Yalnız Mesajı Göster

Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende

Eski 10-28-2012   #20
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende



Y - Harfi İle Başlayan Deyimler - Bölüm 2

Yol açmak: 1 Yeni bir yol yapmak 2 Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek 3 Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak 4 Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek"Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı"

Yola çıkmak: 1 Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak"Sabah erkenden yola çıkacaklarmış"

Yola düşmek: Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak"Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile"

Yola gelmek: Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek"Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir"

Yola getirmek: Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek

Yol almak: 1 Çıkılan yolda ilerlemek"Bir saatte epey yol alırız" 2 Mesleğinde ilerlemek"Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı"

Yol aramak: Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak"Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz"

Yol bulmak: Bir çözüm, bir çare bulmak"İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu"

Yoldan çıkmak: 1 Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak 2 Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek"Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor"

Yoldan kalmak: Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek"Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız"

Yol geçen hanı: Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer"Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!"

Yol göstermek: 1 rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak 2 Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek"Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana"

Yol iz bilmemek: 1 Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek 2 Görgüsüz davranmak

Yol kesmek: 1 Birinin geçmesine engel olmak 2 Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak"Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar"

Yol tutmak: Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek"Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!"

Yolu (ayağı) düşmek: Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak"Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi"

Yoluna çıkmak: 1 Karşılamaya gitmek 2 Yolda karşısına çıkmak"Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı"

Yoluna (rayına) girmek: İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek

Yoluna koymak: Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek"İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı"

Yolunu beklemek: Gelmesini beklemek"Az yolunu beklemedi oğlunun"

Yolunu bulmak: 1 Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak 2 Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak"Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel"

Yolunu kaybetmek: Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak"Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı"

Yolunu sapıtmak: Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak"Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?"

Yolunu yapmak: Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak

Yolu tutmak: Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak"Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı"

Yol yordam: Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları"Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe"

Yorgan gitti, kavga bitti: "Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi" anlamında kullanılır

Yorgunluğunu almak: 1 Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek 2 Yorgun birini dinlendirmek

Yorgunluğunu çıkarmak: 1 Dinlenmek 2 Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak

Yörüngesine oturtmak: 1 (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak 2 Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak

Yufka yürekli: Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse"Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim

Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal: İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır

Yumruk kadar: 1 Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne) 2 Küçük çocuk"Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?"

Yumurta kapıya gelmek: Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak"Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?"

Yumurtaya kulp takmak: Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek

Yumuşak yüzlü: Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse"Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?"

Yuvarlak hesap: Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap"Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu"

Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek"Yuvarlanıp gidiyoruz işte"

Yuvasını bozmak: Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek"Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam"

Yuvasını yapmak: Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek"Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer"

Yuvasını yıkmak: 1 Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak 2 Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek"Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara"

Yük altına girmek: Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek"Desene boş yere yük altına girmişiz biz"

Yük olmak: 1 Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak 2 Masraflarını başkasına ödetmek"Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar"

Yükseklerde dolaşmak: Elde edilmesi zor şeyler istemek"Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste"

Yüksek perdeden konuşmak: 1 Yüksek sesle konuşmak 2 Meydan okurcasına sert konuşmak 3 Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak"Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor"

Yüksekten atmak: Yapamayacağı şeyleri söylemek"Amma da yüksekten atıyor"

Yükte hafif pahada ağır: Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi)

Yükün altından kalkmak: 1 Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak 2 Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak"Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar"

Yükünü tutmak: Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak"Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu"

Yüreği ağzına gelmek: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak"Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an"

Yüreği cız etmek: Çok acımak, içi sızlamak"Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti"

Yüreği çarpmak: 1 Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak 2 Yüreği hızlı vurmak

Yüreği dayanmamak: Çok acı duymak, acısına katlanamamak"Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü"

Yüreği ezilmek: 1 Üzülmek, çok acı duymak 2 Çok acıkmış olmak"İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim"

Yüreği hop etmek: Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak

Yüreği ferahlamak: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak

Yüreği kabarmak: 1 Midesi bulanmak 2 Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak

Yüreği kalkmak: Heyecanlanmak"Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu"

Yüreği kararmak: İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak"Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol"

Yüreği katı: Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse

Yüreğine (içine) dert olmak: Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak"Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu"

Yüreğine inmek: 1 Birdenbire ölmek 2 Büyük ölçüde üzülmek"Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?"

Yüreğine (içine) işlemek: Çok tesirli olmak, derinden acı vermek

Yüreğine od düşmek: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek"Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur"

Yüreğine su serpilmek: Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak"Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı"

Yüreği küt küt atmak: Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak

Yüreği oynamak: Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak

Yüreği (içi) parçalanmak: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak"Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı"

Yüreği pek: 1 Korkusuz, yürekli, çok cesaretli 2 Yüreği katı"Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki"

Yüreği yanmak: 1 Çok fazla acımak 2 Bir felâkete uğramak"Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum"

Yürükten bağlanmak: İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak

Yürürlüğe girmek: Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak

Yüzünü ağartmak: Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak

Yüz bulmak: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak

Yüze gülmek: 1 Sevimli, çekici görünmek 2 Yalandan dost görünmeye çalışmak"Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar"

Yüze vurmak: İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak"Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu"

Yüze yüze kuyruğuna gelmek: Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak

Yüz görümlüğü: Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan

Yüz göz olmak: Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak"İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar"

Yüz karası: 1 Utanılacak bir durum 2 Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak"Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?"

Yüz kızartıcı: Çok utandırıcı hareket veya durum

Yüz dökmek: Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak

Yüz tutmak: Bir şey olmak üzere bulunmak"Hava kararmaya yüz tuttu"

Yüzde kalmak: 1 Derinleştirmemek 2 Önemli şeyler meydana getirmemek

Yüzü ak: Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak"Alnım açık, yüzüm aktır"

Yüzü görmemek: Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak"Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler"

Yüzü gözü açılmak: 1 Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak 2 İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek

Yüzü gülmek: 1 Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak 2 Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak"Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?"

Yüzü kalmamak: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak"Bu güne kadar ne istedimse verdi Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste"

Yüzü kara: Utanacak bir durumu olan

Yüzü kasap süngeri ile silinmiş: Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız

Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak: Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak"Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?"

Yüzünden okumak: 1 Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak 2 Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak"Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor"

Yüzüne bir daha bakmamak: Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak

Yüzüne kan gelmek: Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek"İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi"

Yüzünü ağartmak: Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak"Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk"

Yüzünü ekşitmek: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek"Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda"

Yüzünü gören cennetlik: Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır

Yüzünü kara çıkarmak: Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek"Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!"

Yüzünü kızartmak: Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak"Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?"

Yüzünün akıyla çıkmak: Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak

Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak"Baksana, yüzü sirke satıyor adamın"

Yüz üstü bırakmak: Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak"İşleri yüz üstü bırakıp gitti"

Yüzü soğuk: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,"Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!"

Yüzü suyu hürmetine: Bir kimsenin hatırına değer verildiği için"Hz Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar"

Yüzü tutmamak: Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek"Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor"

Yüzü yerde: Alçakgönüllü

Yüzü yok: "Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor" anlamında kullanılır

Yüz vermek: Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak

Yüz yüze bakmak: Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek"Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız"

Yüz yüze gelmek: 1 Birden karşılaşmak 2 Bir araya gelmek"Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz"

Alıntı Yaparak Cevapla