Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende
Y - Harfi İle Başlayan Deyimler - Bölüm 1
Ya Allah deyip (atılmak): Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak) "Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı "
Yabana atmak: Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak "Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme "
Yabancılık çekmek: Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak "Ona hiç yabancılık çektirmedi "
Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli: "Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın " anlamında kullanılır
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: "Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak" anlamında söylenir
Yad eller: 1 Baba ocağından uzak yerler, gurbet 2 Yabancı kimseler, yabancılar "Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim "
Yâd etmek: Anmak, hatırlamak "Seni her gün yad ederiz buralarda "
Yağ bağlamak: Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak
Yağ bal olsun: "Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun" anlamında söylenir
Yağcılık etmek: Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak "Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu "
Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak "Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı "
Yağlı kapı: Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer "Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı "
Yağlı kuyruk: Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse "Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!"
Yağlı müşteri: Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı "İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı "
Yağma gitmek: Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak "Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş! "
Yağma Hasan`ın böreği: Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak
Yağma yok: "Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin" anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak
Yağmur yağarken küpünü doldurmak: Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek "Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun "
Yağ tulumu: Çok şişman, çok yağlı "Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese "
Ya herrü (herro) ya merrü (merro): "Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız" anlamında kullanılır
Yahudi pazarlığı: Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık "Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen "
Yakadan atmak: Savıp kurtulmak, başından atmak "İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum "
Yaka paça: Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek) "Polisler adamı yaka paça götürdüler "
Yakası açılmadık: Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür
Yakasına sarılmak: İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak "Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu "
Yakasına yapışmak: Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak "Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım "
Yakasını bırakmamak: Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak "Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan "
Yakasını kaptırmak: Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak
Yakayı sıyırmak: Kurtulmak, kaçmak "Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık "
Yaka silkmek: Bıkıp usanmak; bir iş, durum, yer ya da kimsenin olumsuz yanlarından tedirginlik duyduğunu belirtmek "Doğrusu yaka silkinecek bir iş seninki de "
Yakayı ele vermek: Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek "Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi "
Yakayı kurtarmak: Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak "Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim "
Yakınlık duymak: Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek "Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı "
Yakışık almamak: Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak "Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı "
Yalancı pehlivan: Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı "Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin "
Yalancısı olmak: Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak "Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş "
Yalan dolan: Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,"Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir "
Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak "Yalan yere adamı şikâyet ettiler "
Yalayıp yutmak: 1 İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek 2 Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek "Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu "
Yalpa vurmak: İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek "Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu "
Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak
Yan bakmak: Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak "Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!"
Yan basmak: 1 Aldanmak 2 Kaypaklık edip dürüst davranmamak "Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme "
Yan çizmek: Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak "Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları "
Yandan çarklı: 1 Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay "Usta, iki yandan çarklı yap!" 2 Bir omuzu düşük olarak yürüyen 3 Çarkı yanda olan gemi
Yan gelip yatmak: Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak "Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar "
Yangına körükle gitmek: Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak "Sen karışma, çekil aralarından, yangına körükle mi gitmek istiyorsun?"
Yan gözle bakmak: 1 Kötü niyetle, düşmanca bakmak 2 Göz ucuyla bakmak "Tezgâhtaki mallara yan gözle bakıp geçti "
Yanık ses: Hüzünlü, çok dertli, içindeki acıyı dile getiren ses
Yanına bırakmamak: Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek "Bunu, onun yanına bırakmayacağım "
Yanına (kâr) kalmak: Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak "Adamın yaptığı yanına kâr kaldı, nasıl adalet bu?"
Yanına salâvatla varılır: Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir
Yanından bile geçmemiş: Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok "Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş "
Yanıp tutuşmak: 1 Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak 2 Kuvvetli bir aşkla sevmek "Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu "
Yanıp yakılmak: Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak "Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu "
Yanlış ata oynamak: Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak
Yanlış kapı çalmak: İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak "Meğer biz yanlış kapı çalmışız "
Yan tutmak: Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak "Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur "
Yan yan bakmak: Düşmanca, kötü niyetle bakmak
Yapmadığını bırakmamak: Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek
Yara açmak: 1 Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak 2 Büyük dert, acı, üzüntü vermek "Onun sözleri içimde bir yara açtı "
Yaraya merhem olmak: Acil ihtiyaçları karşılamak "Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?"
Yardan atmak: Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak "İnsan dostunu yardan atar mıymış?"
Yarı buçuk: Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma
Yarım adam: Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse "Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!"
Yarım ağızlı (söylemek): İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek) "Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler "
Yarım yamalak: Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu "Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!"
