Prof. Dr. Sinsi
|
Sosyal Alandaki İnkılaplar
Sosyal Alandaki İnkılaplar
Şapka Giyilmesi
Cumhuriyet in ilanını izleyen yıllarda, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda medeni ülkeler arasındaki yerini alması için, Türk Milletinin hızlı bir değişime ihtiyacı vardı Milletin geçireceği bu değişim süreci her alanda kendini göstermeliydi
Osmanlı İmparatorluğu döneminden Cumhuriyet in ilk yıllarına kadar, Türk Milletinin giyim ve başlık tarzları belli bir uyum göstermiyordu Mustafa Kemal bu karmaşıklığı ortadan kaldırmak ve medeni ölçüler içinde bir giyim şekli belirlemek için çalışmalara başladı
Mustafa Kemal bu konuda çok kararlıydı Atatürk 25 Ağustos 1925 teki Kastamonu ziyaretinde şapka giymiş, medeni kılık kıyafette de bizzat öncülük yapmıştır:
Artık duramayız behemehal ileri gideceğiz; çünkü mecburuz Millet vazıh (açık) olarak bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona bigane kalanları yakar, mahveder İçinde bulunduğumuz medeni ailede layık olduğumuz mevkii bulacak ve onu muhafaza ve ila (yüceltme) edeceğiz Refah saadet ve insanlık bundadır 
Efendiler; Türkiye Cumhuriyeti ni tesis eden Türk halkı, medenidir Tarihte medenidir, hakikatte medenidir   Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla medeni olduğunu göstermek mecburiyetindedir  şapkaya itiraz edenler vardır Onlara diyeyim ki çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz Onlara sormak isterim, Yunan serpuşu olan fes giymek caiz olur da, şapka giymek neden olmaz? Ve onlara ve bütün bu millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamların hususi kisvesi olan cüppeyi ne vakit ve ne için giydiler  Türkiye nin hakikaten medeni olan halkı baştan aşağı harici vaziyetiyle dahi medeni ve mütekamil insanlar olduklarını fiilen göstermeye mecburdurlar 
Nitekim, 25 Kasım 1925 tarihinde TBMM ce kabul edilen kanunla, şapka giyilmesi kanunlaşmıştır
Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, tekke ve zaviyeler belli bir süre için görevlerini yerine getirmiş olsalar da, çöküş yıllarında, Türk Milletinin sosyal ve kültürel alandaki gelişim ihtiyaçlarına cevap veremez ve dünyadaki gelişmelere ayak uyduramaz olmuşlardır Ayrıca bazı tekkelerin siyasetle yakından ilgilenmesi, bağnaz ve tutucu bir yapı sergilemeleri ve bütün bunları, -hiç ilgisi olmadığı halde- İslam dini adına yapıyor olmaları; Türk Milletinin gelişmesini ve İslam dininin anlaşılmasını engelliyordu
Mustafa Kemal Atatürk ün görüşleri çerçevesinde, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verilir 2 Eylül 1925 tarihinde hükümet kararnamesi çıkartılır ve 12 Aralık 1925 tarihinde de kanun yürürlüğe girer
Takvim-Saat, Hafta Tatili, Ağırlık ve Uzunluk Ölçülerinin Düzenlenmesi
Osmanlı Mebusan Meclisi nde de, saat ve zaman konusunda ortaya çıkan karışıklıklardan dolayı, ezani saatin kullanılmaması yönünde çalışmalar yapılmış, fakat başarılı olunamamıştı O yıllarda Osmanlı Mebusan Meclisi nin sonuca ulaştıramadığı bu girişimi, TBMM hükümeti sonuçlandırmak istemiştir 1922 yılının Eylül ayında verilen bir teklifle konu gündeme alınmış, fakat aynı düşünce savunucularının muhalefeti nedeniyle, teklif, ancak 26 Aralık 1925 tarihinde kanunlaşmıştır
Kullanılan takvim konusunda da birtakım karışıklar yaşanıyordu Kullanılan iki farklı takvime bir de dış ilişkilerde kullanılan miladi takvim eklenince, durum daha da karmaşık hale geliyordu Bu durumu düzeltmek için aynı gün ve tarihli, 698 sayılı kanunla, 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere miladi takvimin kullanılması kabul edildi
İmparatorluk döneminde, ülke genelinde uygulanacak belirli bir hafta tatili günü yoktu Cumhuriyet'in kurulmasıyla, hafta tatili uygulamasındaki karışıklık da sona erdirildi; dünya devletleriyle uyum sağlamak için, cumartesi günü öğleden sonra başlamak üzere pazar günü resmi tatil olarak kabul edildi
1931 yılında da ondalık sisteme geçildi; endaze , arşın , okka gibi ağırlık ve uzunluk ölçüsü birimleri, metre ve kilo gibi ağırlık ve uzunluk ölçü birimleriyle değiştirildi 1935 yılında çıkarılan bir kanunla da yılbaşı günü tatil olarak kabul edildi
