Prof. Dr. Sinsi
|
Rab Ne Demektir ?
Firavun ve Hanedanı
Şimdi de,hakkında Nemrud ve kavminden daha fazla oranda yanlış kanılar bulunan Firavun ve kavmini ele alalım Firavun hakkında,onun sadece Allah’ı inkarla kalmayıp,kendisini tanrı olarak gördüğü şeklinde bir genel kanı vardır Yani o,herkesin gözü önünde,açıkça,yerin ve göğün yaratıcısı olduğunu iddia edecek kadar aklını oynatmış ve kavmi de onun bu iddialarına kanacak derecede akılsız idi!  Oysa,Kur’an-ı Kerim ve tarihteki veriler uluhiyet ve rububiyet noktasında,Firavun ve kavminin sapıklığının, Nemrud’un ve kavminin yoldan çıkmışlığından pek fazla farkının olmadığı hakikatini gözler önüne sermektedir Aralarındaki fark yalnız şudur:O ortamda,siyasi sebepler dolayısıyla İsrailoğullarına yönelik milliyetçi bir zıtlaşma ve taassuba dayalı bir düşmanlık baş göstermişti Bunun sonucu olarak günümüzde de ateistlerin çoğunda olduğu gibi,Allah’ın rab ve ilah oluşu,kalblerde gizlice itiraf edilmesine rağmen,sırf inat yüzünden görünürde inkar ediliyordu
Aslında meselenin özü şudur; Hz Yusuf (a s) Mısır’da iktidarı ele aldıktan sonra,İslam öğretisinin yayılması için tüm gücünü sarfetmeye başlamıştı Hz Yusuf’un davetinin Mısır üzerindeki etkileri o kadar derindi ki,yüzyıllar boyunca bu etkileri silmeye kimsenin gücü yetmedi O halde,firavun devrinde,bütün Mısır halkı hak dini üzere olmasa da,Mısır’da herhangi bir kimsenin Allah’ı tanımaması,ya da göklerin ve yerin yaratıcısının O olduğunu bilmemesi mümkün değildi Sadece bununla da kalmayıp,Hz Yusuf (a s)’un öğretileri her Mısırlı üzerinde,en azından metafizik manada Allah’ı,ilahların ilahı ve rablerin rabbi olarak kabul edecek ve hiçbir Mısırlının Allah’ın uluhiyetini inkar etmeyecek derecede etkisi vardı Bununla beraber,onlardan küfür üzerinde ayak direyenler,uluhiyet ve rububiyette Allah’a başkalarını ortak koşuyorlardı Hz Yusuf (a s)’un bıraktığı bu etkiler Hz Musa’nın peygamberliğine kadar süregelmiştir
Nitekim,bir Kıpti liderin,Firavun’un sarayında yapmış olduğu konuşma,bunun açık delilidir Firavun,Hz Musa (a s)’yı öldürmek istediğini açığa vurunca,Müslüman olmasına rağmen bunu gizleyen,saraydaki Kıptilerin bir reisi,dayanamayarak şöyle der:
“Rabbinizden size apaçık ayetler getirdiği halde,Rabbim Allah’tır dediği için mi bu şahsı öldüreceksiniz? Eğer yalancı ise,yalanının vebali kendisine Ama,eğer doğru sözlü ise,sizi tehdit edegeldiklerinin bir kısmının da olsa başınıza gelebileceğinden sizi sakındırmaktadır Şüphesiz Allah aşırı yalancıyı doğru yola iletmez Ey kavmim,bugün iktidar sizin,yeryüzünde galip sizsiniz,ancak,eğer yarın Allah’ın azabı gelir çatarsa bize kim yardım eder…” (Mümin, 28-29)
“…Ey kavmim,nice büyük kavimlerin üzerine gelen o günün,size de gelmesinden ve sonunuzun Nuh,Ad,Semud ve onlardan sonra gelen kavimlerinki gibi olmasından korkarım…” (Mümin,30-31)
“Daha önce Yusuf da size apaçık burhanlar getirmişti Onun getirdiklerinden de şüphelenip durmuştunuz Sonunda Yusuf ölünce“Allah ondan sonra elçi göndermeyecek” demiştiniz ” (Mümin, 34)
“Ey kavmim,ne tuhaftır ki ben sizi kurtuluşa davet ettiğim halde,siz beni ateşe çağırıyorsunuz Siz beni Allah’ı inkar etmeye ve bilmediğim şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz Bense sizi O aziz ve çok bağışlayana çağırıyorum ” (Mümin, 41-42)
