Yalnız Mesajı Göster

Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende

Eski 10-28-2012   #18
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende



T - U - Ü - V - Harfi İle Başlayan Deyimler

Tabana kuvvet: "Binecek bir şey yok, yayan gitmekten başka çare de kalmadı" anlamında kullanılır"Haydi kalkın bakalım, tabana kuvvet!"

Tabanları kaldırmak: Çok hızlı yürümeye ya da çok hızlı koşarak kaçmaya başlamak"Polislerin geldiğini görünce tabanları kaldırdı"

Tabanları yağlamak: 1 Uzak bir yere yayan olarak gitmek için hazırlanmak 2 Hızlıca koşarak kaçmak

Taban tabana zıt: Birbirinin tamamen karşıtı olmak, birbirine çok aykırı"Taban tabana zıt düşüncelere sahiptiler"

Taban tepmek (patlatmak): Yayan olarak çok uzun yol yürümek, çok sık gidip gelmek"Kasaba ile köy arasında o iş için az taban tepmedim"

Tabanvayla gitmek: Araçla değil de yürüyerek gitmek

Taburcu olmak: İyileşen hasta, bakıma gerek duymadığından hastaneden çıkmak"Taburcu olan arkadaşlarını karşılamaya gittiler"

Tadı damağında kalmak: Tadını, lezzetini bir türlü unutamamak"O kebabın tadı damağımda kaldı"

Tadına bakmak: Küçük bir parçasını ağzına alarak lezzetini denemek, nasıl olduğunu yoklamak"Yemeğin tadına baktın mı?"

Tadına varamamak: Bir şeydeki ince güzelliği duyamamak, hissedememek ya da kavrayamamak"Şu dostluğumuzun tadına varamadım daha"

Tadında bırakmak: Ölçülü olup aşırılığa kaçmamak"Yeter çocuklar! Tadında bırakın, havayı bozacaksınız yoksa"

Tadını almak: 1 Bir şeyin lezzetini almak 2 Yaptığı işten zevk duymaya başlamak"O işin tadını aldı bir kez, daha peşini bırakmaz"

Tadını çıkarmak: Bir şeyin sağladığı güzelliklerden ya da imkânlardan istediği gibi yararlanmak"Şu tatilin tadını çıkarmaya çalışacağım"

Tadını kaçırmak: Zevkine varılmaya çalışılan bir şeyde aşırılığa kaçarak olumsuz bir durum oluşturmak, zevki bozmak

Tadı tuzu kalmamak: Eski zevk veren yanı kalmamak, yavanlaşmak, güzel ve çekici durumu ortadan kalkmak"İşlerimizin artık tadı tuzu kalmadı"

Tahtalı köy: Mezarlık

Tahtası eksik: Aklı noksan, deli"O ne biçim hareketti, tahtası eksik galiba!"

Takım taklavat: Hepsi, parçalarıyla birlikte

Takıp takıştırmak: Özenerek süslenmek"Takıp takıştırmış, öyle çıkmıştı sokağa"

Takke düştü kel göründü: Kusuru, kabahati örten şey ortadan kalkınca bütün çirkinlikler, hileler, ayıplar ortaya çıktı

Tam adamını bulmak: 1 En uygun kişiyi seçmek 2 En uygunsuz kişiyi seçmek"Tam adamını bulmuşsunuz hani!"

Tam takır kuru bakır: İçinde hiçbir şey yok, bomboş"Tam takır kuru bakır bir ev bırakıp gitmişler"

Tam üstüne basmak: İstenilen şeyi bulmak, fikir ve davranışlarında isabet kaydetmek, istenilen sözü söylemek

Tanrı misafiri: Eve kendiliğinden gelen konuk"O bir Tanrı misafiridir Nasıl kalk git diyebilirim"

Taraf tutmak: Bir yanı desteklemek, yan çıkmak"Ben sana taraf tutup da onların düşmanlığını kazanma demedim mi?"

