Prof. Dr. Sinsi
|
Tüklerin Kurduğu Diğer Devletler..
Mısır Memlûk Devleti (Memlûklar, Memluklar, Memluk Devleti)
1250-1517 yılları arasında, Mısır ve Suriye dolaylarında hüküm süren devlet
Memlûk, Arapçada “köle” demektir Hükümdar ve emirlerin muhafız birliklerine bağlı bu köleler, meziyetleri sayesinde, zamanla hizmetinde bulundukları devletlerde idarî kadroyu ele geçirmişlerdir Kendi nüfuzlarını kuvvetlendirmek maksadıyla, İslâm tarihinde ilk defa memlûk (beyaz köle) kullananlar, Abbasî halîfeleri olmuştur Abbasî ordusundaki Türk memlûkların sayısı, kısa bir süre içerisinde 35 bine ulaştı Bu Türk askerleri sayesinde Abbasîler, dış tehlikelere başarıyla karşı koydular Tolunoğulları ve İhşidîler devletlerinde de önemli bir yer tutan memlûk kuvvetlerinin sayısı, bilhassa Eyyûbîler döneminde fevkalade arttı Bu devrede memlûkların eğitimi için, iki kışla tesis edildi Kışlalardan biri Melik Sâlih Necmeddîn tarafından Kahirede, Nil Nehri üzerinde bulunan Ravda Adasında kurulmuştu Burada Kıpçak Türkü olan memlûklar, eğitim görürler ve kışlaları su ortasında olduğu için “Memâlik-i Bahriye” (Deniz Köleleri) veya “Memâlik-i Türkiye” adı ile anılırlardı İkinci kışla ise, daha sonra, bizzat Memlûk Sultânı Melik Mansur Kalavun tarafından, yine Kahirede, Kalatül-Cebel denilen kalenin burçlarında kuruldu Burada eğitim görenler, “Memâlik-i Burciyye” adıyla anılırlardı Bunlar, daha çok, Kafkaslardan getirilen Çerkes köleler oldukları için, “Memâlik-i Çerâkise” diye de anıldılar Memlûk Devletini, Bahrî Memlûkları kurduğu halde, daha sonra Burcî Memlûkları, idareyi ele geçirmişlerdir
Bahrî Memlûkları: Devlet idaresinde kademe kademe yükselen Bahrî Memlûkları, kendi aralarında anlaşıp güçlenerek, Eyyûbî Hânedânının zayıf bir anını kollamaya başladılar Son Eyyûbî Sultanı Turan Şah, Bahrî Memlûklarına karşı tavır alınca, 1249 yılında öldürüldü Yerine eski sultan Melik Necmeddîn Sâlihin dul karısı Şecer-üd-Dürr Sultan ve Memlûklardan Muizzüddîn Aybek, ordu komutanı tayin edildi Bir kaç ay sonra da Şecer-üd- Dürr, Muizzüddîn Aybekle evlenip sultanlığı ona devretti
Böylece, müstakil ilk Memlûk Sultanı olarak tahta geçen Aybek, Memlûklar arasında, dindarlığı, cömertliği ve görüşlerinin isabetliliği ile tanınmaktaydı Aybekin tahta çıktığı sırada, Irakta, Moğol tehlikesi baş gösterdi Halîfe, Aybekten yardım istedi Ancak bu sırada Aybek, iç isyanlarla meşguldü Bilhassa Bahrî Memlûkları liderlerinden Aktayın nüfuzunu gittikçe arttırması, Aybeki korkuttu Bu sebeple Aybek, bir fırsatını kollayıp, Aktayı öldürttü Bunun üzerine Bahrî Memlûklarının büyük kısmı, Suriyeye kaçtı
Aybek, iç ve dış tehlikelerin hepsini ortadan kaldırıp, düşmanlarına başarı ile karşı koyarak, bütün zorlukları yenmişken, Musul Hakimi Bedreddin Lülüün kızı ile nişanlanınca, karısı Şecer-üd-Dürr tarafından öldürtüldü Birkaç gün sonra da Şecer-üd-Dürr öldürüldü Tahta geçen Aybekin oğlu Sultan Nureddin Alinin saltanatı, iki sene kadar sürdü Moğolların, Suriyeye yaklaşmaları üzerine saltanat naibi Kutuz, Mısır Âyânı ile emîrlerin ileri gelenlerini toplayarak, Sultan Nureddinin güç durumların adamı olmadığını, ancak herkesin kendisine itaat edeceği kudretli bir kişinin sultan olmasıyla, Moğollara karşı konulabileceğini söyledi
