Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat M Harfi
M Harfi
MAL Fık: Bir kimsenin tasarrufunda bulunan kıymetli, lüzumlu şey (Varlık, servet, para, ticaret eşyası gibi )
MAL-İ CİZYE Araziden alınan haraç
MAL-İ GAYBÎ Bulunmuş ve sahibi çıkmamış mal
MAL-İ HULYA f Vesvese, kara sevdâ, kuruntu, boş hayaller
MAL-İ KARUN Mc: Çok zengin
MAL-İ MAZMUN Emânet olmayan mal
MAL-İ MENKUL Taşınabilen ve nakledilebilen mal (Arâzi ve binanın haricindekiler)
MAL-İ MİRÎ Miri malı Hükümete veya devlete ait mal
MAL-İ MÜTEKAVVİM Huk: İki mânada kullanılır: Birisi, intifâı mübah olan şeydir Diğeri, mâl-i mührez demektir Meselâ, denizde iken balık gayr-i mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta, mâl-i mütekavvim olur İntifâı mübah olmayan mal veya elde edilmemiş olan mal gayr-ı mütekavvimdir Şirâ ile intifa´ mübah olduğundan, mâl-i mütekavvimdir (Ist F K )
MAL-İ NÂTIK Canlı mal (At, deve, koyun gibi)
MAL-İ UHREVÎ Âhiret için kazanılan sevap Uhrevî mal
MAL-İ ZIMAR Bir kimsenin mâlik olduğu halde, onlardan faydalanması kabil olmayan; başka tabir ile, elinden çıkıp galib-i hale nazaran bir daha eline girmeleri umulmayan mallar
MAL f "Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen)
MA´L Evmek, acele etmek, tez tez gitmek * Alıp kaçmak
MALAK Manda yavrusu Buzağı
MALAKELAM Diyecek yok Söz götürmez
MALAMAL Çok dolu, lebâleb, ağzına kadar dolu
MALANİHAYE Sonsuz, nihâyetsiz Uçsuz bucaksız
MALARYA ing Sıtma
MA´LAT (C : Maâli) Derin ve yüksek fikir * Ululuk, şeref, itibar
MALAYA´Nİ (Mâlâyâni) Mânasız, faydasız, boş söz (Elbette en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyani şeylerle ömrünü telef etmesin Kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin Selâmetle kabir kapısını açıp saâdet-i ebediyeye girsin M )
MÂLÂYA´NİYYÂT Faydasız boş sözler, boş konuşmalar, faydasızlık
MALAYUTAK Tâkat getirilmez, güç yetmez, dayanılmaz
MALAZ Sürülmüş toprak * Sular altında kalmış tarla
MALDAR f Malı mülkü çok olan Zengin
MALDARÎ Zenginlik, servet
MALE f Duvarcı malası
MA´LEB (C : Meâlib) Oyun yeri
MA´LEF (C : Maâlif) Ot ve saman gibi hayvan yemi konan yer Samanlık
MA´LEM (C : Maâlim) Eser, iz, nişan, alâmet
MALEMYEKÜN Sözden ibâret
MALEZİM (Mâlezime) Lüzumlu ve gerekli şey Malzeme
MALÎ f Dolu * Fazla, çok
MALÎ (Maliye) Mala ve paraya mensub Mal ve para cinsinden Mala ait
MALİDE f Sürülmüş, sürmüş
MALİH Tuzlu
MALİHULYA (Bak: Mâl-i hulya)
MALİK Sâhib Malı elinde bulunduran Bir şeyin mülkiyetini elinde tutan * Her şeyin sâhibi olan Allah * Cehennem zebânilerine hâkim ve onları idare eden meleğin adı
MALİK-ÜL MÜLK Bütün mülkün hakiki mâliki olan Allah (C C )
MALİK-İ YEVMİDDİN Herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin, din gününün, mâliki, sahibi olan Allah (C C )
MALİKANE f Büyük ve gösterişli köşk * Tar: Bir kimseye, gelirinden hayatı boyunca istifade etmek; fakat satamamak ve miras bırakamamak şartıyla verilen beylik arazi
MALİKÎ (Bak: İmam-ı Mâlik)
MALİKİYET Malik ve sahib olma
MALİŞ f Sürme, sürüştürme
MALİŞGÂH f Yüz sürülecek yer
MALİŞGER f Sürtücü, oğucu * Tellak
MALİYAT Maliye işleriyle alâkalı Maliye bilgisi
