Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat V Harfi
V Harfi
VAHA Çöl ortasında suyu ve yeşilliği olan yer
VAHAL (C : Evhâl, vuhul) Bataklık, batak çamurlu yer (Bak: Vahl)
VAHAMA (Vahim C ) Tehlikeli, korkulu ve vahim olan şeyler
VAHAMET Zor, güçlük * Ağırlık Tehlike Muhatara Neticesi fena * Hazım güçlüğü, sindirim zorluğu * Korkulacak hal, tehlikeli vaziyet
VA HASRETA Vah vah! Ne yazık ki! (Teessür bildirir )
VAHAT Çöl ortasında yeşillik ve suyu olan yerler Vâhalar
VAHAYFA Eyvah, yazık
VAHDANÎ Allah´ın birliği ile alâkalı
VAHDANİYET Birlik, infirad Benzeri olmamak Artmaktan, ayrılmaktan, eksilmekten beri ve münezzeh olmak gibi mânaları ifade eden Allah´ın bir sıfatıdır Bu sıfatla muttasıf olana Vâhid denir ki; benzeri olmayan; tecezziden, tekessürden beri olan zât demektir
VAHDEDDİN (Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir ) (Bak: Vahîd) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan yegâne taburu Ayasofya Câmii etrafında sipere sokup câmiye çan takmak isteyenlere "Ateş edin" diye emir vermişti İtimad ettiği paşaları Anadolu´ya gönderip Milli Kurtuluş hareketini hazırlamıştı Böyleyken İtalya´da vefat etti ve sonra Şam´da Sultan Selim Câmii kabristanına defnedildi (R Aleyh)
VAHDET Birlik Yalnızlık Teklik (Kesretin zıddıdır ) * Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması * Tas: Allah´a yakınlık Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali (Yüsr-ü vahdet; yâni birlik usulüyle bir merkezde, bir elden, bir kanunla olan işler; gayet derecede kolaylık veriyor Müteaddit merkezlerde, müteaddit kanuna, müteaddit ellere dağılsa müşkilât peyda eder M )
VAHDET-ÜL VÜCUD (Vahdet-üş şuhud) Her yerde ve herşeyde kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır (Bu mesele hakiki olarak ancak veraset-i nübüvvet muhakkikleri olan müceddid ve asfiyaların tarifleriyle anlaşılabilir )(Aziz kardeşim;Vahdet-ül vücuda dair bir parça izahat istiyorsunuz Bu mes´eleye dair Otuz Birinci Mektubun bir Lem´asında, Hazret-i Muhyiddin´in bu mes´eledeki fikrine karşı gayet kuvvetli ve izahlı bir cevab vardır Şimdilik bu kadar deriz ki:Bu mes´ele-i vahdet-ül vücudu şimdiki insanlara telkin etmek, ciddi zarar verir Nasıl ki teşbihat ve temsiller, havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse, hakikat telâkki edilir (Hâşiye) Öyle de: Vahdet-ül vücud mes´elesi gibi hakaik-ı ulviye, ehl-i gaflet ve esbab içine dalan avamlara girse, tabiat telâkki edilir ve üç mühim zarar verir:Birincisi: Vahdet-ül vücudun meşrebi, Cenab-ı Hak hesabına kâinatı âdeta inkâr etmek iken; avama girdikçe, gafil avamlara, hususan maddiyyun fikirleriyle âlude olan fikirlere girdikçe, kâinat ve maddiyat hesabına uluhiyeti inkâr yoluna gider İkincisi: Vahdet-ül vücud meşrebi, mâsivâ-yı İlâhînin rububiyetini o derece şiddetle reddeder ki, mâsivâyı inkâr ve ikiliği ref´ediyor Değil nüfus-u emmarenin, belki herbir şeyin müstakil vücudunu görmemek iken, bu zamanda fikr-i tabiatın istilâsiyle ve gurur ve enaniyetin nefs-i emmareyi şişirmesiyle ve âhireti ve Hâlik´ı bir derece unutmak cihetiyle; bazı nüfus-u emmare küçük birer firavun, âdeta nefsini mabud ittihaz etmek istidadında bulunan insanlara vahdet-ül vücudu telkin etmek, nefs-i emmareyi el-iyazübillâh öyle şımartır ki, ele avuca sığmaz Üçüncüsü: Tegayyür, tebeddül, tecezzi, tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra, muallâ olan Zât-ı Zülcelâl´in vücub-u vücuduna ve tekaddüs ve tenezzühüne muvafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medar olur Evet vahdet-ül vücuddan bahseden; fikren serâdan Süreyya´ya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını Arş-ı Alâ´ya diken, istigrakî bir surette kâinatı ma´dum sayıp herşeyi doğrudan doğruya kuvvet-i iman ile Vâhid-i Ehad´den görebilir Yoksa kâinatın arkasında durup kâinata bakan ve önünde esbabı gören ve ferşten