Prof. Dr. Sinsi
|
Börü Budun Teşkilatı
"Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan'ız,
Biz ki Türk oğlu Türk'üz;
Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu Türk'ün başbuğuyuz!  "
Timur Han, 19 Mart 1405 günü vefat etti Son sözü "Lâ ilâhe illallah" oldu Cenazesini mumyalayarak Semerkant'a götürdüler Sağlığında çok sevdiği torunu Muhammed Sultan için yaptırdığı türbeye, torununun yanına gömüldü
Ancak Anadolu'da Türklüğün yayılması ve cihan Türk imparatorluğu kurmakla görevlendirilmiş olan bir Türk Devletine karşı savaşmış olan Timur devleti yok edilmeye mahkum edilmişti çoktan
Bu arada Osmanlı'da "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihânın payitahtı olmalıdır" diyen Fatih Sultan Mehmed, bundan sonra cihan hakimiyeti projesini gerçekleştirmek üzere, sistemli bir teşebbüse girişti
Peygamber efendimizin 800 küsur sene önce verdiği müjde, 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti Bu durumda 1000 yıllık Şarkî Roma (Bizans) tarihe karışıyordu Sistemli çalışmalar, pi***olojik yıldırma, vur kaç taktikleri ve güçlü istihbarat ağı Mehmet'e yardımcı olmuş, Türlük dünyasının dört bir yanından gelen bilim adamları ve alimler Fatih olmasının temellerini atmışlardı
"Mâhir bir kumandan, Türk askeriyle dünyayı kutuptan kutba kadar katedebilir " (Vandal)
"Seleflerinin gayretleri sayesinde, Sultan Süleyman öyle bir orduyu emri altında bulunduruyordu ki, kuruluşu ve silahları bakımından bu ordu, dünyanın bütün diğer ordularından dört asır ilerideydi  Her Türk askeri, yalnız başına, seçkin bir Avrupa taburuna bedeldi " (Benoist Mechin)
"Kudretli Türk ordusu, bir tek emirle, tek vücut ve iyi kurulmuş bir makine halinde harekete geçiyordu " (Henri Hauser )
Türk ordusu mükemmel yapısı, milliyetçi tavrı ve börü budun gibi bir istihbarat ağıyla gitmeden yıllarca öncesinden sefer yapılacak yerler hakkında bilgi sahibi oluyor ve gittikleri yeri feth etmeden gelmiyorlardı
Ancak börü budunun karşı olduğu bir tavır Osmanlı Türk ordusu içine yerleşen Devşirme yöntemiydi Börü budunun tavsiyesi ile kurulmuş olan Akıncılar bu yüzden gözden düşmeye başladılar
Müslüman Türklerden meydana getirilen hafif süvari kuvvetlerine verilen bu isim, 500 sene sonra Avrupa'da "komando" olarak ortaya çıkacaktır
Akıncılardan bin kişinin komutanına binbaşı, yüz askerin komutanına yüzbaşı ve on neferinkine de onbaşı denilirdi Bunların hepsinin üstünde de akıncı beyi denilen akıncı kumandanı vardı ve buna akıncı sancak beyi de denilirdi Bu beyler, börü budun yönetimindeki söz sahibi ( gök börü ) tarafından seçilir ve soylu Türk Ailelerinden gelmelerine dikkat edilirdi
Akıncılarla beraber Serhad kulu askerinin bir bölümünü de "Deliler" teşkil ediyordu Öncü birliklerden olan ve deli denilen bu atlılar da akıncılar gibi gözünü budaktan sakınmıyorlardı
Gerçekten bu sınıfa mensub olanlar, öyle bir cesarete sahip idiler ki, asır "delil" demek olan bu tabir, cesaretlerinden dolayı halk arasında "deli" olarak meşhur olmuştu İri yarı ve cesaretli kimselerden meydana gelen bu hafif süvari birliği, ocaklarını Hz Ömer'e kadar dayandırırlar Fevkalade cesaret, atılganlık ve korkunç kıyafetleri ile düşmana dehşet veren Deliler, hep galip gelirlerdi Bu sınf askerî birliğin parolası"yazılan gelir başa" şeklinde idi Böyle bir anlayış ve şuura sahip oldukları için hiç bir tehlikeden çekinmezlerdi
Sancak beyi veya beylerbeyi maiyetinde olan delilerde, akıncıların bütün silahlan vardı Bunların her elli-altmış kişisi "bayrak" adı ile bir birlik meydana getiriyordu Bu birliklerin birkaç tanesi "Delibaşı" adında bir subayın komutasında idi Birkaç delibaşının askerleri de "Alaybeyi" veya "Serçeşme" denilen daha yüksek rütbeli bir subayın komutasına havale edilmişlerdi
