10-24-2012
|
#4
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Şiir Kokusu (İsmet Özel)
“KÂBE ARABIN OLSUN, ÇANKAYA BİZE YETER”
Batı tesirindeki Türk edebiyatı Tanzimatla başlayıp günümüze geldi Ben bundan önce Bursa Tüyap'ta yaptığım konuşmamda Kemalettin Kamu'nun bir şiiriyle bir başka şiiri arasında bir kıyaslama yaptım Dedim ki: "Bakınız ‘Kâbe Arabın olsun, Çankaya bize yeter’ mısralarının sahibi aynı zamanda nasıl bir şiirin de yaratıcısıdır Burada bir duygu yoğunluğunda bir faz farkı olduğunu işaret ettim Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda ya da cumhuriyetin kurulmasına giden süreç başladığında… Bu ifadeyi sehven, yanlış kullanıyorum Çünkü cumhuriyet, Türkiye'de kurulmamıştır, Türkiye'de cumhuriyet ilan edilmiştir Yani cumhuriyetçi bir akım sonunda varılmış değil Her neyse Bu olaylar peşpeşe gelirken insanlar bir duyarlılık taşıdılar ve bu duyarlılık şiirle bir şekilde dışa vurdu Bu dışa vuruşun çok parlak bir örneği bize İstiklal Marşı olarak doğdu Şimdi size istiklal marşı olmak üzere yarışmaya katılan metinlerden bir tanesini okuyacağım Bu, Kemalettin Kamu'nun önerdiği metin Bunun üzerine konuşacağız
Gözyaşına veda et ey güzel Anadolu
Hakkını korur elbet Türk'ün bükülmez kolu
Cenk ederiz genç koca bugün değil yarın da
Yadımız ağladıkça İzmir ezanlarında
Hakk yolunda kan olur dünyalara taşarız
Ya şerefle vurulur ya efendi yaşarız
Her gün yeni bir hile arkasından satıldık
Her gün yeni bir dille yurdumuzdan atıldık
Yeter ey Kâbe'mizi elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi yolumuzdan yalanlar
Hangi alçak el alır el zinciri boynuna
Kim Yunan'ı bırakır Türk kızının koynuna
Bakınız eğer yarışmada kazansaydı biz milli marş olarak bunu söyleyecektik Bu şiir kazanmadı ve gördüğünüz gibi bugün bizim istiklal marşı olarak bildiğimiz şiirin bundan her bakımdan farkı çok bariz değil mi? Ama bizi bu konuşma dolayısıyla ilgilendiren şu: Bu İstiklal Marşı adayı olan şiirin şairi daha sonra ne yazmıştır? “Kâbe Arabın olsun, Çankaya bize yeter” Ama bakın burada, 1921’de ne diyor: “Yeter ey Kâbe'mizi elimizden alanlar ”
Demek ki şairin öyle Kâbe’yi vermek diye bir derdi yok O, o kadar yoğun bir acıya kendisini kaptırmış ki Kâbe’nin kaybıyla mutlaka telafi edilecek bir şeyin olması gerektiğini hissediyor "Kâbe Arabın" olsun derken "Boşver Kâbe’yi" demiyor Böyle bir şey madem gerçekleşti, bunun yerini tutacak bir şey mutlaka icat etmeliyiz endişesi var Ve tabi ki biraz tebessümlere yol açan bir şey de var: "Kim Yunanı bırakır Türk kızının koynuna" Şimdi bu da çok önemli bir şey Ne bakımdan önemli?
