Prof. Dr. Sinsi
|
Türkiye'de Yaygın Olarak Kullanılan Deyimler
Türkiye'de Yaygın Olarak Kullanılan Deyimler
A
Aba altından değnek göstermek: Sakin, yumuşak görünmekle birlikte karşısındakini gizliden gizliye korkutmak "Sakın onlara aba altından değnek göstermeye kalkma, yoksa kaçırırsın "
Abacı, kebeci, ara yerde sen neci?: "Tamam, ilgililer bu işe karışabilirler, ama sen neci oluyorsun" anlamında kullanılır
Abayı yakmak: Gönül verip âşık olmak, tutulmak "Türkmen kızına abayı yakalı beri, sazı elinden düşürmez oldu "
Abbas yolcu: 1 Yola çıkmaya kesin kararlı "Abbas yolcu! Daha fazla oyalamayın " 2 Ölmek üzere (olan) "Komaya girdi, abbas yolcu mu ne?"
Abesle iştigal etmek: Yersiz, yararsız, boş ve anlamsız şeylerle vakit geçirmek "Şu yaşa geldin, ama abesle iştigal etmekten vazgeçmedin "
Abuk sabuk konuşmak: Düşünmeden, birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız, saçma sapan söz söylemek "Yeter artık, abuk sabuk konuşmalarına daha fazla dayanamayacağım "
Abur cubur: Yararlı olup olmadığı düşünülmeksizin rast gele yenen, yemek yerini tutmayan yiyecekler "Ne diye çocukların karnını abur cuburla doyuruyorsun?"
Aceleye getirmek (dara getirmek): 1 Bir işi gerektiği gibi yapmayıp, zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak "Tezgâhtar aceleye getirerek gömleğin defolusunu vermiş "2 Zaman darlığı sebebiyle gereken özeni göstermemek "Yazın hiç de güzel değil, aceleye getirmişsin "
Acemi çaylak: Toy, tecrübesiz, beceriksiz "Acemi çaylağa bak hele! Sen mi tamir edeceksin o saati?"
Acı çekmek (duymak): 1 Ağrı, sızı duymak "Kazadan sonra çok acı çekti " 2 Üzülmek, üzüntü içinde kalmak "Eşini kaybedeli on yıl oldu ama o hâlâ acı çekiyor "
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek): Bir şeyin verdiği acı, üzüntü benliğinde derin iz bırakmak "Elindeki tek evi de yanıp kül olunca acısı yüreğine işledi "
Acısını çekmek: Yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntüyü yaşamak "Kestiğim o ağacın hâlâ acısını çekiyorum "
Acısını çıkarmak: 1 Acılığını yok etmek "Yağda kavurarak acısını aldı "2 Önceden uğradığı maddî ve manevî zararı sonradan gidermek 3 Öç almak "Bir gün bana yaptıklarının acısını senden çıkaracağım "
Acı soğuk: Keskin, hoşa gitmeyen, çok üşütücü soğuk "Acı soğuk insanın iliklerine işliyordu "
Acı söz: İnsanın gönlünü inciten, onuruna dokunan ağır söz "Bu acı sözlerine kim katlanır sanıyorsun?"
Aç acına: Aç olarak, hiçbir şey yemeden "Bu iş aç acına yapılmaz "
Açığa çıkarılmak (alınmak): İşinden çıkarılmak, görevine son verilmek "İşe üç gün geç geldi diye açığa alındı "
Açığa vurmak: Gizli, saklı bir şeyi herkese duyurmak, ortaya çıkarmak "Yıllardır içinde sakladığı sırrı mahkemede açığa vurdu "
Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu para, eşya veya başka bir şeyin sayım sonucu eksik olduğu anlaşılmak "Kasiyerin salı günü akşamı on bin lira açığı çıktı "
Açığını bulmak: Herhangi bir işteki eksiği, hileyi veya zararı ortaya çıkarmak "Hemen her yazısında bir açığını bulmak mümkün "
Açık alınla: Başarı, şeref, övünç ve dürüstlükle "Hemen her işten açık alınla çıkar onlar "
Açık bono vermek: Bir kimseye sınırsız, istediği gibi davranma yetkisi tanımak
Açık fikirli: Olayları, gelişmeleri, yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayan; düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen kimse "Bu toplumun açık fikirli insanlara duyduğu ihtiyaç, bugün daha fazladır "
Açık kalpli (yürekli): Samimî, içi temiz, içi dışı bir olan kimse "Komşumuz kadar açık kalpli bir adam görmedim "
Açık kapı bırakmak: Gerektiğinde bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak, ileriyi düşünerek ılımlı davranmak "Bu kadar kesin konuşmayalım, açık kapı bırakalım da iyi düşünebilme fırsatları olsun "
Açık konuşmak: Gerçeği sakınmadan, çekinmeden söylemek "Daima açık konuşan insanları severim "
Açık saçık: Göreneğe, terbiyeye aykırı derecede açık (söz, davranış, elbise) "Açık saçık fıkralar anlatmaya utanmıyor musunuz?"
Açık seçik: Çok açık, çok belirgin, ayrıntılarına kadar görülebilen "Daha açık seçik konuş da anlayalım ne demek istediğini "
Açıkta kalmak (olmak): 1 İş ve görev bulamamak 2 Yersiz yurtsuz kalmak 3 kimilerinin elde ettikleri bir yarardan mahrum olmak "Çoluk çocuk açıkta kaldılar fabrika kapanınca "
Açıktan kazanmak: Ortaya hiçbir emek ve sermaye koymadan gelir elde etmek, para kazanmak "Günümüz insanı açıktan kazanmayı bir kural hâline getirdi "
Açık vermek: 1 Geliri, giderini karşılamamak "Maaşımız yetmeyecek bu ay, galiba açık vereceğiz "2 Ortaya çıkmaması gereken şeyi farkında olmadan belli etmek "Dikkat et de düşmanlarına açık verme "
Açlıktan nefesi kokmak: 1 Çok fazla yoksulluk içinde bulunmak "Dün açlıktan nefesim kokuyordu ama bugün çok şükür karnım tok "2 Uzun zaman bir şey yemediği anlaşılmak
Açmaza düşmek: İçinden çıkılması oldukça güç bir durumda kalmak "Beni bu açmazdan ancak çocuklarım kurtarır "
Aç susuz kalmak: Çok yoksul bir duruma düşmek, fakirlikten yaşayamaz hâle gelmek "Afrika kıtasının pek çok insanı aç susuz kalmış durumda "
Adama dönmek: Hoşa giden bir duruma gelmek, düzelmek "Kapılar, pencereler boyanınca ev adama döndü "
Adamdan saymak: Değeri olmadığı hâlde bir kimseye kıymet vermek, saygı duymak "Seni adamdan saydım diye mi naz yapıyorsun?"
Adam etmek: 1 Eğitmek, yetiştirmek, belli bir seviyeye getirmek "Sen uğraş, didin, adam et, o da sırt çevirsin sana "2 Tamir edip kullanılır hâle getirmek, bir yeri düzene sokmak "Bu arabayı eninde sonunda adam edeceğim "
Adam evladı: İyi bir ailenin iyi yetiştirilmiş; özü, sözü doğru çocuğu "Bu iyiliği ancak bir adam evladı yapabilirdi "
Adam içine çıkmak: Topluluğa karışmak, eşe dosta gitmek, değerli insanların bulunduğu yerlerde olmak ve onlarla görüşmek "Adam içine çıkmayalı uzun zaman oldu "
Adam olmak: 1 Yetişip büyümek, gelişmek, iş güç sahibi olmak "Umarım o da bir gün adamolur "2 Onarılıp işe yarar hâle gelmek
Adam (insan) sarrafı: Tecrübesi sayesinde insanların iyisini kötüsünü çabuk anlayacak duruma gelmiş kimse "Sen üzülme, baban insan sarrafıdır, onun ne mal olduğunu kolayca anlar "
Adam sen de (adaaaam!): Bir işin önemli olmadığını, aldırılmaması gerektiğini anlatmak için söylenir "Adam sen de, o katılmazsa katılmasın, biz birlikte oynarız "
Adam sırasına geçmek (girmek): Toplumda kendisine daha önce değer verilmezken, artık kendisine önem ve değer verilir olmak "Biliyorum, seni de adam sırasına geçiren paran oldu "
A`dan Z`ye kadar: Bütünüyle, baştan aşağı "Bu sınıfın düzeni a`dan z`ye kadar bozuk "
Adı batmak: Adı anılmaz olmak, unutulmak, sözü edilmez olmak "Hatırlatmayın, adı batsın o adamın!"
Adı çıkmak: Kötü bir şöhret kazanmak "Bir kere adı çıkmış, ne yapsa fayda etmiyor, kimse dinlemiyor onu "
Adı kalmak: Bir kimse veya şey ortadan kalktıktan, öldükten sonra adı dillerde dolaşır olmak "Birkaç yıl sonra İstanbul`da doğal güzelliklerin sadece adı kalacak "
Adı karışmak: İyi karşılanmayan bir olayla ilgisinin bulunduğu, o olaya karıştığı söylenmek "Soygun işine Ali`nin de adının karıştığı söyleniyor Doğru mu?"
Adım atmamak: Kesinlikle gitmemek, uğramamak, aramamak "Bir daha o eve adım atmamaya yeminliyim "
Adını anmamak: Bir şeyden, bir kimseden hiç söz etmemek; unutmuş görünmek "Evi terk eden oğlunun adını anmamakta sonuna kadar kararlı "
Adını koymak: 1 İsim vermek "Yeni doğan çocuğun adını Ali koydular "2 Bir şeyin karşılığını veya fiyatını kararlaştırmak "Önce adını koyalım da ona göre hareket edelim "
Adını vermek: 1 Birinin adını bildirmek 2 Biri tarafından salık verildiğini gönderildiği kimseye söylemek "Benim adımı ver ki işlerin çabuk görülsün "
Aforoz etmek: 1 Kilise birliğinden çıkarmak 2 Birini yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, ilişkileri tamamen koparmak "Bütün köylü onu aforoz etmekte kararlı "
Ağır aksak: Pek yavaş olarak, düzgün olmayarak "Her zaman işleri ağır aksak yapıyorsunuz "
Ağır basmak: 1 Ağırlığı fazla gelmek 2 Bir işte etkili olmak, gücü üstün gelmek, istediğini yaptırmak "Politik gücü ağır basınca ihaleyi kazandı "
Ağır başlı: Ciddî, olgun, hareketlerinde ölçülü, işlerini düşüne taşına yapan kimse "Ağır başlı olmak insana üstün meziyetler kazandırır "
Ağırdan almak: Bir işi yapmakta acele etmemek, yavaş davranmak, isteksiz görünmek "Hiç sebep yokken işi ağırdan almanı bir türlü anlamıyorum "
Ağır elli: 1 Oldukça yavaş iş yapan, çabuk yapmayan 2 Vurduğu zaman çok acıtıp can yakan "Adamın eli amma da ağırmış, ense köküm hâlâ ağrıyor "
Ağır gelmek: 1 Ağrına gitmek, onuruna dokunmak "Haketmediğim şu sözler öylesine ağırgeldi ki bana "2 yapılması güç gelmek "Bu yaştan sonra inşaat işlerinde çalışmak artık ağır geliyor benim gibi ihtiyara "
Ağır hastalık: Sonu ölümle neticelenebilecek gibi olan tehlikeli hastalık "Ağır hastalık geçirdiği için bir türlü kendini toplayamadı ve zayıf kaldı "
Ağır söz: Kişinin gönlünü inciten, gücüne giden, onuruna dokunan, dayanılması güç söz "Söylediğin ağır sözler çocukları çok incitti "
Ağız aramak (veya yoklamak): Öğrenilmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak "Ağzını ara bakalım o konuda bir şey biliyor mu?"
Ağız (söz) birliği etmek: Daha önce bir konuda anlaşarak aynı şeyi yapmak ya da söylemek "Ağız birliği etmeli, hep birlikte savunmalıyız kendimizi "
Ağızdan laf (söz) çekme(çalmak): Bir kişinin bildiği şeyleri ustalıklı konuşmalarda ona sezdirmeden öğrenmek "Boşuna uğraşma, ağzından laf çekemezsin onun "
Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir düşünceyi, bir sözü tekrar edip durmak "Dolap da dolap! Artık ağzında sakız gibi çiğneyip durma şu sözü!"
Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinin tersini söylemeye başlamak "Babasını görünce korkusundan ağız değiştirdi "
Ağız, dil vermemek: 1 Söz söyleyemeyecek kadar hasta olmak 2 Herhangi bir sebeple hiç konuşmamak, susmak "Kurşuna dizilmeyi göze aldılar ama ağız, dil vermediler "
Ağız eğmek: Yalvarmak, hiç de lâyık olmayan birine yüz suyu dökmek "Ölürüm de ağız eğmem o adama!"
Ağız kalabalığı: Birbirini tutmayan, gereksiz, konu dışı sözler "Asıl meseleyi ağız kalabalığı ile ört bas edip kaçamazsın!"
Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söyleyip çok konuşmak yolu ile şaşırtmak, dikkatini dağıtıp aldatmak "Ağız kalabalığına getirip yok pahasına aldı malları "
Ağız kavafı: Karşısındakini ikna etmek için diller döken, çok konuşan, gerekli gereksiz söz söyleyen kimse "İğreniyorum şunun gibi ağız kavafı heriflerden "
Ağız yapmak: Birini aldatma, yanıltma, oyalama amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde konuşmak "Ne ağız yapıp duruyorsun, gerçeği söylesene!"
Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye alık alık bakan, anlamsız bir hayranlıkla seyredip şaşıran "Haydi yürü, ağzı açık ayran delisi gibi ne bakıp duruyorsun vitrine "
Ağzı (bir karış) açık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak "Onca seneden sonra sevdiği arkadaşını birden karşısından görünce ağzı açık kaldı "
Ağzı kalabalık: Çok ve manasız, saçma sapan, tutarsız sözler söyleyen "Ağzı kalabalık insanlara tahammül etmek çok güç bir iş "
Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek, sevindiği her hâlinden belli olmak "Takdirname eline verilince sevincinden ağzı kulaklarına vardı "
Ağzı laf yapmak: Güzel, inandırıcı söz söyleme yeteneği olmak "Politikacı mı olacaksın, ağzın laf da yapmalı "
Ağzına (veya ağzının içine) bakmak: 1 Ne diyeceğini beklemek 2 Onun sözüne göre hareket etmek "İyi, yemek için de onun ağzına bak bari!"
Ağzına baktırmak: Etkili, güzel konuşarak kendini zevk ile dinletmek, dinleyenleri kendisine hayran etmek "O, ağzına baktırmasını bilen ender hatiplerdendi "
Ağzına bir parmak bal çalmak: Amacına ulaşmak için birini tatlı sözlerle bir süre oyalamak, kandırmak; umut verip ikna ederek işini yaptırmak "Öyle bir insan ki ağzına bir parmak bal çal, sonra her istediğini yaptır "
Ağzına girmek: Dinlenirken konuşana doğru oldukça fazla yaklaşmak "Çocuklar, masal anlatan dedenin, neredeyse ağzına gireceklerdi "
Ağzına lâyık: Bir yiyeceğin tadı anlatılırken kullanılır, çok lezzetli yiyecek anlamında "Haydi durma, uzan, tam ağzına lâyık bir tatlı!"
Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamayı becerememek, sırrı hemen açığa vurmak "Ağzında bakla ıslanmayan bu adama nasıl oluyor da açılıyorsun?"
Ağzında gevelemek: Açık olarak söylememek, belirli konuşmamak "Lütfen lafı ağzında geveleme de ne söyleyeceksen söyle, çok işim var "
Ağzından bal akmak: Çok tatlı, hoşa gider biçimde konuşmak "Konuş, konuş hele; ağzından bal akıyor "
Ağzından çıkanı kulağı işitmemek: Sözlerini tartmadan, düşünmeden, öfke içinde, nere varacağını hesaplamadan konuşmak "İyice çıldırmış olmalısın Çünkü ağzından çıkanı kulağın duymuyor "
Ağzından düşürmemek: Bir kimseden veya bir şeyden her zaman söz etmek "Ölünceye kadar torunu Esma`nın adını ağzından düşürmedi "
Ağzından girip burnundan çıkmak: Çeşitli yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek; veya kandırmak "Ağzından girip burnundan çıktı ve ondan para koparmayı başardı "
Ağzından kaçırmak: Söylemek istemediği bir şeyi, boş bulunup söyleyivermek "Dikkatli ol, lafı ağzından kaçırıp da gideceğimiz yeri söyleme "
Ağzından laf almak (çekmek): Bir kimseyi değişik yollarla ve ustalıkla konuşturup birtakım gizli şeyleri öğrenmek "Boşuna uğraşma, ağzımdan laf alamazsın "
Ağzından yel alsın: Olumsuz, kötü şeylerden bahsedenlere karşı "ağzını hayra aç" anlamında söylenir "Bugün kötü şeyler mi bekliyorsun? Ağzından yel alsın, o ne biçim beklenti?"
Ağzını açıp gözünü yummak: Kızgınlık ile sonunu düşünmeden ağzına gelen kötü sözleri söylemek, karşısındakine hakaret etmek "Eve geç gelen kızına ağzını açıp gözünü yumdu "
Ağzını aramak: Karşısındakini kurnazca konuşturarak ağzından söz almak, istediğini öğrenmek "Şunun ağzını ara da bahçeyi satıp satmayacağını öğren "
Ağzını bıçak açmamak: Kırgınlıktan, üzüntüden ya da herhangi bir sebepten ötürü söz söyleyecek durumda olmamak "Boşuna uğraşma, evin yanışına öyle üzülmüş ki ağzını bıçak açmıyor "
Ağzını havaya (poyraza) açmak: Umduğunu elde edememek, fırsatı kaçırdıktan sonra boş yere beklemek "Evi o zaman alacaktın, artık geçti, bundan sonra ağzını havaya aç "
Ağzını kapamak: 1 Susmak 2 Çıkarının elden gideceğini düşünerek birinin konuşmasını önlemek "Ağzını kapatamazsak konuşup bizi elâleme rezil edecek "
Ağzının içine bakmak: Konuşan bir kimseyi seve seve ve dikkatlice dinlemek "Konuşması onları öyle sarmıştı ki ağzının içine bakıyorlardı "
Ağzının kokusunu çekmek: Bir kimsenin dayanılmaz, çekilmez tutum ve davranışlarına katlanmak "Yeter artık, daha fazla senin ağız kokunu çekemem "
Ağzını öpeyim (seveyim): Sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel, hoş söyledin" anlamında kullanılır
Ağzının payını vermek: Sert söz ve davranışlarla karşılık vererek bir kimseyi yaptığına pişman etmek "Demek öyle, ben de senin ağzının payını vermezsem bana da Hasan demesinler!"
Ağzının suyu akmak: Çok beğenip isteyecek duruma gelmek, imrenmek "Vitrindeki kızarmış tavuğu görünce ağzımın suyu aktı "
Ağzının tadı kaçmak: Rahatı kaçmak, huzurunu kaybetmek, bir kimsenin kurulu dirliği, düzenliği bozulmak "Şu vızır vızır işleyen yol burdan geçince ağzımızın tadı kaçtı "
Ağzının tadını bilmek: 1 Güzel yemeklerden anlamak 2 Bir şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak "Şunlardaki güzelliğe bak, ağzının tadını da biliyorsun hani "
Ağzı sulanmak: İmrenmek "Karpuzları ağzını şapırdatarak yemeye başlayınca benim de ağzım sulandı "
Ağzı süt kokmak: Çok genç, toy ve tecrübesiz olmak "Şu ağzı süt kokan mı yarışacak benimle "
Ağzı var dili yok: 1 Oldukça sessiz, sakin, kendi hâlinde 2 Konuşmayıp susan, derdini anlatmayan "Telâşlanma sakın, ağzı var dili yok o çocuğun, seni hiç üzmez "
Ağzıyla kuş tutsa  : "Ne kadar çaba gösterse, ne yapsa da" anlamında kullanılır "Ağzıyla kuş da tutsa, artık bu eve adım atamaz "
Ah almak: Birinin bedduasını üstüne çekmek "Zalimliğine devam edersen daha çok kişinin ahını alacaksın "
Ahı çıkmak: Eziyete uğrayan bir kimsenin yaptığı bedduanın etkisini göstermesi
Ahı tutmak: Zulüm görenin bedduasının yerini bulup gerçekleşmesi "Ahım bir tutarsa dünyanın kaç bucak olduğunu görecek o "
Ahı yerde kalmamak: Yaptığı ilenme (beddua) er geç etkisini göstermek "Şunu iyi bil ki ey zalim, ahım yerde kalmayacak; yüz üstü sürüneceksin "
Ahkâm çıkarmak: Kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak "Devletler ancak kuvvetli ordu ile ayakta dururlar diye ahkâm çıkardı "
Ahmak ıslatan: İnce ince yağan yağmur, çisenti "Böyle yürümeye devam edersek bu ahmak ıslatan iliklerimize işleyecek "
Ahret kardeşi: Dünya ve ahiret işlerinde birbirlerinden ayrılmayan kimseler; kan bağı olmaksızın manevî olarak kurulan kardeşlik
Ahrette on parmağı yakasında olmak: Haksızlığa uğrayışını bu dünyada önleyip hakkını alamayanın, öte dünyada (ahrette) kendisine sorumlu olan kimseden davacı olması "Hakkımı vermedin ama ahrette on parmağım yakanda olacaktır "
Akan sular durmak: Artık itiraz edilebilecek, karşı durulacak bir nokta kalmamak "Siz Mehmet Ağa`ya gidin, o devreye girdi mi akan sular durur, kolay anlaşırsınız "
Akıl defteri: Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığı küçük defter, muhtıra defteri, ajanda
Akıl etmek: Herhangi bir önlem ve çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak "Sular kesilecekti ama kovaları doldurmayı akıl edemedim "
Akıl hocası: 1 Birine yol gösteren, akıl öğreten kimse 2 Herkese akıl öğretmeye meraklı kimse "Lütfen akıl hocalığı yapmaya kalkma, biz işimizi senden iyi biliriz "
Akıl kârı olmamak: Akıllı, dengeli ve ölçülü bir kişinin yapacağı iş olmamak "Akıl kârımı şimdi senin yaptığın bu iş?"
Akıl kutusu (kumkuması): Çok zeki, akıllı kimse; bilgiç "Akıl kutusu mübarek, her meseleyi çözüyor "
Akıllara durgunluk vermek: Çok şaşılacak bir şey olmak "Bir görmeliydin o olayı, akıllara durgunluk verecek bir olaydı "
Akıllı uslu: Dengeli, yaramazlık etmeyen, ölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmayan "Senin çocuk pek akıllı uslu görünüyor "
Akıl öğretmek (vermek): Herhangi bir konuda yol gösterip tavsiyede bulunmak, bilgi vermek "Sana akıl verecek bir adam da mı bulamadın?"
Akıl sır ermemek: Bir işin gizli yönlerini, niteliğini, asıl sebebini anlayamamak "Senin bu işi nasıl berbat ettiğine hâlâ akıl sır erdiremedim "
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak, gerçekleşmeyecek bir iş uğrunda boşuna çaba sarf etmek "Desene boşuna kürek çekmişiz, olmayacak bu iş "
Akla karayı seçmek: Bir işi başarmak uğrunda çok yorulmak, sonuca kadar çok zahmet çekmek "Seni buluncaya kadar akla karayı seçtim "
Aklı almamak: 1 Akla uygun gelmemek, inanılacak gibi olmamak 2 Anlamamak "Şu işleri bir türlü aklım almıyor "
Aklı başına gelmek: 1 Zarar gördüğü işlerden uslanıp akıllıca davranmak 2 Baygınlıktan ayılmak, kendine gelmek "Çabuk koşun, nihayet kendine geliyor!"
Aklı başından gitmek: 1 Çok korkudan veya çok sevinçten ne yapacağını şaşırmak 2 Kafası çok yorulmuş olduğundan iyi düşünememek "Annemi öyle evin ortasında baygın görünce aklım başımdan gitti "
Aklı başında olmamak: 1 İyi düşünebilir durumda olmamak 2 Bayılmak, kendisinden geçmek "Artık aklı başında olmamak onun işine geliyor sanki, böylece sorumluluktan kurtulacak, rahat edecek "
Aklı çıkmak: Titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak "Elbisem yırtılacak diye aklı çıkıyor "
Aklı durmak: Şaşırmak, düşünemez bir hâle gelmek "Resmi öyle güzel yapmış ki görsen aklın durur "
Aklı karışmak: Ne yapacağını bilememek, bocalamak, şaşırmak "Dur hele, bir düşüneyim, söylediklerin aklımı karıştırdı "
Aklı kesmek: Bir şeyin olabileceğine, bir şeyi yapabileceğine inanmak "Seninle bu işi başarabileceğime pek de aklım kesmiyor "
Aklına düşmek: 1 Hatırlamak 2 Kafasında bir düşünce doğmak "Aklına düşen her şeyi yapmak zorunda mısın?"
Aklına esmek: Daha önce düşünmemiş olduğu şeyi birden yapmaya karar vermek "Birden aklına esti, kalkıp sahile indi "
Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şeyin zarar verici etkisine uğramak "Aklıma gelen başıma geldi, evi su bastı "
Aklına gelmek: 1 Hatırlamak 2 Bir şeyi yapmayı düşünmek, tasarlamak "Aklıma geldi, kalkıp babama gittim "
Aklına koymak: 1 Bir şeyi yapmaya kesin olarak karar vermek "Bu sene takıntısız sınıfımı geçmeyi aklıma koydum "2 Bir fikri başkasına aşılamak
Aklına (aklını) takmak: Bir şeyi devamlı olarak düşünmek, bir fikre sürekli olarak zihninde yer vermek ve zihni onunla meşgul etmek "Onu niçin kırdım, aklıma takıldı düşünüp duruyorum "
Aklına yer etmek: Uygun bulduğu bir düşünce kafasına yerleşmek "Onun sana söyledikleri aklına yer eder inşallah "
Aklından zoru olmak: Tutarsız, dengesiz, ölçüsüz, delice davranışlarda bulunmak "Bırak o bıçağı, aklından zorun mu var senin?"
Aklını almak: Çekiciliği, güzelliği ile büyülemek, etkisi altına almak "Kızın bir bakışı, aklını başından almaya yetti "
Aklını başına almak (toplamak, devşirmek): Mantıksız, ölçüsüz davranışlarda bulunmaktan kendini kurtararak akıllıca bir yola girmek "Aklını başına al, yoksa bu içki seni götürecek "
Aklını başından almak: Çok şaşırtmak, düşünemeyecek duruma getirmek "Gördüğü ev aklını başından aldı "
Aklını (bir şeyle) bozmak: 1 Sapıtmak, delirmek 2 Yalnızca ilgilendiği, üzerine düştüğü şeyle uğraşıp durmak, başka hiçbir mesele düşünmemek "Bizim çocuk sinema ile aklını bozdu "
Aklını çalmak (çelmek): 1 Kararından, niyetinden vazgeçirip başka bir yola sokmak 2 Baştan çıkarmak, ayartmak "Aklını çelip onu evlenmeye razı et "
Aklını peynir ekmekle yemek: Akılsızca, şaşkınca, delice işler yapmak "Misafirliğe böyle gidilir mi? Sen aklını peynir ekmekle mi yedin?"
Ak pak: 1 Tertemiz 2 Saçı sakalı ağarmış 3 Alımlı ve beyaz tenli "Ne kadar da ak pak bir çocuk "
Akşama sabaha: Neredeyse, pek yakında, kısa bir süre içinde "Konuklar akşama sabaha burada olurlar, sakın bir yere kaybolma!"
Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, har vurup harman savuran, savruk kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır
Akşamı iple çekmek: Gecenin olmasını sabırsızlıkla beklemek "Ne güzel bir ziyaret olacak Akşamı iple çekiyorum "
Alacağına şahin, vereceğine karga: Alırken bütün gücünü kullanan ve kolaylık gösteren, kimsede parasını bırakmayan; verirken ise bin bir güçlük çıkaran, vereceğini geciktirmek için elinden geleni yapan kimse için kullanılır "Ne adamsın be! Alacağına şahin, vereceğine karga! Yazıklar olsun!"
Alacağı olsun: "Günün birinde ondan öcümü alırım" anlamında göz korkutmak için söylenir
Al aşağı etmek: Birini bulunduğu yerden, mevkiden indirmek "Ya, gördün mü, demek ki el oğlu adamı al aşağı ediyormuş bir çırpıda!"
Al birini vur birine (ötekine): Hepsi aynı, bir ayarda, hiçbiri işe yaramaz "Onlardan söz etme bana Al birini vur birine "
Alçak gönüllü olmak: Gurur ve kibre kapılmayıp kendini olduğundan daha aşağı düzeyde sayma, başkalarından yüksek görmeme durumu "İnsanı insan yapan vasıflardan biri de alçak gönüllü olmaktır "
Al gülüm ver gülüm: 1 Karşılıklı sevgi gösterisi 2 Çokluk uygun olmayan işlerde birbirinin çıkarını kollamak
Alı al, moru mor: Telâş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş (olarak) "Uçağı kalkmak üzere olan babama alı al, moru mor bir şekilde yetişebildim "
Alıcı gözüyle bakmak: Çok dikkatli bakmak, inceden inceye gözden geçirmek "Mobilyaya ilk defa alıcı gözüyle baktı "
Alın teri dökmek: Zahmetli iş görüp çok emek vermek "Alın teri dökmeyenler, emeğin ne olduğunu bilemezler "
Ali Cengiz oyunu: "Kurnazca, haince aklı durduracak iş yapmak" anlamında kullanılır "Bana bir Ali Cengiz oyunu oynadılar ki sormayın gitsin "
Ali kıran baş kesen: Çok zorba, kaba kuvvetle hâkimiyet kuran "Mehmet, sınıfın Ali kıran baş kesini olmuştu "
Ali`nin külâhını Veli`ye, Veli`nin külâhını Ali`ye giydirmek: Kendi sermayesi olmadığı hâlde, birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek
Allah adamı: Hile, kötü bilmeyen; hak yol üzerinde olan, Allah`a ibadette kus dini bütün kimse "Allah adamı olmalısın dünya da, hem de ahrette iyilik görebilesin "
Allah`a emanet: Herhangi bir şeyi Yüce Allah`ın korumasına ve esirgemesine terk etmek "Seni Allah`a emanet ederek gidiyorum oğlum "
Allah Allah!: Daha çok şaşkınlık ve hayret hâllerini anlatır "Allah Allah! Nasıl oldu bu iş, aklım almıyor?"
Allah aratmasın: Yakınılacak bir durumda, bir şeyin hiç bulunmaması hâlindeki sıkıntı anında "Allah daha kötüsünü göstermesin" anlamında kullanılır
Allah aşkına: Yemin vermek veya yalvarmak için "Allah`ını seversen" anlamında şaşma, usanç bildirir "Allah aşkına şu işi bir daha yapma!"
Allah bilir: 1 Belli değil, Cenab-ı Hak`tan başka kimse bilmez "Allah bilir bu sırrın iç yüzünü "2 Bana öyle geliyor ki "Allah bilir esrar da alıyordur bu çocuk "
Allah`ın belâsı: Varlığı üzüntü veren, varlığından huzursuz olunan şey "Allah`ın belâsı adam yine çıktı ortaya "
Allah versin: 1 Dilenciyi savmak için "bekleme, sadaka vermeyeceğim" anlamında söylenir 2 İyi şey elde edenlere memnunluk bildirmek için, kimi zaman da takılma ve şaka için söylenir "Allah versin, işlerin gayet iyi görünüyor
Allah yarattı dememek: Kıyasıya dövmek, çok hırpalamak "Adamlar yabancıya bir giriştiler ki Allah yarattı demediler "
Allah "yürü ya kulum" demiş: Az zamanda çok para kazanan ve işinde çok çabuk ilerleyenler için söylenir "Cenab-ı Hak bir kimseyi zengin etmek isterse ona, `yürü ya kulum` demesi yeter "
Allak bullak etmek: Kurulu düzeni bozmak, karmakarışık bir duruma getirmek "Çocuklar evi allak bullak edip gitmişler "
Allayıp pullamak: Kötü görünüşü kapatmak için bir şeyi süslemek, donatmak "Hurda arabaları allayıp pullayıp pazara çıkarmışlar "
Allem etmek, kallem etmek: İstediğini elde etmek için her türlü kurnazlığa başvurmak "Namussuzlar allem edip kallem edip yaşlı adamın evini elinden aldılar "
Alnı açık yüzü ak (olmak): Herhangi bir ayıbı, çekinecek bir durumu olmamak, iffetli ve şerefli olmak "İşte alnı açık yüzü ak meydandayım; çıksınlar karşıma "
Alnını karışlamak: 1 Bir işin çok güç olduğunu, yapılamayacak kadar zor olduğunu anlatır 2 Küçümseyerek meydan okumak, tehdit etmek "Beni polise bildirenin alnını karışlarım "
Alnının akıyla: Küçümsenecek, ayıplanacak bir duruma düşmeden; tertemiz, şerefiyle, başarılı olarak "Allah`ın izniyle bu işten alnımın akıyla çıkacağım "
Alnının ar damarı çatlamak: Utanma, sıkılma duygularını yitirmiş bulunmak "Adama bak nerede soyunuyor, alnının ar damarı çatlamış anlaşılan "
Alnının damarı çatlamak: Başarmak için çok sıkıntı çekmek, çok çaba sarf edip emek vermek "O yolu açıncaya kadar benim alnımın damarı çatladı, sen ne halt etmeye bozuyorsun?"
Alnının kara yazısı: Kötü talih, baht "Ne yapayım, alnımın kara yazısı böyle imiş "
Al takke ver külâh: 1 Bir mesele üzerinde uzun çekişmelerden sonra 2 Senli benli, samimî dostluğu sürdürerek "Al takke ver külâh yıllarca yaptık bu işi "
Altı alay, üstü kalay: İçi dışı bir olmayan; dışı süslü, içi berbat "Altı alay üstü kalay bir dolaba benziyor bu "
Altı kaval, üstü şeşhane (Şişhane): Daha çok giyim için "altı, üstüne; bir parçası öbür parçasına uymaz " anlamında kullanılır "Çabuk çıkar şu üzerindeki altı kaval üstü şeşhane elbiseyi, yoksa rezil olacaksın el âleme "
Altın babası: Çok zengin, parası çok olan kimse "Adam altın babası, her istediğini kolayca yaptırıyor "
Altın bilezik: Para getiren, hayat boyunca geçimi sağlamaya yarayan sanat ve meslek "Şimdiden bir altın bilezik sahibi ol ki yarın rahat edesin "
Altında kalmamak: 1 Bir şeyi karşılıksız bırakmamak "Onun bana yaptığı iyiliğin altında kalır mıyım?"2 Bir şeyin üstesinden gelmek "Bana verdiği işin altında kalmayacağım "
Altından Çapanoğlu çıkmak: Girişilen bir işte başa dert olacak bir durumla, umulmayan bir tehlike ile karşılaşmak "Bana öyle geliyor ki bu işin altından Çapanoğlu çıkacak "
|