Yalnız Mesajı Göster

Atatürk'ün Cumhuriyetçilik İlkesi

Eski 10-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Atatürk'ün Cumhuriyetçilik İlkesi




ATATÜRK'ÜN CUMHURİYETÇİLİK İLKESİ

Biliyoruz ki Atatürk dahi bir asker, yüksek bir siyaset adamı, bir devlet kurucusu, bir devrimci, büyük bir düşünür, gerçekçi ve tutarlı bir uygulayıcıdır Mondros Ateşkes Anlaşması ile Türk'ün öz yurdu olan Anadolu toprakları paylaşılma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca o, Türk Bağımsızlık Savaşı'nı başlatmış ve Amasya genelgesi, Erzurum ve Sivas kongreleriyle Türk ulusunu ulusal mücadeleye hazırlamış; uyarıcı, teşkilatlandırıcı yönleriyle de etkili olmuştur Askerî harekat 9 eylül 1922'de İzmir'de Yunanlıların denize dökülmesiyle sona erince, tüm dünyanın gözlerini kamaştıran bu zaferi Lozan Barış Anlaşması ile siyasi güvence altına alınmıştır

Atatürk olağanüstü niteliklere sahipti En kritik anlarda ortaya çıkmış, muharebelerin seyrini ve sonunda da Türkiye'nin kaderini değiştirmiştir Atatürk, 20 nci yüzyılda yetişen en büyük asker ve devlet adamı olarak, sadece Türk ulusu için değil; aynı zamanda, çağımızda dünya kamuoyunun en üst düzeydeki resmi temsilcisi olarak nitelendirilecek "birleşmiş milletler teşkilatı"nın tanımlandığı gibi, "bütün insanlık için bir onur simgesidir"

Atatürk'ün yaşamında, cumhuriyet ve demokrasi düşüncelerinin biçimlendirilmesinde, yetiştiği dönemin koşul ve bunalımları ile okuduğu yayınlarla elde ettiği bilgi birikiminin etkisi büyüktür tarihteki birçok Türk devleti gibi Osmanlı devleti de oluşmuş, yaşamış ve O'nun gözleri önünde tarihin derinliklerine gömülüp gitmiştir Osmanlı İmparatorluğu XVI yüzyılda, en geniş sınırlara ulaşmış, ancak, sonraları batı'daki gelişmelerin izlenip uygulanmaması, 1789 Fransız İhtilali'nin insan hakları ve bağımsızlık akımlarını geliştirmesi, sanayi devriminin benimsenmemesi ve eğitime önem verilmemesi nedeniyle kültür seviyesinin düşmesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve yıkılışını hızlandırmıştır Devletçe alınan önlemler, uygulanan yenileşme hareketleri de sorunlara köklü çözümler getirmiştir II Mahmut'un Rumelili ileri gelenlerle (ayan ile) 1808 yılında yaptığı, İngiliz "Magna Carta"sına benzeyen ve padişahın bazı haklarını kısıtlayan "senedi ittifak" ile 1839 "Tanzimat Fermanı" ilk demokratikleşme kıpırdanışları olmuştu II Abdülhamit yönetiminde ise hükümdarın mutlak iradesi ve sert tutumu, türlü tepkilere neden olmuştu Kötü idare, devletin maddi- manevi güçlerini zayıflatmış, artan dış baskılar yurtsever aydınları tedirgin etmişti Bu koşullar altında kısa bir süre sadrazamlık (başbakanlık) yapan Mithat Paşa ve arkadaşlarının çabalarıyla millet meclisi ve senato kuruldu, birinci meşrutiyet anayasası hazırlandı ve kabul edilerek 23 aralık 1876'da ilan edildi, fakat, meşruti idare çok kısa sürdü 1877 Osmanlı Rus Harbi'ni bahane eden padişah, 13 şubat 1878'de meclisleri dağıttı ve Abdülhamit istibdadı yurdu kasıp kavurmaya başladı Bu idareyle savaşmak üzere 1893'te "İttihat ve Terakki Cemiyeti" kuruldu Sonradan "Vatan ve Hürriyet Derneği"nin kurucusu Mustafa Kemal de bu cemiyete katıldı ve 23 temmuz 1908'de hürriyet ve meşrutiyet ilan edildi Abdülhamit, meşrutiyeti ikinci defa kabul etmek zorunda kaldı 14 aralık 1908'de millet meclisi ve senato açıldı