Tarihe karışmak: Yalnız adı anılır olmak veya etkisi yok olmak

Tası tarağı toplamak: Gitmek üzere bütün eşyasını toplamak"Tası tarağı toplamış arabanın gelmesini bekliyorduk"

Taş atmak: Birine dokunacak, onu incitecek söz söylemek

Taş attı da kolu mu yoruldu?: "Bu kazancı sağlamak için hiç yoruldu mu, emek verdi mi, para harcadı mı?" anlamında kullanılır

Taşa tutmak: Üst üste taş atmak, sürekli taşlamak"Çocuklar aşağı yoldan geçen karşı köylüleri taşa tuttular"

Taş çatlasa: "Ne yapılsa, ne denli zorlansa, gerçekleşmesi imkânsız" anlamında kullanılır"Taş çatlasa bu elbise otuz binden fazla etmez"

Taş çıkartmak: Biri, ötekinden niteliğiyle üstün olmak"Nezaketiyle akranlarına taş çıkartıyor"

Taşı gediğine koymak: Zekice bir hareketle gerekli bir sözü tam zamanında ve yerinde söylemek

Taşı sıksa suyunu çıkarmak: Bedence çok kuvvetli, dinç kimse"Taşı sıksa suyunu çıkarır bir adamdı, hastalık onu ne hâle getirmiş!"

Taş kesilmek: Çok şaşırıp ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemez olmak; sesini çıkaramamak, hareket edememek"Çocuk sanki taş kesilmişti"

Taş üstünde taş bırakmamak (koymamak): Her şeyi yıkıp yerle bir etmek"Belediye araçları gecekonduları yerle bir ettiler, taş üstünde taş koymadılar"

Taş yürekli: Hiç acıma hissi taşımayan, merhametsiz"Taş yürekli herifler, çocukları hiç acımadan kurşuna dizdiler"

Tatlı dil: Gönül alıcı, hoşa giden, kırmayan konuşma biçimi ya da söz"Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır"

Tatlı sert: Kırmamakla birlikte yumuşak da olmayan söz ya da davranış

Tatlı su firengi: Batılılık taslayan, Batılı gibi davranan Doğulu Hristiyan

Tatlıya bağlamak: Bir anlaşmazlığı tarafları memnun edecek biçimde bir çözüme ulaştırmak"Nihayet işi tatlıya bağladık"

Tava getirmek: Gereği kadar ısıtmak

Tavına getirmek: Bir işi en uygun duruma getirmek"Tavına getirip söyle"

Tava gelmek: 1 Yumuşamak, kanmak 2 Süzülecek duruma gelmek"Söylediğim sözlerle tava geldi; tamam, yapalım dedi"

Tavır almak (takınmak): Belli bir durum ve davranış almak"Ağabeyim bana niçin karşı tavır aldı bilmiyorum"

Tavşana kaç tazıya tut: Birbirine karşı olan tarafları çatışma için kışkırtma, davranışlarında yüreklendirme

Tavşanın suyunu suyu: İki şey arasında çok uzak bir ilgi olduğunu anlatmak için kullanılır

Tavşan yürekli: Korkak, ürkek, çekingen"Amma da tavşan yürekli bir adammışsın"

Tazıya dönmek: 1 Oldukça zayıflamış olmak 2 Sırılsıklam, çok ıslanmış olmak

Tebelleş olmak: Kancayı takmak, musallat olmak, istediğini yaptırıncaya kadar yakasını bırakmamak"Başıma iyice tebelleş oldu, nereye gitsem oraya geliyor"

Tebdil gezmek: Tanınmamak için kılık değiştirerek gezmek

Tefe koymak: Biriyle ilgili olarak alaylı dedikodu yapmak"Bunlar adamı tefe koyarlar, sakın ağzından bir şey kaçırma"

Tekbir getirmek: "Allah-ü ekber" diyerek Allah`ın adını yüceltmek

Tekerine çomak sokmak: Birinin yolunda giden işini engellemek, aksatmak gibi davranışlarda bulunmak"Adamın tekerine çomak soktular, düzenini altüst ettiler"

Tekin değil: 1 İçinde cinlerin olduğu kabul edilen bina ya da yer 2 Kendisinde bazı gizli güçlerin olduğu sanılan, tehlikeli kabul edilen kimse"O eski ev tekin değil diyorlar"