Bu ayetler Hz Yusuf (a s)’un üstün şahsiyetinin etkilerinin aradan birkaç yüzyıl geçmesine rağmen hala devam ettiğine açıkça delalet etmektedir
Bu yüce peygamberin öğretisinden etkilenmiş olmaları hasebiyle,Mısır halkı,Allah’ın varlığından; O’nun ilah ve rab olarak tabiat güçleri üzerindeki hüküm ve tasarrufundan;gazabından korkulan,rahmetine ümit bağlanan üstün ve kahir bir mabut olduğundan büsbütün habersiz kalmaları mümkün değildi
Son ayetten şu da açıkça anlaşılmaktadır ki,bu kavim,Allah’ın uluhiyet ve rububiyetini kati bir şekilde inkar etmeyip,bunların sapıklığı da diğer kavimlerde açıkladığımız cinstendi Yani,uluhiyet ve rububiyet bağlamında Allah’a başkalarını ortak koşuyorlardı Firavun meselesinde şüpheleri üzerine çeken bir iki noktayı da burada açıklamamız gerekiyor Böyle bir şüphe Hz Musa (a s)’nın “biz alemlerin rabbinin elçisiyiz” dediğinde,Firavun’un “Bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?” diye sorması,veziri Haman’a: “Ey Haman! Bana yüksek bir kule yap belki yollara,göklerin yollarına erişirim de Musa’nın rabbine bir söz atarım ” (Mümin, 36-37) demesi,Hz Musa’yı “benden başkasını ilah edinirsen seni hapsederim” diye tehdit etmesi,tüm ülkeye “en yüce rabbiniz benim” diye ilan ettirmesi ve saray ehline “Ben sizin için benden başka ilah tanımıyorum” diye böbürlenmesi gibi nedenlerden ileri gelmektedir Bu gibi ibareleri gören insanlar,Firavun’un Allah’ın varlığını bile inkar ettiğini,alemlerin rabbi diye bir şey tanımadığını ve sadece kendisini mabud olarak gördüğü zannına kapılmaktadır Oysa Firavun bütün bunları aslında katı bir milliyetçiliğe dayalı düşmanlık nedeniyle söylemişti
Hz Yusuf zamanında,sadece O’nun üstün kişiliğinin etkisiyle Mısır’da İslam öğretisi yayılmakla kalmamış,iktidarı elinde tutması dolayısıyla da İsrailoğullarının Mısır’daki nüfuzu oldukça artmıştı Hz Yusuf (a s)’u müteakiben,İsrailoğullarının Mısır’daki nüfuz ve gücü üç-dört asır sonrasına kadar devam eder Daha sonra İsrailoğulları aleyhine milliyetçi akımlar filizlenmeye başlar Sonunda iş o noktaya gelir ki,İsrailoğulları iktidardan uzaklaştırılır ve Mısırlı milliyetçi bir aile ülkenin dizginlerini eline geçirir Bu yeni hükümranlar sadece İsraillileri baskı altında tutmak ve onları ezmekle yetinmeyip Yusuf (a s) devrinin tüm etkilerini de tek tek yok ederek,kendi eski cahili din ve adetlerini yeniden ihya etmeye çalışmışlardır Durum bu minval üzere devam ederken,Hz Musa (a s)’nın gönderilmesiyle bu yeni iktidar sahipleri,iktidarlarının tekrar kendi ellerinden çıkıp İsraillilerin ellerine düşmesi korkusuyla telaşa kapılırlar İşte bu inat ve düşmanlık yüzündendir ki,Firavun kızarak Hz Musa (a s)’ya “Bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?” ve “Benden başka kim ilah olabilir?” diye soruyordu Yoksa,aslında o alemlerin rabbinden habersiz değildi Örneğin;bir ayette Firavun,Musa’nın Allah’ın elçisi olmadığını ispatlamak için kavmine şöyle demektedir: “O’ na altın bilezikler verilmeli ya da yanında O’na yardım edecek melekler gelmeli değil miydi?” (Zuhruf, 53)
Bu sözler,Allah ve melekler hakkında tamamen habersiz bir kimsenin sözü olabilir mi?