Bu sırada Bağdatın Moğollar tarafından alındığı ve Abbasî halîfesinin öldürüldüğü haberi geldi İslâm âlemi, dehşet içinde kaldı Bu büyük tehlikenin, ancak Kutuz gibi değerli bir kumandan tarafından karşılanabileceğini anlayan Mısır halkı ve ileri gelen emîrler, Kutuza saltanat teklif ettiler Neticede henüz çocuk olan Sultan Ali tahttan indirilerek, Kutuz sultan ilan edildi Süratle ilerleyen Moğol orduları, İslâm ülkelerini çiğneyerek, Memlûkların en kıymetli eyaletlerini aldılar ve Mısır kapılarına dayandılar
Sultan Kutuz, hazırladığı büyük bir ordu ile, Moğolları karşılamak üzere Suriyeye gitti 1260 senesinde, Ayn-ı Câlût denen ve vaktiyle hazret-i Davudun, Câlûtu yendiği rivayet edilen yerde, iki ordu karşı karşıya geldi Moğollar, ilk anda üstünlük sağladılarsa da, Sultan Kutuzun dirayetli kumandası sayesinde yenilgiye uğradılar Kaçan Moğolları takip eden Sultan, Moğol başkumandanı Ketboğa Noyan da dahil olmak üzere, Moğolların hepsini kılıçtan geçirdi Zafer, İslâm âlemini büyük bir sevince boğdu Çünkü, Moğolların Mısıra hakimiyetleri, İslâm âlemi için büyük felaket olurdu Zafer sonunda, Şama gelen Sultan Kutuz, Habeşistandan Fırat kıyılarına kadar olan yerleri hakimiyeti altına aldı Cihadını, Moğollarla işbirliği yapan Latinlere karşı devam ettirdi Sultan Kutuz, Ayn-ı Câlût Zaferinde, Türk ordusunun öncü birliklerine kumanda eden Baybarsa, vaad ettiği Halep umumî valiliğini vermediği için, onun tarafından öldürüldü
Sultan Kutuzun yerine, 1260 senesinde Sultan olan Baybarsın, Eyyubî Hânedânının iktidardan uzaklaştırılıp, Türk Memlûklarının iktidarı ele geçirmelerinde, birinci derecede rolü oldu Sultan Baybars, tahta çıktığında, İlhanlılarla Haçlılar, Memlûkları ve İslâm âlemini tehdit ediyorlardı Baybars, 1258de Hülâgunun, Abbasîleri Bağdattan çıkarmasına karşılık olarak, Abbasîlerden El-Muntasırı 1261de, Kahirede, halife ilan etti Bu davranışı ile, bütün Sünnî Müslümanların takdirini kazandı
Memlûkların, başşehirleri Kahirede halifelere yer verip, hürmet etmeleri, onlara İslâm âleminde büyük bir manevî nüfuz kazandırdı 1265te, Haçlıların elinde bulunan Suriye kıyılarındaki birçok kaleyi alan Sultan Baybars, Kilikya Rumları ve Ermeniler üzerine de bir ordu gönderdi Bu seferde, Ermenilerin başı, esir alınarak Sis (Kozan) zaptedildi 1268 senesinde, tekrar sefere çıkan Sultan Baybars, Haçlıların son dayanak noktaları olan Antakyayı alarak, prensliklerini yıktı Bir yıl sonra da Hicaza giderek hac farîzasını eda etti 1270 ve 1271de düzenlediği yeni seferlerde, Haçlıların son sığınakları olan Askalan ve Kerek kalesini almaya muvaffak oldu Bir yıl sonra vuku bulan iki İlhanlı taarruzuna da, başarıyla karşı koyarak, 1274 senesinde Anadoluya girdi ve Sisi ikinci defa zaptetti Sultan Baybars, Anadoluyu İlhanlı tahakkümünden kurtarmak üzere, bir kısım Selçuklu Beylerinin davetiyle 1277de harekete geçti Elbistanda İlhanlı ordusunu bozup, Kayseriye girdi Ancak, idare merkezinden fazla uzaklaştığı için Şama döndü Haziran 1277de, kısa bir rahatsızlıktan sonra, elli dört yaşında vefat etti Şama defnedildi Sultan Baybars, Moğol hakimiyetinin Suriye ve Mısıra taşınmasına kesin şekilde mani olup, Haçlıların iki yüz yıldan fazla süren Ortadoğu işgaline son verdi Büyük bir kumandan ve devlet adamı olan Baybars, dirayeti sayesinde, devletin iç ve dış siyasetini başarı ile yürüttü Devlet teşkilâtında önemli ıslahat yaptı
