Prof. Dr. Sinsi
|
Gelenekçilik Ve Modernlik
Bu aranış; ritmin, mecazların, mazmunların, biçim ve biçem yakınlıklarının yanı sıra iç dünyaya, sezgiye, mistisizme yahut tasavvufla yoğrulan bir şiir evrenine sokuluş bağlamında da karşımıza çıkmaktadır Sözgelimi Âsaf Hâlet Çelebi; mistik eğilimlere, İran ve hatta Hint felsefesine bilinçli bir çaba ve tutumla ulaşan bir şair olarak öne çıkmaktadır Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu’nun kimi şiirlerinde modern mistik tecrübenin izdüşümlerine fazlasıyla rastlanabilmektedir Ebubekir Eroğlu da bu şiirsel çevrinin içinde değerlendirilebilecek şiirlere imza atmıştır İlk kitaplarından sonra, Hilmi Yavuz’un da tasavvufun istiareli dilinden yararlandığı; hatta Paulo Coelho’nun romanda yaptığını menkıbevi söylem ve söyleyişler üzerinden şiirde gerçekleştirmeye çabaladığı iddia edilebilir Nihat Hayri Azamat, Ali Günvar gibi şairlerin de tasavvufi şiirin öncülerine öykündükleri fakat bu eksende yeni ve sürdürülebilir bir dil yakalama konusunda çok da başarılı olamadıkları söylenebilir
Tartışmaların hemen yanında boy veren aranışların, söz sanatları alanında da gelenekten etkilendiği söylenebilir Şiirin bütün tür ve dönemlerinde kullanılan ve çok bilinen söz sanatlarının yanı sıra “tehzil”, “tazmin” gibi sanatların Orhan Veli’den Can Yücel’e kadar birçok şair tarafından boy ölçüşme, şakalaşma, dünya görüşünü eleştirme gibi çeşitli amaçlarla kullanıldığı görülebilmektedir Sözgelimi, Mevlânâ’nın Mesnevi’sinin başında yer alan ve “kamışlıktan koparıldığı için ayrılıktan yakınan ney”i hatırlayalım Divan edebiyatının imge ve anlatım olanaklarını simgeci bir şiirle örtüştüren Ahmet Haşim’de bu “ayrılıktan yakınma” olgusu, “Göllerde bu dem bir kamış olsam” dizesine bürünecektir Orhan Veli’nin yazdığı “Bir de rakı şişesinde balık olsam” dizesi, buna şaka yollu bir naziredir Can Yücel, dizeyi aslına döndürürken şakayı elden bırakmaz: “Göllerde bu dem kılkamış olsam”
1940’lı yıllarda, edebiyat ortamında yeni ya da yıkıcı bir anlayışla öne çıkan Garip şiiri, kendinden önceki bütün edebi birikime tepkisel yaklaşır Garipçiler, gelenekten kopuşun şiirini ortaya koymak için uğraşırlar Bununla birlikte onların da zaman zaman gelenekten kopamadıkları, Divan ve Halk şiirinden yararlandıkları görülür
Şiire klasik tarzda gazeller yazarak başlayan Âsaf Hâlet Çelebi, şiirlerinde eski şiire özgü imge, kahraman ve motifleri sıkça kullanır Âsaf Hâlet Çelebi’nin şiiri Garip’le bağlantılı olmanın yanında ‘soyut’ niteliğiyle İkinci Yeni’ye de kimi yönlerden kaynaklık etmiştir Ardından Behçet Necatigil’in, Divan şairleri gibi yoğun bir söyleyiş ve mükemmel bir istif arayışı içinde eski şiire bağlanan bir tutum ve izlekle de ilgilendiği söylenebilir
İkinci Yeni ile Türk şiiri farklı boyutlar kazanmaya başlar Divan şiiri, gelenek ve modernizm tartışmaları, bu yıllarda tekrar ve yoğun bir şekilde gündeme gelir Onat Kutlar, 1959’da İkinci Yeni’yi kastederek Yeni Bir Divan Şiiri mi? başlıklı bir yazı yazar ve İkinci Yeni şairlerini, Divan şiiri muhipliği yapmakla suçlar İlginçtir ki aynı Onat Kutlar, 1981’de Peralı Bir Aşk İçin Divan adlı bir kitap yayımlayacaktır