nazar eden, elbette esbab içinde boğulup, tabiat bataklığına düşmek ihtimali var Fikren Arş´a çıkan, Celâleddin-i Rumî gibi, diyebilir: "Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonoğraflar gibi Cenab-ı Hak´tan işitebilirsin " Yoksa, Celâleddin gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve ferşten Arş´a kadar mevcudatı âyine şeklinde görmeyen adama, "Kulak ver, herkesten Kelâmullah´ı işitirsin " desen, mânen Arş´tan ferşe sukut eder gibi, hilaf-ı hakikat tasavvurat-ı bâtılaya giriftar olur! L )(Haşiye): Nasıl ki iki melâike, teşbihin sırr-ı münasebetiyle Sevr ve Hut tesmiye edilen, avamca koca bir öküz ve koca bir balık telâkki edilmiştir
VAHDET-ÂRÂM f Dinlendirici, rahat yer
VAHDET-GÂH f Yalnız kalınacak yer
VAHDET-GÜZİN f Yalnızlığa çekilen
VAHDET-NÜMÂ Vahdet gösteren, birlik ifade eden
VAHHABÎ (Bak: Vehhabî)
VAHİ Mânâsız, saçma Ehemmiyetsiz * Ahmak Düşkün Zaif
VAHİYÂT (Vâhiye C ) Mânasız, faydasız ve ehemmiyetsiz şeyler
VÂHİB (Vâhibe) Bağışlayan, veren, ihsan eden, hibe eden
VÂHİB-ÜL ATÂYÂ Hediyeler bağışlayan Bağışlar ihsan eden (Cenab-ı Hak (C C )
VÂHİB-ÜL HAYAT Hayatı bağışlayan, hayat veren Allah (C C )
VÂHİD Bir, tek, biricik Eşi, benzeri, cüz´ü, parçası olmayan Allah (C C ) Ferid
VÂHİD-İ İ´TİBARÎ Hakikatta olmayıp varlığı farazî olarak kabul edilen bir şey Varlığına itibar edilen şey (Ağırlık için kilo, uzunluk için metre bir vâhid-i itibarîdir )
VÂHİD-İ KIYASÎ Bir şeyin miktarını ve sair hususiyetlerini ölçmek için kendi cinsinden değişmez olarak tayin edilen parça veya miktar Meselâ: Uzunluğun "vâhid-i kıyasîsi" metredir Hava tazyiklerinin ve sıcaklıklarınınki de derecedir
VAHÎD Yalnız, tek * Hz Peygamber´in de (A S M ) bir ismidir Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlukla müsavi olmayan ve tek olan (meâlindedir)
VAHÎD-ÜD DEHR (Vahîd-üz zaman) Zamanın, devrin eşi bulunmaz tek insanı
VÂHİDEN Vâhid olarak Tek olarak
VÂHİDİYYET Cenab-ı Hakk´ın (C C ) umum eşyada birden birlik tecellisi (Vâhidiyyet ise, bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin icadıdır, demektir Ehadiyyet ise, herbir şeyde Hâlık-ı Küll-i Şey´in ekser esması tecelli ediyor demektir Meselâ: Güneşin ziyası bütün zeminin yüzünü ihata ettiği haysiyetiyle vâhidiyet misalini gösterir Ve herbir şeffaf cüzde ve su katrelerinde Güneş´in ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bulunması ehadiyyet misalini gösterir Ve herbir şeyde, hususan zihayatta ve bilhassa herbir insanda o Sâni´in ekser esması tecelli ettiği cihetle ehadiyyeti gösterir M ) (Bak: Ehadiyyet, Rahmaniyyet, Rabb-ül erbab)
VAHİM Ağır * Sonu tehlikeli Çok korkulu * Hazmı güç olan Zararlı veya faydalı olmayan yemek
VAHİM(E) (Vehm den) Vehmeden, kuran, kuruntulu
VAHİME Vehim veren, vesvese veren
VAHİN Zayıf kimse
VAHİNE İyeği kemiklerinin kısaları
VAHİR İğne * Diken
VAHİY Bir fikrin, bir hakikatın veya emrin Allah (C C ) tarafından Peygambere bildirilmesi * Lügatte vahiy: Kelâm, kitap, işaret, irsal, ilham, ifham, emir, teshir, bir şeyi harfiyyen i´lâm, bazı hususi maksadları tebliğ gibi mânalara gelir * Şeriatta vahiy: Dilediği ahkâmı, esrar ve hakaikı Peygamberan-ı Zişanına rüya, ilham, kitap, irsal-i melek yollarından biriyle Cenab-ı Hakk´ın bildirip ifham buyurması demektir (Vahiy ve ilhamın farkları: Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin ekserisi melâike vasıtası ile ve ilhamın ekserisi vasıtasız olmasıdır Meselâ: Nasıl ki, bir padişahın iki suretle konuşması ve emirleri var Birisi: Haşmet-i saltanat ve hâkimiyyet-i umumiyye haysiyetiyle bir yâverini bir vâliye gönderir O hâkimiyetin ihtişamını ve emrin ehemmiyetini göstermek için bazan vasıta ile beraber bir içtima yapar Sonra ferman tebliğ edilir İkincisi: Sultanlık ünvanı ile ve padişahlık umumi ismiyle değil, belki kendi şahsı ile hususi bir münasebeti ve cüz´î bir muamelesi bulunan has bir