Yalnız Mesajı Göster

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..

Eski 11-04-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..



Karluklar

İlk olarak, Çin yıllığı Tang-shuda (7 asır) zikredilen (Ko-lo-lu) ve adları karlık (kar yığını) manasına gelen Karlukların, Türk soyundan geldikleri ve Göktürklerin bir boyunu teşkil ettikleri, aynı Çin kaynağında belirtilmiş ve oturdukları saha olarak da, Altayların batısındaki Kara-İrtiş ve Tarbagatay havalisi gösterilmiştir On-okların bir kısmını meydana getirdikleri anlaşılan Karluklar, bu arada üç kabileden kurulu bir birlik halinde bulunuyorlardı (Üç-Karluk) Daha, İstemi Kağan zamanında, Türk hakimiyetinin Hazar'ın kuzeyi ve Maveraünnehire doğru genişlemesinde, şüphesiz büyük rolleri olmuştur 630-680 yılları arasında, diğer Türk boyları, gibi, bunların da zaman zaman Çine başkaldırdıkları görülmektedir
640 sıralarında, Çinliler tarafından mağlup edilerek (650), Pei-ting eyaletine (Tanrı Dağlarının kuzey sahası) bağlandılar Fakat, boya bağlı her kabile, kendi reisleri tarafından idare ediliyordu Bu haberi veren Çin kaynaklarının, 665e doğru Karlukların, Çin nüfuzundaki ne Batı ne Doğu Göktürk kanadına bağlı olmaksızın yaşadıklarını kaydetmesi dikkate değer Evvelce Kül-Erkin unvanını taşıyan Üç-Karluk beyi, bu tarihlerde “Yabgu” unvanını almıştı ve kuvvetli bir orduya sahip idi

Daha sonra, Kapagan Kağan tarafından II Göktürk Hakanlığı'na bağlandığını gördüğümüz Karluklar, Çinin de teşvik ve tahriki ile Göktürkler'e karşı ayarlanarak şiddetli mücadelelerde bulunmuşlardı Bilge Kağanın ölümünden sonra, tekrar faaliyete geçerek Uygurlar ve Basmıllarla birlikte, Göktürk Hakanlığı'nın yıkılmasında müessir oldular Basmıllar hakim duruma geldikleri sırada (742) “Sağ yabgu” mevkiini alan Karluk başbuğu, Uygur hakanlığının kurucusu Kutlug Kül Bilge zamanında daha üstün sayılan “Sol Yabgu”luğa yükseltildi Fakat bu Karlukların tamamını temsil etmiyordu Beş-balık havalisinde oturan Karlukların, kendi seçtikleri ayrı bir yabguları vardı: Ton-Bilge Ancak Ötükende yeni kurulan Uygur hakanlığı, bütün Karluklar tarafından üst tanınıyor ve yabgular, hakana bağlı bulunuyorlardı

Batıda, Emevi-Arap ilerlemesini durdurmuş olan Türgiş Hakanlığı'nın çöküntüye doğru gittiği tarihlerde, Orta Asya Türk ülkelerinin korunması gibi tarihi bir vazife, bu defa, Karluklara düşmüştü Gerçi Maveraünnehir yine Arapların nüfuzu altına girmiş ve Seyhun ötesinde bazı Arap ilerleme teşebbüsleri görülmüştü, fakat bunda artık eski devir Emevi istilacılığını müşahede etmek müşküldü Zira, gittikçe hızını artıran Abbasi propagandası, Emevîlerin, imtiyazlı “Arap milleti adına fetih” düsturu yerine, bütün Müslümanlar arasında farklılığın kaldırılması ve eşitlik düşüncesini yayıyordu

Böylece, Arap bakısının iyice hafiflemesi, Çinlileri Orta Asyada bir iktidar boşluğu husule geldiği zehabına ***ürmüş, bundan dolayı Çinliler, eski Orta Asya siyasetlerini canlandırarak, Karlukların dahil bulunduğu bölgeye yeniden el koymak istemişlerdi Bu suretle, neticede meşhur Talas Savaşı meydana geldi (751 Temmuz) Müslümanlarla Çinliler arasında cereyan eden bu savaşa kadar, Karluklar, Tanglar tarafını tutmakta idiler Fakat onların gittikçe açığa çıkan siyaseti karşısında, son anda, Araplarla işbirliği yaparak, Çinlilerin ağır mağlubiyete uğramasını sağladılar Tarım havzasından itibaren batı, Karluklara; doğu bölgesi, Uygurlara ait olmak üzere Orta Asyanın yeniden Türk hakimiyetinde kalmasını temin eden bu savaşta uğradığı hezimet yüzünden, Çin, ağır iç buhranlara sahne olmuş ve artık bir daha batı ile ilgilenememiştir

Karluklar, kısa bir müddet, Uygurlarla Orta Asyada iktidar yarışına giriştiler ise de, Uygur Kağanı Mo-Yen Çur karşısında tutunamayarak (756), Tarım bölgesinden ayrıldılar, daha batıya çekildiler ve 7-8 yıl içinde Tarbagatay ve Cungaryaya 766da da çöken Türgiş hakimiyetinin yerine, Talas sahasına yerleşmek suretiyle, eski Batı Göktürk Hakanlığı sahasında hakimiyet tesis ettiler Başkentleri Balasagun idi Ötükenin üstünlüğünü tanımakta devam ediyorlar, aynı zamanda, siyasi bir isim olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı

Kendi soylarını Göktürk hakan ailesi Aşına sülalesine bağlayan Karluk yabguları, hakimiyetin “Kutlu Ötüken” ülkesi ile sıkı alâkası olduğu inancını muhafaza ediyorlardı Fakat Uygur Hakanlığı orada yıkılınca (840), Kırgızları dikkate almayan Karluk yabgusu, Türk hakanlarının “meşru halefi” sıfatı ile kendini “Bozkırların kanunî hükümdarı” ilan ederek Kara Han unvanını aldı ve merkez olarak da eski Türgiş başkenti Balasagun yanındaki Kara-ordu (veya Kuz-ordu)yu seçti Böylece, gelecekteki büyük Karahanlı Devletinin temelini atmak gibi ikinci bir tarihi rol oynayan Karluklar o sırada İslam dünyasının en yakın komşuları olduklarından, Arapça-Farsça eserlerde kendilerinden çok bahsedilmiş (Karluh, Halluh) ve Hududül-Alemde (10 asrın son çeyreği) verilen bilgiye göre Karluk ülkesi; doğuda Tanrı Dağları, Yağmalar ve Oğuzlar, kuzeyde Tohsılar, Çiğiller ve Dokuz-Oğuzlar, güneyde Yağmaların bir kısmı ve Maveraünnehir ile sınırlanmış çok bakımlı bir memleket olup “Türk ülkelerinin en güzeli” idi Eserde, burada mevcut olan 15 şehir ve kasabanın adları sayılmakta ve Türk kabileleri zikredilmektedir

Karahanlı Devletinin esas kütlesini meydana getiren Karluklar, bu hanedan üyeleri arasında mücadeleler baş gösterdiği tarihlerde devlete karşı cephe alarak huzursuzluk çıkarmağa başladılar ki, bu tutumlar Kara-Hitay hakimiyetinin Orta Asyada çabucak gelişmesinde tesirli olmuş görünmektedir Kara-Hitay hükümdarı Yel-lu Ta-şih (Kür-Han) 1137de Semerkant Karahanlı hanı Mahmudu mağlup ettiği zaman, bu han tarafından dayısı olan Büyük Şelçuklu Sultanı Sencere yapılan şikayet, uğranılan mağlubiyette Karlukların dahli olduğunu göstermektedir

Sultan Sencer de Karlukları takip etmek için çıktığı seferde karşısında Kür Hanı bulmuştu Sencerin bu savaşta mağlubiyeti (1141 Katvan Savaşı) çok mühim bir hadise olarak, “put-perest” Kara-hitayların ta Horasan sınırlarına kadar sokulmalarına yol açmıştı Harezmşahlar (İl Arslan zamanı) ile Kara-hitaylar arasında da bir çok anlaşmazlıklara sebep olan Karlukların, bu arada Başbuğları Yabgu Han öldürüldü (1157), diğer bir Karluk başbuğu Ayyar Bey, Kara-hitaylar tarafından esir edildi (1172)

Maveraünnehir sahasındaki bu karışıklıklara sebep oldukları görülen Karluklara karşı Harezmşah Alaüddin Tekiş (1172-1200) bozkırlar bölgesine el atarak Kanglı ve Kıpçak gibi diğer Türk boyları ile kendini takviye ihtiyacını duydu Bununla beraber, az sayıda da olsa, Harezmşahlar ordusunda hizmet gören Karlukların, Türkistanda ve Karahanlı tabiiyetinde olmak üzere bir beyliğe sahip bulundukları anlaşılıyor Moğol istilası başladığı sıralarda (1215) merkezi Kayalıg (İli Nehrinin doğusunda) olarak, devam eden bu beyliğin başında II Arslan Han vardı Arslan Han, Uygur İdi-kutu Barçuk ile birlikte bütün Asya ülkelerini baştan başa çiğneyen Moğolların hükmü altına girmiştir Cengiz'e itaat eden ilk Müslüman hükümdar olup, 1221de ölen bu Karluk “hanı”nın oğluna da, Özkent şehri verilmişti Cengiz zamanı Moğol devleti idaresinde vazife almış Karluklar görülmektedir
Kırgızlar
Adlarının menşei ve manâsı hakkında, çeşitli görüşler ileri sürülmüş olan Kırgızlar, Çin kaynaklarında Ki-ku, Kien-kun adları ile zikredilmekte ve Hanlardan (Çin'deki 'Han' hanedanı, MÖ 206 - MS 220) beri mevcudiyetleri bildirilmektedir Asya Hunları zamanında kuzey-batıda Baykalın batısında İrtiş Nehri havalisinde bir Türk kavmi olan Ting-linglerle karışık olarak oturmuşlardır
Fakat, Kırgızlar, kaynaklarda Türk asıllı gösterilmekte ve tahminen 5-6 asırlarda, Türkleşmiş kavimlerden sayılmaktadır 6 asır sonlarında Çin kaynaklarında Hia-kia-sseu diye zikredilen Kırgızların, Göktürk hakanı Mu-kan zamanında, 560a doğru, hakanlığa bağlandıktan sonra, 630-680 arasındaki fetret devrinde, müstakil bir “kagan”a sahip olmalarından anlaşılıyor II Gök-Türk Hakanlığı devrinde tekrar Gök-Türk idaresine alınan Kırgızlar, Mo-yen-çur Kağan tarafından Uygur Hakanlığı'na bağlanmış (758), fakat 840 yılında şiddetli bir hücumla, Uygur devletini yıkarak, Ötükende kendi devletlerini kurmuşlardı

