Prof. Dr. Sinsi
|
İntiharın Tanımı
HAYVANLAR İNTİHAR EDER Mİ?
İntihar olgusu ele alındığında ister istemez hayvanlarda da davranışa rastlanıp rastlanmadığı sorusu akla gelmektedir Eğer hayvanlarda da intihar olayları varsa, konu insanın düşünsel alanından çıkıp, sadece içgüdülerden etkileniyor diyebiliriz Bu durumda ise insanın psikolojik yapısının ve tolumsal faktörlerin etkisiniyok saymak gerekecektir
Eskiden beri anlatılan hikayelerde, sahibi ölen atların geri dönmeyerek ölmeleri; küçük sahipleri yatılı okula giden köpeklerin yemek yememeleri; karnı acıkan pelıkan yavrularına annelerinin, kendi kalbinden kan vererek onları beslemeleri vb olaylar anlatılagelmektedir
Günümüzde birçok gazete haberinde kıyıya vurarak ölen balina sürüleri, denize giderek boğulan geyik sürüleri gibi konular işlenmektedir Hatta, E Deweye göre “Norveç kır fareleri her 3 9 yılda bir, düzenli olarak denize üşüşür ve kendilerini yokederler” Fakat bu tür haberler veya iddialar bu olayların nedenine hiç değinmezler
H Schaefer, “Bir Fare İntihar Edebilir mi?” adlı makalesinde hayvanların gerçekten intihar edip edemeyeceğini araştırmış ve bazı sonuçlar elde etmiştir
Schaefer, deney kutusunda yaptığı gözlemlerde fareleri kullanmıştır Üzerinde durduğu ilk konu, bir hayvanın ölümcül ve ölümcül olmayan ortamları ayırıp ayıramadığıdır Eğer bir hayvan, kendine ölüm getirecek ve getirmeyecek iki ortama sahipse, ölüm getirenini seçmez Bu da, iki ortamı ayırabildiğini gösterir Gerçekten de, ördek yavruları uçarken yanlarından geçen yabankazına aldırış bile etmezler, oysa bir şahin gördüklerinde hemen önlem almaya çalışırlar Tüm bunlar içgüdüsel davranışlardır Oysa ölüme ilişkin hiçbir bilgisi olmaksızın, ölümün anlamını bilmeksizin hiçbir organizma intihar girişimde bulunmaz Bir hayvan ölümcül olan çevreyi sezebilmesine rağmen ölüm hakkında hiçbir bilgisi yoktur Ölüme bir anlam veremez Bu, sadece insana özgü düşünsel bir faaliyettir
Schaefer sonuçta, insanlar tarafından gerçekleştirilen intiharın dahi bir kapsamlı tanımı olmadığından, hayvanlarda da böyle bir şeyin olup olamayacağı konusunda birşey söylenemeyeceğini vurgulamaktadır
Hayvanların intihar etmesi konusunda peşin hükümler vererek gerçeği saptırmak yerine, gelecekte bu konuda daha kapsamlı araştırmaların yapılmasını dilemek daha doğru olacaktır Şunu da belirtmelidir ki, insanlardaki intiharların açıklanması, hayvanlarda da bu konuya belirli bir açıklık kazandıracaktır
PSİKO-SOSYAL GELİŞİM DÖNEMLERİ ve İNTİHAR
İntihar belirli bir yaşla sınırlandırılabilecek bir olgu değildir İnsan yaşamının her evresinde, farklı oranlarda da olsa kendini gösterir
İlkel insandan günümüze değin intihar olaylarının süregeldiğini belirtmemize rağmen, günümüz çağdaş toplumlarında büyük artışlar göstererek başlıca toplumsal sorunlardan büyük artışlar göstererek başlıca toplumsal sorunlardan biri haline gelmiştir Toplumsal farklılıkları bir an dikkate almasak bile, genellikle çağdaş dünyada intihar olayları belirli ortak özellikler göstermektedir; erkeklerde kadınlara oranla fazla olması, teşebbüslerde ise kadınların fazlalığı gibi Bu nedenle intihar olgusunu çağdaş toplumdaki insanın psiko-sosyal gelişim dönemleri içinde de incelemek gereklidir
İnsan ancak mutluluk için verdiği savaşta yenik düştükten sonra trajik bir son arar Aranılan bu mutluluk ise, her yaş döneminde farklılıklar gösterir Bu nedenle doğaldır ki, her dönemde karşılaşılan sorunlarda da farklılıklar olacaktır İntihar nedenlerini ortaya çıkarma yolunda yapılan her çalışmada öncelikle, bu yaş dönemlerindeki farklı sorunları ortaya çıkarmak zorunludur
Ayrıca sorunun bu boyutu üzerinde özellikle durmak öyle sanıyorum ki, psikolojik ve sosyolojik açıklamalar arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak için gerekli olan en temel noktadır Durum böyle olunca, intihar olgusunun toplumsal boyutu yanında kişisel boyutuna da değinmek zorunluluğu ortaya çıkmaktadır
Konuyu açıklamada bakış açısını bu şekilde genişletmek, sosyolojik alandan çıkarak sosyal psikolojik bir platforma kaydığımız kanısını uyandırıyorsa da, yarattıkları insan modeliyle çağdaş toplumsal güçlerin intiharlar üzerindeki etki derecelerini açığa çıkarmakta ve dolayısıyla sosyolojik açıklamaların ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır
İnsanın psiko-sosyal gelişimini pratikte kesin çizgilerle ayırmak hemen hemen imkansız gibidir Çünkü, gelişim dönemleri her insanda aynı değildir ve her dönem geçmiş dönemler üzerinde gelişir Fakat, teorik olarak kolaylık sağlaması bakımından böyle bir yaş sınırının çizilmesi de gereklidir
Burada çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık olarak ayırdığımız psiko-sosyal gelişim dönemlerin hangi yaşlarla sınırlandırıldığını açıklayacağız
Çocukluk dönemi, doğumdan itibaren bebeklik olarak adlandırılan dönemi de kapsayan, fiziksel ve özellikle cinsel değişmeye kadar olan devredir Bu dönemin 0-11 yaşları arasında olduğu kabul edilir; fakat, kız çocuklarda cinsel gelişim erkek çocuklara oranla daha önce olmakta ve erkek çocuklarda bu dönem 12-13 yaşlarına kadar uzayabilmektedir
Ergenlik ve gençlik dönemleri uzun zaman aynı şey olarak kabul edilmiştir Yeni yeni bu iki dönemin farklı olduğu, ayrı karakteristik özellikler gösterdiği ortaya çıkarıldı Ergenlik döneminin 11-15 yaşları arasını kapsadığı; gençlik döneminin ise, UNESCOnun da kabul ettiği gibi, 15-25 yaşları arasını kapsadığı söylenebilir Fakat burada her iki dönem birleştirilerek tek bir başlık altında toplanmıştır
Yetişkinlik dönemi, 25-55 yaşları arasını oluşturur Fakat bu sınırlar içinde farklı özellikler gösteren iki alt grup görülmektedir Bu nedenle, 25-35 yaşları arasındakileri genç yetişkin, 35-55 yaşları arasındakileri ise orta yaşlı ya da olgun olarak adlandırmak mümkündür
Yaşlılık döneminin, yaşdönümü ya da adet kesilmesi diye adlandırılan devreyle başladığı söylenirse de, bu, herkeste ortak olan bir devre değildir Bu nedenle özellikle çağdaş toplumlarda objektif bir ölçüt olabilen emeklilik, yaşlılık devresinin başlangıcı olarak ele alınmalıdır Bu ise genellikle 55 yaş civarıdır
|