler, birbirlerini niye umursasınlar Eğer bir mümin,'kafalarında Allah düşüncesi bulunmayan, dünya hayatından başka hiçbir düşüncesi olmayan bu tür sapıkları önemser de yüce Allah'ın kendisine bağışladığı enerjileri yanlış yerlerde harcarsa emeğini ve zamanını boşuna tüketmiş olur
Üstelik bu yüz çevirmenin, bu ilgi kesmenin bir başka anlamlı yönü daha var O da Allah'a inanmayan, dünya hayatının ötesinde başka bir amaç gözetmeyen bu şaşkın yığınları küçümsemek, adam yerine koymamaktır Çünkü bu şaşkınlar bu sakat zihniyeti sürdürdükçe gerçekten uzak kalırlar, onu kavrayamazlar, dünya hayatının kalın surları içinde tutsak kalırlar Okuyalım:
"Onların bilgilerinin erişebileceği sınır budur "
Erişebildikleri bu bilgi sınırı aslında basittir, istediği kadar büyük ve önemli görünsün; yetersizdir, istediği kadar geniş kapsamlı görünsün; yanıltıcı ve sapıktır, istediği kadar doğru ve erdirici görünsün Kalbi ile, duyguları ile, aklı ile şu yeryüzünün sınırlarına takılıp kalan insan hiçbir önemli gerçeği öğrenemez Oysa üstünkörü bir gözlem bile bu dünyanın dışında görkemli bir varlık alemi olduğunu ortaya koyar Bu alem kendini yaratmış değildir Rastgele varolduğunu farzetmek en yalın mantık kuralları ile çelişir Eğer bir yaratıcısı varsa o yaratıcının onu boşuna yarattığı da düşünülemez "Bu görkemli evrenin sonu ve ana amacı şu dünya hayatıdır" demek, akılla alay eden bir saçmalıktır Öyleyse şu evrenin herhangi bir bölümünün özünü kavramak, bir yaratıcının varolduğuna ve ahiretin de varolacağına inanmanın teminatıdır Yoksa şu koca evreni yaratan yüce yaratıcının amaçsız bir iş yaptığını, oyun oynadığını farzetmek gibi bir beyinsizliğe saplanmış oluruz
Yüce Allah'ı kafasından silerek dünyanın dar sınırları içinde tutsak kalan sapıklardan işte bu gerekçe ile yüz çevirmek gerekir Onlara yüz çevirmeli ki, ilgimizi yanlış yere harcamaktan kurtaralım Onlara yüz çevirelim ki, bu dar görüşlü, yetersiz bilgili şaşkınları küçümsediğimizi, hor gördüğümüzü kanıtlamış olalım Eğer yüce Allah'ın emrini alırken amacımız bu emre uymaksa böyle davranmak zorundayız Yoksa, Allah korusun, bir zamanların yahudilerinin durumuna düşeriz Bilindiği gibi o yahudiler, yüce Allah'ın emirlerine "Duyduk ve karşı geldik" diye cevap vermişlerdi (Bakara Suresi, 93) Ayetleri okumaya devam edelim:
"Hiç şüphesiz senin Rabb'in kimin yolundan saptığını bildiği gibi kimin doğru yolda olduğunu da bilir: '
Yüce Allah sözü edilen şaşkınların sapık olduklarını biliyor Bu yüzden gerek Peygamberine, gerekse doğru yolda olan müminlere bu sapıklarla ilgilenmemeyi, onlarla dost olmamayı, onları adam yerine koymamayı, onların yanıltıcı ve yetersiz bilgilerinin yüzeysel çekiciliğine kapılmamayı emretmiştir Çünkü onların bilgisi dünya hayatının sınırlarına kadar uzanabilir ve insan idraki ile katıksız gerçeğin arasına girer Oysa katıksız gerçek, kendisini kavrayanları yüce Allah'a ve ahirete inanmaya iletir, onlara şu yeryüzünün yakın sınırlarını ve şu dar ufuklu dünya hayatının boyutlarını aştırır