Baybarsın ölümü üzerine, yerine oğlu Nâsireddin Berke geçti Ancak, takip ettiği siyaset yüzünden, kısa bir süre sonra ümera (emirler) ile arası açılan Nâsireddin Berke, iki yıl kadar sonra, kendi isteği ile tahttan çekildi (1279) Yerine Baybarsın diğer oğlu Bedrüddin Sülemiş geçti Emîrlerden Kalavun da saltanat nâibi oldu Yeni sultanın küçük yaşta olmasından faydalanan Kalavun, iktidarı ele geçirdi ve kendisine saltanat yolunu açma çalışmalarında bulundu Sülemiş ve Kalavun adına ***ke kesildi ve hutbe okundu Aynı senenin Kasım ayında ümeranın muvafakatini de alan Kalavun, Sülemişi tahttan indirerek, sultanlığını ilan etti
Kalavun, tahta geçtikten sonra diğer Memlûk sultanlarının karşılaştıkları güçlüklerle karşılaştı İç meselelerini yoluna koyduktan sonra, İlhanlılara karşı Baybarsın politikasını takip etti 1280 ve 1281 senelerinde, İlhanlıların Suriyeye yaptıkları iki seferi bertaraf eden Kalavun, 1285 senesine kadar Sungur ile meşgul oldu Bu yüzden Haçlılarla savaşa girmekten kaçındı ve on senelik bir barış anlaşması yaptı İşlerini yoluna koyar koymaz, Avrupadan yardım alamayan Haçlı kalıntılarını, tamamen ortadan kaldırmak için harekete geçti Emîr Hüsameddin komutasında bir orduyu, Antakya Haçlı Prensliğinin son kalıntılarının toplandığı Lazkiyeye gönderdi ve 1287 senesi Nisan ayında, şehir fethedildi 1289 senesinde Kalavun, güçlü bir ordu ile Trablusu kuşattı ve Nisan ayının sonlarında ele geçirdi 1290 senesinde Akkaya gelen bir Haçlı grubu, civardaki Müslüman topraklarına hücum edip, bazı tüccarları öldürdüler Bunun üzerine, Kalavun büyük bir ordu hazırladı Fakat Kahireden ayrılmak üzereyken, 1290 senesinde vefat etti
Kalavunun vefatından sonra yerine oğlu Eşref Halil geçti Halil, tahta geçer geçmez, Memlûkların isyanı ile karşılaştı ve kısa sürede bastırdı Babasının, Akkayı Haçlılardan almak için hazırladığı planı tatbike girişti Sultan Halil, 1291 senesi Nisan ayında, ordusu ile Akkayı kuşattı ve şehir on sekiz Mayısta fethedildi Akkanın düşmesinden sonra, Suriyedeki Haçlı kaleleri birer birer ele geçti Böylece 14 Ağustosta, bütün Suriye sahili, Haçlılardan temizlendi Sultan Eşref Halil, tahta geçtikten sonra, devlet ricâline ve babası zamanında söz sahibi olan ümeraya karşı kötü davrandı Bunun üzerine, vezirlerden Baydara, Sultan Eşref Halili bir av sırasında, işbirliği yaptığı emîrlerin yardımıyla, 1293 senesi Aralık ayında öldürdü
Eyyubîler Devleti (1171 - 1252)
Ünlü kumandan ve siyaset adamı Selâhaddin Eyyûbî tarafından, Suriye, Filistin, Mısır ve Yemende kurulan devlet
Hânedânın kurucusu olan Selâhaddin Eyyubî, Hazbanî kabilesine mensuptu Ancak bu aile, uzun yıllar Türkler arasında bulunmuş ve tam manâsıyla Türkleşmişti Selâhaddin Eyyubî, 1138de çok sayıda askeri ile birlikte Musul Türk kumandanı Zengî bin Aksungurun hizmetine girdi Bu durumun akabinde Selâhaddinin kardeşi Şirkûh da Zengînin oğlu Nureddinin hizmetine girdi Şirkûh, bu hizmetteyken, 1169da Mısırın kontrolünü ele geçirdi ise de, çok geçmeden öldü ve onun halefi olarak yerine Selâhaddin geçti
Böylece, hânedânın gerçek kurucusu olarak ortaya çıkan Selâhaddin Eyyûbî, 1171 yılında, Şiî Fâtımî idaresini tamamıyla ortadan kaldırdı 1175 yılında ise, İsmâil Zengî ile Böri Gâzinin kumanda ettiği orduyu Kurunhamada bozguna uğrattı ve Eyyûbî Devletinin temellerini attı 1176 yılında kardeşi Turan Şahla beraber, Yemendeki Abdün-nebi Fırkasını yıkan Selâhaddin Eyyûbî, Abbasî halifesi tarafından Suriye, Yemen, Filistin ve Kuzey Afrikanın sultanı ilan edildi Bu durum, aynı zamanda, halife tarafından, devletinin kabul edilmesi demekti
