Yalnız Mesajı Göster

Mezhep Kavramı Ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri

Eski 10-28-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mezhep Kavramı Ve Mezheplerin Doğuş Sebepleri




bbca HzMuhamed’in Vefatından Sonra Ortaya Çıkan Hilafet-İmamet Tartışmalarının Mezheplerin Doğuşunda ve Görüşlerinin Sistemleşmesinde Etkisi
HzPeygamber'in vefatı üzerine ortaya çıkan hilâfet- imâmet tartışmaları: HzPeygamber'in,yerine hiç kimseyi bırakmadan vefat ettiği,açık seçik bilinen bir husustur Hz Peygamber, hicrî 32 yılında vefat ettiği zaman,müslümanlar uzun süre bu olayın şokundan kurtulamamışlar ve peygambersiz hayata intibak etme konusunda büyük sıkıntı çekmişlerdir Bu sıkıntının boyutlarını anlayabilmek için,İslâm'ın 23 yıl gibi sosyal hadiseler açısından fevkalâde kısa sayılabilecek bir sürede, oldukça hızlı bir kültür değişiminin gerçekleştirilmesi sonucu vücut bulduğunu hatırlamakta fayda vardır HzMuhammed'in peygamberlik hayatının yaklaşık 13 yılı Mekke'de geçmiştir Mekke Dönemi'nde müslüman olanların sayısı 400 civarındadırMedine dönemi ise, Bedir gibi Uhut gibi büyük savaşların yaşandığı bir dönemdir İslâm, Medine döneminin sonlarına doğru Medine'nin sınırlarını aşarak tekrar Mekke'ye ve daha sonra da Arap yarımadasının derinliklerine doğru uzanmaya başlamıştır Bu sebepten, HzPeygamber'in sağlığında Müslümanların siyâsî kanaatlarının olgunlaşabileceğini düşünmek, doğrusu biraz zordur Hatta, din anlayışının bile, Kur'an'a göre şekillenip şekillenmediği tartışılmalıdır Müslümanlarda mevcut olan erken devir idealizasyonu, bu dönemin doğru anlaşılmasını ve değerlendirilmesini engellemektedir HzPeygamber'in sağlığında İslâm, din olarak tamamlanmıştır; ancak, İslâm'ın, kökleşme ve oturma sürecinin devam ettiği gözden uzak tutulmamalıdır İslâm dini, Arap kültürüyle yoğrulmuş bir toplumun içine doğmuştur HzPeygamber, kırk yaşlarına kadar bu toplumun bir ferdi olarak hayatını sürdürmüştür İslâm, öncelikle inanç ve değerler alanında, Cahiliyye Dönemi insanının kişiliğini şekillendiren birtakım unsurların geçersiz olduğunu açıkça ilan etmiştir Kur'an, yeni bir inanç ve değerler bütünüyle insanlığın karşısına çıkmıştır Hz Peygamber'in İslâm'ı tebliğ süreci içinde karşılaştığı güçlüklerden Kur'an'a yansıyanlara şöyle bir göz attığımız zaman, o dönem insanında hakim olan zihniyetin Kur'an'la ne ölçüde çeliştiğini biraz anlama imkanı bulabiliriz Kur'an, yaratılış itibariyle bütün insanların bir erkekle bir dişiden yaratıldığına dikkat çekerek,beşerî münasebetlerde gözetilmesi gereken ölçüyü şöyle ortaya koyar:"Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız Şüphesiz Allah katında en değerliniz, O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır Allah bilendir, haberdardır"[7] Kur'an'ın bu tavrına karşılık,o dönem insanı kabileciği,soy- sopla övünmeyi bir sanat haline getirmiştirÖyle ki,bu iş için mezarda yatanlar bile hesaba katılabilmektedir[8]O dönemde,kabilecilik,bir tür san'at haline getirilmiştirHzPeygamber'in Haşimoğullarından olması, Ümeyye oğullarının,-bir kabile olarak- Mekke'nin fethine kadar Müslümanlara karşı amansız bir savaş açmalarına sebep olmuştur Diğer