Ancak orada fazla kalamadılar 920de bütün Moğolistanı ele geçiren Ki-tanlar (Çinde Liao sülalesi), Kırgızları Ötüken bölgesinden çıkartıp, eski yurtlarına sürdüler Ki-tanlar ve devamları olan Kara-Hitayların, Yenisey havalisine kadar sokulamadıkları anlaşılıyor Cengiz, Moğolistanı idaresi altında birleştirmek istediği için, Merkit ve Naymanlarla olan savaşları sırasında, Kırgızları da itaate almıştır (1207) ki, bu suretle Kırgızlar, Cengiz Moğollarına itaat eden “ilk Türk kavmi” oluyorlar 1217de Moğollara karşı direnmek istedikleri için, ertesi yıl, Yeniseyi buz üzerinden geçen, Cengizin oğlu Coçi tarafından tenkil edilen Kırgızların, artık, “hakan”ları olmamıştır

Tolui ulusuna dahil edilen iki kısım halinde yaşamaya devam ettiler Kırgız kavminin, Uygur Hakanlığını yıkarak işgal ettiği Ötükende tutunamayıp, buranın Moğol Ki-tanlara geçmesine ve tam idrak ve intibak edemediği “Orhun kültürünün ortadan kalkmasına” sebep olmak, dolayısı ile eski Türk Hakanlar yurdunu, bir daha geri gelmemek üzere Moğollara intikal ettirmek suretiyle, Türk tarihinde oynadığı menfi rol, dikkatten kaçmamıştır Nitekim Karluklar, Ötükende Kırgız hakimiyetini reddetmişlerdir

Sabarlar (Sabar Devleti)

M S 5-6 yüzyıllarda, Batı Sibirya ile Kafkasların kuzey bölgesinde mühim tarihî rol oynadığı, çeşitli yabancı kaynaklardaki dağınık bilgilerin yardımı ile tespit edilebilen Türk topluluğu
Bizans tarihlerinde, Sabar, Sabir, Savir; Ermeni, Süryanî, İslam kaynaklarında, sırasıyla Savır, Sabr, S(a)bir, Sibir vb olarak adlandırılmaktadır Sabarların İslav veya Moğol yahut Fin-Ugor menşeli olduklarına dair iddialar eskimiş ve bugün, onların Türk olduğu, gerek taşıdıkları ad, gerekse tarihî ve kültürel durumlarıyla anlaşılmıştır

Çeşitli dillerdeki ses değişmeleri neticesinde, farklı şekillerde görülen adlarının esasını teşkil eden ve ancak Türkçe ile açıklanabilen Sabar kelimesi "sab+ar"dan (=sap-ar=sapmak, fiiline+ar ekinin ilavesiyle Başka örnekler: Kazar, Bulgar, Kabar vb) meydana gelmiş olup "Sapan, yol değiştiren, başıboş kalan, serbest" manasındadır ve Türklerde ad verme usulüne uygundur Ayrıca, Sabarlara ait şahıs adları da Türkçe'dir: Balak, İlig-er, Bo-arık = Buğ-arık vb

Sabarların erken tarihleri iyi bilinmiyor Adlarının gösterdiği gibi, herhangi bir ana kütleden kopmaları bahis konusu ise, onların, asıl yurtları gibi görünen Tanrı Dağlarının batısı - İli nehri sahasında iken, Asya Büyük Hun İmparatorluğu'na bağlı topluluklardan biri olmaları icabeder Sabarlara ait ilk kesin bilgi, 461-465 yıllarında Batı Sibirya kavimleri arasındaki büyük kımıldama ve geniş ölçüdeki göç hadiseleri münasebetiyle, Bizans tarihçisi Priskos (5 yüzyıl) tarafından verilmiştir

Doğudan gelen Avar baskısı karşısında Sabarlar, yerlerini terk edip batıya yönelmişler, Altaylar-Ural dağları arası düzlüklerde (bugünkü Kazakistan bozkırlarının güney sahası) yaşayan Ogur-Türk boylarını yurtlarından atarak, Tobol ve İçim ırmakları çevresinde yerleşmişlerdir Sabarlar, bu bölgede, yerli halkınkinden çok üstün kültürleri ile yüzyıllarca süren, derin tesirler bırakmışlardır: Tobolsk dolaylarında, Ob, Tura ve İrtiş boylarında Sabar, Saber (Tapar), Soper, Savri, Sabrei, Sıbır (Sı-vır) gibi yer ve kale adları yaygındır Ay-sabar, Kün-sabar gibi şahıs adlarına da rastlanır Tobolsk ahalisi, buranın en eski sakinlerini Sybyr, Syvyr diye anmaktadır

Ayrıca, bu civar halkın masallarında ve kahramanlık hikayelerinde, Sabarlar, geniş yer tutar Sabarları kendi büyükleri olarak kabul eden Ostiyaklar yanında, Vogulların da, sonraları tabiiyetine girdikleri Ruslara "Sa-per" adını vermiş olmaları, halk nazarında eski Sabarların üstün durumlarını ortaya koyar Aynı sahada kurulduğu bilinen Sibir Hanlığı'nın (16 asır) başkenti de, Sibir adını taşıyordu Bu kelime, zamanla çok geniş bir coğrafyayı ifade etmiştir (Sibirya) Rusların, önce Sibir (İsker) şehrini ele geçirerek bölgeye verdikleri bu ad, Rus harekâtı doğuya ilerledikçe daha geniş sahaları göstermiş, böylece Sabar Türklerinin hatırası, günümüze kadar yaşamağa devam etmiştir

Daha 503 yılında, Doğu Avrupa'ya doğru hakimiyetlerini genişleterek bir kısım Bulgar gruplarını idarelerine alan Sabarlardan, kalabalık bir kütlenin, 515 sonlarında İtil (Volga) - Don nehirleri arasında ve Kafkasların kuzeyindeki Kuban ırmağı boyunda yerleşmesi ve doğrudan doğruya Bizans ve Sasanî imparatorlukları ile temas kurması, Sabarların, Doğu Avrupa tarihinde ön safa çıkmalarına yol açtı

