|
Prof. Dr. Sinsi
|
Balkan Savaşları Sonrası Göçler
Balkan savaşları sonrası göçler

Popüler Tarih’te, iki aydır “Anadolu’ya göç” başlığı altında sürdürülen Orhan Koloğlu imzalı dizi, bu ay üçüncü ve son bölümüyle, dergiye kapak konusu oldu
Dizinin Mayıs 2006’da yayımlanan birinci bölümü, 1821’de patlak veren Yunan Ayaklanması’ndan 1866’daki Girit olaylarına kadar uzanan dönemde, Avrupa basınının da yardımlarıyla, Yunan ayrılıkçılarının, Müslüman Osmanlı Türklerini nasıl göçe zorlandığını işliyordu
Haziran 2006’daki ikinci bölüm ise, ’93 Harbi’ adıyla anılan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı dönemini, yani Balkanlar’dan Anadolu’ya göçün milyonlara ulaştığı günlerin ‘muhaceret’ dramını dile getiriyordu
Bu ay ise, Balkan Savaşları’ndan Lozan’a uzanan süreçte Anadolu’ya göçün nasıl yaşandığı, dizinin son bölümünün konusuydu
Evet; 1908’de Meşrutiyet’in iç barış getirmesi bekleniyordu  Ama Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı ve Bulgaristan’ın Osmanlı’dan bağını koparmasıyla, ortalık büsbütün karıştı  1912 Ekim’inde Balkan devletlerinin Osmanlı’ya savaş ilanıyla Anadolu’ya göç yeni bir ivme kazandı
Bu noktaya nasıl gelinmişti? Gelin, Orhan Koloğlu’nun kaleminden okuyalım  
Balkanlar’ı büyük ölçüde tekrar Osmanlı’ya kazandıran 1878’deki Berlin Antlaşması, hudutların yeniden saptanmasını pazarlıklara bıraktığı için, bir yönüyle de, Balkanlar’daki Osmanlı vatandaşlarının huzursuzluğunun devamına hizmet eder
1881’de Fransa, Tunus’u; İngiltere ise, 1882’de Kıbrıs’tan sonra Mısır’ı da işgal ederken, Yunanistan da, Teselya ve Epir’in bir kısmını topraklarına katar Bulgaristan ise, Osmanlı yönetimine tâbi olduğuna aldırmadan, Doğu Rumeli’ye el koyar
Bu girişimlerin, Berlin Antlaşması doğrultusunda, göçe zorlanmış insanların topraklarına dönmelerine ve mülklerine tekrar sahip çıkmalarına olanak sağlayacağı umulur
Ama uygulama hiç de beklendiği gibi olmaz Bir İngiliz diplomatı, 1878’in sonundaki durumu kendi hükümetine şöyle bildirir:
“Ülkenin farklı bölgelerinden gelen bilgiler, Hıristiyanların, açık ifadeleri kadar eylemleri ile de, Müslümanları genel bir göçe zorlamak için iyice yerleşmiş bir kararlılığa varmış olduklarına işaret etmektedir Türkler direnmeye kalktıklarında, öldürülmektedirler Her yerdeki Türk köylülerine ülkeden gitmeye hazırlanmaları söylenmektedir Terkedilmiş köylerde, camiler yerle bir edilmekte ve ayakta kalabilmiş evler yakın yörelerden gelen Hıristiyanlarca işgal olunmaktadır ”
Bir başka diplomatın, Edirne’deki İngiliz Konsolosu Calvert’ın raporu da, şu satırlara yer veriyor: “Türklerin gerek ulusal ruhlarında, gerek birey olarak davranışlarında bulunan; yabancılara dostça tutum gösterme, atasözü konusu olmuştur Şimdi ise, üstünlük kazanmış duruma geçince, Bulgarların temel amacı ve hedefi -üzüntü duyarak söyleyeceğim ki, bu davranışa kırsal kesimdeki bazı Yunanlılar da katılıyor- Türk’ü tümüyle yıkıma uğratmak ve onu Avrupa toprağındaki yurdundan atmaktır ”
Konsolos Calvert’ın raporu, ilgi çekici bir saptama da içerir: “Müslüman köylüyü geçimini sağlayabilmek için ihtiyacı olan tek araçtan, yani besledikleri hayvanlardan yoksun bırakıp, para ve mallarını elinden almayı ve işlerine yaramayan tarlalarını satmaya zorlamayı, böylece onları ‘topraksız köylü’ durumuna düşürmeyi planlıyorlar ”
Calvert’ın raporu şu yargıyla noktalanır: “Savaşa neden olan Türklerin kötü yönetimi dönemiyle kıyaslandığında, burada göze batacak derecede daha aşağı düzeyde bir yönetim kuruldu ”
Bulgarlar gibi, Yunanlıların, Sırpların ve Karadağlıların da aynen uyguladıkları ‘göçe zorlama’ taktiği, zamanla Adalar Denizi’ne ve özellikle de Girit’e yansıdı
Böylece Osmanlı’nın Avrupa topraklarındaki oranı yüzde 45’e ulaşan Müslüman nüfusu, hızla azalmaya başladı…
Dizimizin bir önceki bölümünde belirttiğimiz gibi, ‘Bulgar Taktiği’ni benimsemiş olan Ermeniler de, aynı yöntemi uygulamaya kalkıştılar Ancak hataları, demografik (nüfusa ilişkin) gerçekleri unutmalarıydı
