Prof. Dr. Sinsi
|
Osmanlıca Sözlük Lügat C-Ç Harfi
C-Ç Harfi
CIHRE (C : Cihar-Echâr) Bir kimseye sığınmak
CIRANTA yun Poliçeyi, senedi devir ve havale eden şahıs
CIVATA Arkası iri başlı ve ucu somun geçmek üzere yivli vida Başlıca potrelleri, demir ve tahtaları birbirine bağlamaya yarar
CİAL (C : Cüul) Ocaktan çömlek ve tencere gibi sıcak şeyleri tutup indirmekte kullanılan bez
CİALE (CA´YİLE) Rüşvet
CİAR Ucunu bir kazığa bağlayıp bir ucunu da beline bağlayıp kuyuya inilen ip
CİBA f Odun
CİBA Toplanmış, birikmiş su
CİBAB Car dedikleri kaftan * Ağaç aşılamak (Ekseri hurma ağacında kullanılır )
CİBAH (Cebhe C ) Cebheler, alınlar
CİBAL (Cebel C ) Dağlar
CİBAL-İ MÜBÂHA Huk: Hiç bir kimsenin mülkiyeti altında bulunmayan dağlar
CİBAL-İ ŞÂHİKA Yüksek dağlar
CİBAVE Toplamak Cem´etmek
CİBAYAT (Cibâyet C ) Vergi, câbilikler, gelir toplamalar
CİBAYET Vergilerin, devlet gelirlerinin tahsili * Büyük vakıfların ayrı vazifeliler tarafından idare edilen kısımları
CİBİLL (C : Cibillât) Yaratılmak * İnsanlardan bir grup
CİBİLLEN KESİRA Çok insanlar
CİBİLLET Huy, fıtrat, yaradılış, tabiat, cibilliyet
CİBİLLÎ Cibilliyet Yaratılıştan olan Asıl maya, huy, tabiat, tıynet
CİBLET Yaratılmak
CİBR Az-çok, zorla olgunlaşmak, kemal bulmak
CİBRÎL Cebrâil, Ruhül Kudüs Cenâb-ı Hakdan (C C ) Peygamberimize (A S M ) vahiy getiren melek
CİBS Kansız, hissiz Hayırsız, alçak kimse * Alçı taşı, kireç
CİBT Put, sanem, salib
CİBVE Toplamak Cem´etmek
CİD Gerdan Süslemeye lâyık boyun Güzel boyun
CİDAD Hurma kesecek vakit
CİDAL Sözle mücadele Ateşli konuşma Niza * Muharebe Cenk Kavga
CİDALCU f Harpçi Kavgacı
CİDALE (Bak: Cedalet)
CİDAR Duvar * İki yeri birbirinden ayıran zar, perde
CİDD Çalışmak Ciddiyetle yapmak
CİDDEN Şaka olmayarak Gerçekten Ciddi olarak
CİDDÎ Gerçek Hakikat * Ağırbaşlı, hâlleri sakin olan kişi * Mühim
CİDDİYAT Hakiki sözler Ciddiyetler
CİDDİYET Ciddîlik * Ağırbaşlılık, sakin hâllilik * Ehemmiyet (Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdktır Eğer sıdk kalkıp araya kizb girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur İ İ )
CİDE Batı Karadeniz bölgesinde Kastamonu vilâyetine bağlı bir ilçe CİF : ing Bir malın fiyatına, nakliye ve sigorta ücretinin de katılmış olduğunu gösteren bir kısaltma
CİFAN (Cefne C ) Çanaklar
CİFAR (Cefr C ) Geniş kuyular
CİFE Kokmuş et, ölü hayvan, leş
CİFE-GÂH f Leş ile, lâşe ile dolu olan yer * Mc: Dünya
CİFNE (C : Cifnân) On kişi doyabilecek kadar büyük çanak ve büyük tas * Bağ çubuğu
CİFR (Cefr) Harflere verilen sayı kıymeti ile, geleceğe veya geçen hâdiselere, ibarelerden tarih veya isme dâir işaretler çıkarmak ilmidir (Bak: Ebced, İlm-i Cifir)
CİĞER f Ciğer Bağır * Keder, sıkıntı, elem * Avaz
CİĞER-DÂR f Yürekli, ciğerli, cesâretli
CİĞER-DER f Ciğer söken, ciğer parçalıyan
CİĞER-DÛZ f Ciğeri delip geçen
CİĞER-FÜRÛŞ f Ciğerci, ciğer satan
CİĞER-GÛŞE f Evlât, yavru * Sevgili Mâşuk
CİĞER-HÛN f Ciğeri kanlı Çok acıklı