hizmetçisi ile veya bir âmi raiyyetiyle, hususi telefonu ile hususi konuşmasıdır Öyle de Padişah-ı Ezelî´nin umum âlemlerin rabbi ismiyle ve kâinat Hâlıkı ünvanı ile vahy ile ve vahyin hizmetini gören şümullü ilhamları ile mükâlemesi olduğu gibi; her bir ferdin, her bir zihayatın Rabbi ve Hâlıkı olmak haysiyetiyle hususi bir surette fakat perdeler arkasında onların kabiliyyetine göre bir tarz-ı mükâlemesi var İkinci fark: Vahiy gölgesizdir, safidir, havassa hastır İlham ise; gölgelidir, renkler karışır, umumidir Melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanat ilhamları gibi çeşit çeşit, hem pekçok envaiyle denizlerin katreleri kadar kelimat-ı Rabbâniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor Ş )(Vahiy iki kısımdır:Biri: "Vahy-i Sarihî" dir ki, Resul-i Ekrem (A S M ) onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur Kur´an ve bazı ehadis-i kudsiye gibi İkinci kısım: "Vahy-i Zımnî" dir Şu kısmın mücmel ve hülâsası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilâtı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm´a aittir O vahiyden gelen mücmel hâdiseyi tafsil ve tasvirde Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyan eder; veyahut kendi ferasetiyle beyan eder Ve kendi içtihadiyle yaptığı tafsilât ve tasviratı ya vazife-i risalet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyan eder veyahut örf ve âdet ve efkâr-ı âmme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyan eder İşte her hadiste bütün tafsilâtına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz Beşeriyetin muktezası olan efkâr ve muamelâtında, risaletin ulvi âsârı aranılmaz Mâdem bazı hâdiseler mücmel olarak mutlak bir surette O´na vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve teârüf-ü umumi cihetiyle tasvir eder Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilâta bazan tefsir lâzım geliyor, hattâ tabir lâzım geliyor Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir Nasıl ki bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi Ferman etti ki: "Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem´in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür " Bir saat sonra cevap geldi ki: "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem´e gitti " Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm´ın beliğ bir temsil ile beyan ettiği hâdisenin te´vilini gösterdi M )
VAHİYE (Bak: Vahi)
VAHL Sıvı çamur Balçık Tîn-i rakik
VAHL-GÂH f Bataklık
VAHŞ (C : Vuhuş - Vahşân) İnsandan kaçan, yabani ve ürkek hayvan * Tenha ve ıssız yer
VAHŞÂN (Vahş C ) Issız, tenha yerler * Yabani hayvanlar
VAHŞET (Vahş - Vahiş) Yabanilik * Issızlık, tenhalık * Vehim, ürküntü Korku Vahşilik * Tenha, ıssız, korkunç yer * Elbise ve silâhını çıkarıp atmak * Aç kimse
VAHŞET-ÂBÂD f Issız, korku ve ürkeklik veren yer
VAHŞET-ÂGİN Çok ıssız, korkulu yer, korkunç
VAHŞET-ÂMİZ f Vahşetle karışık
VAHŞET-ÂVER f Korku veren, ürküten
VAHŞET-ENGİZ f Korkulu
VAHŞET-GÂH f Korku yeri Issız yer
VAHŞET-NÂK f Korku veren yer Issız ve korkulu yer
VAHŞET-ZÂR f Yabani, ıssız yer
VAHŞİ(YE) Medeni olmayan İnsanlardan kaçan Alışık ve ehlî olmayan * Merhametsiz, duygusuz * Ürkek, korkak
VAHŞİYÂNE Vahşice Vahşiye yakışır şekilde
VAHŞUR f Peygamber, nebi
VAHY (Bak: Vahiy)
VAHY-İ MAHZ Kuvvetli ve sarih mertebede olan vahiy Sırf vahiy olup, içinde Allah´ın bildirdiğinden başka bir şey katılmamış vahiy
VAHY-İ SARİHÎ Hem sözü, hem mânası tam vahiy olan (Âyetler ve kudsi hadisler gibi) Resul-ü Ekrem burada sırf tebliğ edendir Müdahalesi yoktur
VAHY-İ SEMAVÎ Beşerin düşünerek yapmasına inkân olmayan, Allah (C C ) tarafından melek vasıtasıyla Peygambere gönderilen vahiy
VAHY-İ ZIMNÎ Mücmel ve hulâsası vahye ve ilhama istinad eden; tasvirât ve tafsilatı Resul-ü Ekrem´e (A S M ) âit olan vahiydir
VAHZ Sivri bir şey batırarak acıtma * Çimdikleme * Isırma * Sokma
|