Bizim İstiklal harbimiz eğer o gün düvel-i muazzama diye bilinen unsurlara karşı yenilmek durumunda kalsaydı, başarı şansı çok düşük bir çatışma olacaktı İstiklal harbinin başarıya kavuşmasında en büyük etken Ermenilerin ve Rumların, Türklerin efendisi olacağına dair işaretlerin belirmesidir Türkler İtalyan, Fransız, İngiliz hâkimiyetine -maalesef bunu söylemek çok ağır gelen bir şey ama- pek o kadar ses çıkaracak durumda değillerdi Ama Rum ve Ermeni sultasında olmayı asla içlerine sindiremeyecek bir psikoloji taşıyorlardı Bu, İstiklal harbinin süratle organize olmasına büyük bir katalizör olmuştur
Şimdi bütün bunların biraz önce söylediğim insanlığın kaderi ve insanlığın kaderi hakkındaki tasavvurla bağını anlamamız lazım Yani bu öyle mücerret, günlük hayatınızda karşılığı olmayan bir hadise değil Bilakis bu, insanlığın kaderi ve insanlığın kaderi hakkındaki tasavvurumuz meselesini yaşadığımız gündelik şeylerden, günbegün yaşadığımız şeylerden tecrit ederek bizi hem aldatıyorlar hem etkisiz bırakıyorlar
Meselemiz çok yakın bir dertle bağlantılı Nedir o yakın dert? Türkiye Cumhuriyeti devleti varlığını devam ettirecek mi, ettirmeyecek mi? Bu birçoklarına fantezi gibi görünebilir Size şunu söyleyeyim ki bugün Ortadoğu haritasında Lübnan diye bir devlet var Ama “Sahiden Lübnan diye bir devlet var mı?” diye sorsak, meseleye birazcık yakın olanlar tebessüm edeceklerdir Yani Türkiye'nin yok olması böyle bir yok olma da olabilir Ki bunun içindeyiz, bu olay oluyor Türkiye'nin yok olması ve Türkiye'nin şiiri arasındaki bağlantı kafamızı kurcalayabilir Meselenin aslı şudur: Biz bu ülkede yaşayan insanlar, bu toplumun insanları, dünyada antik çağlar sonrasında çözüm arayışlarının bir sonuca bağlandığı kültürün devamı olan insanlarız Antik çağlar dediğimiz şey ne? Mesela Rönesans, adını nerden alıyor? “Yeniden doğuş” diye tercüme ediliyor ya, Rönesans, adını antik dönemin ruhunun yeniden doğuşundan alıyor Yani Avrupa tarihine ilişkin tarihlememizde periyodik bölünme göz önüne alındığında -biliyorsunuz- bir Ortaçağdan bahsedilir Bu Ortaçağ neyin ortası? Antikite ile modern çağın ortası Böyle bir varsayım, böyle bir kategorizasyon söz konusu İşte Avrupa tarihinde Yeniçağ bir ufku işaret eder Yani “biz tekrar antik çağdan aldığımız destekle antik çağın şaşaasına denk düşen bir gelecek inşa edeceğiz” fikri, Rönesans ile birlikte hayatiyet kazanmıştır Bu aynı zamanda bugün karşımıza piyasa ekonomisi adı altında çıkan temayülün hızını kazandığı olaydır Daha kestirmeden bir ifadeyle: Kapitalizm bir bakıma Avrupa'nın ümidi olarak hayat bulmuş bir yaklaşımdır Peki bunun bizim yaşadığımız ülke ile alakası ne? Bizim yaşadığımız ülke ile alakası şu: 14 yy İtalyan site devletlerinde kapitalizmin temellerinin atıldığı sırada, bizim yaşadığımız topraklarda Osmanlı devletinin de temellerinin atıldığı zamandır Böylece bugün dünyada piyasa ekonomisi ve piyasa dışı ekonomi diye bir ayrım yapılabiliyorsa, bu ayrım 14 yy’da bizim yaşadığımız topraklar ile Avrupa arasındaki ayrım olarak ilk belirtilerini ortaya koymuştur Biz dünyada dünyanın kaderi itibariyle aranan yolların aranmasına gerek olmayan bir kısmını temsil ediyoruz Yani dünyada kapitalizm dışında bir hayat tarzı olabilecekse, bunu bizim yaşadığımız topraklar oldurmuştur zaten “Olabilecekse” diye bir şey aramaya lüzum yok Bu nedenle de 1918 yılına kadar bu varlık etkisini kaybetmemiştir
|
|
|