Prof. Dr. Sinsi
|
10.000 Teorisi Ve Big-Bang'in Çöküşü Makale
Kâinattaki her varlık orijinaldir Kendine-has varlıkları vardır Hiçbir şey başka bir şeyden oluşmamıştır ve türememiştir
Gerçek şu ki, Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah'ın kitabında on ikidir Bunlardan dördü haram aylardır İşte dosdoğru olan hesab budur…(Tevbe 36)
Âyette de açıkça belirtildiği gibi ayların sayısı sonradan belirlenmemiştir Ayların sayısı yer ve göklerin (göklerden maksat tüm kâinattır) yaratılışının ilk-ânında da onikiydi Bilindiği gibi aylar deveranını her zaman şaşmaz bir dakiklikle yaparlar Bu durum güneş sisteminin şaşmaz düzeninden dolayı böyledir Bu düzen sayesinde her “ay”, mevsimini ve bulunacağı zamanı şaşırmaz Âyetin dediğine göre bu deveran yerin ve göklerin ilk yaratıldığında da böyleydi Ayların sayısının oniki olması, dünyanın konumunun, hızının, yörüngesinin vs her şeyinin özel durumundan dolayıdır Farklı döngülerde “oniki” sayısının çoğalma yada azalma durumu söz-konusu olurdu Ya da ayın günleri uzun yada kısa olacaktı Yâni dünyanın özel konumu ayların sayısının oniki olmasını sağlıyor Burada dikkat edilecek husus; bu özel durumun, göklerin ve yerin, dolayısıyla da kâinatın ilk yaratılışında da aynı olduğudur Buradan çıkan sonuç ise şudur: Güneş sisteminin ve dünyanın konumu ve genel durumu kâinatın ilk yaratıldığında da aynı idi Ayların sayısının ilk yaratılışta da, şu-anda da oniki olması güneş sisteminin orijinalliğini koruduğunu gösterir Güneş sistemi nasıl orijinalliğini koruyorsa, kâinat da ilk yaratıldığı gibi orijinalliğini koruyor demektir Kâinat hiçbir zaman şu-anda gözlemlendiğinden daha farklı bir resim vermemiştir Bu da kâinatın aşama-aşama değil, bir-anda idrak edemeyeceğimiz bir mucizeyle yaratıldığını gösterir İlk yaratıldığı gibi orijinal, ilk yaratıldığı gibi saf, ilk yaratıldığı gibi muhteşem bir şekilde 
Kur’an-ı Kerim’in musikisinde müthiş bir uyum vardır Bu uyum, harflerin mükemmel dizilişinden kaynaklanır
Henning de, Kur'an'ın ibareleri, lafızları ve harflerinin musikisi konusundaki araştırmasıyla, bu ses ve ahenk bütününün, titiz bir şekilde hesaplanmış bir senfoni oluşturduğunu ve bunun da onda ifade edilen anlamla uyum içerisinde olduğunu ortaya koymuştur “Bu senfoninin notaları arasındaki ilişki ve notaların yeri o kadar düzenli ve hassastır ki, yapılacak en küçük bir değişiklik ondaki ahengi ve ritmi açıkça hissedilir tarzda bozacaktır” der Bu aynen; kâinatın düzeninde oluşacak olan en ufak bir düzensizliğin onu kaosa doğru sürükleyeceği gibi bir durumdur Zaten kâinatın içinde bulunan tüm komplekslikler bu kompleksliğini kâinatın kompleksliğinden alırlar
Demek ki, kâinatın düzeni yâni varlığı çok hassas bir sınırdadır Bu hassas sınırın odak noktası ise İNSAN’dır Dolayısı ile, insan yoksa kâinat yoktur “Dünyada Allah diyen varoldukça kıyamet kopmaz” sözü de bu iddiayı destekler mahiyettedir Kısacası insan; şimdilerde (2009) çok büyük paralarla kurulan tesislerde, yoğun çalışmalarla aranan, atomun odak parçacığı ve maddenin temel yapı-taşı olduğu sanılan “Higgs Bozonu” gibidir Her şey o’nda düğümlenir Çünkü; “insan kâinatın iz-düşümüdür” (yada tam tersi) Zaten insanın bulunmadığı bir kâinat ne işe yarar ki? Allahualem