MALİYE Devletin gelir ve masraflarının idaresi * Gelir gider hesablarına bakan resmi dâire
MALİYET Kıymet Mâlolma değeri
MALİYYUN Maliyeci
MALİZME Eskiden yirmi sayfadan meydana gelen cüz, broşür
MALKOÇ Osmanlı İmparatorluğu devrinde akıncıların başı * Akıncı beylerinden meşhur bir hânedan
MAL MÜDÜRÜ Kazâ mâliye memuru
MALPEREST f Malı, mülkü ve parayı çok seven Mala düşkün olan
MA´LUFE Yulaf verilen davar
MA´LUL İlletli, hasta, sakat, kötürüm * Harpte bir uzvunu kaybetmiş gazi
MA´LULEN Mâlul olarak, sakat olarak
MA´LULÎN (Ma´lul C ) Sakatlar Hastalıklı ve illetli kimseler
MA´LULİYET Hastalıklı olma, illetlilik
MA´LUM Resul-i Ekrem´in (A S M ) bir nâmıdır Onun geleceği, melekler, resuller ve nebiler tarafından mâlum olduğundan ve dünyaya teşriflerinden evvel kendilerinin ta´zim edilmesi ve ona intisab dileklerinden dolayı bu isim verilmiştir * Bilinen, belli olan
MA´LUMAT Bilinen şeyler, bilinenler Bir iş veya mevzu hakkındaki bilgiler
MA´LUMAT-I CÜZ´İYE Az ve hafif bilgi Cüz´i mâlumât
MA´LUMAT-I ZARURİYE Lüzumlu ve zaruri mâlumat
MA´LUMATFÜRUŞ f Mâlumat ve bilgi satan Bilgiçlik taslıyan
MA´LUMİYET Ma´lumluk Bilinme, belli olma * Bilinen ve belli olan şeyin hâl ve sıfâtı
MA´MA´ Kimseye birşey vermeyen kadın
MA´MAA (C: Meâmi) Acele etmek * Ateşten çıkan ses * Bahâdırların cenk içindeki haykırmaları
MA´MAFİH Öyle olmakla beraber
MA´MEAN Çok fazla sıcaklık
MAMELEK Elinde bulunan şeyler, sâhib olduğu şeyler Nesi var ise, hepsi * Huk: Bir şahsın alacak ve borçlarının hepsi
MA´MER Geniş menzil
MAMEZA Geçen veya geçmiş şey Geçmiş zaman Mazi
MAMHURAN Adilcevaz, Patnos, Erciş ve bilhassa Beytüşşebab havalisinde meskun olan bir aşiret ismi
MAMİSA Bir ot cinsi
MAMİZAN Vers denilen ot
MA´MUL (Amel den) Yapılmış, işlenmiş * Gr: Avamil´in ikinci bâbı
MA´MULÂT İmal edilmiş, yapılmış şeyler Makine veya elle işlenmiş eşya
MA´MULÂT-I DÂHİLİYE Dâhilî mamulat Memlekette yerli olarak yapılan şeyler
MA´MULÜN BİH Kendisi ile amel olunan (Hukuk, nizam, program kaidesi)
MA´MUR İ´mar edilen, tamir edilmiş
MA´MURE İnsanların bulunduğu bayındır yer Ma´mur olan yer Şehir, kasaba
MA´MURİYET Bayındırlık, ma´murluk
MA´N Az miktar * Kolay
MA´NA (Mânâ) İç, içyüz Bir sözden veya birşeyden anlaşılan Lâfzın delâlet ettiği şey * Rüya, düş * Dilemek, irade
MA´NA-YI HARFÎ Kendisini değil de başkasını veya sahibini, ustasını, kâtibini anlatan, bildiren, tarif eden mânâ
MÂNÂ-YI İSMÎ İsme dair mânâ Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir Ağacı görmek ve tanımakla ve meyvelerini almakla Rahmet-i İlâhiyeyi tanıyor, Cenab-ı Hakk´a sevgi ve şükrümüzü arttırıyor ve O´nun emri dairesinde ağaca Rabbimizin iltifatı, rahmeti olarak alâka gösteriyor isek; bu mânâya da mânâ-yı harfî deniyor (  Dünyayı ve ondaki mahlukatı mânâ-yı harfî ile sev Mânâ-yı ismî ile sevme! " Ne kadar güzel yapılmışlar" de " Ne kadar güzeldir" deme ve kalbin bâtınına, başka muhabbetlerin girmesine meydan verme Çünkü, bâtın-ı kalb, âyine-i Samed´dir ve O´na mahsustur Meselâ; nasıl ki bir pâdişâh-ı âli, sana bir elmayı ihsan etse, o elmaya iki muhabbet ve onda iki lezzet var: Biri; elma, elma olduğu için sevilir ve elmaya mahsus ve elma kadar bir lezzet var Şu