Prof. Dr. Sinsi
|
Dilimize Sadakat|Makaleler-Denemeler
Arapça ve Farsça kelimelere dokunulmaması gerektiğinin altını çizmiştir
Dile büyük ehemmiyet veren Atatürk, Türk Tarih Kurumu ile beraber Türk Dil Kurumu’nu da kurdurdu Söylevlerinde de engin kelime hazinesini ortaya koyan Atatürk, dil konusunda ilk resmi araştırmaları da başlatmıştır Ancak sadeleşme konusunda ahenkten uzaklaştırılması neticesinde Türkçe’de fakirleşme başladığı gibi halkımızın daha az kelime ile meramını dile getirir hale düşmesi, düşünce sistemini etkilediği gibi nesiller arasında anlayış problemi yaratmıştır Türkçe’nin başına gelenler sırf bunlarla sınırlı olmayıp yeni dalga yabancı dil hegemonyası ile dilde yozlaşma ayrı bir tehdit unsuru niteliği taşımaktadır 8 asırda yazılan Göktürk Kitabelerinde yer alan Bilge Kağan Anıtında şu sözler çok manîdardır; ‘’… Türk, Oğuz beyleri, milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti? Türk milleti, vazgeç, pişman ol!  ’’
Şimdi de dilimizi tehdit eden unsurları inceleyelim:
1)Arapça ve Farsça Unsurların İstilâsı: Selçuklular dönemi içinde özellikle Farsça’nın tesiri fazlası ile hissedilmeye başlanmıştır Arapça ve Farsça unsurlar Selçuklu saraylarında itibar görmesine rağmen halk arasına daha inememiştir Bu unsurların tam işgali 16, 17 ve 18 asırda zirveye çıkmıştır Selçuklu hakanları Melikşah’la beraber isimlerini dahi Farsçalaştırmışlardır Örneğin ilk hanlar sırası ile Selçik, Aslan Yabgu, Tuğrul ve Çağrı, Alpaslan, Kılıçaslan iken Gıyasettin Kayhüsrev, Alaattin Keykubat’a dönüşmüştür Yine Osmanlı Türkiyesi’nde Alp Gündüz, Ertuğrul, Ataman iken yerini özellikle de son dönemlerde koyu (geleneksel olmayan) Arapça isimler olan Abdühamit, Abdülaziz, Abdülmecit’e bırakmıştır
Arapça’nın etkisi Kur’an ve diğer dini kaynakların dili olması ile olmuştur Ancak Arapça hiçbir zaman Farsça’nın yerini tutamamıştır Farsça’nın ağırlığı ise birçok nedenledir Bunlar arasında İran’ın Türklerin komşusu olması ve Pers memleketinin Türklerin göç yolları üzerinde bulunması, Farsça’nın edebî yönünün daha ağır olması (örneğin Türkçe’deki çiçek adları Farsça’dır) ve özelikle de Türklerin İslâmiyeti Persler’den öğrenmiş olması Farsça’yı özel kılmıştır Hatta birçok dini kelime de Farsça’dan geçmedir Farz-ı misâl namaz, peygâmber, câmi, hoca gibi kelimeleri sayabiliriz
İlk zamanlarda İslâmiyeti kabul eden Türkler ve Persler haricindeki halklar Arapça’nın etkisiyle Araplaşmışlardır buna örnek olarak Kuzey Afrika topluluklarını gösterebiliriz
Asırlardır Türk dili ile haşir neşir olan Arapça ve Farsça unsurlardan birçoğu Türkçeleşerek Türkçe’nin ayrılmaz bir parçası olmuştur Bu kelimelerin birçoğu da orijinal manalarını yitirerek Türkçe anlamlar kazanmışlardır Ancak son dönemlerde hız kazanan Öztürkçeleşme adı altında Türkçe’nin altı oyularak Arapça ve Farsça unsurlar ve tamlamalar atılmaya çalışılmıştır Yeni dönemde ilk ve orta öğretim kitaplarında uyduruk kelimelerle Türkçe sığlaştırılmaktadır Örneğin ‘’cümle’’ yerine ‘’tümce’’ diye bir tabir uydurulmuştur Bu kelime ile halk arasında deyimleşen sözlerimiz vardır; örneğin, ‘’cümleten hoş geldiniz’’ yerine ‘’tümceden hoş geldiniz’’ demek ne kadar hoş olacak ya da ‘’sürç-i lisan, iade-i ziyaret’’ sözlerini ne ile ikâme edeceğiz?