İran-Bizans savaşlarının devam etmekte olduğu o yıllardan itibaren, hükümdar Balak (Belek?) idaresinde, büyük çapta askerî faaliyet gösteren Sabarların, Sasanîlerle anlaşarak, Bizans'a karşı savaştıkları (516), Ermeniye bölgesine akınlar yaptıkları ve arkasından Anadolu'ya girerek Kayseri, Ankara, Konya dolaylarına kadar ilerledikleri bilinmektedir Bu münasebetle, Sabarların büyük savaş gücü ve bilhassa yüksek harp malzeme tekniği, Bizans'ta hayret uyandırmış görünmektedir Prokopiosun ifadeleri ilginçtir:

"Sabarlar, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri, ne İranlılardan, ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler Öyle ki, her iki imparatorlukta fenci ek*** olmamış ve her devirde muhasara makineleri yapılmıştır, fakat şimdiye kadar, bu "barbar"larınkine benzer bir buluş, ne ortaya konmuş, ne de onlar gibi kullanılabilmiştir Bu, şüphesiz, insan dehasının bir eseridir"

Balak'tan (ölm 520'ler) sonra, onun yerine geçtiği anlaşılan dul hatunu Bo(ğ)arık, savaşçılığı, idareciliği ve güzelliği ile meşhur bir Türk kraliçesi idi ve "100 bin" kişilik Sabar ordusuna kumanda ediyordu Bizans imparatoru Justinianos (527-565) çeşitli gümüş vazolar ve diğer zengin hediyeler karşılığında, Boğarık ile anlaşmayı tercih etti (528) Bizans, yıllardan beri sürüp gelmekte olan Sasanîler savaşında, Sabarları, kendine dost ve müttefik yapmayı, daha uygun bir siyasî davranış saymış olmalı idi

531 yılına kadar Bizans ile işbirliği halinde görülen Sabarlar hakkında, sonraki senelere ait açık bir kayda rastlanmamakla beraber, onların Şehinşah Anûşirvan (Adil) zamanında, Sasanîlerin Kafkaslardaki sürekli ve başarılı savaşlarında (bilhassa 545'de) hayli telefat verdikleri tahmin ediliyor ki, neticede bir askerî güç olmaktan çıkmışlar, üstelik 557'ye doğru Avarlar'dan da ağır bir darbe yemişlerdir

Sabar sahası, az sonra, Karadeniz'e ulaşan Göktürk idaresine girmiştir 576'da, Güney Kafkaslardaki hakimiyetleri, Bizans tarafından yıkıldıktan sonra, bir kısmı Kür nehrinin güneyine yerleştirilen Sabarların adlarına, 7 yüzyıl ortalarına kadar dağınık şekilde rastlanmakta ve bu tarihlerde, aynı bölgede büyük bir devlet olarak ortaya çıkan Hazarlar'ın esas kütlesini teşkil ettikleri, Hazar kabileleri olarak görülen Belencer ve Semender'in, aslında, iki büyük Sabar kütlesi olduğu anlaşılmaktadır

Oğuz - Yabgu Devleti

Oğuzlar, 10 asrın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurmuşlardı Başta Yabgu bulunuyor Kül Erkin unvanlı bir başbuğ, ona naiplik yapıyor, orduyu Subaşı idare ediyordu Yabgu Devletinin komşuları Peçenekler ve Hazarlarla münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardı İbn-i Fadlan (10 asrın ilk çeyreği) ve El-Mesudiye göre, aralarında savaş ek*** değildi Harezmin yerli hanedanı Afrigiler, Oğuz baskısı altında idiler Oğuzların doğudaki komşuları Karluklar ile de mücadele halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde, Oğuz Yabgusunun ölmesinden anlaşılıyor
Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlarla Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder Kuzeyde Kimekler ile ise bazen dostça, bazen hasmane münasebetler devam edip gidiyordu Bu Oğuzlar, umumî “Türk” adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak “Türkmen” adını da taşıyorlardı ki, Müslüman ülkelerine geldikten sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardır

Oğuz Yabgu Devletinin tarihi hakkında başkaca açık bilgiye rastlanılmıyor Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden ve Selçukluların ilk zamanlarında, “can düşmanı” olarak Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Çend “hakimi” Şah-meliki de Ali Hanın oğlu olarak gösteren Reşidüd-dinin (14 asrın ilk çeyreği) bu malumatı “destanî” mahiyette görülmektedir

Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413)

Hindistandaki, Müslüman Gurlu Devletinin komutanlarından Kutbeddin Aybeg tarafından Delhide kurulan Türk devleti Bu devlete; Muizzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyîdler olmak üzere dört Türk sülâlesi, birbiri arkasından hâkim oldular
İslâmiyet, Aşağı İndüs vâdisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti Sonraları Hindistan içlerine, Müslüman askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdarlarıydı Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistandaki daimî merkezleri yaptılar İktidarlarının sonuna doğru ise, Lahor merkez olmuştu Gaznelilerin yerini alan Gurlular için Pencab, Hindistanın fethi için önemli bir merkezdi Gurlu Hânedânından, 1173 senesinden sonra Gaznede hükümdar olan Şehâbüddîn (Muizzüddîn) Muhammed, Ganj Ovasında hakimiyetini genişletti Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işaretle, Ecmiri fethetti Emrindeki Türk asıllı kumandanlardan Kutbeddin Aybegi, bütün Hindistanın fethiyle vazifelendirdi Hindistanda İslâmiyet'in yayılmasında önemli rol oynayan Muizzüddîn, 1206 senesinde ölünce, Lahora giden Kutbeddin Aybeg, sultanlık teklifini kabul etti Kuzey Hindistana hakim olup, Delhi Türk Devletinin temelini attı Ölen Muizzüddîn Muhammedin kardeşi ve Batı Gurluların Sultanı Gıyâseddîn Mahmud, bu durumu kabul edip Kutbeddine, Melik unvanını verdi Bu sırada Sultan Muizzüddînin komutanlarından Taceddîn Yıldız, Gaznede hüküm sürmekteydi Aybeg, onu yenerek Gazneye girdiyse de, kırk gün kalabildi Daha sonra Taceddin Yıldızın baskısı üzerine, Hindistana çekildi Orada İslâmiyet'in yayılması için çalıştı Fethettiği yerleri cami ve medreselerle süsleyip, mümtaz ilim sahipleriyle şenlendirdi Alimlere, fakir ve muhtaçlara maaşlar bağlattı Sulh ve sükûnu sağlayıp, memleketinde her türlü zulme mani oldu Hak ve adaleti hakim kıldı