muhabbet pâdişaha ait değil Belki, huzurunda o elmayı ağzına atıp yiyen adam, padişahı değil, elmayı sever ve nefsine muhabbet eder Bazan olur ki, padişah o nefisperverâne olan muhabbeti beğenmez, ondan nefret eder Hem elma lezzeti dahi cüz´idir Hem zeval bulur, elmayı yedikten sonra o lezzet dahi gider, bir teessüf kalır İkinci muhabbet ise; elma içindeki elma ile gösterilen iltifâtât-ı şâhânedir Güyâ o elma, iltifât-ı şâhânenin nümunesi ve mücessemidir, diye başına koyan adam, padişahı sevdiğini izhar eder Hem iltifatın gılâfı olan o meyvede öyle bir lezzet var ki, bin elma lezzetinin fevkindedir İşte şu lezzet ayn-ı şükrandır Şu muhabbet, padişaha karşı hürmetli bir muhabbettir! S )(Aynen onun gibi, bütün nimetlere, meyvelere, zatları için muhabbet edilse, yalnız maddî lezzetleri ile gafilâne telezzüz etse, o muhabbet nefsanîdir O lezzetler de geçici ve elemlidir Eğer Cenab-ı Hakk´ın iltifâtât-ı rahmeti ve ihsânâtının meyveleri cihetiyle sevse ve o ihsan ve iltifâtâtın derece-i lütuflarını takdir etmek suretinde kemâl-i iştiha ile lezzet alsa; hem mânevî bir şükür, hem elemsiz bir lezzettir  S )
MANAHNÜ FÎH Üzerinde durduğumuz, bahsini ettiğimiz mes´ele Hakkında konuştuğumuz
MANA MERTEBELERİ Kur´an-ı Kerim´deki âyetlerin anlaşılmasında bilinen muhtelif ma´nâlar Zâhirî, bâtınî, sarihî, harfî, ismî, işarî, remzî, mecazî, mefhumî, riyazî mânâlar gibi
MA´NAT Dilemek, iradet * Kasdolunmuş nesne
MANCINIK Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti
MANÇURYA (Mançu memleketi) Asya´nın kuzeydoğu tarafında büyük bir memleket olup, son zamana kadar kuzeyde Ohurcuk Denizine ve Sahalin Adasını ayıran Tataristan Boğazı´na kadar uzandığı halde; doğudan Japon Deniziyle sınırlanmış iken, sonraları kuzey ve kuzeydoğu tarafları Ruslar tarafından zaptedilerek Sibirya´ya katılmıştır Bir kısmı da Amur ismiyle bir eyalet halinde kalmış ve diğer bir kısmı da sahiller eyaletine eklenerek o taraflardan Mançurya´nın sahili kalmamış ve kuzeyde Amur Irmağı ve doğuda Usuri Nehri Mançurya´nın hududunu teşkil etmiştir Şimdiki siyasî coğrafyada Mançurya ismi, bu memleketin sadece Çin´e tâbi olan kısmına verilmektedir
MANDA Fr Kendini idare edemeyen bir memleket ahalisini başka bir yabancı devletin idare etmesi * t Camız denen hayvan Kömüş
MANDE f Kalmış, gitmemiş olan
MANDIRA yun Süt ve süt ürünlerinin elde edildiği; süt veren hayvanların barındığı yer
MA´NE Ekmek * Az olan akıcı su * Şey
MANEN Mânâca Mânâ cihetiyle Ruhca Esasca Bâtınen İç varlık bakımından
MANEND f Benzer Denk Eş Gibi
MANEND-ÂBÂD Ölümle kıyamet arasında geçen zaman
MANENDE Benzeyen, mümâsil
MANEVÎ (Ma´nevi) Mânaya âit Maddî olmayan Mücerred Ruhani
MANEVİYYAT Maddi olmayan kuvvet Mânâ âlemine âit olanlar Dinden, imândan, mukaddesât ve imândan gelen kuvvet (Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir Göz ise, mâneviyatta kördür H )
MANEVİYYUN Allah´a, dine, mukaddesata inanmış olanlar
MANEVRA Fr Bir makinenin, bir cihazın işleyişini düzenleme veya idare etme işi ve şekli * Ask: Muharebede düşmanın savaş gücünü yok etmek maksadıyla eldeki askerî kuvvetlerin en te´sirli bir biçimde düzenlenmesini te´min eden bütün hareketler * Barış zamanında kıt´alara ve kurmay hey´etlerine harptekilere benzer şartlar içinde eğitim sağlamak için yaptırılan hareket