yine başka bir yerde,Hz Musa (a s) ile Firavun arasında şöyle bir konuşma cereyan eder:
“Firavun O’na: ‘Ey Musa! Ben seni büyülenmiş sanıyorum’ dediğinde Musa da O’na: Andolsun ki bunları,göklerin ve yerin rabbinin açık açık ibretler olarak indirdiğini biliyorsun Ey Firavun! Doğrusu senin felaketin yakındır sanıyorum diye cevap vermişti ” (İsra, 101-102)
Başka bir ayette Allah Teala, Firavun kavminin kalbi durumlarını şöyle beyan buyurmaktadır:
“Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince, “Bu apaçık bir sihirdir” dediler Kalpleri kesin olarak kabul ettiği halde,haksızlık ve büyüklenmelerinden dolayı bile bile inkar ettiler ” (Neml,13-14)
Kur’an-ı Kerim iki taraf arasında geçen başka bir diyaloğu şu şekilde aktarır:
“Musa ‘yazıklar olsun size’ dedi Allah hakkında (böyle) yalan(lar) uydurmayın;yoksa şiddetli azabıyla kökünüzü kazır Doğrusu Allah’a iftira eden perişan olmuştur (Sihirbazlar bunu işitince) kendi aralarında işlerini tartıştılar ve gizli görüşmeler yaptılar (Musa ve Harun’u göstererek) Dediler ki: Bunlar iki büyücü,başka bir şey değil Sizleri sihirleriyle ülkenizden çıkarmak ve ideal hayat düzenimizi yok etmek istiyorlar ” (Ta-Ha, 61-63)
Hz Musa’nın,Allah’ın azabıyla korkutma ve Allah’a iftira atmanın sonuçlarını bildirmesiyle sihirbazlar arasında çıkan bu tartışmaya o insanların kalplerindeki Allah’ın azameti ve korkusunun sebep olduğu açıktır Ancak iktidarı elinde tutan milliyetçi zümre yaklaşmakta olan bu siyasi tehlikeyi görür ve hemen harekete geçer Musa (a s) ve Harun (a s)’ın çağrısına uymanın,Mısır halkı için,yeniden İsrailoğullarına teslim olmak anlamına geldiği propagandasına başlarlar Bu propaganda sonucu Mısırlıların kalpleri yeniden katılaşır ve peygamberlere karşı birlikte mücadele vermeye karar verirler
Bu siyasi gerçek ortaya çıktıktan sonra,şimdi,Hz Musa (a s) ile Firavun arasındaki kavganın asıl sebeplerini;Firavun ve kavminin hangi noktada sapıtıp yoldan çıktığını ve Firavun’un hangi anlamda uluhiyet ve rububiyet iddia ettiğini düşünebiliriz Bu amaçla sırasıyla şu ayetleri dikkatlice gözden geçirelim:
1 Firavun’un saray ehlinden Hz Musa (a s)’nın davetinin kökünden yok edilmesi üzerinde ısrar eden bir grup,bir ara Firavun’a hitaben şöyle diyorlar:
“Yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar,seni ve tanrılarını terk etsinler diye mi Musa (a s) ve kavmini başıboş bırakıyorsun?” (A’raf, 127)
Diğer taraftan yine saray ehlinden,ancak,Hz Musa (a s)’ya iman etmiş olan şahıs bu insanlara şöyle hitap etmektedir:
“Siz,beni Allah’ı inkar etmeye ve hiçbir ilmi delile sahip olmadığım birini O’na ortak koşmaya mı davet ediyorsunuz?” (Mümin, 42)
Bu iki ayeti;tarihi araştırmalar ve arkeolojik bulgularla birlikte değerlendirirsek,Firavun’un hem kendisinin hem de kavminin,rububiyetin birinci ve ikinci manaları itibariyle bazı tanrıları İlahlıkta Allah’a ortak koştuklarını ve onlara tapındıklarını açıkça görürüz
1 Açıkça görülüyor ki,eğer Firavun tabiatüstü nitelikte tek tanrı olduğunu iddia etseydi,yani,sebepler zincirinin hakiminin kendisi olduğunu,göklerde ve yerde kendisinden başka ilah ve rab bulunmadığı davasını gütseydi,başka ilahlara tapmazdı