taraftan, HzMuhammed gibi zengin olmayan, üstelik yetim olan bir kimsenin peygamberlikle görevlendirilmesi de o dönem insanına oldukça ters gelmiştir "Allah peygamber olarak gönderecek başka bir kimse bulamadı mı?" şeklinde özetlenebilecek olan bu zihniyetin izlerini, daha sonra olaylarda bulmak mümkündür İşte, HzPeygamber, böyle bir toplumdan, "mü'minlerin kardeşliği" esasına dayalı örnek bir toplum meydana getirmeye çalışmıştır Bunda, kısmen başarılı da olmuştur Öyle zannediyoruz ki, "Asr-ı Saâdet" kavramı, HzPeygamber'in başarısının bir özeti olarak değerlendirilebilir HzPeygamber vefat ettiği zaman, Cahiliyye dönemi zihniyeti, varlık mücadelesini hâlâ sürdürmekteydi Kabilecilik bütün kurum ve kuruluşları ile yaşama savaşı veriyordu Buna karşılık, İslâm'ın kökleşme ve oturma mücadelesi de bütün hızıyla devam etmekteydi HzEbû Bekir'in halife seçilmesi böylesine gerginliklerin yaşandığı bir zaman dilimine tesadüf etmiştir HzEbû Bekir'i o makama getiren faktörlerin başında liyakati ve kabileler arası denge politikası gelmektedir O dönemin özellikleri, HzEbû Bekir gibi, bütün Müslümanların üzerinde ittifak edebilecekleri bir şahsı o makama yükseltmiştir Hadiseyi daha iyi anlayabilmek için, HzEbû Bekir'in nasıl halife olduğunu kısaca özetlemekte fayda vardır: Hz Peygamber'in vefat ettiği haberinin yayılması üzerine Medine'nin ileri gelenleri Sakif Oğullarının Gölgeliği'nde toplanırlar Kendi içlerinden bir kimseyi halife seçmek üzere tartışmalara başlarlar Bu sırada durumdan haberdar olan Ebû Bekir ve Ömer olay yerine gelir Medineliler, İslâm'a hizmetlerini öne sürerek, halifeliğin kendi hakları olduğunu düşünmektedirler Ebû Bekir ve Ömer'in müdahelesinden sonra, hilafet işini paylaşmayı teklif ederek, "bir emir sizden, bir emir bizden olsun" derler Tartışmanın uzaması üzerine Ömer ileri atılarak, gerekçelerini izah eder, neticede Ebû Bekir üzerinde anlaşma sağlanır Hz Ebû Bekir'in tercih edilme sebeplerinden birisi, Medine'nin iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec'in,bu işi kendi aralarından paylaşamamalarıdır Diğer önemli bir sebep ise, daha önce dikkat çekildiği gibi, Ebu Bekir'in bütün Müslümanların üzerinde birleşebileceği bir isim olması ve bu işe layık olmasıdır Halife seçimi esnasında Haşimoğulları, HzPeygamber'in techiz ve tekfin işleri ile ilgilenmektedirler Ümeyye Oğulları ise, yeni Müslüman oldukları için, bu konuda söz sahibi olmadıklarını düşünmektedirler Nitekim, diğer Müslümanlar, uzunca bir süre, Ümeyye Oğullarına "kılıç zoruyla Müslüman olanlar" gözüyle bakmışlardır HzEbû Bekir'in hilafet makamına gelişi ile ilgili tartışmalardan çıkarılabilecek en önemli sonuçlardan birisi, bu meselenin, daha çok Arap geleneği doğrultusunda ve kabileler arası denge politikası gözetilerek çözümlenmiş olduğudur Diğer önemli sonuç, ilk Müslümanlar, hilafet işinin kendilerine -"insan"a- bırakılmış bir iş olduğunun bilincinde olduklarıdır Bu hadise, bize, HzPeygamber'in hiç bir kimseyi halife tayin etmediğini de göstermektedir İşin aslına bakılırsa, HzPeygamber'in halife tayin etme yetkisinin olduğunu düşünmek bile biraz zordur Çünkü,Kur'an, hiç bir kimseye ve hiç bir kabileye üstünlük hakkı