Fransız Dışişleri’nin 1897’de yayımladığı ‘Ermeni Olayları’ raporunda, Balkanlar ve Arap Yarımadası hariç, Osmanlı topraklarındaki 15 milyon nüfusun yüzde 75’inin Müslüman ve sadece yüzde 10’unun Ermeni olduğu kaydedilir
Ankara’dan itibaren, yalnız Doğu Anadolu’yu kapsayan bölgede ise, bu rakam ancak yüzde 17’ye ulaşabilmektedir
İngiliz büyükelçisi Layard’ın, böylesine azınlıkta olmalarına rağmen, bölgeye egemen olmak istemelerinin uygunsuzluğunu belirtmesine aldırmadan, taktiklerini uyguladılar
Bu da, esas olarak Kürt aşiretlerini tahrike yönelik sonuçlar doğurur İngiliz konsolosluk raporları, iki çeşit Kürt aşireti bulunduğunu kaydeder:
“Sultana itaat edenler ve asiler… Devletin barışçı politikasına uyan sadık Kürt aşiretleri, ayaklananları, askerî açıdan alt etmeyi daima başarmışlardır ”
Diplomatların raporlarında bu konu dikkatle vurgulanır; ama Ermeni ayaklanmalarını Bâbıâli bastırınca da, bu tespitler sadece raporlarda kalır ve Avrupa basınına abartmalı bir biçimde yansıyan, hep Osmanlı aleyhtarı söylemler olur
1878-1912 yılları arasında Balkanlar’da Bulgar, Yunan, Sırp ve Karadağlı komitacıların; İstanbul ve Doğu Anadolu’da ise, Hınçak ve Taşnak terör örgütlerinin eylemleri egemen oldu
Devlet, doğuda Hamidiye Alayları ile, Balkanlar’da ise Osmanlı ordusunun genç subaylarının yönettiği ‘komitacı’ birlikleriyle, terörizmi frenlemeye çalıştı
Makedonya’da, sadece Türklerle çatışmaların bir sonucu olarak değil; Sırp, Bulgar ve Yunanlıların kendi aralarındaki çatışmalarla da kızışan bir ortamda, Müslümanların göçü daha da yoğunluk kazandı
Bu gelişmelerden cesaretlenen Yunanlılar da, Girit’teki çetelerin baskısıyla, muhacir sayısını artırmaya çalıştılar
Göç etmeye zorlanmaktan kurtulamayan Balkan Müslümanlarına bir ara umut veren 1897’deki Osmanlı-Yunan Savaşı zaferinin yankıları ise, bir süre etkisini gösterdi…
Bir denge sağlanabildiği sanılırken, 1908’de kriz doruğa çıktı: II Meşrutiyet’in ilanının iç barış getirmesi bekleniyordu; oysa Avusturya’nın zaten işgal etmiş olduğu Bosna-Hersek’i ilhak etmesi ve Bulgaristan’ın Osmanlı devletiyle bağını tamamen koparması, ortalığı büsbütün karıştırdı
Hatta bir ara Yunanistan hemen Girit’e el koymağa kalkıştıysa da, Avrupa’nın müdahalesiyle engellendi Böylece Anadolu’ya göç yeni bir ivme kazanırken, önce 1911’de İtalyanların Libya’yı işgali, arkasından da 1912 Ekim’inde Balkan devletlerinin Osmanlı’ya savaş ilanı, 1877-78 sonrasındaki muhaceret dramının bir kez daha yaşanmasına yol açtı
Savaşın daha ikinci ayı dolmadan, Bulgar ordularının Çatalca’ya kadar ilerlemesi, Edirne gibi bazı müstahkem mevkiler dışında, bütün Balkanlar’ın elden çıkması, yüz binlerce muhacirin İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçmesi sonucunu doğurdu
Canlarını kurtarmak için, Balkan muhacirlerinin kaçmaktan başka çareleri kalmadığını, İngiltere’nin Kavala Konsolosu da, hükümetine şöyle bildirdi:
“Hiçbir abartmaya düşmeden, denebilir ki, Kavala ve Drama yörelerinde Bulgar komitacılarının ve yerel Hıristiyan halkın elinden çile çekmemiş tek bir Türk köyü bile yoktur Çoğunda düzinelerle erkek kıyımdan geçirilmiştir; diğerlerinde ırza geçmeler ve talan devam ediyor ”
Diğer konsolosluk raporları da, bir tek Müslüman erkeğin canlı bırakılmadığı köylerden söz eder  Genellikle insanların camilere doldurulup yakıldıkları, böylece hem dinî hem de etnik bir ‘temizlik hedeflendiği belirtilir bu raporlarda  
Batılı gözlemciler, bu şekilde yok edilenlerin sayısının 200 binin üzerinde olduğunda birleşirler Osmanlı belgelerinde ise, bu rakam 300 bin olarak saptanmıştır frmtr
İşin ilginci, bu rakam ve olayların, Balkan topraklarını paylaşma hedefiyle birbirine giren Yunanlılarla Bulgarların, birbirlerini suçlamak için 1913-14 arasında yayımladıkları ‘Katliam Kitapları’nda da yer almasıdır! 
Gel gelelim, asıl şaşırtıcı olan, Türk ve Müslüman ahali toplu bir kıyıma uğrarken, bu olayları inceleyip yorumlayan Hıristiyanlar arasında, hâlâ karşı tarafı haklı görenlerin bulunmasıdır!
|