Prof. Dr. Sinsi
|
Rab Ne Demektir ?
Arap Müşrikleri
Şimdi de, Peygamber Efendimiz (s a s )’in kendilerine elçi olarak gönderildiği ve Kur’an’ın ilk muhatabları olan arap müşriklerinin uluhiyet ve rububiyet noktasında ne gibi bir sapıklığa düştüğünü incelememiz gerek Acaba onlar Allah’ı tanımıyorlar veya varlığını inkar ediyorlardı da, Peygamber Efendimiz (s a s ) onlara Allah’ın varlığını bildirmek üzere mi gönderilmişti? Acaba onlar Allah’ı ilah ve rab olarak kabul etmiyorlar da, Kur’an onları Allah’ın rububiyet ve uluhiyetine ikna etmek üzere mi indirilmiştir? Allah’a ibadet ve kulluk etmeyi mi yadsıyordular? Veya onlar Allah’ı duaları işiten, ihtiyaçları gideren bir varlık olarak görmüyorlar mıydı? Ya da, onlar mabudlarını yasaları koyan ve düzenleyen toplumsal ve ahlaki konularda hidayet ve rehberlik kaynağı olarak mı görüyordular? Bu soruların her birisine Kur’an’ın olumsuz cevap verdiğini görürüz Kur’an-ı Kerim bizce açıkça bildirmektedir ki, arap müşrikleri sadece, Allah’ın varlığını kabul etmekle yetinmiyorlar, O’nu kendi mabudları da dahil tüm kainatın yaratıcısı ve sahibi olarak görüyorlar, tek yüce tanrı olduğunu itiraf ediyorlar ve O’nu rab ve ilah olarak kabul ediyorlardı Herhangi bir sorunla karşılaşınca yada bir müsibetle yüz yüze olma durumunda, sığındıkları en son makam yine Allah Teala idi Kısaca Allah’a ibadet ve kulluğu inkar etmiyorlardı Kendi tanrı ve mabudlarına gelince; onların, ne kainatın yaratıcısı ve rızıklandırıcısı olduğuna inanıyorlar ve ne de hayatın toplumsal ve ahlaki meselelerinde birer yönlendiricisi olduklarını kabul ediyorlar Nitekim aşağıdaki ayette bu durum açıkça ifade edilmektedir:
“ Ey Muhammed de ki; ‘Yer ve onda bulunanlar kimindir, biliyorsanız söyleyin’ ‘Allah’ındır’ diyecekler ‘Öyleyse ders almaz mısınız’ de ‘Yedi göğün ve yüce arşın rabbi kimdir?” diye sor ‘Allah’ındır’ diyecekler ‘O halde, siz hiç sakınmaz mısınız’ de ‘Her şeyin hükümranlığını elinde tutan, himaye eden, ancak onu himayeye güç yetmeyen kimdir, biliyorsanız söyleyin’ de ‘Bu Allah’ın sıfatıdır’ diyecekler ‘Öyleyse, nasıl aldanıyorsunuz’ de Hayır, biz onlara hakkı getirdik ama şüphesiz onlar yalancıdırlar” (Müminun,84-90)
“Sizleri karada ve denizde yürüten işte O’dur Öyleki, bulunduğunuz gemi içindekileri uygun bir rüzgarla götürürken yolcular neşelenir coşarlar ama,aniden bir fırtına kopup da dalgalar her taraftan vurmaya başlayınca,çepeçevre kuşatıldıklarını sanıp herkes yalnızca Allah’ı çağırır ve dini yalnız Ona mahsus kılarak; ‘Bizi bu beladan kurtarırsan,andolsun ki sana şükreden kullarından oluruz’ diye dua ederler Ancak, Allah kurtarınca onlar, yine haktan saparak yeryüzünde taşkınlıklara başlarlar ” (Yunus, 22-23)
“Denizde bir afete yakalandığınız zaman Allah’tan başka, çağırdıklarınızın hepsi kaybolur gider Ama, O sizi karaya çıkarıp kurtarınca yine yüz çevirirsiniz Zaten insan pek nankördür ” (Yunus, 67)
Arap müşriklerinin mabudları hakkındaki görüşleri Kur’an’da,kendi dillerinden,şöyle zikredilmektedir;
“Allah’tan başka veliler edinenler ‘Onlara, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye,ibadet ediyoruz’ derler ” (Zümer, 3)
“Onlar Allah indinde şefaatçilerimizdir derler ” (Yunus, 18)