CİĞER-PÂRE f Sevgili yavru, evlâd
CİĞER-SÛZ f Çok acı Ciğer yakar derecesindeki teessür
CİĞER-ŞÜKÂF f Ciğer parçalayan Çok acı veren
CİHAD (Cehd den) Düşman ile muharebe İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek Allah (C C ) yolunda muharebe Din için çalışmak Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek Şeriat-ı Garrâ´nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah´ı i´lâ, küfr-ü mutlakın ve küffarın (süfyan ve deccalın) fitnelerini def ile hâkimiyet-i Hakkı te´min eylemek (Bu mücahede, zamanımızda kılıçla değildir Kılıçla olan cihad, din hükümlerinin câri olduğu dar-ı İslâmın hâricinde yapılabilir Bununla berâber bu mezkur maddî ve mânevî cihad, değişen şartlara bağlıdır )Kur´an-ı Kerim´de 9 sûrenin 24 âyetinin çok kısa bir meâli şöyledir:"De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, zevceleriniz, akraba ve kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve hoşunuza giden meskenleriniz, evleriniz size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allahın emri (lâyık olduğunuz cezası ve felâketi) gelinceye kadar bekleyin Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyete erdirmez "Cihada dair pekçok âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler vardır (Cihâd-ı diniye farzdır; bu zamanda muzaaf farz-ı ayndır M )(Cihad, mertebe-i şehadetin merdivenidir Lemeât )(Bütün ümmet için ve bilhassa, İslâm ve Kur´an hizmetinde fedakâr ve sebatkâr çalışan mücâhidler için dâima tazeliğini koruyan Tebük Seferindeki bir hâdiseyi, bazı kısımlarını aynen alıyoruz Bu hâdisede, çok çeşitli ders ve ibretler vardır Ezcümle: Maddi ve manevi cihadda, bir tekâsül ve ihmâlin bilhassa kendi şahsi hayatına temâyül gösterip özürsüz olarak cihaddan geri kalmakla, mücâhid cemaatin cihad ruhuna ve fedakârâne sebatına fütur getirmek ve kuvve-i mâneviyeyi kırmağa sebep olmak gibi büyük mes´uliyetler bulunduğundan, cihad ruhuna zararlı düşen bu gibi fiil ve hareketler, cemaatça ve bilhassa ileri gelen kimseler tarafından takbih edilerek, bu tarz hissiyatların inkişafına meydan vermemek Hem ihlâs ile ve sadece Allah rızası için çalışmanın şiddetli imtihanlarından geçmekle azami sadakat dersini vermek gibi ehemmiyetli çok hikmetleri ihtivâ eder Resulullah ile müslümanlar, gaza hazırlığıyla meşgul oldular Ben de onlarla beraber yola hazırlanmak için sabahleyin evden çıkıp dolaşırdım Hiçbir iş görmeden akşam üzeri döner gelirdim Ve kendi kendime: "Hazırlanmağa kudretim, vaktim müsaittir " derdim Bu ihmâlcilik bende durmayıp devam etmişti Resulüllah gazaya gittikten sonra çarşıya, pazara çıktığım ve halk arasında dolaştığım sıra beni en fazla mahzun ve mükedder eden bir şey vardı O da halk arasında (imanı yerinde, vücudu zinde kimse) görmemekliğim; ancak ya nasiyesine nifak damgası vurulmuş kimselerden bir kişi yahut da mâlül olup da Allah Teâlâ´nın mazur gördüğü bir mü´min görürdüm