Bu sapıkların yetersiz bilgileri sıradan halkın gözünde hayatın özünü yapıcı yönde etkileyen, önemli bir faktör olarak görülür Kalpleri, idrakleri ve duyguları sıradan halkın düzeyini aşmayan sözde okumuşlar da bu kanaattedirler Fakat bu yüzeysel görüntü o sapıkların temeldeki sapıklıklarını, cahilliklerini ve yetersizliklerini ortadan kaldırmaz; alınlarındaki sapıklık, cahillik ve kısa görüşlülük damgalarını sildiremez
Çünkü bir bilginin gerçek bilgi olabilmesi için şu varlık bütünü ile yaratıcısı arasındaki bağıntının özünü ve insan davranışı ile bu davranışa verilecek karşılık arasındaki bağıntının mahiyetini kavraması gerekir Bu bağıntıları kavramayan bilgi kabukta kalır, insan hayatını yapıcı yönde etkileyemez, onu geliştirip yüceltemez Her bilginin değeri insan psikolojisi ve insanlar arası ilişkilerin düzeyi üzerinde meydana getirdiği yapıcı etki ile ölçülür Bu alanlarda yapıcı etkisi görülmeyen bilgi, teknolojik araçlar açısından gelişme, fakat insanlar açısından gerileme anlamına gelir Teknolojik araçlarda insanın zararına gelişme sağlayan bilgiden daha kötü, daha zararlı bir şey olabilir mi?
İnsanın bir yaratıcısının olduğunu, bu yaratıcının aynı zamanda tüm evrenin de yaratıcısı olduğunu, kendisinin ve evrenin yaratılışının aynı doğal yasalar uyarınca gerçekleştiğini düşünmesi, bu gerçeğin bilincine varması hayata, çevresindeki tüm canlı-cansız varlıklara yönelik bakış açısını kökten değiştirir Varlığına, bu bilinçten yoksun olanlarınkinden daha büyük, daha geniş kapsamlı, daha yüce bir değer ve amaç kazandırır Çünkü böyle bir insanın varlığı, şu evren bütünü ile ilişkilidir Bu yüzden o ömrü sayılı günlerden ibaret olan geçici kimliğinden daha büyüktür, sayılı bireylerden oluşan ailesinden daha büyüktür; çağdaş maddeci akımlara bağlı olanların böbürlenme gerekçesi saydıkları soyundan, yurdundan ve sosyal sınıfından daha büyüktür; bütün bu organizasyonların ideallerinden daha yüce bir ideale sahiptir
İnsanın yaratıcısı tarafından ahirette hesaba çekileceğinin ve davranışlarının haklı karşılıklarını alacağının bilincinde olması onun düşüncelerini, değer yargılarını, duyarlıklarını ve amaçlarını kökten değiştirir İçindeki ahlaki duyarlığı ile tüm geleceği arasında bağ kurar Bu ahlâki duyarlığa güç ve etkinlik kazandırır Çünkü onun kurtuluşu ya da mahvoluşu bu ahlâki duyarlılığına, onun niyetleri ve davranışları üzerindeki etkisine bağlıdır Bundan dolayı içindeki "insan" özü güçlenir ve bu iki ayaklı canlının tüm davranışlarına egemen olur Çünkü gözünü kırpmayan bekçi artık uyanıktır Çünkü son hesaplaşma işlemi, kendisini "orada" beklemektedir
Diğer taraftan böyle bir insan iyiliğe gönülden bağlıdır, son hesaplaşmada onun muzaffer olacağından emindir Yeryüzündeki sürekli savaşın bazı aşamalarında kötülük karşısında yenik düşse bile son kazanan o olacaktır Bu yüzden o, her zaman iyiliği desteklemekle, onun uğrunda savaşmakla yükümlüdür Uğrunda savaştığı iyilik şu dünyada ister yensin, ister yenilsin, farketmez Çünkü son ödül ve cezanın verileceği yer orası"dır