Soyadı Kanunu
Osmanlı İmparatorluğu'nda, Batıdaki gibi soyadı kullanılmıyordu, yani Türklerin soylarından gelen bir adları yoktu Sosyal ilişkilerde yalnız isimlerin kullanılması, devlet işlerinde ve sosyal hayatta karışıklıklara yol açıyor, isimlere eklenen lakaplarsa problemi çözmekten uzak kalıyordu Bu karışıklığı düzeltmek için, 21 Haziran 1934 te kabul edilen bir kanunla, adımızla beraber bir de Türkçe soyadı kullanmak mecburiyeti getirildi Bu kanunla Mustafa Kemal e TBMM tarafından, ATATÜRK soyadı verildi Ayrıca aynı yıl içinde, Osmanlı sınıf yapısına ait Hoca , Paşa , Hazret gibi unvanların da kullanılması yasaklanmıştır
Harf İnkılabı
Arap harflerinden oluşan alfabe, asırlardır kullanılmasına rağmen, öğrenimindeki zorluklar aşılamamıştı ve zamanla ihtiyacı karşılayamaz hale gelmişti II Meşrutiyet döneminde de, bu konuda çareler aranmış fakat başarılı olunamamıştı Atatürk, Türk kültürü ve Türkçe etrafındaki birliği bir an önce oluşturmak için, yeni Türk alfabesi konusundaki çalışmalarını bizzat yönetmiş, yeni harfleri halka öğretme çalışmalarına katılmıştır Nitekim, 1 Kasım 1928 yılında Meclis te kabul edilen kanun teklifiyle, 3 Kasım 1928 den itibaren yeni harfler kullanılmaya başlanmıştır
Kadın Hakları
Türk kadını, yüzyıllardır geri bırakılmış ve sosyal hakları elinden alınmış, adeta yok sayılmıştır Medeni ülkeler seviyesine çıkmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti, kadınlarına ikinci sınıf insan muamelesi yapamazdı Zira kadınlar, Milli Mücadele de, milli teşkilatlar kurarak çalışmalar yapmışlar, cepheye silah taşımışlar ve vatanın kurtulması için erkeklerle beraber savaşmışlardır
Medeni hukukun kabulüyle, kadın erkek eşitliği benimsenmiş; evlenme, tarafların isteğine bırakılmış, aradaki vekil sistemi kaldırılarak evlendirme memurunun önünde yapılan nikahlar geçerli sayılmış, bu nikahtan sonra isteyenin dini nikah yaptırması serbest bırakılmış; tek eşlilik uygulaması getirilip boşanmalardaki talak usulü kaldırılıp boşama yetkisi geçerli sebepler aramak şartıyla mahkemelere bırakılmıştır Ayrıca kadınlar, miras paylaşımında ve şahitlikte de erkeklerle eşit olma hakkına sahip olmuşlardır
Bu hukuki düzenlemelerin yanı sıra, Türk kadınının kültür seviyesini yükseltip sosyal hayatta ve çalışma sahasındaki gerçek yerlerini almaları konusunda bütün çalışmalar yapılmıştır Bu girişimler sonrasında, Türk kadını dünya kadınlarına örnek teşkil edecek ilerlemeler kaydetmiştir Atatürk kadınlara verdiği değeri aşağıdaki sözleriyle de belirtir:
Zaman ilerledikçe, ilim ilerledikçe, medeniyet dev adımlarla yürüdükçe, hayatın, asrın bugünkü gerçeklerine göre evlat yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz  Bugünün anaları için gerekli özellikleri taşıyan evlatlar yetiştirmek  pek çok yüksek özelliği şahıslarında taşımalarına bağlıdır Bu sebeple kadınlarımız daha çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar
Kadınlara, 3 Kasım 1930 tarihinde yapılan belediye seçimlerinde, oy kullanma hakkı, 8 Ekim 1934 yılında da seçme ve seçilme hakları verilmiş, böylece sosyal hayatta önlerine çıkan engeller kaldırılmıştır Atatürk, bu konuda yapılması gerekenleri şöyle belirtmiştir:
  Daha selametle ve daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır; büyük Türk kadınını çalışmalarımıza katkıda bulundurmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek Türk kadınını ahlaki, bilimsel, sosyal ve ekonomik hayatta erkeğinin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur
  Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletkar ve en ağır kadını olmalıdır Ağır sıklette değil; ahlakta, fazilette ağır vakur olmalıdır   Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletkar olursa vazifesini ifa edebilir Herhalde kadın, çok yüksek olmalıdır 
Atatürk başka bir konuşmasında, Bir topluluk, cinsinden yalnız birinin asrın icaplarını edinmesiyle yetinirse o topluluk yarıdan fazla güçsüzlük içinde kalır  Bizim topluluğumuzun başarısızlığının sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kayıtsızlık ve kusurdan ileri gelmektedir  diyerek kadınlara vermiş olduğu değeri belirtir
|