Telâşa düşmek: Heyecanlanmak, aceleci olmak

Tel çekmek: 1 Telgraf çekmek 2 Telle sınırlandırmak, telle çevirmek

Telleyif pullanmak: Kimi bezeme teli ve süslerle iyice süslemek"Gelini bir güzel telleyip pulladılar"

Temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp koymak: Bir meseleyi sürekli anlatmak, yeni bir şeymiş gibi birçok defa söz konusu etmek

Temel atmak: 1 Bir yapının temellerini yapmaya başlamak 2 Bir işe başlamak, ilk davranışta bulunmak, girişmek"Evin temelini yarın atacağız inşallah"

Temel taşı: 1 Bir yapının temeline konan taş 2 Bir şeye temel olan öğe, kişi, bir şeyin aslî unsuru, en güçlü dayanağı"Bu şiir, onun şiir anlayışının temel taşıdır"

Temize çekmek: Karalama hâlindeki bir yazıyı yeniden, silintisiz ve kazıntısız bir şekilde kâğıda yazmak"Ödevlerinizi temize çekin"

Temize çıkmak: Bir kimsenin suçsuz olduğu anlaşılmak"O yapmadı, temize çıkacak, göreceksin!"

Temiz para: 1 Kesintiden sonra elde kalan para miktarı 2 Doğru yoldan kazanılmış para

Tencerede pişirip kapağında yemek: Kıt kanat geçinmek, olanıyla yetinmek

Tencere dibin kara seninki benden kara: "Kötülükte, kusur yönünde sen benden daha betersin" anlamında kullanılır

Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş: İki değersiz kişi bir araya gelmiş, birleşmiş, yakışmışlar birbirlerine

Tepeden bakmak: Küçümsemek, kendini üstün görmek"İnsanlara tepeden bakmayı bırak artık, aciz bir varlık olduğunu düşün"

Tepeden inme: 1 Beklenmedik, şaşırtıcı, ansızın gelen 2 Yüksek bir makamdan çıkan buyruk, emir"Tepeden inmeyle bir sürü ehliyetsiz adam geçti işin başına"

Tepeden tırnağa (kadar): Her yanı, baştan aşağı, bütün vücudu"Tepeden tırnağa gözden geçirdi ihtiyarı"

Tepesi atmak: Çok sinirlenmek, birden öfkelenmek"Tepesi atar atmaz salondakileri dışarı çıkardı"

Tepesinde havan dövmek: Üst kattakiler gürültü yaparak alt kattakileri rahatsız etmek

Tepesinden (başından) kaynar su dökülmek: Hiç ummadığı bir durumla karşılaşıp derin bir üzüntüye kapılmak, sıkıntı içinde kalmak"Hayır cevabını alınca tepesinden kaynar su döküldü"

Tepesine binmek: 1 Şımarıklığı sebebiyle her istediğini yapmak, yaptırmak 2 Kendinden güçsüzleri ezmek, onlara kötü davranmak"Düşmanların tepesine binmek boynumuza borç oldu"

Tepesi üstü: Tepe taklak, başı yere gelmek üzere"Çocuk sandalyeden tepesi üstü düşmüştü"

Tepe tepe kullanmak: Yıpranacağını, eskiyeceğini düşünmeden, sakınmadan istediği gibi kullanmak"Bu kadar istiyorsan al senin olsun, tepe tepe kullan!"

Terbiyesini vermek: Yaptığı kırıcı hareketler, kullandığı kötü sözler için kendisini sertçe uyarmak, azarlamak, gerekirse dövmek

Tercüman olmak: Başkasının duygusunu, düşüncesini dile getirmek, anlatmak

Ter dökmek: 1 Bir işi yapmak için çok zahmet, zorluk çekmek 2 Çok terlemek"Bu işi başarmak için az ter dökmedi"

Tereciye tere satmak: Birine çok iyi bildiği bir konuda bilgi vermeye çalışmak

Tere yağından kıl çeker gibi: Hiç kimseye zarar vermeden, çok kolaylıkla kimseye hissettirmeden, kimi sorumluluklardan kurtularak"Merak etme sen, tereyağından kıl çeker gibi halledecektir işi"