Selâhaddin Eyyûbî, ilk iş olarak Mısırdaki Fâtımî idaresinin son izlerini de ortadan kaldırdı Onların eski toprakları üzerinde, din ve eğitimde kuvvetli bir siyasetin teşvik ve uygulayıcısı oldu Şiîliğin yerine Sünnî mezhebini yaymaya başladı Bunda başarılı olan Selâhaddin, Mısır ve Suriyede Fâtımîlerin yaydığı yanlış itikadın önüne geçerek, Ehl-i sünnet itikadının yayılmasında önder oldu Selâhaddin Eyyûbînin takip ettiği siyasetin diğer bir yönü de, Haçlılara karşı mücadelenin başlatılması idi Bilindiği gibi bu yüzyılda Haçlılar, iki defa Anadoludan Kudüse kadar gitmişler ve geçtikleri yerlerde kan ve gözyaşından başka bir şey bırakmamışlardı Hattâ bu zalimler, kendi dindaşları ve ırkdaşlarının kalplerinde bile, derin bir nefret uyandırmışlardı Kutsal şehir Kudüs, yıllardır bu zalimlerin elinde bulunmaktaydı Nitekim, Selâhaddinin Haçlılara karşı tesirli bir şekilde başlattığı cihad siyaseti, bütün İslâmî gayret ve heyecanı onun etrafında birleştirdi Türk ve Arap ordularının aynı gaye etrafında toplanmasını sağladı
Topladığı bu kuvvetlerle, 1187 yılında, Haçlıların karşısına çıkan Selâhaddin Eyyûbî, Hattinde parlak bir zafer kazandı Perişan bir vaziyete düşen Haçlıların elindeki bütün kaleler, Kudüs dahil Eyyûbîlerin eline geçti 89 yıl düşman elinde kalan kutsal şehir Kudüsün de ele geçirildiği bu zaferle, bütün Müslümanların gönüllerinde taht kuran Selâhaddin Eyyûbî, büyük bir üne kavuştu Avrupa, bu hezimet karşısında birbirine girdi ve üçüncü Haçlı seferi için çalışmalara başladılar Ancak, bu yeni Haçlı ordusu, daha Akkada iken hezimete uğratıldı ve yine onların aleyhine olarak bir antlaşma imzalandı
Hemen hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Ortadoğudaki Haçlı varlığının belini kıran ve onu asla eski gücüne kavuşamayacağı bir hale getiren, böylece Ortadoğu-İslâm dünyasının kudretini, bütün Avrupaya gösteren Mücâhid Sultan, 4 Mart 1193 Çarşamba günü Dımaşkta (Şam) vefat etti Aynı şehirde bulunan kabri, bugün, büyük ziyaretgâhlardandır
Selâhaddin Eyyûbî, ölmeden önce devletinin çeşitli bölgelerini oğullarına ıktâ olarak dağıtmıştı Bununla beraber merkezî kontrol, oğullarından El- Âdilin elindeydi Bu sultan zamanında, daha önceki aktif politika terk edilerek yumuşak bir siyaset izlenmeye başlandı Frenklerle barış yapılarak, ilişkiler, normal bir duruma getirildi 1205 senesinde Samsat, Serve ve Rasul-aynın şehirlerine hakim olan Melik el-Efdal, amcası El-Âdille ilişkisini keserek Anadolu Selçukluları Sultanı Keyhüsreve bağlandı Bu dönemde Eyyûbîler, 1208de Ahlatı, 1215 senesinde ise Yemeni hakimiyetleri altına aldılar Beşinci Haçlı seferi sırasında Dimyatın Haçlılar eline geçmesi ile üzüntüsünden hastalanan Sultan El-Âdil, çok geçmeden vefat etti (10 Eylül 1218) Yerine oğlu el-Kâmil geçti
El-Kâmil, kısa sürede orduyu toparlayarak, Haçlıları geri püskürtmeye muvaffak oldu Ancak, daha sonra, İmparator İkinci Frederik ile anlaşan El-Kâmil, anlaşılamayan bir tutumla, Kudüsü Haçlılara terk etti Böylece, İkinci Frederik ile başlayan sulh dönemi, Mısır ve Suriyeye bazı iktisadî faydalar sağlarken, aynı zamanda Akdeniz Hıristiyan devletleri ile ticaretin yeniden canlanmasına yol açtı Sultan El-Kâmilin devri, diğer taraftan iç çatışmalara ve çalkantılara sahne oldu Sultana karşı ülkede ittifaklar kuruldu Aynı zamanda sultanın kardeşi Muazzam ile Melik Eşref bile, bu ittifakın içinde yer aldı Hattâ, Melik Eşref, bir ordu ile sultanın karşısına çıktı ise de, aniden vefat ettiğinden kuvvetleri dağıldı
Eyyûbî Devleti son parlak devrini, Sultan El-Kâmil ile yaşadı Onun ölümüyle ülke parçalanmaya yüz tuttu El-Kâmilin yerine geçen Es-Sâlih zamanında, ülke bir taraftan iç mücadelelere sahne olurken, diğer yandan altıncı Haçlı seferi başgösterdi Bu karışık vaziyete rağmen, Haçlılara karşı başarılar kazanıldı ve Fransa Kralı St Louis esir alındı Sultan Es-Sâlihin kısa bir süre sonra ölümü üzerine, Mısır Eyyûbî ülkesi, 1250 yılında, Türk Bahri Memlûk birliklerinin eline geçti
Halepte ise, 1236 senesinde ölen El-Azîzin yerine geçen En-Nâsır Yûsuf, Mısırdaki Sultan Sâlihin ölümü üzerine bütün Suriyeyi ele geçirdi Onun Suriye üzerindeki iddiaları, Mısır Memlûkları ile mücadelelere sebep oldu Bu sürekli mücadelelere, ancak Moğolların taarruzu son verdi Devamlı tâbi halde yaşayan Hamadaki şube ise, varlığını 1342 senesine kadar sürdürdü Bu tarihte, onlar da Moğollar tarafından ortadan kaldırıldı Sadece Diyarbekir ve Hısnıkeyfa civarında, mahallî bir beylik, Moğolların ve Timurlular'ın hücumlarından kurtulabildi Eyyûbîlerin bu kolu da Akkoyunlular tarafından ortadan kaldırıldı
Eyyûbîler Devleti, Zengîler'in bir devamıydı Eyyûbî devlet teşkilâtı, diğer İslâm devletlerindeki teşkilâtlardan farklı değildi Başta bir sultan ve onun hânedânı, sonra, idarî ve askerî yetkiye sahip emîrler, daha sonra bürokratlar ve ilmiye sınıfına mensup olanlar gelirdi
Devlet işlerini yürüten üç dîvân vardı Dîvân-ül-İnşâ; bürokrasinin idaresi ve diplomatik işlerin yürütülmesiyle uğraşırdı Dîvân-ül-Ceyş; ordu ve onun malî işlerinden sorumluydu Dîvân-ül-Mâl; bugünkü maliye bakanlığının görevini yapardı Dîvânlar arasında en geniş teşkilâta sahip olan bu dîvândı
Eyyûbîler Devletinin en önemli hedefi, Ortadoğuda Haçlılar tarafından işgal edilen İslâm topraklarını kurtarmaktı Bu sebepten sultan, her zaman, savaşa hazır güçlü bir orduyu beslemek zorundaydı Ordunun temelini, toprağa bağlı süvariler meydana getiriyordu Bunların yanında, maaşlarını para olarak alan bir miktar piyade ve süvari vardı Piyadeler, kale savunma veya kuşatmalarında vazife alıyorlardı Diğer muharebelerde ise, timarlı süvariler savaşıyordu Süvarilerin en önemli kısmını, parayla satın alınarak veya devşirilerek yetiştirilen memlûklar teşkil ediyordu Bunların büyük çoğunluğu Türk'tü
Eyyûbîler Devletinde sağlık hizmetleri çok gelişmişti Birçok şehirde hastaneler yapılmıştı Bu hastaneler arasında Dımaşktaki Nureddin ve Kahiredeki Selahaddin hastaneleri, mükemmel tıp merkezleriydi Buralarda erkekler, kadınlar ve sinir hastaları için ayrı kısımlar vardı Tarihte sinir ve ruh hastalıkları için ilk ilaçlar, bu hastanelerde hazırlanmıştır Hastanelerin yanında, kimsesiz, bakıma muhtaç çocukların ve fakirlerin korunması için birçok bakım evleri ve misafirhaneler açılmıştır
Eyyûbîler Devletinde, teknik ve sanat da gelişmişti Dımaşk ve Kahirede dökümhaneler ve cam imalathaneleri vardı Bu şehirlerde ayrıca, su ile çalışan kâğıt değirmenleri de yer alıyordu Kâğıt; buğday, pirinç sapları ve pamuktan yapılıyordu Musul kumaşları, Mısır pamukluları ve Dar-ut-Tirâzda imal edilen yünlü, ipekli ve pamuklu kumaşlar çok meşhurdu Bakır işlemeciliği gelişmişti Bugün, Eyyûbîler devrine ait şamdanlar, leğen ve tabaklar çeşitli ülkelerin müzelerinde bulunmaktadır Silâh imalatı da oldukça ileri seviyede idi Bilhassa Dımaşkın meşhur çelik kılıçları çok ünlüydü
Eyyûbîler devri, ilmî hayat bakımından İslâm tarihinin en canlı ve hareketli dönemlerinden biriydi Bozuk itikadlara karşı, Ehl-i sünnet itikadını yaymak gayesiyle, Kahire ve Dımaşkta birçok medreseler açıldı Burada tefsir, hadis, fıkıh ilimleri yanında, fen ilimleri de öğretiliyordu Ayrıca Kurân ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Kurrâlar, hadîs ilimlerini öğretmek için Dâr-ul-Hadîsler ve fen ilimlerini öğretmek için Dâr-ül-Hendeseler açıldı Medreselerin yanında camiler de önemli ilim merkezleriydi Camilerde çeşitli ilimlerin okutulduğu halkalar ve köşeler vardı
Tarihte çok önemli bir rol oynayan Eyyûbîler, Büyük Selçuklu Devleti'nin geleneklerini yeniden kurarken, Şiî Fâtımî Devletine en büyük darbeyi vurmuş ve İslâm'ın yeniden ihyasına canla başla çalışmışlardır Haçlılara karşı büyük bir devlet ve güç meydana getirmişler, nitekim geçici bir zaman için de olsa Kudüsü ele geçirebilmişlerdir Eyyûbîlerin devlet teşkilâtının izleri, daha sonra Memlûk ve Osmanlı devlet teşkilâtında tesirli olmuştur
Sultan Halilin öldürülmesinden sonra, sırasıyla tahta geçen Nâsıreddîn Muhammed, Ketboğa, Laçin ve İkinci Baybars dönemlerinde, ülke, iç karışıklıklar ve saltanat kavgaları ile büyük tahribata uğradı 1310da üçüncü defa tahta çıkan Nâsıreddin Muhammed, otuz bir sene devam eden bu saltanatında, önce bütün devlet işlerini ele aldı Eskiden olduğu gibi, ümeranın kendisine tahakküm etmesine izin vermedi Sultan Muhammedin üçüncü saltanat devri, Memlûk nizamının olgunlaştığı, hükümet dairelerinin rayına oturduğu, idarede birçok yeniliklerin ve gelişmelerin yapıldığı, bazı büyük memuriyetlerin kaldırılıp, yerine yenilerinin ihdas edildiği bir devirdir Sultan Nâsıreddîn Muhammed, bunlara ek olarak, gelir kaynaklarını düzeltmiş, iktisadî gelişmeye bağlı olarak, devletin gelirini de arttırmıştır Nâsıreddîn Muhammed, 1341 senesinde vefat edince, Memlûk Devleti, Nâsıreddin Muhammedin oğulları ve torunlarının dönemi olarak isimlendirilen yeni bir devreye girdi Bahrî Memlûkların çöküşüne ve Burcî Memlûkların kuruluşuna kadar devam eden bu devrenin en bariz vasfı, Sultan Nâsıreddînin oğlu ve torunlarından sultan olanların çoğunun, çocuk olmalarıdır Bu yüzden, ümeranın (emîrlerin) nüfuzu yeniden arttı ve sultanlar kısa sürelerle, sık sık değiştirildi On üç sultanın başa geçtiği bu dönemde, Suriye ve Mısırda, büyük veba salgını oldu, her gün binlerce kişi öldüğü için, toprağı işleyecek kimse kalmadı Kudretli bir şahsiyet olan Sultan Berkuk ile iktidar, Bahrî Memlûklarından, Burcî Memlûklarına geçti Sultan Berkuk, Çerkezlerden bir topluluğun başına geçerek kuvvetlenince, Sultan Selâhaddini 1382 senesinde tahttan indirip, Bahrî Memlûkları devrine son verdi
Burcî Memlûkları: Hanedan olarak Mısır Memlûkları tarihinin ikinci kısmını, Burcî Memlûkları teşkil eder Çerkez asıllı olan bu hanedan, 1382den 1517ye kadar, Mısıra hakim oldu Ancak bu sultanlar, dil ve kültür bakımından tamamen Türkleşmiş oldukları için, devlet, Türk karakterini korudu Memlûkları, merkeziyetçi bir idare altında toplayan Sultan Berkuk, 1399 senesinde vefat edince, yerine oğlu Ferec geçti Sultan Ferec devrinde iç karışıklıkların çıkmasından istifade eden Hıristiyanlar, harekete geçtiler Buna, Suriyedeki iç karışıklıklar da eklenince, Sultan Ferec, 1412 senesinde âsiler tarafından öldürüldü Halîfe-el-Mustanin, sultan ilan edildiyse de, çok geçmeden Seyfeddin Şeyh, Memlûk tahtına çıktı Bunun zamanında, nisbî bir sükûnet sağlandı Birçok tesisler inşa edildi Seyfeddin Şeyh ölünce, yerine oğlu Ahmed geçti ise de, atabegi Tatar, idareyi ele geçirdi Fakat Tatarın da saltanatı uzun sürmeyip, kısa bir müddet sonra öldü Tatarın vefatından sonra sultan ilan edilen oğlu Muhammed ise, vâsisi Barsbay tarafından tahttan indirildi Memlûk sultanlığı tarihinde büyük ün yapan Sultan Barsbay, on altı senelik saltanatında, sükûnet ve istikrarı temin etti Suriye ve Mısırda, Müslümanların faydasına tedbirler aldı, huzurda yer öpmek geleneğini kaldırdı 1425 senesinde, Kıbrısa gönderdiği donanma ile Kral Vanası yenerek esir aldı ve kefaletle serbest bıraktı Kral, kendisine tâbi olarak, her sene vergi ödedi Ticareti geliştirmek hususunda tedbirler aldı Barsbay, Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Akkoyunlular'la da mücadele etti 1438 senesinde ölünce, yerine oğlu Yusuf geçti ise de, atabegi Çakmak, idareyi ele geçirdi
On altı sene tahtta kalan Çakmak, Barsbayın siyasetini devam ettirdi 1442de Kıbrıs ve Rodosa donanmalar gönderdi Osmanlılar ve Karamanoğulları ile dostane münasebetler kurdu Vefat edince, yerine, oğlu Osman geçti Osmanın çok kısa süren saltanatından sonra, iktidara Seyfeddin İnal geçti İnal, Fatih Sultan Mehmedin İstanbul fetihnamesi gelince, büyük merasimler icra ettirdi Karamanlılar üzerine ordu göndererek, Karamanı yağmalattı Uzun Hasana karşı tedbirler aldı Kıbrısla ilgilenip, Lefkoşeyi zaptettirdi 1461 senesinde ölümü ile, yerine oğlu Ahmed geçti Fakat, idareyi atabegi Hoşkadem ele aldı Hoşkadem, ilk iş olarak, isyan eden Şam ve Cidde valileriyle uğraştı Osmanlılara karşı düşmanca siyaset uyguladı Uzun Hasanı ve Karamanoğlu İshak Beyi desteklediği gibi Dulkadıroğulları ile Fatih aleyhinde işbirliği yaptı Kendisinden sonra tahta geçen Atabeg İlbay ve Temurboğa birkaç ay saltanat sürdüler 1468 senesinde Memlûk tahtına çıkan Kayıtbay, icraatçı hükümdarlardandı Osmanlılarla rekabeti sürdüren Kayıtbay, Sultan Bayezid Hanla taht mücadelesine girişen Cem Sultanı kabul ederek, Osmanlı ülkesine yollamamakla, iki devlet arasında harp çıkmasına sebep oldu 1485-1491 seneleri arasında Çukurovada yapılan muharebelerde, iki taraf da önemli derecede yıprandı Neticede, Çukurovanın gelirinin Mekke ve Medîneye bırakılması şartı ile anlaşma yapıldı Kayıtbay, 1496 senesinde vefat etti Yerine geçen oğlu Muhammed, ancak iki sene tahtta kalabildi Emîrlerle ihtilafa düştüğü için öldürüldü Muhammedden sonra Kansuh ve Canbulat tahta geçti Bunlardan sonra Kayıtbayın yetiştirmelerinden, Şam valisi Kansu Gûrî (Gavri) sultan oldu
İktidara geçtiği zaman, altmış yaşını geçmiş bulunan Kansu Gûrî, kudretli ve dirayetli biri olduğunu hemen ispatladı Önce Kahirede nizam ve istikrarı tesis ederek, ümeranın büyüklerinden, güvendiği kişileri idarî kadrolara getirdi Daha sonra devlet hazinesinin iflâs durumundan kurtarılması için tedbirler aldı Kansu Gûrînin zamanında Memlûklar, Rumeli ve Anadoluda devamlı genişleyen Osmanlı Devleti ile Suriye hududundan komşu oldular Bu sırada İrana ve Doğu Anadoluya hakim olan Şah İsmâil, Şiîliği yaymak suretiyle Yakındoğuyu ele geçirmeye çalışıyordu Yine Kansu Gûrî (Gavri) devrinde, İspanyadaki Endülüs Müslümanlarının hakim olduğu Gırnata, Hıristiyanların eline geçince, Müslümanlar zor duruma düştü Mısırın iktisadî durumuyla yakın alâkası bulunan Hind ticaret yolu, Portekizliler tarafından tehdit edilmeye başlandı Hindistan kıyıları, Portekizlilerin eline geçti Kansu Gûrî, Portekiz genel valisi, Hürmüzü alarak, Acem Körfezini (Basra Körfezi) kapatınca, Osmanlı Sultanı İkinci Bayezid Handan yardım istedi Osmanlı, gereken yardımı yaptı Buna rağmen Kansu Gûrî'nin (Gavri) İran Şahı İsmaille yakın münasebet kurması, Osmanlılarla arasının açılmasına yol açtı Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmaili tamamen ortadan kaldırmak için ikinci Doğu Seferine çıkarken, Veziriâzam Sinan Paşa'yı kırk bin kişilik bir kuvvetle, Safevîler üzerine göndermişti Ancak, Sinan Paşa'ya, Diyarbakıra giderken Fıratı geçmek için Memlûklar tarafından müsaade verilmemesi ve Kansu Gûrî'nin (Gavri) elli bin kişilik bir kuvvetle Halepe gelmesi, harp sebebi sayıldı Mercidabıkta yapılan muharebede Memlûklar, kısa bir sürede mağlup oldular Kansu Gûrînin muharebeden sonra kaybolmasıyla, Memlûk tahtına Tomanbay geçti
Halep, Hama, Humus ve Şamı alan Yavuz Sultan Selim Han, Tomanbaya bir nâme göndererek, kendisine tâbi olması şartıyla Gazzeden itibaren güneyde kalan toprakları Memlûklara bırakacağını bildirdi Tomanbay, bu teklifi kabul etmedi 23 Ocak 1517de Ridâniyede, Yavuz Sultan Selim Hanın taarruzuna karşı koyamayarak mağlup oldu Kahirede ve Sait taraflarında mücadelesini devam ettirdi ise de, yakalanarak idam edildi Böylece 1250 senesinde kurulan ve 267 sene süren Mısır Memlûk Sultanlığı, sona erdi Halîfelikle beraber, mukaddes yerlerin himayesi de Osmanlıların eline geçti
Memlûklar, sultanın kendi kölelerinin, idarenin en üst kademesinde yer aldığı karışık bir hiyerarşik sisteme sahipti İktidarın bünyesindeki başarı için, gulâm sistemi esastı Çünkü eski Memlûkların oğulları da dahil olmak üzere, hür unsurlar, orduda ikinci derecede bir yer teşkil ediyorlardı Saltanatın istikrarsızlığı sebebiyle, hükümdarların kolayca değiştirilmelerinden anlaşıldığı üzere, sultanın mutlak iktidarı, büyük emîrler ve bürokrasi tarafından denetleniyordu Meseleler dîvânda görüşülüp, karara bağlanırdı Memlûkların asker ihtiyacı, Kafkasyadan ve Kıpçak bozkırlarından karşılanırdı Sultan ve kumandanların idaresindeki Memlûklu ordusu, muharip olmasından, sevk ve idaresindeki mükemmelliğinden, Haçlı ve Moğol saldırılarını bölgeden uzaklaştırmakla, İslâm ülkelerini büyük tehlikelerden ve tahriplerden korumuşlardır Memlûklar, Eyyubîler'in siyasetlerini devam ettirdiler Resmî yazışmalarda, Arapça'yı kullandılar Ordu ve sarayın konuşma dili, Kıpçak Türkçesi olup, Oğuz Türkçesi de geçerliydi Kültür bakımından gelişmiş olan Memlûklar, Mısırda pek parlak bir medeniyet devresi açtılar
Memlûklar devrinde, Mısır ve Suriyede büyük binalar yapıldı İdareci, kumandan ve bu arada bazı esnaf cemaatleri, büyük şehirlerde camiler yaptırdılar Kahiredeki Baybars, Kalavun, Muhammed Nâsır, Sultan Hasan, Berkuk, Müeyyed, Kayıtbay Ulu camileri ve Trablus, Şam, Halep eyaletleri camileri ile Kahire, Halep, Şam ve Birecik kaleleri bunların belli başlılarıdır Devlet memuru ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Kahirede mektep açmışlardır Burada tahsilini tamamlayanlar, mülkî ve askerî memur olarak vazifeye tayin edilirlerdi
|