Evet, vakt-i zamanında yüzyıllar boyu yavan bırakılmış, kaderine terkedilmiş dilimiz bunun yerine Arapça ve Farsça unsurlarla ikâme edilmiş! Ancak bu böyle olmuş diye yüzyılları inkâr etmek ne kadar kâbildir? Kaldı ki; bu unsurların birçoğu da dilimize mâlolmuştur
Bereket versin o zamanda okuma-yazma oranının düşük olması dilimizi yok olmaktan kurtarmıştır ve birçok yabancı unsurlar da böylece halkın süzgecinden geçerek Türkçeleşme imkânı bulmuştur Şimdi yapılması gereken mazî ve atî arasındaki köprüyü yıkmamak, bağı koparmamak için dil ile oynanmaması gerektiğidir Bu köprüyü muhafaza etmek için orta öğretim kurumlarında ve yüksek öğretimde Osmanlı Türkçesi seçmeli ders olarak verilmelidir Bir İngiliz vatandaşı asırlar evvelinde yaşamış olan Şekspir’i okuyabilmektedir Oysa biz ne Fuzuli’yi ne Baki’yi okuyabiliyoruz ne de anlayabiliyoruz!
2)Uyduruk Kelimeler-Uydurukça: Türkçe’yi sadeleştirme adı altında devam eden bu hareketin içinde iyi niyetli yaklaşımlar olduğu gibi sırf yeni bir dil ve yeni bir nesil yaratma gayesini güden hareketler de vardır Dilde sadeleşme yönünde kısmen başarı sağlanmış olmasına rağmen Türkçe büyük zararlar da görmektedir Örneğin bilgisayar, okul, öğrenci, öğretmen gibi kelimelerin ve Moğolca’dan alınan –sel ekinin oturmasına karşılık Latince’den geçerek Türkçeleşen baba kelimesinin yerine uydurulan doğurtkaç gibi kelimeler gülünç bir hâl yaratmıştır Yine ‘’edebiyat’’ kelimesinin yerine ‘’yazın’’ diye bir tabir yerleştirilmeye çalışılıyor Şimdi ‘’edep’’ sözcüğü ile başlayan san’atsal bir isme ‘’yazın’’ gibi yalın, anlam kargaşasına yol açacak ve basit bir kelime nasıl ikâme edilebilir? Ancak bununla da kalınmayarak ders kitaplarına giren birçok uyduruk kelimeler halkın süzgecinden geçirilmeden tepeden, basma-kalıp bir şekilde empoze edilerek çocukların beynine şırınga edilmesi büyük zararları beraberinde taşımaktadır Öztürkçe adı altında yapılan bu faaliyet Türkçe konuşan ülkemizde alternatif bir dil yaratma gayesini taşıyor sanki? Bir yandan Türkçe’deki kelime kıyımı devam ederken öbür yanda dilbilgisi kuralları da hiçe sayılarak uydurulan kelimeler yüzünden halkımızın düşünce dağarcığına gem vurulduğu gibi kökleri ile olan bağları da baltalamaktadır
Bu konudaki düzenlemeler Türkçeleşen ve kalıplaşan Arapça ve Farsça asıllı kelimelere dokunulmadan ve ancak yeni tanımlama gerektiren ‘’şeyler’’ için alt yapısı hazırlanarak yapılması büyük önem taşımaktadır Yine ‘’Türkistan’’ isminin ‘’istan’’ eki (yurt) Farsça, ‘’türkü’’ kelimesinin ‘’ü’’ye dönüşmüş olan ‘’î’’ (özgü) eki Arapça, ‘’Muhammet’’ adının Türkçe’ye dönüşmüş hâli ‘’Mehmet’’ ve daha birçok vilâyet, kaza ve ülke adları Eski Anadolu Medeniyetlerinden tutun da Latince, Yunanca, Arapça ve Farsça asıllı olup Türkçeleşmiştir Örneğin; Giresun, Ankara, Antakya, İstanbul, Samsun, Şanlıurfa, Mardin, Anadolu, Trakya vs Şimdi Öztürkçeciler kalksın da bu işin içinden çıksınlar bakalım? Onun için Öztürkçeciler tehlikeli bir oyun oynamaktadır Asıl olan bu işin, ehline yani millete bırakılmasıdır Ne diyor üstat Muharrem hoca, ‘’dil canlı bir varlıktır’’! Onun için dilimizi öldürmeyelim! Yine bu konu ile alâkalı Mehmet Kaplan bir örnek vermektedir; Arapça kökenli ‘’akıl’’ kelimesi ile ilgili yirmiden fazla deyim olduğunu ileri sürerek ve akıl kârı, akıl vermek, akıl satmak, akıl almak gibi deyimleri vurgulamakta Şimdi bunun yerine Eski Türkçe olan ‘’us’’ kelimesinin canlandırmaya çalışmanın akıl kârı mı olduğunu sormaktadır?
Ayrıca yeni dil yaratma gayesi yeni kuşakları köklerinden koparacağı gibi asırlardır aynı dili ve kelimeleri kullanan akraba topluluklara ve kültürel birlikteliğimiz olan diğer milletlere karşı da yabancılaşmayı getirecektir Kısacası bu kıyım kültürel yabancılaşmayı yani yozlaşmayı getirecektir!
