Yalnız Mesajı Göster

Gelenekçilik Ve Modernlik

Eski 10-24-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Gelenekçilik Ve Modernlik




Walter G Andrews, modern Türk şiirinde, birbirinden farklı izleklere sahip olarak geçmişle / gelenekle mikro ilişkiler geliştiren üç şairden söz etmektedir Ona göre Sezai Karakoç, Attila İlhan ve Hilmi Yavuz; modern Türk şiiri içinde “Osmanlı kültürüne ait moleküler çoğullukları birbirlerinden farklı üsluplarla yersizyurtsuzlaştıran ve kendi öznel yaratımlarıyla yeniden yerliyurtlulaştıran” şairlerdir Sezai Karakoç, Osmanlı kültürünün metafiziğini, dinsel özelliklerini öne çıkarmıştır Attila İlhan; isyancı ve devrimci pratiklerini, siyasi boyutunu tevarüs etmiştir Hilmi Yavuz ise bu kültürün şiirine ait verili gösterge rejimlerinin altında yoğun duygusal anlam tabakaları keşfetmek suretiyle dil ve duygu dünyası üzerinde yoğunlaşmıştır

Sezai Karakoç, hakikat medeniyeti kavramıyla, aşkın ve değişmeyen bir merkeze yönelmiştir Onun bu arzusu, Osmanlı kültürünün tüm olumsuz tarihini görmemesine / yok saymasına da neden olacaktır Hakikat medeniyeti, eski kültürün çok güçlü ve daima olumluluk içeren imajıdır Karakoç’un bu kültürel birikim ile kurduğu mikro ilişki, bu olumlu imaj üzerinden gerçekleşmektedir

Attila İlhan, Osmanlı kültürünün olumsuz niteliklerini de görür Bu eksende göze batan baskı ve zulüm, onun devrimci karakterini harekete geçirir Osmanlı’da var olan isyancı ve muhalif pratiklerle kendi sol-devrimci karakteri arasında bir karşılıklılık görmesi, İlhan’ın Osmanlı kültürü ile kurduğu mikro ilişkinin niteliğini gösterebilir

Hilmi Yavuz ise, belli bir döneme kadar, Osmanlı yaşayış ve kültürüne rengini veren tüm merkezî içeriği reddeder Yavuz, despotik anlam rejimlerinden kaçmak için bilinçli olarak belirsiz bir üslup geliştirmeye çalışacaktır Çünkü bu belirsizlik, çok katlılığa birlik üzerinde bir imtiyaz tanıyacaktır Bu durum, Yavuz’un merkezileşmiş olana, yani anlamlandıran rejime olan karşıtlığını gösterir; ama bu karşıtlık doğrudan değil, bu merkezileşmiş anlamla bire bir yüz yüze gelinmeden gerçekleştirilir Osmanlı şiiri aynı zamanda bir bakış ya da ima edip geçme şiiridir ve Yavuz, Osmanlı şiirinin bu niteliğiyle de ilişki kurar Başka bir deyişle isyan, ima edilip geçilir Hilmi Yavuz da Karakoç ve İlhan gibi, modern dönemde bir duygusal eksiklik, boşluk hissi görmektedir Fakat o, onlar gibi bir kurtuluş projesi önermez Bu boşluk hissinden kalkarak, Osmanlı kültürünün yeniden canlanmasını önermez Onun bir hakikat medeniyeti yoktur Çünkü Yavuz’un şiirinde mistik, ruhsal ilişkilerin biçimlendiği, çok katlı, zorunlu olmayan ve herhangi bir bütünleştirici bir programa eklemlenmeyen, aksine ona direnen, başkaldıran, özgürleşen geçici ittifaklar vardır

Eski şiirin dünyasıyla kurulan ilişkiler açısından Sezai Karakoç’a baktığımız zaman, kültürel altyapı bakımından da daha geniş bir temelden geldiğini görürüz Modern şiirde “İkinci Yeni”nin en “yeni”, en “özgün” şairlerinden biri olarak kabul edilen Sezai Karakoç; şiirini süreç içerisinde İslâm düşüncesine ve duyarlılığına daha fazla bağlayarak, Necip Fazıl’dan bu yana kırılan ‘fay’a eklemlenmiştir