2 Firavun’un Kur’an’da nakledilen şu sözleri; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum ” (Kasas,38)
Bu ibarelerden Firavun’un kendisinden başka tüm ilahları tanımadığı anlamı çıkarılmamalıdır Onun asıl amacı Hz Musa (a s)’nın davetini reddetmektir Çünkü,Hz Musa (a s) öyle bir ilaha ibadete davet ediyor ki,O,sırf tabiatüstü nitelikte mabud olmayıp,bilakis,siyasi ve toplumsal alanda da yasa koyucu ve en büyük otoritenin sahibidir Bu yüzden Firavun,kavmine, “sizin benden başka böyle bir ilahınız yok” demiş ve Hz Musa’yı da, “eğer bu anlamda benden başkasını ilah edinirsen zindan nasılmış görürsün” şeklinde tehdit etmiştir
Aynı şekilde,Kur’an’ın bu ayetlerinden anlaşılmaktadır ki,Firavunların sadece kendilerinin Mısır’ın mutlak egemenliğine sahip oldukları iddialarıyla beraber,duygu ve düşüncesinde kendi hakimiyetlerini iyice pekiştirebilmek gayesiyle,sahte tanrılarla kendi aralarında birtakım bağlar kurarak bir çeşit kutsanmışlık iddiasında da bulunmuşlardır Bunu tarihsel veriler ve arkeolojik eserler de tasdik etmektedir Bu bağlamda Firavunlar tarih boyunca yalnız değillerdir; dünyada şahlıkla yönetilen birçok ülkedeki şahlar,siyasi egemenliğe ilave olarak,metafizik manada da uluhiyet ve rububiyete az çok ortak olmaya çalışmışlar,halkın kendi önlerinde istedikleri türden bir ibadet töreni yapmasını mecbur tutmuşlardır Fakat,bu mecburi ibadet ettirilip ve rububiyet taslama asıl amaç değildir,bir ayrıntıdır Oysa asıl hedeflenen,kendi siyasi egemenliklerini perçinleştirmekti Bu nedenle,sadece bir tedbir olarak metafizik anlamda ilahlık davası güdülmektedir Vakıa böyle olunca,gerek Mısır’da olduğu gibi,gerekse diğer cahiliyenin hakim olduğu müşrik düzenlerde,siyasi çöküş ve yıkılmayla beraber,şahların,kralların ilahlıkları da sona ermektedir Sonuçta tahta kimler hakim olur ve otoritelerini sağlarsa uluhiyete de onlar sahip olmaktadırlar
3 Firavun aslında metafizik nitelikte değil de siyasi anlamda ilahlık davası gütmekteydi; O, şöyle diyordu: Rububiyetin üçüncü,dördüncü ve beşinci anlamları itibariyle “Ben Mısır ülkesi ve halkının yüce rabbiyim Bu ülke ve kaynaklarının sahibi benim Buranın mutlak hakimiyet hakkı bana aittir Burada medeniyet ve toplumun temelini,sadece benim merkezi şahsiyetim oluşturur Bu topraklarda benden başkasının kanunları geçmez ”
Kur’an’ın ifadesiyle Firavun,bu iddialarının temellerini şuna dayandırmaktaydı; “Firavun kavmine; ‘Ey kavmim!’ diye seslendi Ben Mısır’ın sahibi değil miyim ve bu ırmaklar benim ayaklarımın altından akmıyor mu? Görmez misiniz?” (Zuhruf, 51)
Aynen Nemrud da rablik iddiasını işte bu temellere dayandırıyordu:
“Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrahim’le rabbi hakkında tartışanı gördün mü?” (Bakara, 258)
Hz Yusuf (a s)’un çağdaşı kral da benzer iddialarla kendini ülkesinin rabbi ilan etmişti
4 Firavun ve hanedanının Hz Musa (a s)’nın davetine itiraz ettikleri asıl nokta,Hz Musa (a s)’nın davetinde alemlerin rabbi olan Allah’tan başka,hangi anlamda olursa olsun başka hiçbir ilah ve rabbin yer almamasıydı Hz Musa şöyle diyordu:
“Metafizik nitelikte de,siyasal ve toplumsal anlamda da sadece O,tek başına İlahtır ve Rabdır İbadet de yalnız O’na yapılmalıdır,kulluk ve mutlak itaat de yalnız O’na gösterilmelidir Yalnız O’nun kanunları meşrudur O,beni apaçık delillerle bir temsilcisi olarak size göndermiştir Benim aracılığımla size emir ve nehiylerini kapsayan hükümlerini iletmektedir Öyleyse,O’nun kullarını yönetme ve yetki otoritesi sizin değil de benim ellerimde olması gerekir ” Bu yüzdendir ki Firavun ve hükümetinin ileri gelenleri defalarca şunu yinelemektedirler: “Bu iki kardeş (Musa ve Harun) bizi bu toprakların idaresinden uzaklaştırmak,yetki ve otoriteyi kendi ellerine almak ve ülkemizin dini ve toplumsal düzenini bozarak,kendi siyasal sistemlerini kurmak istiyorlar ”
“Muhakkak ki biz Musa’yı ayetlerimizle ve açık bir belgeyle, (sultantorite) Firavun ve onun ileri gelenlerine gönderdik Onlar Firavun’un emirlerine boyun eğdiler Oysa Firavun’un emirleri hiç de doğruya iletici değildi ” (Hud, 96-97)
“Biz,onlardan önce Firavun’un kavmini imtihan etmiştik Saygın bir elçi onlara gelmişti ‘Allah’ın kullarını bana bırakın’ Doğrusu ben sizin için güvenilir bir elçiyim Allah’a karşı üstünlük taslamayın Ben size apaçık bir kanıt getirdim demişti (Duhan, 17-19)
“ (Ey ehl-i Mekke) Nasıl ki Firavuna bir elçi göndermişsek,size de durumunuza şahitlik edecek bir elçi gönderdik Ne var ki,Firavun elçimize kafa tuttu da onu amansızca yakalayıverdik ” (Müzzemmil, 15-16)
“Firavun, Ey Musa, (siz ne tanrıları ve ne de şahlık ve krallık hanedanlarını rab olarak görmüyorsanız,o halde) sizin rabbiniz kimdir? diye sorunca, Musa da; ‘Bizim rabbimiz,her şeye özel bir düzen veren ve sonra ne yapacağını gösterendir’ demişti ” (TaHa, 49-50)
“Firavun ‘bu alemlerin rabbi dediğin de nedir?’ diye sormuştu da,Musa; ‘eğer gerçekten inanmak istiyorsanız,bilinki O,göklerin,yerin ve her ikisi arasındakilerin rabbidir’ diye cevap vermiş, Firavun etrafındakilere ‘işitiyor musunuz?’ demişti Musa devamla sizin de,atalarınızın da rabbidir’ deyince Firavun ‘doğrusu size gönderilen bu peygamberiniz hiç şüphesiz delidir’ demişti Musa devamla ‘eğer aklını kullanabilen kimselerseniz,doğunun,batının ve bu ikisi arasındaki her şeyin rabbidir’ deyince Firavun,Musa’ya hitaben ‘eğer benden başka bir ilah edinirsen,andolsun ki seni zindandakilerin arasına katarım’ demişti ” (TaHa, 23-29)
“Firavun ‘Ey Musa,büyü ile bizi topraklarımızdan çıkarmaya mı geldin?’ dedi ”(TaHa, 57)
“Firavun ‘bırakın da Musa’yı öldüreyim’ dedi, İsterse rabbini yardıma çağırsın Onun dininizi değiştirmesinden veya ülkede bozgunculuk çıkarmasından korkuyorum ” (Mümin, 26)
“Bu ikisi sihirbazdırlar Sihirlerinin gücüyle sizi topraklarınızdan çıkarmak ve sizin örnek olarak seçip benimsediğiniz hayat sisteminizi ortadan kaldırmak istiyorlar (TaHa , 63)
Buraya kadar sıraladığımız bütün bu ayetleri dikkatlice gözden geçirirsek,Rububiyet konusunda başka dönemlerde ve başka ülkelerde yaşayıp gitmiş toplumların içine düşegeldikleri sapıklığın karanlık gölgesini Nil vadisinde de görmekteyiz
Yine,Musa ve Harun (a s)’un memur oldukları insanları,çağırdıkları yönünde,onlardan önceki bütün peygamberlerin (a s) davet edegeldikleri taraf olduğunu ifade edebiliriz
|