Yeni kurulan Hürriyet Partisi'yle İttihat Terrakki, arasındaki çatışmaya gericilerin de katılmasıyla 31 mart olayı ve imparatorluğun çözülüp, dağılması gibi felaketler birbirini kovaladı Ulusal egemenlik ve bağımsızlık ve düşüncesi akımlarının çarpıştığı Makedonya koşulları içerisinde yetişmiş olan Mustafa Kemal, 31 Mart gericilik olayının bastırılmasında önemli bir rol oynamıştır
Öte yandan, bu tarihsel gelişimin bilincinde olan Atatürk, okuduğu yayınlar sayesinde de ilk toplumların kent demokrasileri, Magna Carta (1215) temsili demokrasiden haberliydi Montesqieu'nün Jean-Jacgues Rousseau'nun yapıtlarından; Amerikan ve Fransız insan hakları bildirilerinden, bu hareketle oluşan demokrasi yöntemlerinin bu ülkelerde oluşturduğu ilerlemelerden haberdardı

Bu saptamalardan sonra, "cumhuriyet" ve "demokrasi" kavramları ile Atatürk'ün bu konudaki görüşlerini incelemeye geçebiliriz

Cumhuriyet, kökeni bakımından Arapça bir terim olup, "cumhur" kelimesinden türetilmiştir Cumhur "kalabalık", yani halktır Şu halde cumhuriyet "halkın yönetimi" demektir Buna göre bir azınlığın yönetimi olan "monarşi" den ve soylu bir azınlığın yönetimi olan "Aristokrasi" den ve farklı olarak, çoğunluğu, halka ait bir yönetim olduğunu vurgulayabiliriz

Atatürk cumhuriyeti şu sözlerle tanımlar:

"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" Yasama ve yürütme gücü, milletin tek gerçek temsilcisi olan mecliste toplanmıştır Bu kelimeyi özetlemek mümkündür "cumhuriyet"

Mustafa Kemal'in gençliğinden beri benimsediği ilk ulusal ideal, cumhuriyettir 1908 meşrutiyetinden önce Selanik'teki ordu müşavirliği karargahında kurmay subay olarak bulunuyordu Bir yandan askeri görevlerini en iyi şekilde yapmaya çalışırken, diğer yandan o dönemin gereğiyle bazı siyasi çalışmalara veya arkadaş çevrelerindeki toplantı ve tartışmalara katılıyordu Yakın arkadaşlarının bulunduğu böyle bir toplantıda, şunu sormuştu
"Türkiye için en iyi devlet şekli nedir?"
"Meşrutiyet" diye yanıt verilince Mustafa Kemal: "Meşrutiyette de başta bir hükümdar vardır Onun istibdadını önlemek çok zordur Bu ülkeyi yükseltecek idare cumhuriyettir" şeklinde kendi görüşünü belirtir

Nitekim o, üstün önderlik nitelikleriyle hepimizce bilinen süreç içinde, önce 23 nisan 1920'de TBMM'nin açılmasını, 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasını, sonra da 1923'de cumhuriyetin ilan edilmesini sağlar Atatürk yeni kurulan cumhuriyeti ve hükümet-millet kaynaşmasını şu anlamlı sözleriyle dile getirir:
"Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilatımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilatıdır ki, onun ismi cumhuriyettir Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır Hükümet millettir ve millet hükümettir Artık hükümet ve hükümet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu anlamışlardır

Atatürk, yeni cumhuriyet rejiminin yapı ve işleyişini de şöyle açıklar:

"Cumhuriyette son söz millet tarafından seçilmiş meclistedir Millet adına her türlü kanunları o yapar Hükümete güven oyu verir veya düşünür Millet vekillerinden memnun olmasa belirli zamanlar sonunda başkalarını seçerler Millet, egemenliğini, devlet yönetimine katılmasını, ancak zamanında oyunu kullanmakla sağlar Cumhuriyetin hükümeti, belli bir yöntem ve şekilde belirli bir zaman için seçilmiş bir cumhurbaşkanına güven sunulur başbakanı o seçer hükümeti meydana getirecek olan bakanları, başbakan güvendiği milletvekillerinden seçer"