MANGA Ask Tek bir kumandanın kolaylıkla sevk ve idare edebileceği kadar erden kurulu küçük askerî birlik (Yaklaşık olarak on erden kurulabilecek olan mangada birkaç makinalı tüfek veya tabanca ile avcı erleri bulunur ) * Savaş gemilerinde erlerin yattığı koğuş
MÂNİ´ Men´eden Geri bırakan Esirgeyen Engel Özür
MÂNİ-İ ŞER´Î şeriatça kabule engel olan, mâni´ olan hâl
MÂNİA Men´eden şey Engel Özür Zorluk
MA´NİDAR (MÂNİDAR) f Bir mânâyı mutazammın olan * Nükteli, ince mânâlı Bir mâna ifade eden Bir mânayı şâmil olan (Farsça bir ifade olup, mânâ; ma´ni diye okunmuştur )
MA´NİDARANE f Mânâlı şekilde
MANİVELA Ağır şeyleri çekmek ve kaldırmak için vasıtanın dönen merkezine bir ucu takılıp döndürülen kol
MANKEN Fr Elbiseleri prova veya teşhir etmek için terzilerin ve hazır elbise satıcılarının kullandığı tahtadan, kartondan, madenden vb insan şekli
MANSAB (Mınsab) Rütbe (Bak: Mansıb)
MANSIB (Nasb dan) Devlet hizmeti * Memuriyet * Bünyad Merci´
MANSIBDÂR f Mansıbda bulunan
MANSUB Nasbolunmuş, me´muriyete konulmuş * Konulmuş, dikilmiş * Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime Meftuh olan
MANSUBÎN (Mansub C ) Memuriyette bulunanlar Hizmette olanlar
MANSUR Yardım edilen, yardım görmüş * Gâlib, muzaffer (Bak: Mensur)
MANSURİYYET Allah´ın (C C ) yardımıyla muvaffak ve muzaffer olma, başarma
MANSUS Nass ile sâbit kılınmış Âyetle tesbit edilmiş İzhar ve beyan edilmiş * Kur´anda açıkça anlatılmış
MANŞET Fr Bir gazetede ilk sayfanın en üst kısmındaki büyük puntolu başlık * Bir gömleğin kol kısmına geçirilen ve elbisenin kolundan dışarı çıkan kumaş parçası
MANTIK (İntak dan) Konuşturan, söyleten * Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim Akıl kaidesi * Akıl, nutuk, söz
MANTIKAN Mantığa göre Mantıkça
MANTIKÎ Mantıka dâir Aklî ve müsbet olan düşünce, fikir Mantık kaidelerine uygun
MANTIKÎ KIRÂET Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okumaktır
MANTIKİYYÂT Mantıkla alâkalı mes´eleler
MANTIKİYYUN Mantıkla uğraşanlar Mantık âlimleri
MANTUH Boynuzlu hayvan tarafından yaralanan veya öldürülen
MANTUK Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey " Şu kitabı satın aldım", sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır * Söz, nukut, mânâ, mefhum
MANYATİZMA Birisinin bâzı hareketleri ile başkası üzerinde uyuşukluk verici te´sir (Bak: İpnotizma)
MANYETİK (Bak: Magnetik)
MANZAM (C : Menâzım) Sıra, dizi
MANZAR (Manzara) (Nazar dan) Bakılan yer, görülen yer Görünüş
MANZAR-I ÂLÂ En yüksek bakış yeri Kudsi ve en yüksek manzara Cennet manzarası, arş-ı azam
MANZAR-I ÇEŞM Gözbebeği
MANZARA Dışarıyı görecek pencere
MANZARANÎ Gösterişli ve güzel adam
MANZARÎ Güzel, gösterişli ve yakışıklı adam
MANZUD Sık yetişmiş ağaç * Üstüste istif edilmiş
MANZUM Ölçülü, mizanlı, tertibli * Vezni ve kafiyesi olan söz Edebi ölçüsü olan sözler (Kaside ve şiirler gibi) * Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş
MANZUMAT Manzumeler
MANZUME Tertibli, ölçülü yazı, şiir Vezinli ve kafiyeli olan söz * Sıra, dizi Sistem