XVI asırlardan önce pek görülmeyen bu askerî birlik, Türklerden başka Bosnak, Sırp ve Hırvat gibi Müslüman olmuş cengaverlerden meydana gelmişti Bunlar, tamamıyle Rumeli halkından oldukları için orada bulunurlardı Devlette, zaaf belirtilerinin görüldüğü devşirmelerin arttığı XVIII asırdan itibaren bu askerî birlik de önemini kaybetti Yeniçerilerin ortadan kaldırılması ile bunlar da ne yazık ki lagv edildi
Devşirme Kanunu, bilhassa 17 yüzyılın başından itibaren, Hıristiyan çocuklarının gerekli tetkik ve muayeneler yapılmadan alınmaları, tutulması gerekli olan eşkâl defterine pek ehemmiyet verilmemesi üzerine bozulmaya başlamıştır Bu durum, Yeniçeri Ocağına, devşirme efradının alınmasından vazgeçilmesine yol açmıştır On sekizinci yüzyıl başlarında, yalnız Bostancı Ocağı için 1000 devşirme toplanmışken, aynı yüzyılın ortalarında, devşirme usulü börü budunun baskısı sonucu kesin olarak bırakılmıştır
--Tanzimat ve Islahat Fermanları döneminde sayıları giderek artan "batı tarzında eğitimveren kurumlar"dan yetişen Osmanlı aydınları, batı fikirlerinden ve özellikle Fransız düşüncesinden önemli ölçüde etkilendiler Derinlemesine bir felsefî gelenek oluşturmasa bile, Osmanlı aydınları 19 yüzyılın ikinci yarısından itibaren "hürriyet, adalet, eşitlik, toplumsaldayanışma, parlamento" gibi kavramları fikir kategorileri arasına yerleştirmeye başladı Bu tartışmaların ve Tanzimat'la birlikte yeşermeye başlayan "yasalara dayalı devlet" fikrinin etkisiyle, Osmanlı siyasal hayatında "sistemin değiştirilmesine yönelik" ilk örgütlenmeler de başlamış oldu Bu örgütlenmelerden ilki "Genç Osmanlılar Hareketi"dir
1865 yılında kurulan "Genç Osmanlılar Cemiyeti" cemiyeti, 1867'ye kadar daha çok, taraftar toplama ve fikirlerini yayma çabası içinde oldu Bu çabaların en büyük destekçilerinden bir de Gizli Türk Örgütü Börü Budun oldu
Örgütün, 1876'da, yaptığı bir saray darbesi sonucu Sultan Abdülaziz tahttan uzaklaştırıldı ve meşrutiyet yanlısı olan V Murat padişah oldu Meşrutiyet yanlısı Osmanlı yüksek bürokrasisi ile bu aydınlar arasındaki yakınlaşma sonucunda bu aydınların önemli bir bölümü ülaaae döndü Bir "Kanun-ı Esasi Encümeni" kuruldu Asabı, hükümdarlık yapacak kadar güçlü olmayan V Murad tahttan ayrıldı ve yerine meşrutiyeti ilân edeceğine söz veren II Abdülhamid geçti
Hazırlanan Anayasa 23 Aralık 1876'da ilân edildi ve ilk Türk parlamentosu 1877 yılının ilk aylarında toplandı 1876'da Osmanlı ülkesinin pek çok bölgesinden İstanbul'a gelen "mebuslar", birbirlerinin farklılıklarını ilk defa bu parlamentoda gayet açık olarak gördüler Zaten bu ilk "meşrutiyet" de pek uzun ömürlü olmadı 1877 yılında Rusya ile patlak veren savaş, Osmanlı ordusunun ağır mağlubiyeti ve Ayastefanos Antlaşması ile son bulunca, Padişah II Abdülhamid, savaş kışkırtıcılığıyla suçladığı meclisi tatil etti ve Kanun-ı Esasi'yi askıya aldı 1878'den 1908'e kadar devam edecek olan kendi kişisel egemenliğine dayalı bir yönetim oluşturdu
Sultan, ülke içinde denetimi sağlamanın ve sürdürebilmenin yol ve haberleşme ağı ile ilgili olduğunu düşündüğü için ciddi bir demiryolu ve telgraf ağı oluşturmak üzere yoğun bir çaba gösterdi, bunda da başarılı olduğu söylenebilir İşte bu dönemden sonra Börü Budun örgütü teknoloji ile ilk karşılaşmasını sağlamıştı II Abdulhamit her ne kadar Meşrutiyete karşı bir kişi gibi görünse de Saray içerisinde çok güçlü olan Örgüt yüzünden çok fazla bir etkinlik sağlayamıyordu
Öte yandan, hükümdarın kurduğu katı ve baskıcı yönetim içeride örgütün desteklediği geniş bir aydın muhalefetini yaygın hale getirdi 1890'lı yıllardan başlayarak, önce Askeri Tıbbiye'de oluşturulan "Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti" bu muhalefet hareketinin odağı haline geldi O kadar ki Denilebilir ki ; sözkonusu eğitim kurumlarında okuyan öğrenciler arasında "İttihatçılık" neredeyse doğal bir olgu haline gelmişti
Ahmet Rıza Bey'in ( börü ) öncülüğündeki "Osmanlı Terakki veİttihat Cemiyeti" ile Prens Sebahattin'in öncülüğündeki "Âdem-i Merkeziyet ve Teşebbüs-ü Şahsi Cemiyeti" Ahmet Rıza Bey'in öncülüğündeki
|