Sonra Resulüllah bir sabah Medine´ye teşrif buyurdu Resulüllah bir seferden geldiğinde ilk iş olarak mescide girmek ve orada iki rekât namaz kılmak, sonra halkın: Hoş geldiniz temennilerini kabul etmek için oturmak itiyadında idi Bu defa da bu âdetini yerine getirip mescidde oturunca Tebük Seferi´ne gitmeyip arda kalanlar Resulüllah´a gelerek özür dilemeye ve yemin ile özürlerini te´yid etmeğe başladılar Bunlar seksen kadar er kişiydiler Resulüllah bunların hallerine göre özürlerini ve biatlerini kabul ve onlar için istiğfar buyurdu Ve bunların iç yüzünü ve hakikatını Allah Tealâ´ya havale eyledi Bu arada ben de huzura geldim Ve Resulüllah´a selâm verince gazablı bir tebessümle gülümsedi Sonra bana: Gel dedi Ben de yürüyüp vardım, tâ önünde oturdum Bana: "Seni nasıl bir mâni geri bıraktı Sen Akabe´de arkana biat almış değil mi idin " buyurdu Ben de şöyle cevap verdim: "Evet, vallahi, Ya Resulüllah! Size nusret etmeğe söz verdim Vallahi benim seferden tahallüfüm hakkında arzedecek hiç özrüm yoktur Vallahi ben sizden geri kaldığım zamanki kadar hiçbir vakit daha kuvvetli ve daha suhûletli değildim " Bu maruzatım üzerine Resulüllah (A S M ) "Hakikaten bu, doğru söyledi Ey Ka´b! Haydi kalk; Allah hakkında hükmedinceye kadar bekle!" buyurdu Resulüllah, kendisinden seferde geri kalanlardan bizim işte şu üçümüzle konuşmaktan müslümanları nehyetti Halk da bizden çekindiler ve bize yüzlerini ekşittiler Hatta bana yeryüzü yabancılaştı, bu hakidan benim bildiğim toprak değildi Bu hâl üzere elli gün kaldık İki arkadaşım halktan çekildiler ve evlerinde oturup ağlamakla vakit geçirdiler Fakat, ben onların daha genci ve daha salâbetlisi idim Bu cihetle ben evimden çıkardım Ve mescide gidip müslümanlarla beraber namazda hazır bulunurdum Ve sokaklarda, çarşıda dolaşırdım Halbuki hiçbir kimse bana söz söylemezdi Namazdan sonra Resulüllah´ın meclisine varır ve kendine selâm verirdim Ve içimden: Acaba Resulüllah selâmıma mukabele ederek dudaklarını oynattı mı, yoksa oynatmadı mı derdim Sonra namazı Resulüllah´ın yakınında kılardım da gizlice onu gözetlerdim Namazıma yöneldiğim sıra o bana doğru dönerdi Fakat ben onun tarafına bakınca da yüzünü çevirirdi Nihayet halkın cefasından ıztırab çektiğim bu hâl uzayınca bir gün gittim Tâ Ebu Katâde´nin bahçe duvarından aştım Ebu Katâde, amcam oğlu ve halk arasında beni en çok seven bir zat idi Vardım, ona selâm verdim Vallahi selâmımı almadı Ben: "Ey Ebu Katâde! Allah adına and vererek sana sorarım: Benim Allah´ı ve Resulüllah´ı sevdiğimi bilir misin " dedim Sustu, cevap vermedi Tekrar and verdim Allah aşkına sordum Yine sükut etti Üçüncü bir daha Allah adına and verdim Bu defa: "Allah ve Resulü daha iyi bilir!" dedi Bunun üzerine gözlerimden yaş boşandı Artık döndüm, duvardan aştım Kâ´b bin Mâlik rivayetine devam ederek der ki: Birgün Medine çarşısında gidiyordum Medine´ye zahire satmağa gelen Şam ahalisinden