Prof. Dr. Sinsi
|
Felsefe-Yeryüzünde Bir İnsan/Orhan Hançerlioğlu
Usun ve bilincin özü, ancak toplumsal (içtimai, sosyal) karakteriyle kavranabilir Bilincin ortaya çıkabilmesi ve görevini yapabilmesi için, doğal yaşambilimsel temelinin yanısıra, toplumsal koşullar (toplumsal yaşam ve insan toplumu) da gereklidir İnsan bilinci karakteri itibariyle toplumsaldır İnsanın toplumsal ilişkilerinden, toplumsal yaşamından ve hareketliliğinden soyutlanmış olarak ortaya çıkamaz Bir çocuk, ancak bir insan topluluğu içinde yaşayarak, bir insan olabilir" (İbid, Bilim Yayınları, Engin Karaoğlu çevirisi, s 53-5)
İnsanın özü, tek başına bir bireye özgü ve soyut bir şey değil, toplumsal ilişkilerinin tümüdür Bu gerçek, genel olarak insan konusunda herhangi bir akıl yürütmeyi gereksiz ve olanaksız kılar İnsan, bütün insanlığın gelişmesinin bir ürünüdür (Nasıl ki bir elma da, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür) İnsan, toplumsal soyunun, yüzbinlerce yıllık deney ve bilgi mirasına sahiptir
İnsanbilim (antropoloji), doğal varlıklar içinde insanın özelliklerini içgüdüler, dil ve düşünce, teknik, us ve eylem alanlarında da en ince ayrıntılarına kadar incelemiş ve bilimsel gerçekler ortaya koymuştur
İnsanı insan eden, kendine özgü içgüdüleri midir? 
Bu sorunun karşılığı kesindir: Hayır Önce, içgüdülerin, şimdiye kadar sanıldığı gibi psişik değil, fizyolojik oldukları anlaşılmıştır İçgüdü, bir düşünce işi değil, bir beden yapısı işidir Her hayvan türü için başka olan davranış biçimleri, hayvan fizyolojisini biçimlendirip, soydan soya geçerek içgüdü haline gelmişlerdir İçgüdüler öğrenilmezler ve deneme yoluyla kazanılmazlar Dahası var, içgüdüsel davranışlarla öğrenilmiş davranışların gelişmeleri birbirleriyle ters orantılıdır Öğrenebilen hayvanların içgüdüleri, öğrenebildikleri oranda, azalmaktadır Bu anlamda, insan denilen varlıkta hiçbir içgüdü bulunmamaktadır
İçgüdü, belli bir olay karşısında belli bir davranıştır Düşmanını görmek, hayvanı ya bağırtır, ya kaçırtır, ya da düşmanına saldırtır İnsanınsa ne türlü davranacağı belli değildir, daha doğrusu ne türlü davranacağı o anda içinde bulunduğu sosyal, ethik ve entellektüel koşullara bağlıdır Bağırmak, kaçmak, saldırmak şöyle dursun, insan –eğer o anda işine öyle geliyorsa– düşmanını yanaklarından öpebilir Ama, içinde, gene de hoş olmayan bir duygu kıvranır İnsanın içgüdüsü işte bu kadarcıktır ve pek güçsüzdür Onu fizyolojik bir davranışa sürükleyemez
İnsanın soydan gelen içgüdüsel davranışlarının yerini, zeka ile ilgili plastik (birbirleriyle kaynaşabilen) davranışları almıştır İnsanın, içgüdüleri değil, içgüdü kalıntıları olan içtepileri (ilcaları, impuls’leri) vardır İnsanın özelleşmiş organları olmadığı gibi, özelleşmiş davranışları da yoktur
Bilincin ortaya çıkabilmesi ve görevini yapabilmesi için, doğal yaşambilimsel temelinin yanısıra, toplumsal koşullar (toplumsal yaşam ve insan toplumu) da gereklidir İnsan bilinci karakteri itibariyle toplumsaldır İnsanın toplumsal ilişkilerinden, toplumsal yaşamından ve hareketliliğinden soyutlanmış olarak ortaya çıkamaz Bir çocuk, ancak bir insan topluluğu içinde yaşayarak, bir insan olabilir" (İbid, Bilim Yayınları, Engin Karaoğlu çevirisi, s 53-5)
İnsanın özü, tek başına bir bireye özgü ve soyut bir şey değil, toplumsal ilişkilerinin tümüdür Bu gerçek, genel olarak insan konusunda herhangi bir akıl yürütmeyi gereksiz ve olanaksız kılar İnsan, bütün insanlığın gelişmesinin bir ürünüdür (Nasıl ki bir elma da, elma ağacının değil, bütün bir doğanın ürünüdür) İnsan, toplumsal soyunun, yüzbinlerce yıllık deney ve bilgi mirasına sahiptir
İnsanbilim (antropoloji), doğal varlıklar içinde insanın özelliklerini içgüdüler, dil ve düşünce, teknik, us ve eylem alanlarında da en ince ayrıntılarına kadar incelemiş ve bilimsel gerçekler ortaya koymuştur
İnsanı insan eden, kendine özgü içgüdüleri midir? 
Bu sorunun karşılığı kesindir: Hayır Önce, içgüdülerin, şimdiye kadar sanıldığı gibi psişik değil, fizyolojik oldukları anlaşılmıştır İçgüdü, bir düşünce işi değil, bir beden yapısı işidir Her hayvan türü için başka olan davranış biçimleri, hayvan fizyolojisini biçimlendirip, soydan soya geçerek içgüdü haline gelmişlerdir İçgüdüler öğrenilmezler ve deneme yoluyla kazanılmazlar Dahası var, içgüdüsel davranışlarla öğrenilmiş davranışların gelişmeleri birbirleriyle ters orantılıdır Öğrenebilen hayvanların içgüdüleri, öğrenebildikleri oranda, azalmaktadır Bu anlamda, insan denilen varlıkta hiçbir içgüdü bulunmamaktadır
İçgüdü, belli bir olay karşısında belli bir davranıştır Düşmanını görmek, hayvanı ya bağırtır, ya kaçırtır, ya da düşmanına saldırtır İnsanınsa ne türlü davranacağı belli değildir, daha doğrusu ne türlü davranacağı o anda içinde bulunduğu sosyal, ethik ve entellektüel koşullara bağlıdır Bağırmak, kaçmak, saldırmak şöyle dursun, insan –eğer o anda işine öyle geliyorsa– düşmanını yanaklarından öpebilir Ama, içinde, gene de hoş olmayan bir duygu kıvranır İnsanın içgüdüsü işte bu kadarcıktır ve pek güçsüzdür Onu fizyolojik bir davranışa sürükleyemez
İnsanın soydan gelen içgüdüsel davranışlarının yerini, zeka ile ilgili plastik (birbirleriyle kaynaşabilen) davranışları almıştır İnsanın, içgüdüleri değil, içgüdü kalıntıları olan içtepileri (ilcaları, impuls’leri) vardır İnsanın özelleşmiş organları olmadığı gibi, özelleşmiş davranışları da yoktur
|