Prof. Dr. Sinsi
|
Mikrop Bombasının Amerikalı Kaşifi
Lord Jeffery Ambherst, onsekizinci yüzyılın ortalarında, Kuzey Amerikadaki İngiliz kuvvetlerinin komutanı olarak büyük başarılara imza atmış ve Fransızlara karşı kazandığı zaferlerle İngilterenin dünyanın en büyük sömürgeci güçlerinden bir olmasında önemli katkılarda bulunmuştur Kanadada Fransız-Kızılderili (İttifakı) savaşları (1754-1763) ve yine Fransızlara karşı Avrupadaki çatışmanın uzantısı Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) sırasında gösterdiği yararlılıklar, onu “Yeni Dünyanın en göz alıcı askeri kahramanı” yapmış, adı bu gün ABDnin Massachusetts Eyaletinde bulunan Amherst şehrine verilmişti
Ancak Anglosakson kahramanı Amherstin bu başarılarına, Fransız müttefiki Kızılderilelere karşı yürttüğü kirli bir savaşın gölgesi düşüyordu Başarılı İngiliz Lordunun çehresinde, onun bu gün dünyayı dehşete düşüren “Biyolojik Savaş”ın “babası” olmasından kaynaklanan meyus bir karanlık vardı
PONTİAC
Carl Waldmanın “Kuzey Amerika Yerlileri Atlası” (Atlas of the North American Indian, NY: facts on File, 1985) isimli eserinde, Şef, Pontiac liderliğindeki Kızılderilerin kuşatmasından “Biyolojik Savaş” yoluyla nasıl yarıldığına ilişkin açık ifadeler yer alıyor
Fransız desteğini arkasına alan Pontiac isimli Kızılderili Şefi; Delawareler, Hurronlar, Illinoiler, Kickopoolar, Miamiler,Potawatomiler, Senecalar Shawneeler, Ottawalar ve Chippewalar gibi bir çok kabileyi bir araya getirerek, büyük bir Kızılderili Birliği oluşturmuş ve İngilizleri geldikleri yere, Apalache Dağlarının ötesine sürmeyi hedefleyerek saldırıya geçmişti Pontiacın bu hedefi gerçekleştirmesi için, Pitt Kalesindeki (bu gün Pittsburg şehri) İngilizleri ortadan kaldırması gerekiyordu Pontiac, bu amaçla 1763 yazında Pitt kalesini kuşattı
Waldmanın adı geçen eserinin 108inci sayfasında, İngilizlerin bu kuşatmaya karşı muhtemelen bölgede Kızılderilere mal satıp mal alan beyaz tacirler aracılığıyla ve arada sırada ilan edilen “ateşkes”ten faydalanılarak yürüttükleri “Biyolojik Savaş”, şöyle ifade ediliyor;
“Yüzbaşı Siemon Ecuyer, kale etrafındaki Kızılderililere çiçek hastalığı mikrobu bulaştırılmış battaniyeleri ve mendilleri gönderip –biyolojik savaşın ilk örneği- onlar arasında salgın balatarak büyük zaman kazanmıştı Bizzat (Lord) Amherst, Ecuyere yazdığı mektuplarla bu taktiği vermiş ve onu cesaretlendirmişti ”
Waldmana göre Amerikadaki İngiliz Genel Komutanı Jeffrey Amherst, “tedarik sağlama” adı altında “rüşvet” vermenin mümkün olmadığı zamanlarda Kızılderilileri kontrol etmenin en iyi yolunun, sert düzenlemeler ve cezalandırma sistemi olduğunu düşünüyordu
Amherstin, bu gibi taktiklerini kendi el yazısı ile yazdığı mektuplarda açıklıklıkla görmek mümkün Belli ki Kızılderilileri “Aşağılık” gören Lord Amherst, mektuplarından birinde onları “iğrenç bir ırk” olarak tanımlamaktan çekinmemiş ve Biyolojik Savaşın Kızılderilileri “topyekün imhası” için mükemmel bir araç olduğunu adeta müjdeleyerek yazmış
Amherstin insanlık tarihinin en korkunç sayfalarından birinin başlangıcına şahitlik eden mektupları, 1941-1945 yılları arasında, İkinci Dünya savaşındaki Alman saldırılarından korunması amacıyla ABDye gönderilmiş ve Kongre Kütüphanesinin sorumluluğuna verilmiş, Kongre Kütüphanesinin kayıtlarından internete aktarılan belgeler, şu anda da araştırmacıların hizmetinde
BATTANİYELER VE SÜRE AVI