Tersi dönmek: Şaşkınlıktan bulunduğu ve gideceği yeri kestirememek

Ters tarafından kalkmak: Aksi, huysuz ve ters olmak"Ters tarafından kalktın galiba, ne dersem tersini yapıyorsun"

Ters yüz etmek: İçini dışına, altını üstüne getirmek ya da çevirmek"Gömleğin yakasını ters yüzü edip diktim"

Ters yüz geri dönmek: İstediğini elde edemeden, eli boş dönmek

Teselli etmek: Avundurmak, acısını gidermeye, onu rahatlatmaya çalışmak"Arkadaşını en iyi şekilde teselli ettiğine eminim"

Teselli bulmak: Avunmak

Teslim bayrağı çekmek: 1 Yenilgiyi kabullenmek, teslim olmak 2 Bir çekişme sonunda karşısındakinin istediğini yapmaya razı olmak"Yakında teslim bayrağını çekerler, endişeye kapılmayın"

Teslim olmak: 1 Kendinden üstün bir güç karşısında yenilgiyi kabul etmek, mücadeleden vazgeçmek 2 Kendini teslim etmek, birtakım ellere bırakmak"Teslim olursan kılına dokunulmayacaktır!"

Teşrif etmek: Onurlandırmak, şereflendirmek

Tetikte olmak: Her an uyanık ve hazır bulunmak"Ben size tetikte olun, gözünüzü dört açın demedim mi?"

Tez canlı: Aceleci, sabırsız, beklemeye dayanamayan"Bu kadar tez canlı olma!"

Tez elden: Çabucak, bir an önce, çarçabuk,"Tez elden hastaneye gitmeli bu yaralı!"

Tezgâhı kurmak: İşe başlamak üzere tüm araç ve gereçleri hazırlamak, çalışmaya başlamak"Hemen tezgâhı kurup gittiler"

Tezkeresini eline vermek: Kovmak, işten atmak, işine son vermek

Tıka basa doldurmak: Doldururken çok bastırıp sıkıştırmak, hiç boş yer bırakmamak"Çuvalı tıka basa doldurun, ne alırsa kârdır"

Tıka basa yemek: Haddinden fazla yemek, çok yemek, mideyi rahatsız edecek kadar çok yemek"Doymaz çocuk, tıka basa doldurdu karnını"

Tımarhane kaçkını: Delice işler yapan kimse

Tıpış tıpış yürümek: 1 Kısa adımlarla çabuk yürümek 2 İster istemez bir yere gitmek

Tıraş etmek: 1 (Saç, sakal) benzeri tıraş işini yapmak 2 Bıkkınlık verecek kadar uzun ve gereksiz konuşmak"Yeni berber iyi tıraş yapamıyor"

Tırnak göstermek: Gözdağı vermek, korkutmak

Tırpan atmak: 1 İstemediği kişilerin bir yerdeki görevlerine son vermek 2 Kırıp geçirmek, topluca öldürmek, kıyıma uğratmak"Genel müdür olunca, ilk işi yardımcılarına tırpan atmak oldu"

Tohuma kaçmak: Yaşlanmak, evlenme çağı geçip kartlaşmak

Tok evin aç kedisi: Varlıklı olduğu hâlde doymayan, ihtiyacı olmadığı hâlde aç gözlülük eden, her gördüğüne sahip olmak isteyen (kimse)"Bu çocuk da tok evin aç kedisi"

Tokat aşketmek: Ansızın el içi ile vurmak

Tok gözlü: Mala, paraya, yiyeceğe düşkün olmayan; cömert

Tok sözlü: Sözünü esirgemeden, çekinmeden, hatır gönül dinlemeden söyleyen"Rahmetli tok sözlü bir insandı"

Tongaya basmak: Tuzağa düşmek"Çok kötü bastı tongaya"

Top atmak: İflas etmek"Bu kadar kısa zamanda top atacağımızı sanmazdım"

Topa tutmak: 1 Bir yeri top ateşi altında bulundurmak 2 Bir kimseye kırıcı, ağır sözler söylemek

Topun ağzında: Tehlikeye, saldırıya en yakın yerde olmak

Toprağı bol olsun: Müslüman olmayan ölülerin anılması sırasında kullanılır, Müslüman ölüler için "Allah rahmet eylesin" denir