MANZUME-İ ŞEMSİYE Güneş sistemi, güneş ve etrafında dönen seyyâreler topluluğu (Şu kâinatın lâmbası olan güneş, kâinat Sânii´nin vücuduna ve vahdâniyyetine güneş gibi parlak ve nurani bir penceredir Evet, manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber oniki seyyare: Cirmleri, küçüklük - büyüklük itibariyle pekçok muhtelif ve mevkileri, uzaklık - yakınlık noktasında pek çok mütefâvit ve sür´at-i hareketleri, çok mütenevvi´ olduğu halde kemal-i intizam ve hikmet ile ve kemal-i mizan ile ve bir saniye kadar şaşırmıyarak hareketleri ve deveranları ve güneş ile, câzibe kanunu tâbir edilen bir kanun-u İlâhi ile bağlanmaları, yâni onlar imamlarına iktidaları, büyük bir mikyasta bir azamet-i kudret-i İlâhiyyeyi ve Vahdâniyyet-i Rabbâniyyeyi gösterir Çünki: O câmid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri, nihayet derecede intizam ve mizan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde ve muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti isbat ettiğini kıyas et Bu büyük ve ağır işe zerre miktar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki, kâinatı dağıtacak Çünki: Bir dakika, tesadüf birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına sebebiyet verir, başkaları ile müsademe etmesine yol açar Küre-i arzdan bin def´a büyük cirmlerle müsademenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin Manzume-i şemsiyenin, yâni şemsin me´mumları ve meyveleri olan oniki seyyarenin acâibini ilm-i muhit-i İlâhiye havale edip, yalnız gözümüzün önünde seyyaremiz bulunan arza bakıyoruz Görüyoruz ki: Bu seyyaremiz bir azamet-i şevket-i Rububiyyeti ve haşmet-i saltanat-ı Uluhiyyeti ve kemâl-i rahmeti ve hikmeti gösterir bir surette Güneşin etrafında, emr-i Rabbâni ile - Üçüncü Mektupta beyan edildiği gibi - pek büyük bir hizmet için bir uzun seyr ve seyahat, ona ettiriliyor Bir sefine-i Rabbâniye olarak acâib-i masnuât-ı İlâhiye ile doldurulmuş ve zişuur ibâdullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş Ve evkat ve hesabı bildirecek saat akrebi gibi, Kamer dahi dakik hesaplarla azim hikmetlerle ona takılmış ve o Kamere başka menzillerde ayrı seyr ve seyahat verilmiş İşte bu mübarek seyyaremizin şu halleri, küre-i arz kuvvetinde bir şehadetle, bir Kadir-i Mutlak´ın vücub-u vücudunu ve vahdetini isbat eder Mâdem şu seyyaremiz böyledir Manzume-i şemsiyeyi ona kıyas edebilirsin Hem Şemse, kendi mihveri üstünde cazibe denilen mânevi ipleri yumak yaptırmak için dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi, bir Kadir-i Zülcelâl´in emriyle döndürüp, o seyyaratı o mânevi iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyaratı ile saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir sür´atle, bir tahmine göre "Herkül Burcu" tarafına veya Şems-üş-şümus cânibine sevk etmek, elbette ezel ve ebed Sultanı olan Zât-ı Zülcelâl´in kudretiyle ve emriyledir Güya haşmet-i Rububiyyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan manzume-i şemsiye ordusu ile bir manevra yaptırır S )
MANZUR Görülen, bakılan, nazar edilen * Beğenilen
MANZURE Belâ, musibet, felâket, âfet * Noksan ve kusuru olan, ayıplanacak kadın
|