Yarından tezi yok: En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden
Yarı yolda bırakmak: Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek "Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın "
Ya sabır çekmek: Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek
Yaş Dökmek: Ağlamak "Senin için az yaş dökmedi ailen "
Yaşını başını almış (olmak): Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak "Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır "
Yaşını içine akıtmak: Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak
Yaş tahtaya (yere) basmamak: Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak "O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir "
Yatağa düşmek: Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak "Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız "
Yataklık etmek: Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak
Yatak yorgan yatmak: Çok hasta olmak "Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor "
Yatırım yapmak: Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak "Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık "
Yavaş gel: "Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma" anlamında kullanılır
Yaya kalmak: 1 Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak 2 Yardımcısız kalmak, güvendiği yer ve kişileri kaybetmek, istediği şeyi yapamaz olmak "İşte şimdi yaya kaldın, ne yapacaksın görelim?"
Yayan yapıldak: Çıplak ayakla, yayan "Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek "
Yaygarayı basmak: Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek "Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı "
Yaz boz tahtasına çevirmek: Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek
Yedeğe almak: Bağlayarak arkasından çekip götürmek
Yedi canlı: Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan "Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?"
Yedi düvel: Bütün devletler, herkes, bütün dünya "İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz "
Yediden yetmişe: En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes "Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu "
Yediği naneye bak: Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır
Yedi iklim dört bucak: Hemen her yer, bütün dünya "Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu "
Yedi kat yabancı: El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok "Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor "
Yeğ tutmak: Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek "Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır "
Ye kürküm ye: Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır
Yele vermek: 1 Boşuna harcamak 2 Savurmak "Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?"
Yelkenleri suya indirmek: Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak "Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca "
Yel yeperek yelken kürek: Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla
Yemeden içmeden kesilmek: Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak "Yemeden içmeden esildi, âşık mıdır nedir?"
Yeme de yanında yat: İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır
Yemin etsem başım ağrımaz: "Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim" anlamında kullanılır
Yenilir yutulur gibi değil: 1 Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için) 2 Aşırı, çok pahalı 3 Çok ağır, kabul edilmez (söz) 4 Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan "Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler "
Yer almak: 1 Bir şey yapanların arasında bulunmak 2 Adına ayrılan yerde bulunmak"Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?"
Yer cücesi: Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse
Yer demir gök bakır: "Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm" anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır
Yerden yere çalmak: Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak "Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı "
Yere bakan yürek yakan: Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse "Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da "
Yere göğe koyamamak: Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek
Yer etmek: 1 İz bırakmak 2 İyice yerleşmek "Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım "
Yerinde duramamak: Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak "Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu "
Yerinden oynamak: 1 Bulunduğu bir yerden ayrılmak 2 Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak "O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!"
Yerinden oynatmak: Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak "Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın "
Yerinde saymak: 1 Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak 2 Hiç gelişme, ilerleme gösterememek "Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi "
Yerinde yeller esmek: Yok olmak, artık bulunmamak "Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu "
Yerin dibine geçmek: 1 Çok utanmak, sıkılmak 2 Kaybolmak, göze görünmez olmak "Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!"
Yerine geçmek: 1 Görevden ayrılan birinin yerine geçmek 2 Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek "Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular "
Yerini bulmak: 1 Aradığı bir yeri bulmak 2 Yerine gelmek 3 Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak "Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim "
Yerini doldurmak: 1 Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak 2 Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak "Bakalım yerini doldurabilecek mi?"
Yeri yurdu belirsiz: Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen "Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?"
Yerle bir etmek: Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak "Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler "
Yerli yersiz: Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan "Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam "
Yer tutmak: 1 Bir yeri kaplamak 2 Birine bir yer ayırmak "Salonda yer tutmak yasaktır!"
Yer vermek: 1 Önemini belirtmek 2 Kendi yerini bir başkasına vermek 3 İmkân tanımak "Bu fikre de yer vermeliyiz "
Yer yarılıp içine girmek: 1 Çok utanmak 2 Yitirilen şey bir türlü bulunamamak "Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu "
Yer yerinden oynamak: Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak "Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık "
Yeşil ışık yakmak: Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak "Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum "
Yılan hikâyesi: Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş) "Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?"
Yılanın kuyruğuna basmak: Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek
Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek: Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak "Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun "
Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek "İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı "
Yıldızı barışmamak: Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak "Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti "
Yıldızı parlamak: Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak "Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti "
Yıldızı sönmek: Ününü ve itibarını kaybetmek "Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!"
Yiğitlik sende kalsın: "Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun" anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir
Yiyip bitirmek: 1 Parayı tüketinceye dek harcamak 2 Yemeği sonu gelinceye kadar yemek 3 Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak "Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!"
Yok canım!: 1 Gerçek mi, öyle mi? 2 Hayır inanmam, doğru değil bu!"Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile "
Yok devenin başı!: "Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam" anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır
Yok pahasına: Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına "Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu "
|