Divan edebiyatının biçim özelliklerini ve edasını / havasını yeni bir içerikle kullanan şairlerin başında şüphesiz Attila İlhan ve Turgut Uyar adlarına rastlarız Âhenk, ritim, gönderme ve alıntıların yanı sıra gazel, murabba, muhammes biçimli şiirler vardır kitaplarında İkinci Yeni’nin önde gelen şairlerinden Turgut Uyar, 1970’te adı Divan olan ve içinde modern şiirin gereklerini gözeterek yazılmış gazeller, kasideler, naatlar, münacatlar bulunan bir kitap yayımlayınca bazı eleştirmenler şairi oldukça sert ifadelerle eleştirirler Bunlardan biri olan Asım Bezirci, daha önce Osmanlı geleneğine yaslanmanın saçma olduğunu iddia eden Uyar’ın, bu yönelişini tuhaf, yersiz ve tutarsız bulur ve kitabını kötüler Kemal Tahir ise şairin çabasını över ve bu kitabı epeyce geç kalmış bir dönüşün önemli belirtilerinden biri sayar
Şiirini Batılı / modern bir kanona oturtmaya çalışan İlhan Berk de 1968’de Âşıkane adıyla yayımlanan kitabında modern gazeller yazarak gelenekten yararlanır Asım Bezirci, onu da “ölmekte olan bir edebiyatı diriltmek”le suçlayacaktır
Hasan İzzettin Dinamo, “toplumcu gazeller” yazmaya soyunan bir şair olarak göze çarpar bu dönemde Daha sonraları da Metin Altınok, “gazel” olarak adlandırdığı birçok şiirinde, gazelin uyak biçimini ödünç alır
Cumhuriyet dönemi şiirinde, Divan edebiyatı nazım biçimlerinden en çok kullanılanı rubaidir şüphesiz Yahya Kemal ve Arif Nihat Asya’nın geleneksel edayı boşlamayan bir yaklaşımla kaleme aldıkları rubailerin yanı sıra aralarında Nazım Hikmet, Ataol Behramoğlu gibi isimlerin de bulunduğu çok sayıda şair bu tür şiirler yayımlayacaktır Bu arada, Hasan İzzettin Dinamo’nun Tuyuğlar adını verdiği bir kitabının da olduğunu yeri gelmişken zikretmiş olalım
Diğer taraftan Ahmed Arif, Enver Gökçe, Gülten Akın, Cahit Külebi, Hasan Hüseyin, Yaşar Miraç, gibi isimlerde Halk şiirinin, folklorun biçim ve içerik yönünden kimi etkilerini, izdüşümlerini görmek mümkündür Türkü, koşma, ağıt, ilahi ve destanların, aruzdan heceye geçiş ve Garip döneminde etkili olduğu söylenebilir Orhan Veli’nin Pireli Destan, Melih Cevdet’in Karacaoğlan’ın Bir Şiiri Üstüne Çeşitlemeler adlı şiirleri, bu konuda hemen akla gelebilecek örneklerdendir
Daha önce değindiğimiz Behçet Necatigil, şiir serüveni boyunca geleneğin evine sokulmaktan asla geri duymayan bir şairdir Onun şiirinin özelliklerinden biri de eksik bırakılmış dizelere, dizelerden eksiltilmiş sözcüklere yer vererek okurun şiiri yeniden yorumlamasına olanak sağlamasıdır Bu tutum; Necatigil şiirinde öne çıkan çekingen, tutuk, ürkek, itilip kakılan insan tipine de denk düşmektedir Yutkunan, kekemeleşen, diyeceğini tam olarak dışa vuramayan bir öznenin sesi dolaşır onun birçok şiirinde Bu, Divan şiirindeki söz sanatlarından biri olan kat’ sanatının yeniden yorumlanışı olarak da düşünülebilir “Sözü, etkisini artırmak amacıyla, devamı kendiliğinden anlaşılacağı ve susmanın söylemekten daha etkili olacağı bir noktada kesmek” şeklinde özetleyebileceğimiz bu söz sanatını Necatigil; dize sonlarında olduğu kadar dize içlerinde de kullanmış görünmektedir
Bu bağlamda sosyal konulara açılan yola bireysel inceliğini serpiştiren Gülten Akın’ın verimleri, şiirle ilgisini sonradan tazeleyen Ahmet Oktay’ın ürünleri ile Ülkü Tamer şiirinin de dikkate değer bir seyri vardır Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Şeyh Galib’e Çiçekler başlığıyla Hüsn ü Aşk veznini gözeterek yazdığı şiirler bu çerçevede değerlendirilebilir Ülkü Tamer, her kitabında, dönemin belli özelliklerini iyi işlenmiş örneklerde yansıtmış, son ürünlerinde ise Halk şiirinin sesine ve mahallileşmeye dönmüştür