Kutbeddin Aybeg, 1210 senesinde vefat edince, yerine damadı Şemseddin İltutmuş geçti İltutmuş, öncelikle, diğer bölgelerde bağımsızlıklarını ilan eden komutanları da hakimiyeti altına aldı ve Hindistanda Türk İslâm hakimiyetini yeniden kurarak, sağlamlaştırdı

Daha sonra başarılı seferler düzenleyerek, hakimiyet bölgesini genişletti Vindhya Dağlarının kuzeyinde kalan bütün Hindistanı ele geçirdi Abbasî Halîfesi Muntasır-billah tarafından tanınan, Hindistanın ilk Müslüman Türk sultanı oldu Nâsır ve Emîr-ül-Müminîn lakabını aldı Bir ara İsmailîler, onu öldürmeyi ve devleti ele geçirmeyi planladılarsa da, muvaffak olamadılar Delhi sultanlarının en büyüklerinden olan İltutmuş, büyük İslâm âlimi Kutbüddîn-i Bahtiyâr Kâkînin talebelerindendi İslâmiyet'in Hindistanda yayılması için, çok gayret gösterdi Ülkede, birlik ve düzeni sağladı

1236 senesinde Karakarlara karşı çıktığı seferde hastalanan İltutmuş, Mayıs ayında vefat etti Ölümünden sonra kızı Râziye Begüm Sultan başa geçtiyse de, ileri gelen devlet adamlarının muhalefeti üzerine, tahtı terk etmek zorunda kaldı İç karışıklıklar, devleti yıkılmanın eşiğine getirdi Nitekim Moğollar; Sind, Mültan ve Batı Pencaba girdiler 1241 senesinde Lahoru yağmaladılar Kırklar diye bilinen komutanlar arasında, kıskançlık yüzünden parçalanmalar baş gösterdi Guwalyar ve Rantambor bölgeleri, devletin elinden çıktı Doabdaki Hindli yol kesiciler yüzünden, Bengal ile haberleşme tamamen kesildi

Bu sırada, İltutmuşun memlûklarından (köle) biri olan ve soyca Kıpçak Türklerine dayanan Balaban, devlet içinde büyük bir nüfuz kazanmıştı Balaban, süratle harekete geçerek, muhtelif bölgelerde isyanları bastırdı Hind kabilelerini, racaları ve bazı emîrleri cezalandırdı 1247 senesinde, Kâlinca ile Kemâ arasındaki bölgeyi ele geçirdi 1255 senesinde Kutlug Hanın isyanını bastırdı 1257 senesinde tekrar Hindistana giren Moğollara karşı, büyük bir ordu hazırladı Moğolların geri çekilmelerini fırsat bilerek, birlikleri ile orduya katılmayan bazı vali ve beylerin üzerine yürüdü Bunları sindirdi ve bir çoğunu affetti Sultan Nâsıreddîn Mahmud Şahın 1266 yılında ölümü üzerine, iktidarın gerçek hakimi olan Balaban, Gıyâseddin lakabıyla tahta çıktı

Tahta çıkar çıkmaz, merkez ordusunu yeniden düzenledi Âsâyişi bozan Hinduları ve Delhi civarındaki haydutları şiddetle cezalandırdı Balaban, idaresi altında büyük bir ordu bulunmasına rağmen, sultanlığın kaybettiği toprakları geri almak için, fazla bir gayret göstermedi Tek düşüncesi, hudutları tehdit eden Moğollara karşı hazırlıklı olmaktı Bu gayeyle Sind ve Batı Pencabın idarî durumunu yeniden düzenledi Bölgeye önce Şir Hanı, ölümünden sonra oğlu Muhammed Hanı vali tayin etti Diğer oğlu Mahmud Buğra Han ise, bir orduyla kuzeyde bulunuyordu 1279 senesinde Moğollar, Pencaba saldırdılar Delhi Sultanlığı topraklarında epeyce ilerleyerek, Sütlüce Irmağını aştılar, fakat bozguna uğratıldılar

Moğol saldırısını fırsat bilen Bengal Valisi Tuğrul Han, ayaklanarak bağımsızlığını ilan etti Balaban, Moğolları yendikten sonra, kuzeyde bulunan oğlu Buğra Hanın ordusunu da yanına alarak, Bengal üzerine yürüdü Tuğrul Han, hazinesini ve fillerini alarak, Orissa ormanlarına sığındı ise de, ele geçirilerek öldürüldü Bengal valiliğine oğlu Mahmud Buğra Hanı tayin etti Balabanın 1287 yılında vefatından sonra başa geçen Muizzüddîn Keykubâdın başarısız idaresi, yerine geçen oğlu Keyûmersin de küçük yaşta olması üzerine, Halaçların Reisi Firuz Şah, rakiplerini yenerek, Celâleddin lakabı ile, Delhi Sultanlığının başına geçti Celâleddin Firuz Şahın, 1290 senesinde Delhi Sultanlığı tahtına geçmesinden sonra, idare, Halacîler sülâlesine geçti