Sezai Karakoç’un edebi projesi, klasik İslam kültürünün imge ve mecazlarını modern bir şiir anlayışı çerçevesinde yeniden yorumlayarak onları çağdaş edebiyata kazandırmak ve böylece siyasi projesini edebi alanda da gerçekleştirmektir Bu açıdan bakıldığında aslında Sezai Karakoç, Nazım Hikmet’e de bir cevaptır

Karakoç’un; ilk şiirlerinde, modern şiirin gerçeküstü ögeleriyle kaynaşan, şaşırtıcı, çarpıcı benzetme ve imgelerle yeni şiirin özelliklerini taşıdığı söylenebilir Biçim, bu şiirde fazlasıyla ön plandadır İlk çıkışındaki şaşırtıcılık zamanla yerini düşünceyi öne çıkaran, geleneği modernize eden bir tavra dönüşmüştür İkinci Yeni’nin imge, izlek, eğretileme gibi yazınsal ögeleri İslâmcı söyleme eklenmiştir Bu yöneliş, aynı çizgide tutunmaya çalışan birçok şairi de etkilemiştir Etki alanı bugünkü modern şiirin içine dek uzanmaktadır İslâmî duyarlılık ve söylem içinden köklenen pek çok şair için, Sezai Karakoç’un şiiri örnek alınabilir ve yeniden üretilebilir durumdadır

Sezai Karakoç’un, metafizik kaygıları da kimi yönlerden Necip Fazıl’a bağlanabilir Ancak bu iki şair arasında çok önemli ayrımlar da vardır Necip Fazıl’da son kertede geleneğe evrilen şiirsel yapı, Sezai Karakoç’ta yerini yenilikçi bir tutuma bırakmıştır Zira Karakoç, modern Türk şiirinin en önemli atılımı sayılan İkinci Yeni ile bir kanal açmıştır şiirine Ece Ayhan’a göre “başlangıçtaki ilk anlamıyla Sezai Karakoç ve Cemal Süreya”dır İkinci Yeni Turgut Uyar da Edip Cansever de ara kuşaktandır; başlangıçta ikisi de Garip şiirinin etki alanı içindedir Oysa Sezai Karakoç ve Cemal Süreya, Garip şiirini atlayarak İkinci Yeni’nin merkezinde yer almışlardır Bu, İkinci Yeni’nin ilk örneklerini verirken de böyledir, poetikasını oluştururken de Sezai Karakoç, 1960’ta kaleme aldığı Yeni-Gerçekçi Şiir: İkinci Yeni adlı yazısında, İkinci Yeni hareketinin evrendeki insanı aradığını; ama bulmaya niyeti olmayan bir hareket olduğunu belirtir: “Bir pasaj, bir bulvardır bu akım Forum daha sonra gelecek, metropol daha sonra olacak Bir imar olayı olmaktan çok, bir istimlâk olayı yani bu şiir Yer yer akıl dışına kaçar, düşlerinde gezinir

Sezai Karakoç, bu şiirin ‘metafizik ve mistik’ yönünü şiirinin merkezine yerleştirmiştir Bu şiirin gerçeküstü yönüne dikkat çekmiştir: “Hz İsa, canı sıkıldığı için din icat etmiş bir adamdır bu şairlere göre; Sent-Antuan gökte don gömlek dolaşır; ‘Sayın Tanrı’, günah çıkartan, daha doğrusu günah sayan, günah numaralayan bir papazdır!” İkinci Yeni şairleri, ülkede ve dünyada olup bitenlere bireyin optiğin bakarken, Karakoç, Doğulu ve Müslümanca bir zaviyeden yaklaşmaktadır