Tarihte pek çok cumhuriyet rejimi görülmüştür Batıda cumhuriyet rejiminin ilk ve en eski örneği Roma'da kurulmuştur Cumhuriyet yönetimine asırlarca hemen hiç rastlanmaz Ancak, Ortaçağ'ın sonlarına doğru İtalya'nın kuzeyinde Venedik, Ceneviz ve Floransa cumhuriyetleri gibi birtakım şehir cumhuriyetlerinin kurulduğu görülür Ancak, bunlar seçkin (elit) ya da "eşraf cumhuriyetleri" olarak nitelendirilebilir Çünkü, hiçbirinde, eski yunan demokrasilerinde de olduğu gibi kadınlara, kölelere ve halktan kişilere seçme ve seçilme hakkı verilmişti Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle birlikte, özellikle savaşta yenilen imparatorluk ve krallıklar yıkılmış ve cumhuriyet rejimleri kurulmuştur Weimar Alman Cumhuriyeti, Federatif Rus Cumhuriyetleri Birliği, Avusturya Cumhuriyeti, bunlar arasında sayılabilir Cumhuriyetçilik hareketleri bundan böyle daha da hızlanmış ve yaygınlaşmıştır İkinci Dünya Savaşı'nda yenilen ve krallıkla yönetilen ülkelerde, özellikle balkan devletlerinde cumhuriyetler ilan edilmiştir Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Macaristan gibi Daha sonraları, yakın zamanlara doğru, cumhuriyetçilik hareketleri Asya ve Afrika ülkelerine doğru sıçramış ve buradaki krallıklar darbe ve ihtilallerle devrilerek, cumhuriyet yönetimleri ilan edilmiştir Mısır, Irak, Afganistan, İran, Libya bu gibi ülkeler arasındadır

Görülüyor ki cumhuriyet yönetimine geçiş son 70 yıl içinde giderek ivme kazanmıştır Herhalde bunda, 23 nisan 1920'de millet meclisini açan, 29 ekim 1923'de de cumhuriyeti ilan eden Atatürk önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin büyük etkisi olmuştur
Daha önce de belirttiğimiz gibi, cumhuriyet yöneticilerinin seçimle işbaşına geldiği; yani hanedanın ve veraset usulünün bulunmadığı bir siyasal rejimdir Montesquieu, cumhuriyetin diğer önemli bir ilkesinin fazilet olduğunu söylemiştir Ona göre despotizmin temeli korku, aristokrasinin temeli şeref duygusu, cumhuriyetin ise erdem, yani fazilettir Bir başka deyişle, cumhuriyet yüksek ahlaki, moral değerlerin ön planda geldiği bir siyasi rejimdir Cumhuriyetin bu ikinci ilkesi de Atatürk'ün sözlerinde ifadesini bulur "Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir Cumhuriyet fazilettir Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir" İdeal olan, kuşkusuz, cumhuriyetlerin bu iki temel ilke yanında ayrıca demokratik olması ve gerçekten halka dayanmasıdır:
"Biz ne Bolşevikiz, ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız Çünkü biz milliyetçi ve dinimize saygılıyız Özetle bizim hükümetimizin şekli tam bir demokrasi hükümetidir Ve dinimizde bu hükümet "halk hükümeti" diye adlandırılır"
"Demokrasi" ise, eski Yunancada halk anlamına gelen "demos" ile egemenlik anlamına gelen "kratus" sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur Bu anlamla da halkın kendi otoritesiyle kendini yönetmesi demektir Abraham Lincoln tarafından yapılmış olan kapsamlı bir tanıma göre demokrasi, "halkın, halk tarafından, halk için yönetimi" dir Atatürk ise, bir konuşmasında tarihte görülen başlıca devlet şekillerinden monarşi ve oligarşiyi açıkladıktan sonra demokrasiyi şöyle tanımlar:
"Demokrasi (halkçılık) esasına dayalı hükümetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir Demokrasi prensibi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir Bu şekilde demokrasi prensibi siyasi kuvvetin, egemenlik kaynağına ve yasallığına temas etmektedir"


Alıntı Yaparak Cevapla