tanımamıştır Halife seçimi esnasında, HzPeygamber'in techiz ve tekfin işleri ile ilgilenen Haşimoğullarının devre dışı bırakıldığı gibi bir izlenim doğmaktadır Bu durum da, o zamanki kabileler arası denge politikası ile ilgili olmalıdır İslâm öncesi dönemde, Mekke'nin iki büyük kabilesi olan Haşimoğulları ile Ümeyye Oğulları arasında sürekli bir rekabet gözlenmektedir HzPeygamber'in Haşimoğullarından olması,bu yarışta Haşimoğullarının biraz daha nüfuz kazanmalarına yol açmıştır Ancak,diğer küçük kabilelerin Haşimoğullarına ve ÜmeyyeOğullarına pek sıcak baktıkları da söylenemezİbn Abbas ile HzÖmer arasında geçtiği söylenen bir tartışmada,İbn Abbas'ın "Eğer Kureyş Allah'ın peygamberini seçtiği yerden kendi halifesini seçmiş olsaydı,en doğru olanı yapmış olurdu" şeklinde ifadesini bulan düşüncenin Haşimoğullarının bu konudaki umumî tavırlarını aksettirdiği kabul edilebilir Hz Ömer'in cevabı da,diğer müsülümanların bakış açılarını aksettirmektedir:"Kureyş,nübüvvet ile hilafetin sizde birleşmesini istemiyordu"[9] HzEbû Bekir'in halife olmasıyla çözülmüş gibi gözüken mesele,daha sonraları da tartışma konusu olmaya devam etmiştir Şia, Ebu Bekir'in, Ömer'in etkisiyle, bir oldu bitti sonucu halife olduğunu ileri sürmüş, hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu iddia etmiştir Şia’ya göre, Hz Muhammed, Allah’ın emriyle Ali’yi imam/halife tayin etmiştir; Ali'nin imameti nass ve tayinle belirlenmiştir Ali’nin ve Oniki İmam’ın imametine inanmak, bu imamların masum olduklarını kabul etmek, Şiî imamet nazariyesinin özünü oluşturmaktadır Ehl-i Sünnet, dört halife döneminde ortaya çıkan uygulamaları, siyasî anlayışın eksenine yerleştirmiştir Hilafet meselesini inanç esası olarak görmemiştir Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali'nin sırasıyla halife olduklarını kabul etmiştir Hariciler, Ebu Bekir ve Ömer dönemlerini en ideal dönemler olarak görmüş, ilk altı yıldan sonra Osman'ın, Tahkim hadisesinden sonra da Ali'nin küfre gittiğini iddia etmişlerdir

bbcb HzOsman’ın Hilafeti Dönemindeki “Fitne Olayları”nın Mezheplerin Doğuşundaki Rolü
HzOsman'ın halife olmasıyla birlikte, tarihî arap kabileciği yeniden hortlamış, Emevî- Haşimî çekişmesi su yüzüne çıkmıştır Daha Osman halife olmadan, Ömer'in teşkil ettiği şurada Ali ile Osman karşı karşıya kaldıkları zaman, bazı kimseler, Ali halife olursa, onu kabul etmeyeceklerini, bazı kimseler de Osman halife olursa kabul etmeyeceklerini söylemeye başlamışlardır Osman'ın halife olmasıyla birlikte, Ümeyye Oğulları, kaybettikleri nüfuzlarına yeniden kavuştuklarını düşünmeye başlamışlardır Osman'ın, önemli mevkilere kendi kabilesinden insanları ataması büyük tepki uyandırmıştır Bir müddet sonra Ümeyye Oğullarının Medine sokaklarında, ACevdet Paşa'nın ifadesiyle "savulun yoldan biz geliyoruz"[10] diyerek gövde gösterisine kalkışmaları,onlara yönelik olarak zaten varolan olumsuz duyguların yeniden yeşermesine ve güçlenmesine sebep olmuşturÜmeyye Oğullarının genel tutumu, valilerin birtakım keyfi uygulamaları,Osman'ın,yaşlılığı ve biraz da Ömer'den sonra gelmesinden dolayı,bir otorite boşluğunun doğmasına yol açması,onun,Medine'deki tabanını yitirmesine yol