Topu topu: (Azımsanan şeyler için) olup olacağı, yalnızca, hepsi"Topu topu beş elma almış"

Toz kondurmamak: Bir şeyi kusursuz göstermek, onda bir kusurun olabileceğini kabul etmemek"Kızına da hiç toz kondurmuyor"

Toz olmak: Ortadan kaybolmak, kaçmak, uzaklaşmak"Çabuk toz olun buradan"

Toz pembe görmek: Aşırı iyimser olmak; hemen her aksaklığı, üzücü durumları iyimserlikle karşılamak"Hayatı hep toz pembe görmüştür"

Tozu dumana katmak: 1 Ortalığı altüst etmek, karışıklığa yol açmak, gürültü patırtı çıkarmak 2 Çok fazla toz kaldırarak koşmak veya kaçmak"Başıboş sığırlar tozu dumana katarak yokuştan aşağı iniyorlardı"

Tur atmak: Dolaşmak, dolaşıp gelmek"Evin etrafında iki tur atıp yanıma gelsin"

Turnayı gözünden vurmak: Hiç beklenmedik bir kazanç sağlama imkânını ele geçirmek

Turp gibi: Çok sağlıklı, sağlam, rahatı yerinde"Merak etme, turp gibi o"

Turşu gibi olmak: Çok yorgun, bitkin düşmek"Üç gündür çalışıyoruz, turşu gibi oldum, hiç hâlim kalmadı"

Turşusu çıkmak: 1 Çok yorulmak 2 İyice ezilmek, parçalanmak"Armutların turşusu çıkmış, yenecek hâlleri kalmamış"

Turşusunu kurmak: Bir şeyi kullanmak, harcamak gerekirken kıyamamak durumunda söylenir"Kullanmadığı sandalyeyi vermiyor, turşusunu kuracak sanki"

Tut kelin perçeminden: Güç bir durumda çözümün zor olduğunu anlatmak için kullanılır

Tuttuğu dal elinde kalmak: Dayandığı, güvendiği şey önemini kaybederek işe yaramaz hâle gelmek, fayda temin edemez olmak

Tuttuğunu koparmak: Her girişiminden başarıyla çıkmak, her işi becermek,"O tuttuğunu koparır bir delikanlıdır, güvenin ona"

Tutunacak dalı olmamak: Güveneceği, dayanacağı kimse bulunmamak"Küçüktüm, tutunacak dalım yoktu, tek başımaydım"

Tuz biber ekmek: 1 Bir yemeğe tuz ya da biber dökmek 2 Bir üzüntünün acısını, bir kusurun ağırlığını daha da artırmak"İyi yaptın sanki, o günleri hatırlatarak tuz biber ektin kadının yüreğine"

Tuz (la) buz olmak: Kırılıp parçalanmak, çok küçük parçalara ayrılmak, paramparça olmak"Masadan düşen vazo tuzla buz oldu"

Tuzlayayım da kokma: Bilip bilmeden konuşanlar, yüksekten atanlar, düşüncesinde aldananlar için küçümseme sözü olarak kullanılır

Tuzluya mal olmak: Oldukça çok para harcanarak sağlanmış olmak"Arabayı tamir ettirdik ama tuzluya mal oldu"

Tuzu kuru: Hiçbir derdi, sıkıntısı olmayan; kazancı yerinde olduğu için kaygılanmayan"Sana göre hava hoş, gülersin, oynarsın, tuzun kuru nasıl olsa"

Tükürdüğünü yalamak: Verdiği sözden geri dönerek benliğini küçültmek"Ben tükürdüğünü yalayan bir insan değilim, gideceğim oraya!"

Tümen tümen: Pek çok

Türküsünü çağırmak: Birinin hoşuna gidecek davranış ortaya koymak, söz söylemek, onun tarafını tutmak"Ömrümce onun bunun türküsünü çağırıp durdum, yeter artık!"