Cahit Zarifoğlu, yaş ve kuşak olarak o dönemdeki şiir dilinin olgunlaştığı yerde söz almıştır Ancak, öncülerin bıraktığı yerden değil, başladığı yerden başlamış gibidir İlk şiirlerinde bile özgün bir şiir için gerekli sese ve tekniğe sahip olduğu söylenebilir Öyle ki Turgut Uyar ve Edip Cansever’in ilk kitaplarında bulunabilecek geçiş döneminden izler taşımaksızın, tariflerden değil şiirden yola çıkmıştır İçsel olmaktan, manevi olmaya doğru bir çizgi yansıtan eserinin bütününde, Sezai Karakoç’un prizmasından serpilmiş bir iklim hakim olmuştur
Söz buraya gelmişken Yakup Kadri’nin, Peyami Safa’nın ve Tanpınar’ın romanlarını hatırlamak da yararlı olacaktır Özellikle Tanpınar’ın yazdıklarına bakıldığında şunları söylemek mümkündür: Tartışma konuları farklı kültürel temellerden gelmekte, tartışmalar aynı kültürleri işaret etmekte; ama aynı tartışmalar farklı kültürlerin üst düzeyde temsilcileri arasında olmaktan çok aynı kültür ortamında yetişmiş insanlar arasında geçmektedir Benzer şekilde; birçok yapıtında yozlaşmayı eleştiren, Doğu-Batı çatışmasına merkezî bir yer ayıran ve geleneksel değerleri öne çıkaran Peyami Safa’nın Divan edebiyatına “işkembe-i kübra edebiyatı” diyerek yaklaşması da en azından ilginçtir
Postmodernizmle birlikte, tüm dünyada egzotizm merakını yedeğine almış seküler bir eksende temellendirilen metafiziğe yönelik bir ilgi de gözlemlenecektir Bu akımdan Türk şair ve yazarları da etkilenmiştir Özetini verdiğimiz tartışmalar da bu atmosferde devam etmekle birlikte artık tavsamıştır Özellikle postmodernizmin önerdiği ve içselleştirdiği rölatif dünyaya, Divan edebiyatının, geleneğin ve tasavvufun bazı ilke ve motifleri kimi zaman boca edilircesine aktarılmıştır Bu durum, postmodernizmden çok aslında bir eklektizm olarak da değerlendirilebilir Eklektik tutumda bütünü oluşturmuş gibi görünen ögeler birbirlerine eklemlenmiş değil, eklenmiştir Ögeler arasındaki yan yanalık ilişkisi belirleyicidir ve her öge bir başınalığını korur, bizi sürekli asıl dizgesine götürür Eklektik bir bütünde ögeler tam da bu doğal konumlarından ötürü hiçbir çatışma üretmeyebilirler Farklılıklar böylece silinir, eski–yeni, seçkin–sıradan her şey aynı değer düzlemine çekilerek büyük ölçüde eşitlenir
Roman ve hikâyenin yanı sıra şiirde de gelenekle modernizmi sentezlemeye çalışan ya da yapıtlarına gelenekten biçim ve içerik özellikleri aktaran, bu eksende yeni bireşim ve duyarlık örgüleri geliştiren çok sayıda şairden söz edilebilir Bedri Rahmi Eyüboğlu, Arif Nihat Asya, M Âkif İnan, İsmet Özel, Metin Altıok, Erdem Beyazıt, Ebubekir Eroğlu, Ali Günvar, Enis Batur, Arif Ay, Hüseyin Ferhat, İhsan Deniz, Murathan Mungan, Necat Çavuş, Süleyman Çobanoğlu, Ömer Erdem, Yücel Kayıran gibi sayısı çoğaltılabilecek farklı kuşak ve eğilimlere sahip çeşitli şairlerin yazdıklarına bu gözle bakıldığında çok kapsamlı ve zengin ipuçlarına ulaşılabilecektir
Düşünsel ve toplumsal altüst oluşların, dünya görüşlerinde meydana gelen fay kırıklarının arttığı bir dönemde, “gelenek” şiirin ve daha genelde edebiyatın hem başını ağrıtmaya hem de çeperlerini genişletme konusunda katkıda bulunmaya devam etmektedir
II- TAHA İLE MONNA ROSA ARASINDA SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİ
Türkçe şiirde, geleneğe belli bir bilinç ve birikim eşliğinde yaklaştığı kabul edilen sanatçılarda da dört başı mamur bir bütünlükten söz edilemez Bu konuda en diri poetikayı geliştiren ve kalıcı / sürdürülebilir örnekliklerle düşüncelerini görünür kılmaya çalışan şairlerde de muhkem bir çerçeveye, anlamlandırıcı bir “hükümler mecellesi”ne rastlanması zordur Şiirin kendine özgü evereni ve kaliteleri düşünüldüğünde, belki de bu oldukça lüks bir beklentidir
|