açmıştırÖyle ki,Medineli müslümanlar, "emsar" adı verilen taşra vilayetlere,"cihada çıkmak istiyorsanız,bunun yeri bugün Medine'dir" şeklinde,bir tür isyana çağrı niteliği taşıyan mektuplar yazmalarına yol açmıştır[11] Sonunda Osman'ın öldürülmesine yol açan "Fitne olayları" başlamıştır HzOsman'ın hilfatenin ilk altı yılından sonra baş gösteren "Fitne Olayları" olarak tarihe geçen hadiseler, Medine'de Ümeyye Oğullarının hakimiyetinden rahatsız olanların,Kufe'de,vali Said bel As tarafından dile getirilen "Kufe Kureyşin çifliğidir" görüşüne karşı çıkarak Kureyş'in merkezi otoritesini tanımak istemeyenlerin,Mısır'da ise vali İbn Ebî Serh'in icraaından hoşlanmayanların bir anlamda ortaklaşa gerçekleştirdikleri,yer yer dinî duygularla beslenmiş bir harekettirSonunda HzOsman,Medinelilerin gözleri önünde şehit edilmiştir Ümeyye Oğulları,Osman'ın öldürülmesinden,doğrudan,Haşimoğullarını ve Ali'yi sorumlu tutmayı tercih etmişlerdirBu durumun da,kabilecilik anlayışından ve geleceğe yönelik siyâsî yatırım arzusundan kaynaklandığını söylemek mümkündür
bbcc Hz Ali ile Muaviye Arasındaki Mücadele’nin Mezheplerin Doğuşundaki Etkisi
HzOsman'ın öldürülmesinden sonra, HzAli, hilafet makamına getirilmiştir Ancak, Ali'nin, çoğunluğun desteğini almış olmasına rağmen, Müslümanların birlik beraberliklerini sağlamadığını görmekteyiz Muaviye, Şam'da, Ali'ye bey'at etmeyi reddetmiştir Talha, Zübeyr ve Aişe, Osman'ın intikamı adı altında Ali'ye karşı ayaklanmış ve Cemel Savaşı olmuştur Bazı Müslümanlar da, "hangi tarafın haklı olduğunu bilmediklerini" ileri sürerek tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir Muaviye, Osman'ı Ali'nin öldürdüğünü ile sürerek, onun kanını talep adı altında, Ali'ye karşı bayrak açmıştır Şam Ümeyye Camii'nde Osman'ın kanlı gömleği ve karısının kesik parmakları sergilenerek, kitleler Ali'ye karşı ayaklanmaya çağrılmıştır Öyle zannediyoruz ki, Muaviye'nin bu politik tavrının arka planında tarihî Emevî-Haşimî mücadelesinin aranması pek yanlış olmaz Muaviye'nin Osman'ın kanını talep perdesi arkasına sakladığı iktidar hırsı, kabilecilik zemininde, onu iktidara sürüklemiştir Tartışmayı, Ali-Muaviye mücadelesi olarak değil de, kabilecilik zemininde Ali-Osman tartışması halinde yürütmesi, onun politik dehasının ilginç bir ürünü olarak kabul edilebilir Muaviye'nin tavrı, Müslümanları Sıffin Savaşı'nda karşı karşıya getirmiştir Savaş'ın seyri esnasında Kur'an sayfalarının mızrakların ucuna takılması, bir grubun Ali'yi, savaşın sonucunun hakemlere havale edilmesi konusunda zorlaması, Hakem Olayı'nı hazırlamıştır Hakem olayının sonunda, Hariciler adı verilen yeni bir oluşumun başladığını görmekteyiz Bütün bu olaylar, daha sonraki mezheplerin oluşmasında etkili olacak pek çok problemin su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur Büyük günah meselesi, imamet meselesi, amel-iman bütünlüğü meselesi bunların başında gelmektedir Bu dönemde ortaya çıkan siyasî tartışmalar, daha sonra ortaya çıkan mezheplerin bu konularda tavır belirlemelerine yol açmıştır Bu olaylarla ilgili tartışmalar, asırlar boyu Müslümanların kafalarını meşgul etmiştir “Erken dönem idealizasyonu” bu olayların Müslümanları nasıl rahatsız ettiğinin bir göstergesidir Olayları anlayamayanlar, olayların geçtiği dönemi idealize ederek tartışma dışına çekmeye çalışmışlardır Kaos ortamı, Haricîleri, “karizmatik bir toplum” oluşturma noktasına doğru sürüklemiştir