Bir de çok fazla üzerinde durmak istemediğimiz şöyle bir düşüncemiz var: Şu-anda okuduğunuz yazının mutlak bir gerçekliği olmadığı gibi, kâinatın da mutlak bir gerçekliği yoktur Kendine has bir gerçekliği vardır tabi ki de Ama bu gerçeklik mutlak bir gerçeklik değildir Çünkü Allah’tan başka mutlak bir gerçeklik yoktur Bir yazı insanda nasıl bir etki bırakırsa, kâinat da insanda öyle bir etki bırakır Burada aslolan nokta, mutlak bir varlığı olmasa da o şeyin bıraktığı etkidir Bu etki öylesine yoğundur ki, biz o şeyi “mutlak gerçek” zannederiz Gerçek olan şey, “ol” ve “öl” emirleridir Ve biz de diyoruz ki; bu iki emrin arasında geçecek olan zaman ortalama 10 000 sene olacaktır Evet; kâinatın mutlak bir gerçekliği yoktur Mutlak gerçekliği olmayan şeyler için ise, ânında “ol”ma ve ânında “öl”me vardır Aynen televizyonda olduğu gibi; açarsınız; kapatırsınız Evet; kâinat sadece bir imajdır
Bu sürecin ortalama 10 000 yıl olması gerektiğinin nedeni; Kur’an’ın, Hz Adem’i, ilk peygamber ve ilk insan olarak tanıtmasıdır, (Zümer 6, Nisa 1, En-am 98, A’raf 189) Hz Adem’den bu yana geçen süreç Tevrat’a göre 7 000 yıl civarındadır İlk tarımın yapıldığı tarih 10 000 yıl, ilk pulluğun kullanıldığı tarihin 5 000 yıl olması, (M Ö 8500’lerde Bereketli Hilal’de ortaya çıkan ilk çiftçiliğin, Orta Avrupa’ya yayılması ancak M Ö 5000 yıllarında gerçekleşebilmiştir ) ilk insan göçlerinin 10 000 yıl önce başlaması, dünyanın en eski yerleşim yeri olarak bilinen Çatalhöyük”ün yaşının 9 000 yıl olması vs gibi nedenler gösterilebilir Ayrıca, karbon 14 metodu ve diğer metodlarla yapılan zaman belirleme ölçümlerindeki çelişkilerdir Karbon 14’ün yarılanma ömrü 5730 yıldır Bu durumda Karbon 14 metodu en fazla 11 460 yaşında olan bir organizmada, o da %20 hata payıyla ölçülebilir Yarı-ömür belirlenerek yapılan hesaplamalar, olasılık hesaplarıdır
Stephen Hawking, “Bebek Evrenler ve Kara-delikler” adlı eserinde şöyle der:
“Din”ler, evrenin oldukça yakın geçmişte yaratılmış olduğunu savunur Kökenimizin yakın zamana dayandığı düşüncesini desteklemek üzere kullanılan bir gerçek, insan soyunun kültür ve teknolojide açıkça evrimleşmekte olmasıdır Şu işi ilk olarak kimin gerçekleştirdiğini veya şu tekniği kimin geliştirdiğini anımsarız Böylece şu tez çalışır: O kadar uzun süredir var-olamayız, aksi takdirde hali-hazırda şu-anda olduğundan çok daha fazla ilerlemiş olurduk ”
10 000 yıllık bu zaman dilimi bize çok yakın geldiği için bu süreyi kısa bulabiliriz fakat, 15 milyar yıllık bir yaş düşünüldüğünde ve biz bu sürecin ikinci milyar yılında yaşadığımız kabûl edildiğinde de geçen iki milyar yıl bize az gelecektir İnsanlar, kendilerine bir sorumluluk yükleyecek zamanı uzağa atmayı severler Bugün 15 milyar yıl olarak belirlenen süreç, güçlü teleskopların çıkmasıyla, yeni hesap teknikleriyle vs uzayabilir Zaten biraz geriye baktığımızda da bu sürecin kademe-kademe uzadığını görürüz Şeytanın bu uzaklaştırma taktiğine kanmayalım Çünkü bu teori bizi donuklaştırıyor Bizi, “içi geçmiş”, “kof” hale getirdi Müslümanların canlılığını yitirmesine neden oluyor Çünkü Müslümanları diri tutan en önemli unsur, kıyamet/ahiret unsurudur Big-Bang teorisine biçilen 13 7 milyar yıllık çok uzun olan bir zaman dilimi insanlara, özellikle de Müslümanlara “uzak” düşüncesini psikolojik olarak telkin ediyor Tabi ki “başı uzak olan bir sürecin sonu da uzak olur” düşüncesi böylece alttan-alta yerleşmiş oluyor Bu “uzak görme” unutmaya sebep oluyor Sonunda da kıyamet/ahiret gerçeği unutuluyor Unutulunca da… olan oluyor