Aslında Amherste çiçek hastalığı bulaştırılmış battaniyeler fikrini veren de bir astı Albay Henry Bouquet ismindeki, İsveçten Amerikaya göç etmiş ve İngiliz ordusunun hizmetine girmiş bir Fransız olan Bouquet, Amerikan tarihinde, beyazların Kızılderililere karşı savaşındaki önemli isimlerinden bir sayılır Gayet pragmatik bir asker olan Bouquet, Amherste Pitt Kalesinin savunması için bu yolu, askeri gerekçelerle ve sadece, gönderdiği mektubun sonuna eklediği bir “not” ile belirtmiş, Amherst ise bunu, Kızılderili ırkına saldırı planının teorik ve pratik temellerinden bir yapmış
Albay Henry Bouquetnin, 13 Temmuz 1763 tarihli mektubunun sonundaki, ilk kez “Kızılderililere hastalık bulaştırmak için battaniye dağıtılmasını” teklif eden notta şöyle deniyor:”Kızılderilileri, onları hastalandırabilecek battaniyelerle aşılamayı (!) deneyeceğim…Keşke İspanyolların metodlarını kullanabilsek ve onları İngiliz usulü, köpeklerle ve atlılarla avlayabilsek ki sanırım bunlar, bu zararlıları topyekün imha etmek ve uzaklaştımakta hayli etkili olacaktır”
Bouquetnin açıkça hem Kızılderilileri “mikrop bombası” ile yok etmeyi, hem de kalanları “sürek avı” ile hayvanlar gibi kovalmayı önerdiği bu mektubuna, Amherst 16 Temmuz 1763 tarihli mektubu ile şöyle heyecan içinde cevap vermiş:
“Kızılderililere, bu aşağılık ırkı Topyekün imha etmeye yarayan bütün diğer metodlar kadar iyi olan battaniye ile mikrop bulaştırmayı denemekle çok iyi yaparsınız Onları, gayet etkili olabilecek sürek avı ile kovalma planınınzdan da memenun olmalıydım ama bu şimdilik çok uzak görünüyor”
Amherst “sürek avı” planını prensipte kabul etmiş, ancak “yeteri kadar köpek olmadığı için” bunun gerçekleştirilemeyeceğini belirtmeyi ihmal etmemiş Bouquet de cevabında, Lord Amherstin “bütün talimatlarına riayet edeceğini” bildirmiş
IRKÇI LORD
Amherstin Kızılderililere düşmalığının, bir savaşın ortasında gösterilebilecek normal tepki olabileceği düşünülebilir Ancak Amherstin Kızılderililerin müttefiği Fransızlara karşı gösterdiği “son derece nazik” tavır, Lordun “ırkçı” saiklerle hareket ettiğini gösteriyor
j C Longun Jeffrey Amherstin biyografisi niteliğindeki “Kralın Bir Askeri” isimli kitabında, bu Lordun davranışları şöyle özetleniyor
“Amherstin Fransız sivillere karşı nazik tavrı, askeri bir jestin çok ötesindeydi Ülkeye sıcak bir sempatisi vardı, halkıyla ve yaşadıkları yerlerle ilgiliydi Günküğünde,”çoğu taş evlerde yaşayan Fransız yerleşimciler huzur içindeler” diyordu… ”
Fransızlar huzur içinde yaşarken, Kızılderililer hastalıktan kırılmaya başlamıştı Battaniyelerin kendilerine ulaşmasını takip eden sonbaharda, Kızılderililer arasında muhtemelen ticari maksatlarla bulunan Gershom Hicks, Pitt Kalesinde, Kızılderililer arasında çiçek salgının başladığını bildiriyordu
İngiliz Ordusuna Kızılderililere karşı yardım eden bölgedeki silahlı milislerin (daha sonra Amerikan Bağımsızlık savaşında silahlı kuvvetlerin çekirdeğini teşkil edecekti) komutanı William Trent de, Amherstin Biyolojik Savaşının sonuçlarını, günlüğünde şöyle aktarıyor
“24 Mayıs 1763
Onlara (Kızılderililere) Çiçek Hastalığı Hastanesinden gelen iki battaniye ve bir mendil verdik Umarım arzulanan etkiyi gösterir ”
HAYVANLAR GİBİ