Türkü yakmak: Bir türküye ezgi uydurmak"Sevdiği kıza yanık bir türkü yakmış diyorlar"

Tütünü tepesinden çıkmak: Bir acının ateşiyle yanıp tutuşmak, çok üzülmek

Tüy dikmek: Kötü bir işi, ortaya konan bir söz ya da davranışla daha da kötüleştirmek

Tüyleri diken diken olmak: Korku, heyecan, endişe veya üşümekten vücuttaki tüyler, kıllar kabarmak, dikilmek"Hava buz gibiydi, tüylerim diken diken olmuştu"

Tüyü düzmek: Önceleri kötü olan kılık kıyafetini düzeltmek, iyi yaşama kavuşmuş gibi güzel giyinir olmak

* * * * * * * * * *

Ucu bucağı olmamak: Bir yer çok geniş, sonu yokmuş gibi olmak"Kafamı kaldırıp şöyle bir baktım, ovanın ucu bucağı görünmüyordu"

Ucu dokunmak: Bir işten biri zarar görür olmak, söylenen bir söz birine zarar vermek"O çubuğu kıracağım fakat ucu sana dokunacak diye kıramıyorum"

Ucunu kaçırmak: Çıkmaza girmek, denetimi elinden kaçırmak"İşin ucunu kaçırdın, oldu mu ya?"

Ucu ortası belli olmamak: Bir işe, söze nereden başlanacağı kestirilememek

Ucunda bir şey olmak: Bir şeyde gizli bir amaç bulunmak"Bu davranışının ucunda bir şey var ama anlayamadım"

Ucu ucuna: Ancak yetişecek kadar"İp ucu ucuna geldi"

Ucuz atlatmak: Güç ve tehlikeli durumdan az bir zararla sıyrılmak"Ucuz atlattık, az kalsın uçuruma yuvarlanacaktık"

Uçan kuşa borcu (borçlu) olmak: Pek çok kişiye borçlu olmak"Babanın uçan kuşa borcu varmış diyorlar, doğru mu?"

Uçan kuştan medet ummak: Pek sıkıntıda bulunup, bu sıkıntıdan kurtulmak için her türlü çareye, olmadık yerlere başvurmak, yardım istemek

Uçsuz bucaksız: Çok geniş"Uçsuz bucaksız kırlarda dolaşmak istiyordum"

Uçkuruna sağlam: Namuslu, iffetine bağlı

Uç vermek: 1 Baş vermek (çıban) 2 Bitmek, sürmek (bitki) 3 Gelişme, büyüme başlangıcı göstermek 4 Bilinmeyeni açıklığa kavuşturucu belirtiler ortaya çıkmak"İlk bahar geldi, dallar uç vermeye başladı"

Ulu orta söz söylemek: Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan açığa konuşmak"Birden ayağa kalkıp ulu orta söz söylemeye başladı"

Uma uma döndük muma: Umut edilen, beklenilen şeyler gerçekleşmeyince hayal kırıklığına uğrayan, kötü durumlara düşen, zayıflayıp gücünü yitiren insanlar için söylenir

Umurunda olmamak: Aldırış etmemek, önem vermemek

Ununu elemiş, eleğini asmış: Hayatta yapmak istediklerini yapmış, geri kalan ömrü süresince artık yapacak önemli bir işi kalmamış kimseler için söylenir

Utancından yere geçmek: Çok utanmak, kimsenin yüzüne bakamayıp sanki saklanacak yer aramak"Çok mahçup olmuştu, utancından yere geçmek üzereydi"

Uyku bastırmak: Aşırı derecede uykusu gelmek, uyuma isteği duymak"Yemekten sonra bir uyku bastırır, kafamı kaldıramazdım"

Uyku çekmek: Rahat ve huzurlu bir şekilde çok uyumak"Eve gidip şöyle bir uyku çekeceğim"

Uyku gözünden akmak: Çok uykusu gelmek, göz kapakları kapanmak"İki gündür yoldaydık, hemen hemen hiç uyumamıştık, uyku gözlerimizden akıyordu"

Uykusu kaçmak: 1 Uyuması gerekirken herhangi bir sebepten ötürü uyuyamamak 2 Bir sorun yüzünden kaygılanmak, endişe duymak"Uykusu kaçmış, yatakta bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu"

Uykusunu almak: Gerektiği kadar uyumuş olmak"Epeydir yatıyorsun, uykunu almış olmalısın"

Uyku tulumu: 1 Uykuyu çok seven kimse, çok uyuyan 2 İçine girilerek yatılan tulum biçimindeki yatak"Uyku tulumu sen de, çabuk kalk!"