Yine Arap müşrikleri, hayati konularda da mabutlarının kendilerini yönlendirdiği gibi bir fikre de sahip değildiler Nitekim, Yunus suresinde Allah Teala peygamberine şöyle emretmektedir:
“Koştuğunuz ortaklardan hiç hakka eriştireni var mı? diye sor onlara…” (Yunus, 34)
Ancak,bu soruyu işittikleri halde müşrikleri sonsuz bir sükut kaplamakta ve onlardan hiçbiri çıkıp ta “Evet, Lat,Menat,Uzza ya da diğer mabudlar bize düşünce ve amel bağlamında doğru yolu göstermekte, dünya hayatımızda bize adalet,selamet ve barış yöntemlerini öğretmekte ve onlardan kaynaklanan ilimle kainattaki temel gerçekleri öğrenme yolu açılmaktadır” diyememektedir Bunun üzerine Allah Teala peygamberine şöyle buyurmaktadır:
“…De ki; Ama Allah doğruya eriştirir Gerçeğe eriştirene mi uymak,bağlanmak doğrudur,yoksa kendisine yol gösterilmedikçe yolunu bulanamayana mı? Öyleyse neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz?” (Yunus, 35)
************************************************** **
Bütün bu açıklamalardan sonra,şimdi şu sorunun cevabını vermemiz gerekiyor; Arap müşriklerinin rububiyet bağlamında, Allah’ın kendilerine peygamber göndermesini ve kitap indirmesini gerektiren ne gibi bir sapıklığı söz konusu idi?
Bu sorunun cevabını bulmak üzere Kur’an-ı Kerim’e müracaat ettiğimizde; onlarda da,gelmiş geçmiş bütün eski sapık kavimlerde rastladığımız, akide ve ameldeki o iki temel sapıklığı buluyoruz Yani;
1 Onlar, metafizik manada rububiyet ve uluhiyette Allah’a başka ilah ve rableri ortak koşuyorlar ve kainat nizamı üzerinde melekler,büyük insanlar,gökcisimleri v s ’nin yetki sahibi ve otorite güç olma noktasında şu veya bu şekilde söz sahibi olduklarını zannediyordular Buna binaen onlar dua,niyaz ve ibadet törenlerinde sadece Allah’a yönelmekle yetinmeyip,uydurma tanrılara da yöneliyor,yakarışta bulunuyordular
2 Arap müşrikleri toplumsal ve siyasi rububiyet bağlamında da Allah’ın rab olduğu inancını taşımıyordular Onlar, bu bağlamda kendi dini önderlerini,kabile reislerini yada aile büyüklerini rabler edinmişler, kendi yaşam ilkelerini onlardan alıyordular
Nitekim, Kur’an onların birinci sapıklıkları hakkında şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki tapınmanın sınırında durarak Allah’a ibadet ederler Bir fayda dokunursa mutmain olur, herhangi bir belaya uğrarlarsa yüzüstü dönerler Böyleleri hem dünyayı, hem de ahireti kaybetmiştir İşte bu apaçık hüsrandır Allah’ı bırakıp ta,kendisine ne fayda ve ne de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarıp, yakarır İşte en büyük sapıklık da budur Zararı faydasından daha yakın olana yalvarır,bu ne kötü mevla (yardımcı) ve ne kötü arkadaş!” (Hac, 11-13)
“Allah’ı bırakıp ta,kendilerine zarar da fayda da veremeyenlere tapar ve bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir derler (Ey Peygamber) De ki; Allah’a,göklerde ve yerde bir bilmediğini mi haber veriyorsunuz? Onların ortak koştuklarından Allah münezzehtir ” (Yunus, 18)
“Ey peygamber! De ki; Siz gerçekten yeri iki günde yaratmış olanı inkar edip te,başkalarını ona eş ve ortaklar mı koşuyorsunuz?” (Fussilet, 9)