Uzak-tanrı tasavvuru insana ahireti unutturur Ahireti unutmak yeniden dirilişi unutmaktır Yeniden dirilişi unutmak tek-dünyalı olmaktır Tek-dünyalı olmak materyalist olmaktır Materyalist olmak hırçınca yaşamaktır İşte bütün Allah’sız teoriler gibi Big-Bang teorisi de, insanlara hırçınca yaşamanın yolunu gösteriyor
Belirlenen bu uzun zaman süreci sadece Big-Bang teorisi için geçerli değildir O evrenin genel materyali için de geçerlidir Zamanla kâinattaki galaksiler ve yıldızların sayısı 1 milyon, 10 milyon, 1 milyar, 10 milyar, 100 milyar, 200 milyar ve en sonunda 400 milyarlara kadar gelmiştir Bu rakamların nereye kadar gideceği de belli değildir Güçlü teleskop ve tarayıcıların gelişmesiyle de bu sayı zamanla artacaktır Çünkü sınırı bilinmeyen bir alan için söylenecek bütün sözler ve rakamlar mutlak-doğru olamaz Bakın değişmez bir kanundur; “niteliği bilinmeyen şey hakkında sonsuza kadar nicelik üretilir” Tarif etmek istediğiniz şeyin niteliğini bilmiyorsanız, sonsuza kadar nicelikler üretmek zorunda kalırsınız Bu değişmez bir formül ve kuraldır Sonuçta da; “o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir” âyeti tecelli eder
Bilim tarihine bakınca tüm teorilerin zamanla tamamen değiştiğini görürüz Mesela yüzyıllar boyunca bilim-adamları tüm gezegenlerin arzın çevresinde dolaştığına inanıyordu Bu, Ptolemy'nin yer-merkezli evren kuramıydı Sonra Kopernik'in Güneş-merkezli sistemi ortaya çıktı Bu sistemin doğru, Ptolemy sisteminin ise yanlış olduğunu kabûl etmek kolay olmadı Bilim dünyasını, gezegenlerin güneş çevresinde döndüğüne inandırmak ancak Kopernik, Galileo ve onları izleyen bazı bilim-adamlarının çetin uğraş ve kavgalarıyla olanak kazanmıştır
Newtoncu yaklaşımda, kozmolojinin bittiği zannedilmişti Şimdi de Big-Bang’ci yaklaşımla bu yapılmaya çalışılıyor Kıyamet kopmadan hiçbir şey bitmez
Pozitif-bilim anlayışı bilim-tarihini kendi açısından yeniden yazdırmaktadır Bilimsel faaliyeti, “aynı zihniyetle yapılan” sürekli bir faaliyet, sürekli bir ilerleme olarak ortaya koyarlar Tarihte bir-çok şeyler değiştiği gibi, bilimsel doğrular da değişmiş, bilimsel devrimler olmuştur Tarihte bilimin sürekli bir ilerlemesi yok; kesintiler, kopmalar, dönüşümler, birbiriyle çatışan bilim görüşleri vardır
Bilimin özünde tartışılabilirlik ve yanlışlanabilirlik özelliği vardır Yâni bilim, mutlaktan bahsedemez, ancak varsayımlardan bahsedebilir
Bilim-adamlarının bilim konusunda metodları nedir? Dünyada başka bir bilim-anlayışı yok mu ve olamaz mı? Bazı durumların keşfinde doğru bir metoda sahip olabilmek, felsefeden, bilimden veya diğer yeteneklerden daha önemlidir
Bilim-adamlarının evreni açıklamak için söylediği şeyler, kâinatın mutlak-açıklamaları değildirler Yeterli bir açıklamayı ancak “Mutlak Olan” yapabilir Çünkü bir şeyi mutlak-anlamda açıklamak istiyorsak, o şeyi mutlak bir şekilde kapsamamız gerekir
|