Delhi Sultanlığına hakim olan Halaç ailesi, eski bir Türk kabilesi olan ve kesin olarak tespit edilemeyen bir tarihte Türkistandan göç edip, doğu Afganistan ile Hindistanın kuzey hudutlarına yerleşen Halaç Türklerine mensupturlar

Firuz Şah'ın, tahta çıktıktan sonra, Hintli Prenslere karşı seferleri, müspet sonuçlar vermedi Onun asıl isteği, Moğollardan uzak kalmaktı 1291-92 senesinde, Moğol ordusunun büyük bir istilâ teşebbüsü, başarıyla önlendi ve Moğolların çoğu esir edildi Bu esirlerin büyük bir kısmı, Müslüman olarak, Delhi Türk Sultanlığının hizmetine girdiler Aynı sene içinde Mandor ve Ucceyne seferler düzenlendi Bu arada, Karâ valisi ve damadı Alâeddin Muhammed, hükümdardan izin almadan Devagir üzerine sefere çıktı 1294 senesinde, sekiz bin kişilik bir süvari birliğiyle yola çıkan Alâeddin, Vindhyalar Dağlarını geçerek zor şartlar altında iki ay süren bir yolculuktan sonra, Devagire vardı ve şehri kısa sürede ele geçirdi Alâeddin, aldığı büyük ganimetlerle ülkesine döndü Firuz Şâh, bu galibiyete çok sevindi Yeğenini tebrik ve teftiş için Karâya gitti 1296 yılında çıktığı bu yolculuğu esnasında vefat etti Yerine Alâeddin Muhammed Halacî geçti

Alâeddin Muhammed, uzun seneler, Moğol saldırılarına karşı koymakla uğraştı 1299 senesinde Kutlug Hocanın kumandasında 200000 kişilik bir Moğol ordusu, Delhi önlerine kadar geldi Alâeddin, Moğollara karşı ordusunun az olmasına rağmen, kahramanca savaştı ve Moğolları bozguna uğrattı İç işlerini düzelten Alâeddin Muhammed, 1302 senesinde, fetihler yapmak için sefere çıktı Racistanda, ünlü Çitor Kalesini kuşatarak aldı Fakat ordu bu seferden yorgun ve çok kayıp vermiş olarak döndü Ayrıca Telingan Devleti üzerine gönderdiği ordu da, başarı elde edemeden ve yorgun döndü

1305 senesinde Amroha ve 1306 yılında Ravi yakınlarında, Moğollar bozguna uğratıldı Bu mücadeleler sırasında, Dipâlpur eyaleti hudutları, Melik Gazi Tuğlukun idaresine verildi Melik Gazi'nin her sene düzenlediği seferlerden dolayı da, Moğol tehlikesi kalktı

Kuzey Hindistanın hemen hemen tamamına hakim olan Alâeddin, 1308 senesinde Melik Kâfuru güney seferine gönderdi Melik Kâfur, önce Varangeli 1310 senesinde de Madura ve Duâramudrayı ele geçirdi Böylece sultanlığın güney sınırları, deniz sahiline kadar dayandı

Sultan Alâeddin, hiç tahsil görmediği halde, şahsî kabiliyet ve tecrübeleri ile devlet topraklarını genişletti Birçok idarî yenilik yaptı Müslümanların refah ve huzur içinde yaşamalarını sağlamaya çalıştı Sultan Alâeddin 1316 senesinde ölünce, Melik Kâfur, Veliahd Hızır Hanın yerine henüz 5-6 yaşındaki Şihâbüddîn Ömeri tahta çıkardı Buna karşı çıkan Alâeddinin üçüncü oğlu Mübârek Han, Melik Kâfuru öldürttü 1316 senesi Nisan ayında kardeşini de hapse attırarak, Kutbeddin lakabı ile tahta çıktı Mübârek Han, babasının bazı kanunlarını yürürlükten kaldırdı Gucerât ve 1318 senesinde Devagirdeki isyanları bastırdı Ancak, bir Hindu dönmesi ve kölesi olan Hüsrev Han tarafından 1320 senesi Nisan ayında öldürüldü Hüsrev Han, tahta geçti

Hüsrev Han, tahta geçtiği zaman Pencapta hudut bölgeleri kumandanı olan Gazi Melik Tuğluk isyan etti Oğlu Fahreddin Cavnanın da teşvikiyle Delhi üzerine yürüdü Delhi önlerinde yapılan savaşı, Gazi Melik Tuğluk kazandı Hüsrev Han, yakalanarak idam edildi Gazi Melik de, 1320 senesi Eylül ayının altısında, Delhi Sultanlığı tahtına çıktı Bu tarihten itibaren Delhi Sultanlığında, Tuğluklar devri başladı

Babası Türk, annesi Hindli olan Gazi Gıyâseddin Melik Tuğluk, tahta geçtikten bir hafta gibi kısa bir zaman zarfında, sükûneti sağladı Tuğluk-âbâd adı ile yeni bir şehir kurdu ve burasını hükümet merkezi yaptı Dekkendeki Varangel Racası isyan edince, Uluğ Han unvanı alan oğlu Cavna Hanı, o bölgeye gönderdi Bu sefer, başarısızlıkla neticelendi 1323 senesinde, tekrar Dekken üzerine gönderildi O da Bidârı fethettikten sonra Varangele doğru ilerleyerek burayı da ele geçirdi Bu tarihten itibaren Varangel, Sultanpür olarak adlandırıldı Cavna Han, bölgede son olarak Telingânayı fethetti Burası, ilk defa doğrudan doğruya Müslümanların idaresine girdi