“De ki; Allah’ı bırakıp ta,size zarar ve yarar verme selahiyeti taşımayanlara mı tapıyorsunuz? Halbuki işiten ve bilen sırf Allah’tır ” (Maide, 76)
“İnsana bir sıkıntı,bir zarar dokunduğu zaman Rabbine içtenlikle yönelerek yakarır Sonra rabbi onu kendi katından bir nimetle yücelttiği zaman Allah’a yalvarıp yakarmasına sebep olan o sıkıntı ve zararı unutur da,kendisini saptıracak bir şekilde Allah’a ortak koşmaya başlar ” (Zümer, 8)
“Sahip olduğunuz her nimet Allah’tandır Sonra, size bir sıkıntı ve zarar dokunduğu zaman ancak ve sadece O’na yalvarıp yakarırsınız Sonra da,O sizden sıkıntıyı giderince bir de bakarsınız içinizden bir grup kendilerine verdiğimize nankörlükle karşılık vererek Rablerine ortak koşarlar Keyfinize bakın,ancak bunun neticesini yakında göreceksiniz Onlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, bilmedikleri şeylere (put ve benzeri şeylere) pay ayırırlar Allah’a andolsun ki,bu uydurduğunuz şeylerden behemehal sorulacaksınız ” (Nahl, 53-56)
İkinci sapıklığa gelince,bununla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şu delilleri buluyoruz:
“Aynı şekilde,Allah’a ibadette ortak koştukları kimseler,müşriklerden birçoğuna
öz çocuklarını öldürmeyi süsleyip çekici kılmıştı (Bu da) hem onları mahvetmek hem de dinlerini yozlaştırmak içindi ” (En’am, 137)
Bu ayette “ortak koştukları” deyimiyle kastedilenler putlar veya ilahlar değil, evlat öldürmeyi arap toplumuna bir iyilik ve faziletmiş gibi gösteren ve Hz İbrahim’le İsmail’in dinine bu insanlık dışı adeti sokan lider ve önderler olduğu açıktır Aynı şekilde,Arapların bu söz konusu lider ve önderlerini sebepler zinciri üzerinde hakim olarak görmedikleri,onlara niyazda bulunmadıkları da açıktır Bilakis Arap toplumu medeniyetle ilgili;toplumsal,ahlaki, ve dini meselelerde onların istediği gibi kanun koyma yetkisine sahip olduklarını kabul etme noktasında (bağlamında) onları rububiyet ve uluhiyette Allah’a ortak koşuyordu
“Yoksa, Allah izin vermediği halde sanki dinmiş gibi kanunlar koyan ortaklar mı edindiler?” (Şura, 21)
“Din” kelimesinin açıklamasını ilerde yapacağız ve söz konusu açıklama ile birlikte bu ayetin anlamı da ayrıntılı bir şekilde ortaya çıkacaktır Ancak, burada açıkça anlaşılmaktadır ki; Allah’ın izni olmadan müşrik önderlerinin din özelliğini taşıyan kanun ve kurallar koyması ve toplumun söz konusu bu kanun ve kuralları tanımasıyla rububiyet ve uluhiyette putların (ilahlarının) Allah’a ortak olmakta ve Arap toplumu da bu ortaklığı kabul etmektedir
KUR’AN’IN ÇAĞRISI
Şimdiye kadar incelediğimiz kavimlerin gözünde,metafizik manada yaratıkları rızıklandırması,ihtiyaçlarını görmesi,sıkıntılarını gidermesi ve koruyup kollaması anlamlarıyla Rabb kavramı başka bir keyfiyete sahipti Bu anlayışları itibariyle,onlar her ne kadar en yüce rab olarak sadece Allah’ı kabul etmiş olsalar da melekler,sahte ilahlar,cinler,görünmez güçler,yıldızlar,gezegenler,pe ygamberler,veliler ve ruhani liderleri de O’nunla birlikte rububiyete ortak görüyorlardı
Yine Rab kavramının,emretme ve nehyetme yetkisine sahip tek merci,egemenliğin tek sahibi,hidayet ve yönlendirme kaynağı,kanun koyucu,ülkenin başkanı ve toplumun merkezi olması şeklindeki anlamı onların gözünde tamamen başka bir niteliğe sahipti