bbd İslâm’ın İnsana Tanıdığı Düşünce Özgürlüğünün ve Kur’ân’ın Bazı Özelliklerinin, Mezheplerin Doğuşundaki Etkisi
İslâm insan için, insanın dünyâ ve ahiret mutluluğu için gelmiş bir dindir İnsanın insanlığını gerçekleştirebilmesi için gerekli olan yüksek evrensel değerler, Kur'an'la insanlığa sunulmuştur Kur'an, insanın Allah'ın halifesi olduğunu bildirmektedir[12] Göklerde ve yerde olan her şey, Allah'ın halifesi olan "insan"ın emrine verilmiştir[13]; insanın madde üzerinde tasarruf hakkı vardır Kur'an, ısrarla,"insan"ın düşünmesini, aklını kullanmasını, ibret almasını istemektedir Düşünen insan, ister istemez farklı görüşlere, farklı değerlendirmelere gidecektir İslâm, hiç bir alanda, insan düşüncesine ket vurmamıştır İnsanın olduğu her yerde, akıl önplanda olmak durumundadır Vahyin muhatabı, vahyi anlayacak olan akıldır İslâm'ın akıllı olan kimseleri, sorumluluk üstlenecek yaşa geldikleri zaman sorumlu tutması boşuna değildir İşte, İslâm'ın akla sınır koymaması, ısrarla insanın düşünmesini, aklını kullanması istemesi, mezheplerin doğuşunda etkili olan hususlardan birisidir Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre, her insanın farklı düşünme, farklı anlama hakkı her zaman vardır İnsanın yapısından, dinin her zaman diliminde yeniden anlaşılma zaruretinden kaynaklanan görüş ayrılıkları, bir zenginlik belirtisidir Bu, insanoğlunun fikrî gelişmesinin, çevresini bir dünya haline getirme arzusunun sonucudur Ancak, görüş ayrılıkları, eleştiriye kapalı bir zeminde kurumlaşmaya başladığı zaman, zenginlik olan farklılıklar, insanların birbirlerini anlamalarını güçleştiren ciddi engeller haline gelebilmektedir Eleştiriye kapalı zeminlerde oluşan düşünce gelenekleri, insanın özgürce düşünmesini, neredeyse imkansız hale getirmektedir Bu durum, düşünce özgürlüğünün kötüye kullanılması demektir Kur'an, insanların kendisine yaklaşması konusunda hiç bir ön şart getirmemiştir Kur'an'a eğilen her insan, kendi yeteneklerine, bilgi birikime, kültürüne göre, ondan bir şeyler anlamak durumundadır Sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için, Kur'an'a "bütüncü bir yaklaşımla" bakmak gerekmektedir Ne var ki,"bütüncü yaklaşım" her zaman kolayca yakalanabilecek bir husus değildir Bu sebepten, bazı Müslümanlar, zaman zaman, bazı Kur'an âyetlerini alarak, onları kendi görüşleri doğrultusunda,yanlış bir şekilde delil olarak kullanma yoluna gitmişlerdir Mezheplerin doğuşunda ve görüşlerinin sistematize edilmesinde bu duruma sıkça rastlamak mümkündür Vahiylerin üslûbu ve Kur'an'da bulunan "müteşabihler" adı verilen ve ancak Kur'an'ın bütünlüğü içinde anlaşılabilecek olan bazı âyetler de, din anlayışında farklılaşmalara sebebiyet vermiştir Kur'an'da "Allah'ın eli", "Allah'ın yüzü" gibi bazı deyimler geçmektedir Bazı müslümanlar, bunlardan hareketle Allah'ın insan gibi elinin, yüzünün ve diğer organlarının bulunduğunu ileri sürmüşler ve buna bağlı farklılaşmaların içine düşmüşlerdir