1953-1959 yılları arasında yazdığı şiirleri içeren Körfez’de, Garip şiirine hiç uğramadan doğrudan İkinci Yeni şiirinin ilk örneklerini buluruz Yeni bir şiir diline atılan ilk adımları görürüz “Merhamet, mahşer, ruh, evliya” gibi sözcüklerin yanı sıra “anne, çocuk, balkon, sevgi” sözcüklerinin bağdaştırmalarıyla kurulan şiirler yer almaktadır bu kitapta “Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden” türü soyutlamalar yeni bir şiir dilini haber vermektedir

Körfez’deki şiirlerin öncesi de vardır 1951’de Rüzgâr, 1952’de Yağmur Duası, yine aynı yıl Monna Rosa-I yayımlanmıştır İlk kez şiire çoksesli bir boyut katan, derinlik taşıyan sözcükler girmektedir Sezai Karakoç, İkinci Yeni’nin bu ilk yıllarında şiirdeki yenilenmenin parıltılı adıdır

1960’larda Karakoç’un şiir dilindeki ayrışma belirginlik kazanır Köpük adlı şiiri, dinsel anlatılarla örtüşen bir içeriğe yönelirken; biçim, sözcüklerin istiflenişi gibi yönlerden İkinci Yeni’ye bağlanmaktadır Ayrışma, Sezai Karakoç’un şiirlerinin merkezine dinî motifleri, eski kültürü, kökü tarihe dayalı içeriği yerleştirmesiyle başlamaktadır

Kitaplarına girmeyen bazı ilk şiirleriyle birlikte Monna Rosa’yı, yazılışından 46 yıl sonra kitaplaştırdı Sezai Karakoç Bu ilk şiirler ne Garip’ten ne hececilerden ne de gelenekçi çizgiden izler taşımaktadır Batı şiiriyle dirsek teması olan şiirlerdir bunlar Bazı bölümler, Baudelaire şiirinin yapısıyla benzerlikler içermektedir Metafizik kaygılar henüz dinsel bir şiire evrilmemiştir “Ellerinden belli olur kadın”, “Bir bakışın ölmek için yetecek”, “Yağmurlardan sonra büyürmüş başak” gibi gövdeleşen hayata, sevgiliye ilişkin aşk duyarlığı ön plandadır Tutkulu bir yüreğin çığlıkları duyulur dizelerde:



Göğsüme siyah bir gül takacağım

Batan güne doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım

Bu tür dizeler, umutsuz bir aşkın sonucunda intihara dönüşen insanın trajiğine işaret etmektedir ki uzantılarını 1980 sonrası şiirde de bulmak mümkündür

Sezai Karakoç’un şiiri için, İkinci Yeni’nin kurucu şairiyken bile metafizik sorunsalı temel alan bir şiir denebilir Nitekim “Benim şiirim; aşk, hürriyet, arayış ve ölüm gibi varolmanın dinamitlendiği noktalardaki trajik espriyi, irrasyonele, absürde bulanmış ‘Mutlak’ı zaptetmektir” derken, İkinci Yeni’yi salt dilsel bir serüvene indirgeyen tutumdan farklı düşündüğünü belirtmektedir şair

Ece Ayhan “Sezai Karakoç sürmeli gözleriyle bir başına ve yalınayak yürümeyi seçti kızgın çöllerde, pingponglu bir aşk kırgınlığı onu Mecnun kıldı Monna Rosa şiirini hemen hemen bütün Boğaziçi Üniversitesi’ndekiler çok severler Kafasındaki kıza ihanet etmemek, derviş olmak için hiç evlenmedi” derken, onun yaşam biçimine de dikkat çekmektedir Köpük şiirinde geçen “Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun” dizesindeki çocuğun tutkulu aşkıdır Monna Rosa