1325te Tuğluk Hanın ölümü üzerine oğlu Cavna Han, Muhammed Şah lakabı ile tahta geçti Muhammed bin Tuğluk, bazı idarî ve askerî tedbirler aldı Güneydeki fetihler sebebiyle, bölgede yeni bir saltanat merkezi yapılmasına ihtiyaç duyarak, 1327 senesinde Devagiri yeniden inşa ettirdi Devletâbâd adını verdiği bu şehri, hükümet merkezi yaptı Hükümet memurları, âlimler ve halktan pek çok kişi buraya yerleşti Muhammed Han, gönüllü göçün az olması yüzünden, halkı Devletâbâda göç etmeye zorladı Bu duruma kızan halk, arazilerini terk ederek hırsızlığa başladı Sultanın, bunlar üzerine bir birlik göndermesi, arazide ziraat yapılmasını zorlaştırdı ve Delhide kıtlık baş gösterdi

Muhammed Han devri, bundan sonra, daimî olarak isyanlarla geçti 1335 senesinde, Maber Valisi Seyyid Celâleddin Madura, bağımsızlığını ilan etti Sultan bu valinin üzerine yürüdü ise de, bir netice elde edemedi Böylece Maber, Delhi Sultanlığının idaresinden çıktı

Bengal Valisi Behram Han'ın, 1338 senesinde ölümünden sonra, sultanlığa bağlı Doğu Bengal eyaleti, istiklalini ilan etti Aradan bir sene geçmeden Ali Şah Kar adında bir kumandan, isyan etti, fakat isyan, anında bastırıldı Arkasından Avadh Valisi Ayn-el-Mülk ayaklandı Sultan, bütün güçlüklere rağmen bu isyanı da bastırdı Ayn-el-Mülk yakalanarak hapsedildi ise de, bir süre sonra af edilerek tekrar Avadh valiliğine getirildi

1343 senesinde, Pencab eyaletindeki Sunâm, Samânâ, Kaythal ve Guhrâmda isyanlar çıktı Ancak, bu isyanlar şiddetli bir şekilde bastırıldı Muhammed Tuğluk, yine bir isyanı bastırmak üzere Sind Seferine çıktığı zaman Tahattha yakınlarında hastalanarak, 1351 senesi Martında öldü Muhammed Tuğlukun ölümü sırasında Hindistanda, üçü ayaklanmalardan ortaya çıkma, beş tane bağımsız Müslüman Türk devleti vardı

Başsız ve güçsüz durumda kalan ordunun ileri gelen kumandanları ve devlet adamlarının ısrarıyla, ölen sultanın yeğeni Firuz Şah, sultanlığı istememesine rağmen, tahta çıkarıldı

Firuz Şah, tahta geçtikten sonra, devleti kuvvetlendirmek için seferlere çıktı Bengal bölgesinin hakimi İlyas, 1345 senesinde Batı Bengalde bağımsızlığını ilan etmiş, 1352 senesinde ise Doğu Bengali ele geçirmişti Firuz Şah, önce İlyasın üzerine yürüdü ve onu İkdala Kalesine çekilmeye mecbur bıraktı Firuz Şah, bu seferden sonra Orissa üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi Orissa Racası barış yapmak istedi Senelik yirmi fil vergi vermek üzere barış yapıldı

Firuz Şah, 1367 senesinde doksan bin süvarî, 480 fil ve çok sayıda piyadeden meydana gelen ordusu ile, Thattha üzerine sefer düzenledi Çok büyük sıkıntıların çekildiği bu sefer sonunda, Sind Câmlarının hükümdarı Câm Mâlinin, senede 400000 Hind parası vermesi şartıyla anlaştılar

Firuz Şah, 1388 senesi Eylül ayında, seksen üç yaşındayken öldü Her işinde âlimlere danışan Firuz Şah, ülke topraklarını genişletmek için, büyük seferlere çıkmaktan ziyade iç işleri ile uğraşmayı tercih etti İşlerinde en büyük desteği hocası Celâleddin Hindîden görmekteydi Vergileri koyup kaldırmakta, dinin hükümlerine çok dikkat ederdi Dine uymayan her türlü vergiyi kaldırdı Devlet geliri, azalacağı yerde daha da arttı Devlet idaresinde yaptığı düzenlemeler, malî ve iktisadi alanlarda, büyük bir gelişmeye sebep oldu Müslüman ve gayrimüslim, bütün halkın refah ve saadetine hizmet etti

Firuz Şah'tan sonra şehzadeler arasındaki mücadeleler, onun yaptığı bütün iyi işlerin tahrip olmasına ve sultanlığın kötü duruma düşmesine sebep oldu Bu mücadelelerden sonra, torunu Gıyâseddin Tuğluk tahta geçti Bu tarihten Timur Han'ın 1398 senesindeki Hindistan Seferine kadar taht, altı defa el değiştirdi Timur Han, 1398 senesi Eylül ayında, İndus Nehrini geçerek Hindistana girdi Delhi Sultanı Mahmud Şah, elindeki yetersiz kuvvetlerle karşı koymaya çalıştı ise de Delhi önündeki muharebede yenildi Delhi, Timur Hanın eline geçti Timur Han, 1399 senesinde Türkistana geri dönünce, Mahmud Şah, yeniden hükümdar unvanını aldı Fakat önce Mallû, sonra da Devlet Han Ludinin elinde bir kukla hükümdar olarak kaldı Mahmud Şahın, 1413 senesinde ölmesiyle, Tuğluk Hânedânı sonra erdi