Diğer taraftan, "Kur'an'ın İslâm'ı", evrenseldir; bütün zamanların ve mekanların dinidir İslâm'ın bu özelliği, onun her zaman diliminde, çağın getirdiği birikimden de yararlanılmak suretiyle yeniden anlaşılmasını ve yorumlanmasını bir anlamda zorunlu hale getirmektedir Ne var ki, bu her zaman böyle olmamıştır Müslümanlar, özellikle hicrî üçüncü asırdan sonra, "ictihat kapısının kapandığı" ya da "ictihat yapacak ehil kimselerin bulunmadığı" şeklinde birtakım İslâm'ın özü ile bağdaşmayan görüşlerin arkasına sığınarak, İslâm'ın evrenselliğine zarar veren anlayış biçimlerinin içine düşmüşler ve belli bir zaman diliminde oluşan anlayış biçimini evrenselleştirerek daha sonraki asırlara taşıma yoluna gitmişlerdir Böylece İslâm,anlayış planında, kısmen de olsa dondurulmuş olmaktadır İslâm'ın belli bir zaman diliminin özelliklerine göre şekillenmiş olan anlaşılma biçimi, sadece o dönem insanını mutlu kılabilir Bunu diğer asırlara taşımak, ister istemez, dinin özü ile bağdaşmayan çarpık oluşumlara yol açmaktadır Çünkü, dondurulmuş olan anlayış biçimi, sosyal değişme olgusu ile izah edilebilecek yeni oluşumlar karşısında yetersiz kalmak durumundadır İslâm'ın belli bir dönemi ilgilendiren anlaşılma biçiminin dondurulmuş olması, hem itikat alanındaki zenginleşme sürecini durdurmuş, hem de İslâm'ın hayatla bütünleşme, insanı mutlu kılma imkânını azaltmıştır Böylece, İslâm alimlerinin muayyen bir zaman diliminin özelliklerine göre biçimlenmiş olan görüş ve düşünceleri de tabulaştırılır hale gelmiştir Bir âlim ne kadar büyük olursa olsun, içinde yetiştiği kültürün ürünü olmaktan öteye gidemez Tabu haline getirilen görüş ve düşünceler de, bir yandan gelecekteki daha sağlıklı olması muhtemel oluşumları engellerken, diğer yandan da, İslâm'ın anlayış planında insan fıtratı ile uyumunu zedelemeye başlamıştır Sonunda, "Kur'an'ın İslâm'ı"ndan ayrı bir Müslümanlık ortaya çıkmıştır Başka bir deyişle, İslâm ve Müslümanlar, örtüşme noktaları pek de fazla olmayan farklı alanlarda kalmıştır İslâm, bir din olarak HzPeygamber'in sağlığında tamamlanmıştır Böylece, insanlığın din ihtiyacını karşılamak durumunda olan evrensel ilkeler, tartışılamayacak bir biçimde yerlerini almıştır Ne var ki, tarihi akış içerisinde Müslümanlar, İslâm'ın evrensel ilkelerini esas alarak, içinde yaşadıkları zaman dilimine göre, vahyî öze uygun anlayış biçimini geliştirmeye çalışacakları yerde, hayatın bütün ayrıntılarını bir anlamda dinleştirmişlerdir İnsana özgü olan,zamana ve zemine göre değişmek durumundaki birtakım ayrıntıların din haline getirilmesi, zamanla, şartların da zorlamasıyla, dinin özüyle uyum sağlayamayan oluşumlara yol açmıştır
bbe Mezheplerin Doğuşunda İslam’ın Geniş Bir Coğrafyaya Yayılmasının ve Başka Kültür- Medeniyetlerin Etkileri