nebeti bir fellâh, bir ekinci: "Ka´b bin Malik´i bulmağa bana kim delâlet eder " diye soruyordu Bunun üzerine halk ona beni göstermeğe başladılar Nihayet nebeti kişi bana geldi Ve Gassan Meliki´nden bir mektup verdi Bakınca: (Emma ba´dü) den sonra bu mektupta şöyle yazıldığını gördüm: Haber aldığıma göre sahibin (Peygamber), sana cefa ve eza ediyormuş Allah seni hakaret görecek ve hakkın zayi olacak bir mevkide tahkir ve tezlil için yaratmamıştır Orada durma, bize gel! Sana şânına lâyık bir surette hürmet ve ihsanda bulunuruz Bu mektubu okuyunca, bu da öbürüsü gibi bir belâdır, dedim Hemen bu sayfayı ocağa attım, ocakta yaktım Nihayet bu elemli elli günden kırk günü geçtiğinde bir gün baktım ki Resulüllah´ın gönderdiği bir zat, (Huzeyme bin Sâbit) bana geliyor Huzeyme gelip, bana: "Resülullah sana kadınından ayrılmanı emrediyor!" dedi Ben de: "Kadınımı boşayacak mıyım, yoksa ne yapacağım " dedim O da: "Hayır, boşama, yalnız ondan ayrı bulun, kadınına yaklaşma " dedi Resulüllah, Huzeyme ile iki arkadaşım Murar ile Hilâl´e de bunun gibi emir göndermişti Bu emir üzerine kadınıma, haydi ehline (baban ailesi yanına) git, Allah bu iş hakkında hükmedinceye kadar, onların yanında bulun! dedim Bundan sonra on gün daha durdum Tâ ki Resulüllah´ın bizimle halkı görüşmekten menettiği tarihten itibaren elli günümüz dolmuştu Vakta ki ellinci günün sabahında sabah namazını kıldım Ve evlerimizden birinin damı üzerinde bulunuyordum Öyle bir hâlde bulunuyordum ki, Allah Telâlanın (Tevbe sûresinde) zikrettiği vechile hayatım bana güçleşmişti Ve yeryüzü bütün genişliği ile başıma dar gelmişti İşte bu sırada Sili dağı üzerinde en yüksek sesiyle: "Ey Ka´b bin Mâlik, müjde! " diye olanca kuvvetiyle bağıran birisinin sesini işittim Hemen secdeye kapandım Ve anladım ki darlık gitmiş, genişlik gelmiştir Ve Resulüllah sabah namazını kıldığı zaman Allah´ın bizim üzerimize tevbesini (nedametlerimizin kabulünü) ilân etmiştir de, halk bize müjdelemeğe koşmuştur Arkadaşlarım tarafına da bir takım müjdeciler gitmişlerdi Bana da bir kişi (Zübeyr bin Avvam) müjdelemek üzere atını sürmüştü Ve Eslem kabilesinden bir müjdeci (Hamza bin Amr) da koşup Sili dağının üstüne çıkmıştı Bunun sesi attan sür´atli idi Sevimli sesini işittiğim bu müjdeci bana gelince üzerimdeki iki kat elbisemi hemen çıkarıp müjdelik olarak ona giydirdim Vallahi o gün bundan başka elbisem yoktu (Ebu Katade´den) iğreti iki kat elbise alıp giydim Hemen Resulüllah´a (A S M ) koştum Ashab, beni takım takım karşıladılar Tevbemin kabulünü (günahtan beraatimi) tebrik ediyorlar ve: Allahın, tevbeni kabul buyurması sana kutlu olsun! diyorlardı Ka´b rivayetine devam ederek der ki: Nihayet mescide girdim Resulüllah oturmuştu Etrafında ashab çevrelenmişti Hem Talha bin Ubeydullah kalktı, koşarak geldi, musafaha etti, elimi sıktı ve beni tebrik etti Vallahi muhacirlerden Talhadan başka kimse bana ayağa kalkmadı