Bu anlayışları nedeniyle onlar;teorik planda Allah’ı mutlak otorite,egemen güç v s anlamlarıyla rab olarak görüyorlardı Pratik hayatlarında ise toplumun katında güçlü olan,nüfuz sahibi kimselerin ahlaki,siyasi ve toplumsal anlamdaki rububiyetlerini kabul ederek onlara itaat ediyorlar,onların siyasal otoritelerine tabi oluyorlardı
Bu sapıklığı ortadan kaldırmak için yüce Allah her dönemde değişik toplumlara kendi içlerinden peygamberler göndermiş ve son olarak da bu görev için Hz Muhammed (s a v)’i memur kılmıştır Söz konusu bütün peygamberler insanlaru şuna davet etmiştir; Bütün anlamları itibariyle Rab sadece bir tanedir Bu tek Rab ise Allah (c c )’tır Rububiyet bölünmez bir bütündür
Rububiyette hiçbir anlamda, hiçbir yaratığın Allah’tan başka hiç kimsenin en ufak payı yoktur Kainat nizamı tek bir ilahın yaratmış olduğu kamil,külli bir nizamdır Yine bu nizam üzerinde bir tek ilahın hakimiyeti vardır Bu nizamda bütün yetki ve güçlerin sahibi de yine o bir tek ilahtır Bu nizamın yaratılmasında başka bir varlığın herhangi bir şekilde herhangi bir katkısı söz konusu değildir Bu nizamın yönetim ve idaresinde herhangi bir kimsenin rolü yoktur ve O’nun hakimiyeti mutlaktır,ortaksızdır Merkezi otoritenin sahibi olması itibariyle tek bir ilah olan yüce Allah,hem metafizik manada hem de siyasi,ahlaki ve toplumsal manada Rabb’dir Yegane mabudumuz O’dur O’dur secde ve rüku edilecek olan O’dur duaların ulaşacağı hedef O’dur tevekkül ve itimadın destekçisi O’dur gereksinimlerin kefili Aynı şekilde padişah ta O’dur,mülkün sahibi de O Kanun koyucu da O’dur,emretme ve nehyetme yetkisine sahip olan da O Cehalet nedeniyle insanların birbirinden ayırmış olduğu rububiyetin bu iki özelliği,gerçekte uluhiyetin gereği ve ilahın ilah olmasının vazgeçilmez özelliğidir Bu iki özelliği birbirinden ayırmak mümkün değildir Aynı zamanda bu iki özellikten herhangi birinde herhangi bir yaratığı Allah’a ortak koşmak doğru bir davranış olamaz
Bu çağrıyı Kur’an’ın sunduğu şekliyle bizzat Kur’an’ın dilinden dinleyelim:
“Gerçekte sizin rabbiniz,gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra da arşa istiva eden Allah’tır O, geceyi, durmaksızın kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten,güneşe,aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir Haberiniz olsun,yaratmak da,emir de yalnızca O’nundur Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir ” (A’raf, 54)
“Göklerden ve yerden sizi rızıklandıran kimdir? Kulaklara duyma,gözlere görme gücü veren kimdir? Kimdir ölüyü diriden,diriyi de ölüden çıkaran? Kimdir bu alem nizamını yürüten (çekip,çeviren)? diye sor onlara ‘Allah’ diyecekler O halde ‘artık sakınmaz mısınız?’ de (Bütün bunları O yapıyorsa) o halde sizin gerçek rabbiniz sadece Allah’tır Öyleyse haktan sonra geriye sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?” (Yunus, 31-32)
“O, gökleri ve yeri hak üzere yaratmıştır Geceyi gündüze,gündüzü de geceye O sarıp örtmektedir Her biri belirli bir ecele doğru akıp giden güneşi ve ayı da kendi kanunlarına tabi kılmıştır… İşte budur rabbiniz olan Allah Hükümranlık ancak O’nundur Ondan başka ilah yoktur Öyleyse neye aldanıp ta çevriliyorsunuz?”