Amherstin açtığı yol, Kuzey Amerikada Kızılderili nüfusunu ortadan kaldırmanın (soykırımın) en kolay metodu olarak benimsendi O sırada henüz İngilizlerden ayrılmamış bulunan Amerikalılar, Lordun Biyolojik Savaşı da dahil bütün soykırım türlerini ondokuzuncu yüzyılın sonuna kadar Kızılderililere sistematik biçimde uygulamaya devam ettiler Başlıca yiyecek ve giyecek kaynağı buffaloları yok edilen ve sürekli olarak batıya ve orta-batıya sürülen Kızıldeirililer, çoğu zaman aynen Amherstin onları tanımladığı şekliyle “iğrenç ve aşağılık zararlı” hayvanlar gibi muamele gördüler ve kadın-erkek, ihtiyar-çocuk ayırt edilmeden vuruldular ve yok edildiler
Kızılderililer üzerinde yeteri kadar tecrübe sahibi olan ABD, Biyolojik savaşı, modern zamanların en korkunç silahı haline getirdi Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlar ve Japonların bu konudaki “tecrübe”lerinden de bir hayli istifade eden ABD, Soğuk savaş sırasında dünyanın en korkunç Biyolojik silah deposu haline gelmişti Yine Kızılderililer üzerindeki tecrübelerinden şerbetli olsalar gerek, ABD depolarında sakladığı, onbinlerce insanı bir anda ortadan kaldırabilecek biyolojik silahları önce kendi vatandaşları üzerinde denekte hiçbir sakınca görmedi
MKULTRA
1953ten 1964e kadar CIAnın yürttüğü gizli bir propoganda, kendilerine “ne” yapıldığından tamamen habersiz akıl hastaları, askerler, öğrenciler, mahkumlar, uyuşturucu kullananlar ve sokakalardan toplanan insanlar üzerinde LSD gibi uyuşturucular, elektroşok, duyuları yok etmek, hipnoz ve bunun gibi metodlarla zihin kontrolüne imkan veren deneyler yapıldı Kod adı MKULTRa olan bu gizli CIA operasyonu, 1964te “resmen sona erdirilmiş” gözüktü am 1972ye kadar devam eden MKSEARCH projesiyle birleştirilmişti Bütün bu insanlık dışı araştırmalarda, psikotropik ilaçlar kullanılarak beyin yıkama ve insan zihnini kontrol etme deneyleri yapılmış, kimyasal ve biyolojik silahlar yoluyla toplumsal çöküntüler ortaya çıkarılmıştı Ancak ABD yönetimi bu konuda pek belge bırakmadı 1973te CIA Başkanı Richard Helms, MKULTRA dosyalarının çoğunun imha edilmesini emretti
MERTLİK ÇOKTAN BOZULDU
Modern zamanların ürettiği en korkunç silah olan biyoljik ajanlar, yirminci yüzyılın başında yine ABDde insanlar üzerinde yapılan deneylerle insanlık tarihinde olması gereken yerlerini aldılar
1900de, ABDnin İspanyollardan yeni ele geçirdiği Filipinlerde, bir Amerikalı doktor, bir çok savaş esirine veba mikrobu bulaştırarak etkilerini denemiş, ayrıca 29 esiri de beriberi üzerindeki araştırmalar için ikna etmişti 1915te Missisipide bir başka Amerikalı doktor, 12 mahkumu, pellagra hastalığının tedavisindeki araştırmaları için denek olarak kullanmıştır
Birinci Dünya Savaşı, bu insanlık dışı silah ile ilgili deneylerin yepılması için mükemmel bir fırsat oldu Stockholmdeki Uluslar Arası Barış Araştırma Enstütisine göre Almanya, Birinci dünya Savaşında karşı safta yer alan İtalyada kolerayı, Rus cephesinde, St Petersburg civarındaki savaşlarda da vebayı silah olarak kullanmıştı (1915) Uluslar Arası Barış Araştırma Enstütisi ayrıca, Almanların 1916da Romaya Cephesinde, Bükreşte ve Osmanlı Ordusu içindeki Alman subaylar vasıtasıyla, bilhassa atlar ve büyükbaş hayvanlarda görülen ama insanlara da bulaşabilen ruam hastalığı ve şarbon mikroplarının Iraktaki savaşlarda kullanıldığını iddia etmektedir
Kimyasal silahların çok daha yoğun kullanıldığı Birinci Dünya Savaşının ardından, 1925te imzalanan Cenevre Protokolü ile aralarında ABDnin de bulunduğu 40 ülke, kimyasal ve biyolojik silahların yasaklalnasına imza koydular Ancak çok geçmeden İkinci Dünya Savaşının müstakbel tarafları, bütün bu anlaşmları çiğnemekte gecikmediler
|