1414 yılında Delhiyi ele geçiren Mültan Valisi Hızır Han, ölünceye kadar, bölgeyi Timur ve Şahruh adına idâre etti Ölümünden sonra yerine geçen oğlu Mübârek, bağımsızlığını ilan etti Böylece Delhi Sultanlığının idaresi, peygamberimizin neslinden olduklarını iddiâ etmeleri yüzünden “Seyyidler” adını alan Hızır Han nesline geçti

Mübârek Şahın saltanatı, ayaklanmalarla geçti Mübârek Şah, 1434 senesinde nüfuzunu kırmak istediği veziri Server-ül-Mülk tarafından öldürüldü Yerine kardeşinin oğlu Muhammed, ondan sonra da 1444te onun oğlu Âlem Şah çıktı Hepsinin saltanatı, kargaşalık, ayaklanma, iç ve dış harplerle geçti Bu yüzden, devlet, gittikçe zayıfladı Son yıllarda devlet işleri, Pencabın büyük bir kısmına hakim olan Behlül Han Ludî adında bir Afgan beyinin eline geçti 1451 senesinde, Behlülün baskısına dayanamayan Âlem Şah, tahtı ona bırakarak Badaunda yerleşti Böylece Delhi Türk Sultanlığı sona erdi ve hükümdarlık Afgan asıllı Lûdîlerin eline geçti

Delhi Türk Sultanlığının idarî teşkilâtı, genelde Türk İslâm devletlerinin teşkilâtına dayanmaktaydı Saray teşkilâtının başında Vekil-i Dâr bulunurdu Ondan sonra idaresinde hâciblerin görev yaptığı Emir Hâcib veya Bâr Bey denilen saray görevlisi gelirdi

İdârî işlere vezir bakmaktaydı Dinî işler ise, Sadr-üs-Sudûr denilen görevlinin idaresindeydi Bu zat, aynı zamanda sultanlık baş kadısı Kâdı-i Memâlik görevini de yapardı

Delhi Türk Sultanlığı, süvarî kuvvetlerinin büyük rol oynadığı, düzenli bir orduya sahipti Askerler, önce, iktalardan faydalanırlardı Daha sonra maaş almaya başladılar Orduda fillerin önemli bir yeri vardı Fillerin üzerinde okçular bulunurdu Ayrıca, bunlardan düşman saflarını yarmak ve maneviyatlarını bozmak için faydalanılırdı Ordunun piyade sınıfının çoğunu Hindular meydana getirirdi Hassa askerleri dışında, piyadeler geçici olarak orduya alınırdı

Birçok âlim, şair, yazar ve sanatkârı himayelerine alan Delhi Sultanları, kültür ve sanatın gelişmesine büyük hizmet ettiler Balaban devri, ilim ve sanat bakımından önemlidir Onun devrinde Ferîdeddîn Mesûd, Sadreddîn bin Behâeddîn Zekeriyyâ, Bedreddîn Ganevî gibi İslâm âlimleri, Hamîdeddîn, Bedreddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıp âlimleri yetişti Büyük âlim Emir Hüsrev Dehlevî, Delhi Sultanlarından himaye gördü Hüsrev Dehlevî, Hindistanda şiirlerini Farsça yazan şairlerin en büyüğüdür Şairliği yanı sıra, tarihî eserler de yazmıştır Delhi sarayında yaşayan şairlerden birisi de Hüsrev Dehlevînin yakın arkadaşı Necmeddîn Hasan Sencerî idi Bu iki zatın yakın dostu tarihçi Ziyâeddîn Bernî, 1357 senesine kadar Delhi Sultanlığının tarihini anlatan Tarih-i Firuz Şah adlı eserin yazarıdır Nizâmüddîn Evliyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker ve Şeyh Nureddin, Celâleddin Hindî gibi büyük tasavvuf âlimleri, Delhi Türk Sultanlığı zamanında yaşamış, Hindistanın meşhur ve büyük velîleridir

Delhi Sultanları, geniş imar faaliyetlerinde bulundular Günümüze kadar ulaşan birçok eserler yaptılar Ayrıca yeni şehirler inşa ettiler Yaptıkları eserlerin büyük kısmı Delhidedir Kutbeddîn Aybegin yaptırmaya başladığı 79 metre yüksekliğindeki Kutb Minâr ismi ile meşhur minare, daha sonra bitirilmiştir Aybeg, ayrıca Cayna mabetleri enkazını kullanarak Kıdvet-il-İslâm adlı camiyi inşa ettirdi

Halacî Hânedânlığı zamanında, Hindistandaki Müslüman mimarisi, Selçuk mimârisi teknik ve üslubunun etkisinde gelişti Alâeddin Halacî zamanında Kıdvet-il-İslâm Camiinin yanında yapılan medrese, bunlardan biridir

Tuğluklarda Firuz Şah, birçok imar faaliyetlerinde bulundu Ayrıca, eski eserlerin tamir ve ihyasına büyük önem verdi Hisar ve Cavnpûr gibi birçok meşhur şehir kurdu ve tamir ettirdi Ayrıca Firuzâbâd adıyla Delhi yakınlarında, yeni bir başkent inşa ettirdi Buranın güneyinde Havz-ı Hassı denilen büyük havuzun kenarında bir medrese yaptırdı Bunlardan başka; 50 sulama bendi, 40 cami, 30 medrese, 20 hânkâh, 100 kervansaray ve han, 5 dârüşşifâ, 100 türbe ve mezar, 10 hamam, 150 sulama işlerinde de kullanılabilecek kuyu ve su biriktirmeye mahsus havuz, 100 köprü yaptırmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla