Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende
T - U - Ü - V - Harfi İle Başlayan Deyimler
Tabana kuvvet: "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır "Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!"
Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak "Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı "
Tabanları yağlamak: 1 Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak 2 Hızlıca koşarak kaçmak
Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı "Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler "
Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek "Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim "
Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek
Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak "Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler "
Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak "O kebabın tadı damağımda kaldı "
Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak "Yemeğin tadına baktın mı?"
Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak "Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha "
Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak "Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa "
Tadını almak: 1 Bir şeyin lezzetini almak 2 Yaptığı işten zevk duymaya başlamak "O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz "
Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak "Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım "
Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak
Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak "İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı "
Tahtalı köy: Mezarlık
Tahtası eksik: Aklı noksan, deli "O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!"
Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte
Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek "Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa "
Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı
Tam adamını bulmak: 1 En uygun kişiyi seçmek 2 En uygunsuz kişiyi seçmek "Tam adamını bulmuşsunuz hani!"
Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş "Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler "
Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek
Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk "O bir Tanrı misafiridir Nasıl kalk git diyebilirim "
Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak "Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?"
Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak
Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak "Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk "
Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek
Taş attı da kolu mu yoruldu?: "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında kullanılır
Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak "Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular "
Taş çatlasa: "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır "Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez "
Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak "Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor "
Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek
Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse "Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!"
Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek "Çocuk sanki taş kesilmişti "
Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek "Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar "
Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz "Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler "
Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz "Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır "
Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış
Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan
Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak "Nihayet işi tatlıya bağladık "
Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak
Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek "Tavına getirip söyle "
Tava gelmek: 1 Yumuşamak, kanmak 2 Süzülecek duruma gelmek "Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi "
Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak "Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum"
Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme
Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır
Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen "Amma da tavşan yürekli bir adammışsın "
Tazıya dönmek: 1 Oldukça zayıflamış olmak 2 Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak
Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak "Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor "
Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek
Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak "Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma "
Tekbir getirmek: "Allah-ü ekber" diyerek Allah`ın adını yüceltmek
Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak "Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler "
Tekin değil: 1 İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer 2 Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse "O eski ev tekin değil diyorlar "
Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak
Tel çekmek: 1 Telgraf çekmek 2 Telle sınırlandırmak, telle çevirmek
Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek "Gelini bir güzel telleyip pulladılar "
Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek
Temel atmak: 1 Bir yapının temellerini yapmaya başlamak 2 Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek "Evin temelini yarın atacağız inşallah "
Temel taşı: 1 Bir yapının temeline konan taş 2 Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı "Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır "
Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak "Ödevlerinizi temize çekin "
Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak "O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!"
Temiz para: 1 Kesintiden sonra elde kalan para miktarı 2 Doğru yoldan kazanılmış para
Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek
Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine
Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek "İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün "
Tepeden inme: 1 Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen 2 Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir "Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına "
Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu "Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı "
Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek "Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı "
Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek
Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak "Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü "
Tepesine binmek: 1 Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak 2 Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak "Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu "
Tepesi üstü: Tepe taklak, başı yere gelmek üzere "Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü "
Tepe tepe kullanmak: Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak "Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!"
Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek
Tercüman olmak: Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak
Ter dökmek: 1 Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek 2 Çok terlemek "Bu işi başarmak için az ter dökmedi "
Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak
Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak "Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi "
Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek
Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak "Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun "
Ters yüz etmek: İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek "Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim "
Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek
Teselli etmek: Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak "Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim "
Teselli bulmak: Avunmak
Teslim bayrağı çekmek: 1 Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak 2 Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak "Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın "
Teslim olmak: 1 Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek 2 Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak "Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!"
Teşrif etmek: Onurlandırmak, şereflendirmek
Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak "Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?"
Tez canlı: Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan "Bu kadar tez canlı olma!"
Tez elden: Çabucak, bir an önce, çarçabuk,"Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!"
Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak "Hemen tezgâhı kurup gittiler "
Tezkeresini eline vermek: Kovmak, işten atmak, işine son vermek
Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak "Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır "
Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek "Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını "
Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse
Tıpış tıpış yürümek: 1 Kısa adımlarla çabuk yürümek 2 İster istemez bir yere gitmek
Tıraş etmek: 1 (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak 2 Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak "Yeni berber iyi tıraş yapamıyor "
Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, korkutmak
Tırpan atmak: 1 İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek 2 Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak "Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu "
Tohuma kaçmak: Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak
Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse) "Bu çocuk da tok evin aç kedisi "
Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak
Tok gözlü: Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert
Tok sözlü: Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen "Rahmetli tok sözlü bir insandı "
Tongaya basmak: Tuzağa düşmek "Çok kötü bastı tongaya "
Top atmak: İflas etmek "Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım "
Topa tutmak: 1 Bir yeri top ateşi altında bulundurmak 2 Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek
Topun ağzında: Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak
Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" denir
Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi "Topu topu beş elma almış "
Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek "Kızına da hiç toz kondurmuyor "
Toz olmak: Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak "Çabuk toz olun buradan "
Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak "Hayatı hep toz pembe görmüştür "
Tozu dumana katmak: 1 Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak 2 Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak "Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı "
Tur atmak: Dolaşmak, dolaşıp gelmek "Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin "
Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek
Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde "Merak etme, turp gibi o "
Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin düşmek "Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı "
Turşusu çıkmak: 1 Çok yorulmak 2 İyice ezilmek, parçalanmak "Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış "
Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir "Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki "
Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır
Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak
Tuttuğunu koparmak: Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,"O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona "
Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak "Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım "
Tuz biber ekmek: 1 Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek 2 Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak "İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine "
Tuz (la) buz olmak: Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak "Masadan düşen vazo tuzla buz oldu "
Tuzlayayım da kokma: Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır
Tuzluya mal olmak: Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak "Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu "
Tuzu kuru: Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan "Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa "
Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek "Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!"
Tümen tümen: Pek çok
Türküsünü çağırmak: Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak "Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık!"
Türkü yakmak: Bir türküye ezgi uydurmak "Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar "
Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek
Tüy dikmek: Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek
Tüyleri diken diken olmak: Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek "Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu "
Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak
* * * * * * * * * *
Ucu bucağı olmamak: Bir yer çok geniş, sonu yokmuş gibi olmak "Kafamı kaldırıp şöyle bir baktım, ovanın ucu bucağı görünmüyordu "
Ucu dokunmak: Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek "O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum "
Ucunu kaçırmak: Çıkmaza girmek, denetimi elinden kaçırmak "İşin ucunu kaçırdın, oldu mu ya?"
Ucu ortası belli olmamak: Bir işe, söze nereden başlanacağı kestirilememek
Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak "Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım "
Ucu ucuna: Ancak yetişecek kadar "İp ucu ucuna geldi "
Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak "Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık "
Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu olmak "Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?"
Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım istemek
Uçsuz bucaksız: Çok geniş "Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum "
Uçkuruna sağlam: Namuslu, iffetine bağlı
Uç vermek: 1 Baş vermek (çıban) 2 Bitmek, sürmek (bitki) 3 Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek 4 Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak "İlk bahar geldi, dallar uç vermeye başladı "
Ulu orta söz söylemek: Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak "Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı "
Uma uma döndük muma: Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir
Umurunda olmamak: Aldırış etmemek, önem vermemek
Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir
Utancından yere geçmek: Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak "Çok mahçup olmuştu, utancından yere geçmek üzereydi "
Uyku bastırmak: Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği duymak "Yemekten sonra bir uyku bastırır, kafamı kaldıramazdım "
Uyku çekmek: Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak "Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim "
Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek, göz kapakları kapanmak "İki gündür yoldaydık, hemen hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu "
Uykusu kaçmak: 1 Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak 2 Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe duymak "Uykusu kaçmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu "
Uykusunu almak: Gerektiği kadar uyumuş olmak "Epeydir yatıyorsun, uykunu almış olmalısın "
Uyku tulumu: 1 Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan 2 İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak "Uyku tulumu sen de, çabuk kalk!"