Görüldüğü gibi Allah'a ve ahirete inanma meselesi, son derece büyük bir meseledir, insan hayatının en temel meselesidir Yeme, içme, giyinme ihtiyaçlarından daha öncelikli bir ihtiyaçtır Bu ihtiyaç ya karşılanır, o zaman insan gerçekten "insan" olur, ya karşılanmaz, o zaman da bu iki ayaklı canlı bildiğimiz hayvanlardan biri olur
İnsanlar arasında ölçüler, amaçlar ve hayata ilişkin düşünceler böylesine bağdaşmaz oranda birbirine ters düşünce aralarında işbirliğine, ortak yaşamaya, hatta belli oranda ilgi doğuran tanışmaya imkan kalmaz
Bundan dolayı Allah'a inanan insan ile Allah kavramını kafasından silerek sırf dünya hayatı peşinde koşan insan arasında arkadaşlığa, dostluğa, ortak yaşamaya, işbirliğine, alış-verişe, ilgiye, umursamaya dayalı ilişkiler kurulamaz, gelişemez Bunun tersine olacak her söz yüce Allah'ın emrine ters düşen bir demogojidir, bir imkansızı boşu boşuna zorlama girişimidir Evet;"Bizi anmaktan yüz çeviren ve sadece dünya hayatını isteyenlerden yüz çevir Ayetleri okumaya devam ediyoruz:
"Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi Allah'a aittir Amaç kötülük işleyenlere kötülüklerinin ve iyilik yapanlara da iyiliklerinin karşılığını vermektir "
Yüce Allah'ın gökler ve yeryüzü üzerindeki ortaksız "mülkiyet"inin böylesine kesin bir dille vurgulanması ahiret olgusuna güç ve etkinlik kazandırır Sebebine gelince bu durumda ahireti tasarlayıp planlayan Allah, göklerin ve yeryüzünün "mülkiyeti"ni tek başında elinde bulunduran Allah'ın kendisidir Buna göre, O ödül ve ceza vermeye muktedirdir, bu işlem sadece O'nun tekelindedir ve bu işlemin araçlarına kesinlikle egemendir Böylesine tartışmasız bir "mülkiyet"in, davranışlara adil ve eksiksiz karşılıklar biçmesi normal ve beklenir bir sonuçtur Zaten;
"Amaç kötülük işleyenlere kötülüklerinin ve iyilik yapanlara da iyiliklerinin karşılığını vermektir "
Arkasından sözkonusu "iyiler" ile "iyiliklerinin karşılığında ödüllendirilenler" kimler oldukları belirtiliyor Bunlar;
"İyilik işleyenler, büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar Sadece küçük kusurları olabilir "
Ayetin orjinalindeki geçen "Kebar-ül ism" tamlaması "Büyük günahlar", "Fevahiş" sözcüğü "ağır ve çirkin günahlar" demektir "Lemem" sözcüğünün anlamı konusunda ise çeşitli görüşler ileri sürülmüştür Meselâ ünlü tefsir bilgini İbn-i Kesir bu konuda şöyle diyor; "Sadece diye başlayan cümle, ayetin öncesinden kopuk bir istisnadır Çünkü lemem' sözcüğü küçük günahlar' ve basit, önemsiz davranışlar' anlamına gelir Nitekim İmam-ı Ahmed'in Abdurrezzak Muammer, İbn-i lâvus ve bu zatın babası kanalı ile bize verdiği bilgiye göre sahabilerden Abdullah b Abbas Ebu Hureyre tarafından bize aktarılan Peygamberimizin şu sözleri kadar Lemem' kavramım çağrıştıran ve açıklayan bir ifadeye rastlamadım Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- diyor ki:
"Allah bir insanın hesabına zinadan bir pay yazdığı zaman o pay o kulu mutlaka bulur Gözün zinası bakmak, dilin zinası konuşmaktır İnsan umanı özler ve çeker Cinsiyet organı da bu arzuyu ya onaylar ya da ona karşı çıkar " ( Bu hadisi Buhari ve Müslim Abdurrezzak kanalı ile nakletmişlerdir)