Talha´nın bu lütfunu unutmam Ka´b der ki: Vaktaki Resulüllah´a (A S M ) selâm verdim Mübârek yüzü meserretten şimşek çakar gibi şakır bir hâlde bana: "Bir günün hayır ve saâdeti ile müjde sana ey Ka´b ki, annen doğurduğu günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısı!" buyurdu Ben: "Yâ Resulallah! Bu tebşir, tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı " dedim Resulullah: Hayır, benim tarafımdan değil, doğrudan Allah tarafından! buyurdu Esasen Resul-ü Ekrem, taraf-ı İlâhiden tesrir buyurulduğu zaman mübarek yüzü parlardı, hatta o, bir ay parçasına benzerdi Biz de meserretli bir vahiy geldiğini onun bu sevimli simasından anlardık Vaktaki Resulüllah´ın huzurunda oturdum - Ya Resulallah, Allah ve Resulullah´ın rızası için halis sadaka olmak üzere malımdan sıyrılıp çıkmak ve malımın hepsini fukaraya dağıtmak istiyorum Bu istek, tevbemin kabulü icabındandır dedim Resulullah (A S M ): "Hayır, malının bir kısmını kendine alıkoy Bu senin için daha hayırlıdır!" buyurdu Ben de "Şu Hayber´deki hissemi alıkorum" dedim ) (S B M )
CİHAD-I ASGAR Küçük savaş İslâm müdâfaası için silahla savaşma
CİHAD-I EKBER Nefis ile mücadele
CİHAD-I MANEVÎ İlim, fikir, istiğfar gibi manevi unsurlarla din düşmanlarına karşı koymak
CİHADÎ (Cihadiyye) Cihada mensub, savaş işleriyle alâkalı * II Sultan Mahmud devrinde harp masraflarına mukabil olmak üzere kesilmiş olan sikke
CİHAN f Dünya, kâinat, âlem
CİHAN-ÂRÂ f Cihanı süsliyen, dünyayı bezeyen
CİHAN-BÂN f Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan Allah Hükümdar
CİHAN-BİN f Dünyayı, cihanı gören Allah * Göz
CİHAN-CU(Y) f Dünyaya hâkim olmaya çalışan sultan, hükümdar
CİHAN-DEĞER f Cihan kıymetinde Çok kıymetli
CİHAN-DİDE f Cihanı görmüş Tecrübeli * Meşhur, nâmdar
CİHAN-EFRUZ f Cihanı, dünyayı aydınlatan
CİHAN-FÜRUZ Cihanı aydınlatan
CİHAN-GERD f Dünyayı dolaşan, cihanı gezen
CİHAN-GİR f Meşhur, cihanı zabteden, fâtih
CİHAN-NEVRED f Cihanı gezen, dünyayı dolaşan
CİHAN-NÜMA f Dünyayı gösteren harita veya coğrafya * Çatının üzerinde her tarafa nezareti olan açık taraça * Meşhur Türk Âlimi Kâtib Çelebi´nin 1654 (Hicri: 1065) tarihinde çizdiği Asya Kıt´asının haritası
CİHAN-PENAH Cihanın koruyucusu olan
CİHAN-PESEND f Cihana meydan okuyan
CİHAN-SÂLÂR f Cihanın başkanı, büyüğü ve kumandanı olan, padişah
CİHAN-SİTAN f Cihanı zapteden Padişah, hükümdar
CİHAN-SÛZ f Cihanı yakan, güneş * Mc: Çok zulmeden
CİHAN-ŞÜMÛL f Cihan vüs´atinde, dünya çapında, cihanı alâkadar eden Dünyayı kaplayan
CİHANİYAN f Dünya ahalisi olan insanlar
CİHAR f (Bak: Çâr)
CİHAR (Cehr den) Sesle, sadâ ile ve alenen söyleme ve okuma
CİHAREN (Cehr den) Alenen, açık olarak
CİHAR-I YAR-I GÜZİN f Dört halife: Hz Ebu Bekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali (R Anhüm)
CİHAS Kalabalık, müzâhame
CİHÂT (Cihet C ) Cihetler, taraflar, yönler
CİHÂT-I ERBAA Dört cihet
CİHÂT-I SELASE Üç uzunluk: En, boy, yükseklik