Uykuya dalmak: Rahat ve derin bir şekilde uyumak

Uyur uyanık: Yarı uykulu"Uyur uyanık ayakta nöbet tutmaya çalışıyordu"

Uzağı (ileriyi) görmek: Gelecekte ne olacağını sezmek, kestirmek"Dedem uzağı gören bir adamdı"

Uzaktan uzağa: 1 İlgisi pek az olan 2 Çok uzaktan"Uzaktan uzağa selâmlaşıyorduk işte"

Uzun boylu: 1 Boyu uzun olan 2 Uzun süre 3 Derinlemesine, ayrıntılarıyla"Meselenin üzerinde öyle uzun boylu durmadık"

Uzun etmek: 1 Nazlanmak, sözünde direnmek 2 Sözü uzatmak, tartışmayı sürdürmek 3 Aşırı gitmek"Haydi uzun etme de gel benimle!"

Uzun hikâye: Pek çok ayrıntıları bulanan, anlatması uzun sürecek, anlatılmadan da anlaşılamayacak olan olay ya da konu

Uzun lafın (sözün) kısası: Özetle, kısaca, sözü uzatmayarak"Uzun lafın kısası, yazar gerçekçi olmalıdır"

Uzun uzadıya: Çok ayrıntılı olarak, en ince noktalarına inerek"Meseleyi uzun uzadıya inceledik"

* * * * * * * * * *

Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak"Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme"

Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak

Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak"İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al"

Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse)

Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak"Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek"

Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak"Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir"

Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak"O cihana ün salmış bir güreşçidir"

Üst baş: Kılık kıyafet, giyim kuşam"Üstüne başına hiç bakmaz ki o"

Üste çıkmak: Suçlu olduğu hâlde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak"Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden"

Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak"Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin"

Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak"Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim"

Üst perdeden konuşmak: 1 Üstünlük taslayarak konuşmak 2 Çok yüksek sesle konuşmak"Üst perdeden konuşmaya bayılır"

Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak

Üstü kapalı konuşmak: Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak"Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu"

Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak"Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak"

Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak 2 Suçlanmak"Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı"

Üstünden atmak: Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek"Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme"

Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak

Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek"Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi"

Üstüne almak: 1 Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak 2 Bir görevi üstlendiğini kabul etmek"Her sözü üstüne alma lütfen!"

Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek"Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı"

Üstüne basmak: 1 Yerinde bir fikir beyan etmek 2 İyice belirtmek"Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!"

Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek"Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!"

Üstüne (üzerine) düşmek: 1 Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak 2 (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek"Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak"

Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak

Üstüne geçirmek: 1 Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak 2 Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek"Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?"

Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek

Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak

Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek"Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum"

Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak"Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim"

Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek"Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor"

Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak

Üstüne üstüne gitmek: 1 Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak 2 Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak"Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin"

Üstüne varmak: 1 Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek 2 Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek"Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?"

Üstüne yıkmak: 1 Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek 2 Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek"Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar"

Üstüne yürümek: Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak"Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü"

Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek"Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden"

Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek"Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu"

* * * * * * * * * *

Vadesi gelmek (yetmek): 1 Ömrü sona ermek, eceli gelmek, ölmek 2 Süresi dolmak, ödeme zamanı gelmek"Vadesi geldi geçiyor ama senet sahibi hâlâ ortalıkta görünmüyor"

Vakit geçirmek: Oyalanmak, bazı şeylerle meşgul olarak zamanın geçmesini sağlamak"Top oynayarak vakit geçirebiliriz sanırım"

Vakit kazanmak: 1 Karşı tarafı oyalayarak zamanı uzatmak 2 Bir şeye ayrılan ya da harcanan zamanı uzatmak"Sen onu meşgul et ki hemen yola çıkmasın, bu sayede biz de biraz vakit kazanmış oluruz"

Vakitli vakitsiz: Rastgele bir zamanda, gelişigüzel, uygun bir zamanı gözetmeden"Vakitli vakitsiz gelip giderdi evine"

Vaktini almak: Epey zaman harcanmasını gerektirmek, başka bir işe ayrılmış zamanı tutmak"Vaktini alıyorum ama başka çarem de yok"

Vaktini öldürmek: Zamanını yararsız, gereksiz, boş işlerle ya da hiç iş yapmadan, boş yere geçirmek"Bu kazanç getirmeyen işle bütün vaktini öldürecek misin yani?"