Kültürel etkileşme, insanın sosyal bir varlık oluşunun getirdiği sonuçlardan birisidirTarih boyunca,güçlü kültür ve medeniyetler,daima zayıf kültür ve medeniyetleri etkisi altına almıştırBunun yanında,bir kültüre ait birtakım motifler,zaman zaman,hem başka kültürleri etkilemiş,hem de o kültürün içinde bazı yeni oluşumlara yol açmıştırMezheplerin oluşumunda kendisini gösteren farklılaşmaların bir kısmı da muhtelif kültür unsurlarının etkisiyle vücut bulmuştur İslâm Mezheplerinin doğuşuna etki eden kültür unsurlarını ararken, işe, Cahiliyye dönemi Arap kültüründen başlamakta fayda vardır İslâm dini, doğuş döneminde arap kültüründen gelen,İ slâm'a aykırı olan unsurları dışlamış; fakat, İslâm'a ters düşmeyenler konusunda, ya sessiz kalmış ya da onu benimsemiştir İslâm'ın dışladığı unsurlardan bir kısmı zamanla tekrar etkin olmaya başlamıştır Meselâ kabilecilik İslâm'ın hoş görmediği, reddettiği bir kültür unsurudur Buna rağmen, HzPeygamber'in vefatını müteakip ortaya çıkan olaylarda hemen,yeniden etkisini hissettirmeye başlamıştır HzOsman'ın halife olmasıyla birlikte,bu kabileciliğin bütün ağırlığı ile tekrar su yüzüne çıktığını görmekteyiz Hariciliğin doğuşunda en önemli etkenlerden birisi olan "Kureyşin Merkezî otoritesine tepki"[14] , bu kabilecilik anlayışının ilginç ve değişik tezahürlerinden birisidir Bazı araştırıcılar,Hariciliğin doğuşunda etkili olan sebeplerden birisi olarak "Bedevî Arapların yerleşik hayata geçiş sürecinde karşılaştığı güçlüklerden" sözetmektedirler[15] Bu durum da bize, yine İslâm Öncesi Arap kültürünün izlerinin hatırlatmaktadır Diğer taraftan,Arapların tarihî kabilecilik anlayışına bağlı olarak ortaya çıkan siyâsî olaylar, Arapların diğer kavimlere üstten bakışları de ister istemez,yeni müslüman olanların muhtelif alanlarda birtakım farklılaşmaların içine girmelerine sebep olmuştur İslâm'ın geldiği ortamda,özellikle Medine'de yaşayan Yahudiler ve bunların sahip oldukları bir Yahudi kültürü vardırİslâm'ın yayılma sürecinin hızlanması ile birlikte, anlayış planında Yahudi kültürünün fevkalâde etkili olduğunu görmezlikten gelmek mümkün değildir Hızla yayılan İslâm,bir yandan oturma sürecini devam ettiriken,diğer yandan da o dönemin üç büyük medeniyeti olan Mısır,Roma ve Sasanî medeniyeti ile yüz yüze gelmiştir Bilhassa hicrî ikinci asırdaki mezhebî oluşumlarda,bu üç medeniyetin de derin izlerini bulmak imkan dahilindedirHer şöyden önce,İslâm'ın yayılması ile birlikte,bu üç medeniyete mensup insanlar müslüman olmuşlardırBunlar,eskiden mensup oldukları dine ve kültüre ait unsurları,ister istemez din anlayışlarına yansıtmak durumunda kalmışlardırHicrî ikinci asırda tarih sahnesine çıkan Şiîlik,daha çok Sasanî medeniyetinin ve Fars kültürünün izlerini taşımaktadır Şia'nın imamet nazariyesinin temelinde,"yarı tanrı kral" kültünün yattığı söylenebilir Bu kültürde varolan karizmatik lider anlayışı, HzAli'nin ve soyundan gelen imamların yanılmaz, hatasız, günahsız mâsum kimseler oldukları şeklinde ifadesini bulmuştur Şiilikteki "ızdırap çekme" motifinin de Hıristiyan kültürüyle irtibatlandırılması mümkün gözükmektedir Öte yandan, gerek Şiilikte,gerekse Sünnî anlayışta kendisini gösteren Mesih-Mehdi inancının da, daha çok Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan etkilenerek şekillendiğini söylemek, pek yanlış olmasa gerektir Çünkü, Kur’ân’ın inanç esası olarak belirlediği hususların arasında, bir “mesih-mehdi” inancı yoktur Kur’ân, kendisinin “mehdî” olduğunu belirtmektedir Diğer taraftan, mezheplerin doğuşunda, iktisâdî ve coğrafî amillerin de etkili olduğu bilinmektedir İktisâdî unsurlar, tarihin her döneminde,sosyal hayatın tabiî akışında etkili olmuştur