CİHÂT-I SİTTE Altı cihet Altı taraf (İleri, geri, sağ, sol, yukarı, aşağı taraflar )
CİHAZ Âlet ve edevat * Gelinin lüzumlu şeyleri Çeyiz * Cenazenin kaldırılması için lâzım olan eşya
CİHAZAT (Cehâzât) (Cihâz C ) Cihazlar, maddî manevî âletler, lüzumlu edevat
CİHET (C: Cihât) Yan, yön, taraf * Sebeb, mucib * Vesile, bahane * Evkafça olan vazife, maaş * Yer, mahâl, semt
CİHET-İ RÜCHANİYET Üstünlük ciheti
CİHET-ÜL VAHDET Birlik ciheti
CİHET-ÜL VAHDET-İ İTTİHAD Birleşmenin birlik ciheti Yani birleştiren temel unsur Birleştiren ve birleşilen esas
CİHNAM Derin kuyu
CİL Cemaat, insan güruhu Millet Boy, aşiret, kuşak
CİLÂ Parlaklık, parlatma, perdaht, lostura
CİLÂ-BAHŞ Parlaklık veren, parlatan
CİLAHİK Eskiden kemankere ile ve şimdi de tüfek ile atılan yuvarlak nesne
CİLANGER f Çilingir
CİLAS Beraber oturma
CİLAZ Kamçının ucuna bağlanan kayış
CİLAZ Toz, gubâr
CİLBAB Kadın feracesi Çarşaf (Bak: Celâbib, Tesettür)
CİLBEND Büyük cüzdan Evrak koymaya mahsus birçok gözlere ayrılmış cüzdan şeklinde çanta ki, koltuk altına alınır
CİLD Deri * Meşin * Kitab kabı * (Masdar olarak) Kitabın dikilip kap geçirilmesi * Bir büyük kitabın bölündüğü kısımların her biri
CİLD-GER f Ciltçi, mücellit
CİLDİYYE Cilt hastalıkları bölümü
CİLEN BA´DE CİLİN Devirden devire, asırdan asıra
CİLF Boş küp * Kırılmış, ufanmış köpek esfeli Arı kovanı * Kuru ekmek parçası Kuru ekmek kenarı * Yüzülüp karnı çıkmış ve başı ile ayağı kesilmiş koyun * Her nesnenin parçası * Hoyrat, kaba Ayak takımından
CİLFE Kalem yongası
CİLHABE Büyük olan şey, kebîr
CİLL Ekin biçildikten sonra yerde kalan sap ki, "anız" derler
CİLLE Büyük, ulu nesne Kebîr ve azîm
CİLLEVEZ İnce kabuklu, uzunca fındık * Köknar
CİLM(E) Üzüm çubuğundan kestikleri değnek
CİLNAR (Cüllenâr) Gülnar Nar çiçeği
CİLSE Bir çeşit vurmak
CİLT (Bak: Cild)
CİLVAH Geniş ve dolu olan deve
CİLVAZ (C : Celâvize) Kethudâ Reis
CİLVE Esmâ-i İlâhînin tecellisi * Tecelli * Güzellere yakışır duruş ve davranış Dilberâne hareket Naz ve edâ Hoşa giden görünüş
CİLVE-İ İRÂDE İrâde ve kasdı gösteren tezahür ve tecelli Cenab-ı Hakkın kendi bizzat isteği ve iradesiyle yaptığını gösteren oluş ve intizam, mükemmeliyet (İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine özel bir münasebeti var ki: Bütün âzâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir Yani: İrade-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekviniyeye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve lâtife-i Rabbaniye olan ruh onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz S )
CİLVEGÂH (Cilve-geh) f Cilve edilecek yer, cilve yeri
CİLVEGER f Cilve ve naz eden Cilveli * Tecelli eden
CİLVEKÂR f Cilveli Nâzenin
CİLVEKÜNÂN f Cilve yaparak
CİLVENÜMÂ f Cilve yapan, cilve gösteren, cilve eden
CİLVESAZ f Cilveli Nazlı Gönül alan
CİLVEZET Mâni olmak Men´etmek
CİLZ Süngü demiri * Kamçının ucundan tuttukları yer
CİLZE (C : Cilzâ) Sert ve sağlam yer
|