3)İngilizcenin İstilası: Bu ecnebi dil istilası tâ Tanzimat’tan bu yana süregelen bir meseledir Tanzimat’la beraber 20 asrın ortalarına kadar Fransızca kelimeler bir moda yahut farklı bir tabakadan olmanın ispatı olarak kullanıldı Bundan sonraki süreçte ise İngilizce kelimeler ve aksanlar kullanılmaya başlandı Yeni terimler şeklinde geldiği yetmediği gibi Türkçe’de bulunan kelimelere da alternatif olarak kullanılmaya başlanan bu kelimeler küreselleşme ve teknolojik gelişmelerle beraber hegemonyasını artırdı Bu durum kendisini entelektüel olarak tanımlayan kesimin yanında gençler arasında da rağbet görmesi dilimizin geleceği açısından tehlike arzetmektedir Tüm bunlara rağmen resmi ideolojinin denetimi altında bulunan kurumların da buna göz yumması ayrıca tehlikenin boyutunu göstermektedir Birçok orta öğretim ve yüksek öğretim kurumu eğitim dili olarak İngilizce’yi kullanmaktadır 3 Dünya ülkelerine has olan bu durum Türkiye gibi köklü geçmişi olan milletler için onur kırıcıdır
Türkçesi olmasına rağmen kullanılan ecnebi sözcüklere misal vermek gerekirse; hoşçakal yerine bay, teşekkür ya da sağol yerine mersi, erkek arkadaş yerine boyfirend, beyefendi yerine centilmen, lise yerine kolej, kutu yerine baks, yumuşak yerine soft, kule yerine towers, affedersiniz yerine pardon, bir numara yerine number one gibi uzayıp giden kelimelerinin kullanılması Öbür yanda işletme adlarının neredeyse % 80 İngilizce ve bu bir özenti olarak devam etmektedir Türk Dil Kurumu o zaman boşuna kurulmuş demek olmuyor mu?
4) İngilizce Harf ve Aksanının Kullanılması: Alfabemiz yirmi dokuz harften ve otuz civarında da sesten mürekkeptir Buna mukabil birçok yabancı kelimeler kendi harf sistemine göre yazılmakta ve kendi aksanında telaffuz edilmektedir Biz yabancı alfabeyi dilimizde kullanacaksa bizim alfabe sisteminin esprisi nerde kalır? Bunu örneklendirmek icap ederse; show, ntv (entivi okunuyor oysa Türkçe okunuşu n(e)t(e)v(e) yani ‘’neteve’’dir ), lcd, rock müzik vs Alfabemizde x, w, sh,ck gibi harfler ve sesler olmadığı gibi alfabemiz sesli biten seslerle okunur yani ‘’n’’ sesi ‘’ne’’ olarak okunur asla ‘‘en’’ şeklinde değil! Biz bunlara itibar edersek dilimizin özgünlüğünden söz etmemiz mümkün müdür?
5)Kırık-Bozuk Telaffuzlar: Belli bir kesim yine genelden farklı olduğunu göstermek maksadıyla ağzını, burnunu eğerek yahut büzerek acayip bir telaffuzla konuşarak Türkçe’yi bozmaktadır Bu genel itibari ile genç yaştaki kızlarda belirgin olmakla beraber bir takım özel televizyon ve özel radyo kanallarında dijeylik yapanlar, spikerler, sunucular ve gösteri yapanlarda görülmekte! Buna ilave olarak da rak vb tarzı müzik yapanlarla özendirilmektedir Bozuk telaffuza örnek vermek gerekirse, ‘’ Ayy oha folan oldumm yağni! Diğcek bir laâf bulamiyyorumm Beân miı hayyir yağni!’’
6)Türk Dilbilgisi Yazım Kaidelerini İhlâli: Türkçe karakter içermeyen internet ve cep telefonları buna zemin hazırlarken bunun yanında internet ya da ileti dili adı altında dilbilgisi kuralları katledilmektedir Bunu orta ve uzun vadeli düşündüğümüz vakit dil üzerindeki tahribâtı hesap etmek gayet kolay olacaktır! İnternet diline misal vermek gerekirse,’’ slm nbr ii misn taHsin benevdyim sizce ole deilmi Ciktim habern olsn byyy ’’
Ağzımızda anne sütü gibi helal ve hoş olan güzel Türkçemizi doğru bir şekilde kullanmak ve kullandırtmak başta kamu olmak üzere herkese ödev ve hak yüklemektedir! Bunun bilincinde olarak geçmişi ile barışık, geleceğe umutla bakan nesiller için en önemli mukaddesatımız olan dilimize sadık olalım!
16/04/2008-İstanbul
|