Vaktini şaşmamak: Tam zamanında"Vaktini şaşmaz o, göreceksin şimdi gelecek"

Vara yoğa karışmak: Her şeye, üstüne lâzım olsun olmasın her işe karışmak"Üvey annemin vara yoğa karışmasından bıkmış usanmıştım iyice"

Varlık göstermek: Beğenilir bir iş yapmak; kendini kanıtlayacak, göze görünür bir görevini yerine getirmek; kendini göstermek"Oynadığı ilk oyunda bir varlık gösteremedi"

Varlıkta darlık çekmek: Elinde her imkân olduğu hâlde bunlardan yararlanamamak, sıkıntıya düşmek

Vay canına!: Şaşma, öfke duygusunu dile getirmek için kullanılır

Vebali boynuna olmak: Bir işin günahını yüklenmek

Velveleye vermek: Gereksiz bir heyecana, telâşa düşürmek"Bir anda ortalığı velveleye verdiler; bağırmaya, sağa sola koşmaya başladılar"

Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek, ağzına ne gelirse söylemek"Yüzüne karşı verip veriştirdi ama o tek kelime bile söylemedi"

Veryansın etmek: Hiç insaf göstermeden, acımadan saldırmak; ağzına geleni söylemek

Vıcık vıcık: Sulu ve gevşek olmak, basıldığında ses çıkarmak"Etraf vıcık vıcık çamurdu, yürüyemiyorduk"

Vıdı vıdı etmek: Söylenip durmak, hemen her şeyi eleştirip beğenmediğini söyleyerek durmadan konuşmak, etrafındakileri rahatsız etmek"Sus artık, vıdı vıdı edip kafamı şişirdiğin yeter"

Vız gelmek (vız gelip tırıs gitmek): Hiç önemsememek, aldırış etmemek"Onun sözleri vız gelir bana, önce kendine söz geçirsin"

Viraneye çevirmek: Yakıp yıkmak, yıkıntı durumuna getirmek, harap etmek"Beş gün geçmeden viraneye çevirdiler evi"

Voli vurmak: Haksız olarak kazanç elde etmek, vurgun vurmak

Volta atmak: Bir aşağı bir yukarı dolaşmak, gidip gelmek"Canımız sıkıldıkça avluda volta atıp dururduk"

Vur abalıya: Bütün yükün yumuşak huylu kişiye yüklenmesi; sessiz, güçsüz kimsenin hırpalanması, hakkının çiğnenmesi durumunda karşıdaki kişiye sitem yollu söylenir

Vur dedikse öldür demedik ya!: Bir isteği, dileği yerine getirirken aşırılığa kaçıp da işi berbat edene karış söylenir

Vurduğu yerden ses getirmek: Eli ağır olmak, çok kuvvetli vurmak

Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Umursamaz, aldırmaz, duygusuz ve kayıtsız kimse

Vur patlasın çal oynasın: Aşırı zevk ve eğlence; aşırı zevk ve eğlenceye düşkün kimsenin parasını bu yolda harcamasını anlatır"Vur patlasın çal oynasın sabaha kadar tepinip durdular"

Vurucu güç: Çok etkin silâhlarla donatılmış, özel eğitim görmüş askerî birlik"Ordu içinde vurucu bir gücün oluşturulması konusunda fikir birliğine vardılar"

Vücuda getirmek: Oluşturmak, meydana getirmek, var etmek"Bütün bu canlıları Yüce Allah`tan başka kim var edebilir ki?"

Vücudunu ortadan kaldırmak: Öldürmek"Sabaha kadar adamın vücudunu ortadan kaldırın, yoksa başımıza çok iş açacak"

Alıntı Yaparak Cevapla