Tanınmış tefsir bilgini İbn-i Cerir ise aynı konuda şunları söylüyor; "Muhammed b Abdulalâ'nın İbn-i Sevr, Muammer; Ameş ve Ebu Duha kanalı ile bize bildirdiğine göre sahabilerden Abdullah b Mesud şöyle dedi: "Gözün zinası bakmak, dudakların zinası öpmek, ellerin zinası tutmak ve ayakların zinası adım atmak, yürümektir Cinsiyet organı bu ön girişimleri ya onaylar ya da reddeder Eğer insan cinsiyet organını bu işe karıştırırsa zina etmiş olur Yoksa yaptıkları Lemem' türünden günahlardır ' '
Mesruk ile Şaaki de bu görüşü paylaşıyorlar
"Lubat-ut Taif'inin oğlu" diye anılan Abdurrahman b Nafi ise aynı konuda şöyle diyor; "Bir defasında Ebu Hureyre'ye bu ayette geçen Lemem' sözcüğünün ne anlama geldiğini sordum Bana şu cevabı verdi; Bu sözcük öpmek, bakmak, gülümsemek ve ellemek anlamına gelir Eğer erkeğin ve dişinin cinsel organları birbirine değerse boy abdesti almak gerekir Bu eylem zinadır "
Bu açıklamalar "Lemem" sözcüğünün tanımı konusunda birbirine yakın görüşlerdir Aynı konuda başka bir görüş de vardır Nitekim Ali b Talha'nın bildirdiğine göre Abdullah b Abbas "Lemem' demek, geçmiş günahlar' demektir" demiştir Zeyd b Eslem de bu görüştedir
Tanınmış tefsir bilgini İbn-i Cerir bu konuda diyor ki; "Süleyman b Abdülcebbar'ın bize Ebu Asım, Zekeriyya, İbn-i İshak, Amr b Dinar ve Ata kanalı ile verdiği bilgiye göre Abdullah b Abbas "İyilik işleyenler, büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar Sadece küçük kusurları (lemem'leri) olabilir" ayetini açıklarken şöyle demiştir; "Lemem" işleyen kimse demek günah işleyip de arkasından tevbe eden kimse demektir " Nitekim Peygamberimiz Allah'ım, sen affedince günahların tümünü affedersin Senin hangi kulun hiç günaha bulaşmamıştır' buyurmuştur
Bu hadisi Ahmed b Osman kanalı ile Ebu Asım Nebil'e dayandırarak aktaran tirmizi hadisin sonunda şunları söylüyor: "Bu hadis sahih, hasen ve garip bir hadistir Onun tek kaynağı Zekeriyya b İshak'tır " Bezzaz da aynı hadis hakkında "Bildiğimiz kadarı ile bu hadis, kesintisiz olarak sadece bu kanaldan gelmiştir" demiştir Öteyandan tefsir bilgini İbn-i Cerir, Muhamed b Abdullah b Yezi, Yezid b Zeri, Yunus ve Hasan kanalı ile verdiği bilgiye göre sahabilerden Ebu Hureyre "İyilik işleyenler, büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak dururlar Sadece küçük kusurları (lemem'leri) olabilir " ayetini açıklarken sadece bir kez zina işleyen, hırsızlık yapan ve içki içen, fakat arkasından hemen tevbe ederek bir daha bu günahlara dönmeyen bir adamın durumunu düşünün İşte "lemem" yapmak budur" demiştir
Hasan'a "mevkuf" olarak da bu sözlerin benzeri nakledilmiştir
Bunlar da "lemem" sözcüğünün anlamını birinci guruptaki görüşlerden farklı biçimde açıklayan başka bir görüş grubudur
Kişisel görüşümüze göre ikinci grubun görüşü ayetin devamını oluşturan "Senin Rabb'inin bağışlayıcılığı geniş kapsamlıdır" cümlesine daha uygun düşer