c Mezheplerin Genel Çerçevede Kur'ân'a Bakışları
Din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşmaları sonucu oluşan mezhepler, içinde yaşanılan sosyo kültürel ortamın etkisiyle, özellikle inanç noktasında diğer Müslümanlardan kendilerini ayıran hususları zamanla önplana çıkartmışlardır Mezheplerin doğuşuna yol açan farklılaşmaların başlamasında, Kur'ân'ın insan aklına tanıdığı geniş hareket alanının, Kur'ân'ın birtakım özelliklerinin etkili olduğu kuşkusuzdur Düşünen insanlar, ister istemez bazı konuları farklı anlayacak, farklı yorumlayacak ve farklı değerlendireceklerdir Ancak, Kur'an, ısrarla, insanların bilmedikleri şeyin ardına düşmemelerini[16] zanla hareket etmemelerini, konuştukları zaman delillere dayanmaları gerektiğini hatırlatmaktadır Kur'ân, samimiyetle kendisine yaklaşanları bir ölçüde terbiye etmekte, onların keyfî hareketlerini sınırlamaktadır Bu doğrultuda düşünecek olursak, düşünen Müslümanların Kur'ân'la organik bağları devam ettiği müddetçe, farklılaşmaların kurumlaşmasına yol açacak oluşumlardan ister istemez uzak kalacağını söyleyebiliriz Çünkü Kur'ân, insanları hep birden "Allah'ın ipine sarılmaya çağırmaktadır[17] Kur'ân, insanların serbestçe düşünmelerine imkân sağlayan, ancak görüş ayrılıklarının kurumlaşmasını, insanların birbirlerine düşman hale gelmelerini önleyen, evrensel boyuta sahip bir zemin hazırlamıştır Teorik olarak, Kur'ân'a yaklaşıldıkça, derin görüş ayrılıklarının en aza inmesi gerekeceği söylenebilir Ne var ki, aynı Kur'ân'a inanan Müslümanlar, Kur'ân'ı bile kendi görüşleri için delil olarak kullanmaktan pek çekinmemişlerdir Görebildiğimiz kadarıyla, Müslümanlar, inanç ve gönül dünyâlarını Kur'ân'a göre şekillendirecekleri yerde, Kur'ân anlayışlarını kendi görüşleri ve arzuları istikâmetinde şekillendirmeyi tercih etmiş gibidirler Mezheplerin Kur'ân'a bakışları da, daha çok kendi görüşlerinin genel çerçevesinde şekillenmiştir Bütün mezhepler, hangi zaman diliminde ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar, kendilerini HzPeygamber dönemiyle irtibatlandırabilmek için çok özel bir gayret sarfetmişlerdir Mezheplerin lehinde veya aleyhinde HzPeygamber'e bir şeyler söyletme gayreti bunun çarpıcı bir delilidir HzPeygamber'in sağlığında ne Hariciler, ne Şia, ne Mu'tezile, ne Mürcie vardır Fakat, bu mezheplerin taraftarları, kendilerinin hak mezhep olduklarını ispatlayabilmek için, ya da karşılarında yer alan mezheplerin bâtıl mezhep olduklarını gösterebilmek için, HzPeygamber'e birtakım sözler söylettirmekten geri durmamışlaradır Diğer taraftan, hemen hemen bütün mezhepler, kendi görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyabilmek, düşünce ve davranışlarını meşruiyet zeminine oturtabilmek için, çok rahat bir şekilde Kur'ân'ı kullanmışlardır Bu durumun, bir fıkradaki, namaz kılmayışını Kur'ân'la temellendirmek isteyen, "Kur'ân, namaza yaklaşmayın (lâ tekrabu's-salah) buyuruyor" diyerek delil bulmaya çalışan, âyetin devamının okunması istendiğinde "Ben hafız değilim" diyen zihniyete çok benzediğini belirtmekte fayda vardır

Alıntı Yaparak Cevapla