Uykuya dalmak: Rahat ve derin bir şekilde uyumak
Uyur uyanık: Yarı uykulu "Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu "
Uzağı (ileriyi) görmek: Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek "Dedem uzağı gören bir adamdı "
Uzaktan uzağa: 1 İlgisi pek az olan 2 Çok uzaktan "Uzaktan uzağa selâmlaşıyorduk işte "
Uzun boylu: 1 Boyu uzun olan 2 Uzun süre 3 Derinlemesine, ayrıntılarıyla "Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık "
Uzun etmek: 1 Nazlanmak, sözünde direnmek 2 Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek 3 Aşırı gitmek "Haydi uzun etme de gel benimle!"
Uzun hikâye: Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu
Uzun lafın (sözün) kısası: Özetle, kısaca, sözü uzatmayarak "Uzun lafın kısası, yazar gerçekçi olmalıdır "
Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek "Meseleyi uzun uzadıya inceledik "
* * * * * * * * * *
Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak "Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme "
Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak
Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak "İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al "
Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse)
Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak "Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek "
Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak "Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir "
Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak "O cihana ün salmış bir güreşçidir "
Üst baş: Kılık kıyafet, giyim kuşam "Üstüne başına hiç bakmaz ki o "
Üste çıkmak: Suçlu olduğu hâlde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak "Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden "
Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak "Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin "
Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak "Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim "
Üst perdeden konuşmak: 1 Üstünlük taslayarak konuşmak 2 Çok yüksek sesle konuşmak "Üst perdeden konuşmaya bayılır "
Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak
Üstü kapalı konuşmak: Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak "Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu "
Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak "Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak "
Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak 2 Suçlanmak "Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı "
Üstünden atmak: Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek "Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme "
Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak
Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek "Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi "
Üstüne almak: 1 Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak 2 Bir görevi üstlendiğini kabul etmek "Her sözü üstüne alma lütfen!"
Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek "Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı "
Üstüne basmak: 1 Yerinde bir fikir beyan etmek 2 İyice belirtmek "Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!"
Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek "Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!"
Üstüne (üzerine) düşmek: 1 Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak 2 (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek "Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak "
Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak
Üstüne geçirmek: 1 Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak 2 Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek "Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?"
Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek
Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak
Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek "Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum "
Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak "Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim "
Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek "Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor "
Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak
Üstüne üstüne gitmek: 1 Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak 2 Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak "Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin "
Üstüne varmak: 1 Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek 2 Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek "Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?"
Üstüne yıkmak: 1 Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek 2 Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek "Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar "
Üstüne yürümek: Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak "Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü "
Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek "Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden "
Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek "Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu "
* * * * * * * * * *
Vadesi gelmek (yetmek): 1 Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek 2 Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek "Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor "
Vakit geçirmek: Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak "Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım "
Vakit kazanmak: 1 Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak 2 Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak "Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz "
Vakitli vakitsiz: Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden "Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine "
Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak "Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok "
Vaktini öldürmek: Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek "Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?"
Vaktini şaşmamak: Tam zamanında "Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek "
Vara yoğa karışmak: Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak "Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice "
Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek "Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi "
Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek
Vay canına!: Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır
Vebali boynuna olmak: Bir işin günahını yüklenmek
Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek "Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar "
Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek "Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi "
Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek
Vıcık vıcık: Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak "Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk "
Vıdı vıdı etmek: Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek "Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter "
Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek "Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin "
Viraneye çevirmek: Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek "Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi "
Voli vurmak: Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak
Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek "Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk "
Vur abalıya: Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir
Vur dedikse öldür demedik ya!: Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir
Vurduğu yerden ses getirmek: Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak
Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse
Vur patlasın çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır "Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular "
Vurucu güç: Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik "Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar "
Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek "Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki?"
Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek "Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak "
|