Çünkü "bağışlamanın geniş kapsamlı" oluşunun vurgulanması ile sözkonusu "lemem"in büyük günahlar ve çirkin davranışlar işledikten sonra tevbe etme durumu arasında uyum vardır O zaman bu istisna ayetin öncesinden kopuk olmayan bir "istisna" olur Başka bir deyimle ayette geçen "iyiler" "büyük günahlardan ve çirkin davranışlardan uzak duranlar ve bu tür davranışları olsa bile bu kötülükleri yapmakta ısrar etmeyerek hemen geri dönenler"dir Tıpkı şu ayette tanımlanan kimseler gibi:
"Yine onlar bir kötülük işlediklerinde ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler Günahları Allah'tan başka kim affedebilir? Onlar işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmezler " (Al-i İmran Suresi, 133-136)
Bu ayetin öncesinde yüce Allah bu kimseleri "takvalılar" sıfatı ile nitelemekte ve onlara "bağışlanma"yı ve "gökler ile yeryüzü kadar genişlikteki cennete girme"yi vaadetmektedir Yüce Allah'ın geniş kapsamlı rahmeti ve bağışlayıcılığı ile bağdaşan yorum budur
Ayetin sonunda iyiliklere iyi ve kötülüklere kötü karşılık biçilmesi işleminin yüce Allah'ın bilgisine dayandığı ve bu bilginin insan yaratılışın bütün evrelerinin karmaşık sırlarını kapsadığı belirtiliyor Okuyoruz:
"O sizi gerek ilk başta topraktan yaratırken ve gerekse annelerinizin karınlarında cenin aşamasındayken bilir "
Yani yüce Allah'ın insanlara ilişkin bilgisi onların somut davranışlarının ortaya çıkışının çok öncesine uzanır Onların değişmez özlerini kavrayan bir bilgidir bu İnsanlar bu değişmez özlerini bilemezler Onu ancak yüce yaratıcıları bilir Bu bilgi insanların özü topraktan yaratılırken, yani henüz onlar "bilinmezlik alemi"nin bir parçası iken varolduğu gibi insanlar analarının karınlarında cenin aşamasındayken, henüz gün yüzüne çıkmamışlarken de vardı Bu bilgi görüntüden önce öze, eylemden ve davranıştan önce karakteristik yapıya ilişkin bir bilgidir
Bilgisinin niteliği bu olan yaratıcıya insanın kendini tanıtması, özünü anlatmaya kalkışması, karşısına geçerek "ben şöyleyim, ben böyleyim" diye övünmesi boş bir iş, hatta edepsizliktir Okuyalım:
"Öyleyse kendinizi temize çıkarmayınız Çünkü O, kimin kötülüklerden sakındığını herkesten iyi bilir " ,
Öyleyse gayretkeşlikle O'nun gözüne batmaya çalışmanıza, O'nun karşısında davranışlarınıza değer biçmenize gerek yoktur O'nun katında eksiksiz bilgi ve duyarlı terazi vardır Davranışlara biçeceği karşılıklar adildir, sözü kesindir ve her meseleyi kesin çözüme bağlayacak olan O'dur
Bundan sonra surenin son bölümü geliyor Son derece melodi yüklü bir ahenk yansıtan bölüm, müzikal yönü ile surenin ilk bölümünün bir benzeri olarak karşımıza çıkar Bu bölümde bu inanç sisteminin ana ilkeleri açıklanır Tek Allah inancının ilk tutarlı savunucusu olan Hz İbrahim'den bu yana hiçbir değişikliğe uğramayan ilkelerdir bu ilkeler Bu açıklamada insanlara, yüce yaratıcıları tanıtılıyor Dikkatleri O'nun hayatları etkileyen, aktif ve yaratıcı dileğine çekiliyor Bu aktif dileğin izleri, insanı sarsacak, kendine getirecek, derinden derine titretecek somutlukta gözler önüne seriliyor Öyle ki, bu ayetlerin sonuna gelince, melodilerin son namesi kulaklarda çınlayınca duygular, titrek bir ürperti içinde verilen etkili mesajı kabul etmeye hazır bir duyarlığa kavuşurlar Okuyoruz:
|