Karakoç şiirinin iki temel ekseni, izleği vardır Bir ucu ile eski İslâm şiirine, bir yönüyle de çağdaş Batı düşüncesine ve şiirine uzanan bağlardır bunlar Karakoç’un gelenekle ilgili düşünceleriyle T S Eliot’ın düşünceleri arasındaki benzerlikler hemen dikkati çekecek niteliktedir Hıristiyan kültürünün Batı edebiyatlarında önemli bir kaynak olduğunu bilen Karakoç, Batılı kimi sanatçıları andıran bir tavırla İslâm’a ve geleneğe yönelir Bunu yaparken çok da seçici davranmaz İbn Arabî ile Gazalî arasında bir ayrım gözetmez sözgelimi Şiir anlayışında da bu alanda bir yeri olan ve çok farklı gibi duran kollara yakınlık duyar Mevlânâ’yı da Yahya Kemal’i de, Mehmet Âkif’i de Necip Fazıl’ı da sever Hatta Karakoç, bu dört farklı şahsiyetin bir terkibi gibidir Ona göre Cumhuriyet döneminde şiirin aktüel kaygısını ve sosyal görevini Âkif’ten alınan ilhamla, tarihe ve geleneğe dayanan yanını Yahya Kemal şiirindeki tutumla, hakikat ve varoluş, hayat ve ölüm, zaman ve ebedilik temalarını gıda edinmiş ruhun yeryüzüne çektiği çizgiyi Necip Fazıl’ın şiirinden izleyerek yenilenebilecektir edebiyat anlayışı

Karakoç bir yazısında, gelenekten yararlanma konusunda şunları söylemektedir: “Şair gelenekledir ki başka bir zamanda yaşar, geçmiş şairler onunla çağdaş, o geçmiş şairlerle çağdaş olmuştur Onlarla diyalog kurmuştur Bir tür alışveriş başlamıştır

Yeni şiirin, eski edebiyatın süreklilik gösteren yönlerinden yararlanarak mükemmelliğe ulaşabileceğini belirten Karakoç, görüşlerini şiirlerinde de uygulama gayreti içinde olmuştur

Hem düşünce ve duyarlık alanındaki hem de şiir atlasındaki yırtıkları bir diriliş aşısıyla dikmek, onarmak ve bu eksende bir uygarlık tasarımı ortaya koymak istemiştir Sezai Karakoç Fakat gelinen noktada o yırtıktan, Karakoç’un yarım asırdır kaçtığı bir Monna Rosa silueti sökün etmiş; dirilişi çiçeklendiremeyişin hüznünü gidermek ve yeni zamanlarda şairi teselli etmek Monna Rosa’ya kalmıştır

Bu durum kuşkusuz, Taha için postmodern bir darbe ya da en azından postmodern bir sürprizdir

1 Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995

2 Asım Bezirci, İkinci Yeni Olayı, Evrensel Kültür Yayınları, İstanbul 1996

3 Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları-1, Diriliş Yayınları, İstanbul 1982

4 Nurullah Çetin, Yeni Türk Şiirinde Geleneğin İzleri, Hece Yayınları, Ankara 2004

5 Attila İlhan, İkinci Yeni Savaşı, Bilgi Yayınları, Ankara 1996

6 Walter G Andrews, Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı, (Çev Tansel Güney), İletişim Yayınları, İstanbul 2000

7 Ebubekir Eroğlu, Modern Türk Şirinin Doğası, YKY, İstanbul 2005

8 Muhsin Macit, Gelenekten Geleceğe, Akçağ Yayınları, Ankara 1996

9 Abdülbaki Gölpınarlı, Divan Edebiyatı Beyanındadır, Marmara Kitabevi, İstanbul 1945

10 Cevat Akkanat, Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002

11 Ali K Metin, Sezai Karakoç: Medeniyet Davasının Şairi, Kökler, nr 11, Ankara 2006

12 Necati Tonga, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında Divan Şiiri Tartışmaları ve Gelenekten Faydalanma, 2007

13 Osman Özbahçe, İkinci Yeninin Doğuşu, Kökler, nr 11, Ankara 2006

14 Alphan Akgül, Oktay Rifat Şiirinde “Saray İstiâresi”nin Yeniden Üretimi, Pasaj, nr 3, s 201-223

ALİ EMRE






Alıntı Yaparak Cevapla