(Zümer, 5-6)
“Allah,geceyi kendisinde sükun bulmanız için yaratmış,gündüzü de aydınlatmıştır… İşte budur rabbiniz olan Allah Her şeyin yaratıcısıdır O O’ndan başka ilah yoktur Öyleyse neye aldanıp ta çevriliyorsunuz? Sizin için yeryüzünü bir karar yeri kılan ve gökyüzünü de çatı gibi ayakta tutan Allah’tır O sizleri biçimlendirmiş,biçimlerinizi de en güzel kılmış ve güzel şeylerle rızıklandırmıştır İşte budur rabbiniz olan Allah Alemlerin Rabbi Allah’ın bereketi ne yücedir! O diridir O’ndan başka ilah yoktur Öyleyse, dini O’na has kılarak (Allah’a) dua edin ” (Mü’min, 61-65)
“Allah sizi topraktan yarattı… Geceyi gündüzle,gündüzü de geceyle perdelemektedir Her biri belirlenmiş eceline kadar akıp giden,güneşi ve ayı kendi kanunlarına tabi kılmıştır İşte budur rabbiniz olan Allah Hükümranlık yalnız O’na mahsustur Onu bırakıp ta tapmakta olduğunuz diğer varlıkların zerre kadar bile yetkisi yoktur Onları çağırsanız,çağrınızı duymazlar,duysalar bile isteklerinizi karşılamaya güçleri yetmez Kıyamet gününde ise sizin onları Allah’a ortak koşmanızı kendileri reddeder ” (Fatır, 11-14)
“Gerçek şu ki, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir Ben de sizin Rabbinizim Şu halde yalnızca bana kulluk edin Ama insanlar rububiyet ve kulluk meselesini aralarında paylaştılar (Oysa) onların hepsi (sonunda) bize döneceklerdir ” (Enbiya, 92-93)
“Rabbinizden size indirilene uyun, O’nu bırakıp ta başka velilere uymayın ” (A’raf, 3)
“De ki; Ey Kitap Ehli bizimle sizin aranızdaki şu ortak bir kelimeye gelin Ne Allah’tan başkasına kulluk edelim, ne O’na herhangi bir şeyi ortak koşalım ve ne de Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinelim ” (Al-i İmran, 64)
“Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa,artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak koşmasın ” (Kehf, 110)
Bu ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Kur’an rububiyeti tamamıyla hakimiyet ve egemenlikle eşanlamda tutmakta ve Rabb’in kainatın mutlak sultanı,ortaksız sahibi ve hakimi olduğu şeklinde bir düşünceyi gözlerimizin önüne sermektedir Her çeşit rububiyetin, kainat düzenini oluşturan tek bir Allah’a mahsus olduğuna,bizzat bu düzenin merkeziliği şehadet etmektedir Bu yüzden, bu nizam içerisinde yaşayan bir kimse,rububiyetin herhangi bir bölümünü,herhangi bir manada Allah’tan başkasına yakıştığını düşünüyor ya da yakıştırıyorsa,aslında hakikatle savaşmakta,sadakate yüz çevirmekte, hakka isyan etmekte, böylece gösterdiği nankörlük yüzünden bizzat kendine zarar vermekte ve felaketini kendi elleriyle hazırlamaktadır
|